Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Shakespeare, Moliere
_İnsan nasıl canını kurtarmak için kaçarsa bir ayıdan, ben de öyle kaçıyorum karım olduğunu iddia eden o karıdan. Ben artık kendimin değilim. Ben bir eşeğim. Bir kadının kocasıyım. Üstümde hak iddia eden kadına aitim. Siz nasıl atınız üstünde hak iddia ediyorsanız o da benim üstümde öyle. Bir hayvana sahip çıkar gibi istiyor beni. Hani beni bir hayvan gibi istemesinden geçtim, asıl kendisi fevkalade hayvan olduğu için benim üstümde hak iddia etmesine bozuluyorum. Öyle bir terliyor ki, o terin içinde insanın kunduruları batağa saplanır. Tohumu öyle. Nuh tufanı bile temizleyemez. Boyu ile eni aynı efendim. Bir küre gibi yusyuvarlak, üzerinde dünyanın bütün ülkelerini sayabilirsiniz. Saygı duyulacak hacimli bir gövdesi var, onu gören korkudan özür dilemeye kalkabilir. İrlanda, gövdesinin tam tamına kuyruk sokumunda efendim, bataklığa düşünce anladım. Kadın mutfakta çalışan bir hizmetçi, tepeden tırnağa yağ içinde yüzüyor. Onunla ne yapacağımı pek kestiremiyorum. Belki bir kandil yapılabilir ve onun ışığıyla ondan kaçılabilir. Sırtındaki iç yağlı paçavraların bütün bir kış lehistan'ı ısıtacağından eminim. Kıyamete kadar dayanırsa, muhakkak bütün dünyadan bir hafta fazla yanar. _Dünyada mıyım, cennette mi, yoksa cehennemde mi? Uykuda mıyım, uyanık mıyım? Aklımı mı kaçırdım, yoksa sağduyum yerinde mi? Bunlar beni tanıyorlar, ben kendimi tanımıyorum! Ne derlerse onlara uyacağım, sonuna kadar dayanacağım. Bu belirsizlik içinde tüm serüvenleri göze alacağım. _Söylentilere göre bu kent, düzenbazlıklarla doluymuş. Eli çabuk hokkabazlar, gözbağcılar, akılları çelen karanlık büyücüler, bedenleri sakatlayan ruh öldürücü cadılar, kıyafet değiştirmiş dolandırıcılar, yalan söyleyerek kazanç sağlayanlar. Buna benzer günahkârlarla dolu bir kentmiş burası. Eğer bu doğruysa, ne kadar çabuk gidersem bu kentten o kadar iyi olur. _Felakete uğramış bir zavallının ağladığını görünce, ona susmasını öğütleyip sabır dileriz ama aynı ağırlıkta bir acı bizim üstümüze çökse, belki de daha fazla, dizimizi döveriz. Sense, seni üzecek taş yürekli bir eşin olmadığı için, bol keseden savurup yararsız sabır öğütleriyle yatıştırmaya çalışıyorsun beni. Bak o budalaca sabır öğütlerinden eser kalacak mı o zaman! _Ara sıra seninle samimiyet kurup soytarılık yapmana izin veriyorsam, küstahlığın yakınlık kurmamla alay mı edecek? Ciddiyetimi önemsiz mi sayacak? Güneş çevreyi aydınlatırken alık haşereler cümbüş yapabilirler ama karanlık basınca kendi deliklerine sinmelidirler. _Sahte bir sevginin tatlı soluğu, kavgayı engelledikten sonra, yalan söylemek kutsal bir dinlence olur. _Beni kendi keyfimle baş başa bırakan, hiç elde edemediğim bir şeyle baş başa bırakmış oluyor. _Sözler rüzgâr gibidir. Arkadan kırışmaktansa, yüz yüze kırışmak daha iyidir. Sabırlı olunuz efendim. Böyle yaparsanız, dövüşmüş olursunuz kendi itibarınızla. Bir iftira başka iftiralar doğurur. Bir yerleşti mi sonsuza kadar orda kalır _En iyi işlenmiş parlak yüzeyli mücevher bile zaman içinde donuklaşıp güzelliğini yitiriyor. Oysa altın ne kadar dokunursan dokun dayanıyor, ama sonunda o bile aşınıyor _Böyle haksızlıkları ancak duygusuz budalalar bağışlayabilir. _Kendine dizgin taktıran eşekten başkası olamaz. Kafasının dikine giden özgürlüğü, felaket kırbaçlar. Şu gök kubbenin altında, toprakta, denizde, havada sınırsız olan hiçbir şey yoktur. ________ _Önsöz_ _Bu oyun, Shakespeare'in ilk komedyalarından biridir. Plautus'un İkizler adlı oyunundan esinlenilmiştir. Doğum sırasında birbirinden ayrılmak zorunda kalmış ikiz kardeşler ile onların ikiz uşaklarının trajikomik hikayesi_Karakterler birbirlerine pazaryerinde rastlarlar; oyun Efesli Antipholus'un evinde, hayat kadınının yerinde ve manastır önünde geçer._ Evin efendisi ile uşağı bir yere kapatıldıktan sonra, tanrılar jupiter ile mercury onların kılığına girip hiçbir şeyden kuşkulanmayan evin hanımı ile aşk oyununa girerler. _Yanlışlıklar Komedisi, iki değişik ikiz kardeşin karşılaşma hikâyesini anlatmaktadır. Sicilya'nin Sirakuza sehrinden Antifolus uşağı Dromio ile birlikte Efes'e gelirler. Efes hem Sirakuzalı Antifolus'in ikiz kardeşinin Efesli Antifolus'un hem de uşağı Sirakuzalı Dromio'nun ikiz kardeşi olan ve Efesli Antifalus'un uşağı olan Efesli Dromio'nun yaşadıkları şehirdir. Sirakuzalı ikizler Efesli ikizlerin arkadaşları ve akrabaları ile karşılaştıkları zamanlar ortaya çıkan hüviyet karışıklığı nedeni ile bir sıra çılgınca terslikler meydana gelmekte; yanlış yere dayak yemeler, enseste yakın baştan çıkartmalar, Efesli Antifolos'un hapse atılması ve (aldatma, hırsızlık, cinnet getirme ve şeytanların hakimiyetine girme şeklinde) suçlamalar ortaya çıkmaktadır. _ Sirakuzalı olmasına rağmen Efes Dükü'nün topraklarına girmiş olması dolayısıyla yargılanan Egeon kendisine verilen bin mark cezayı ödeme imkânı olmadığı için idam edilmesi gerekmektedir ve bunun için Efes'te hapishanededir. Başından geçenleri ve üzüntülü geçen hayatını anlatmaktadır. Genç yaşta evlenmiştir ve bir özdeş ikiz çocukları olmuştur. Ayni bir fakir kadın da diğer özdeş ikiz doğurmuş ve Egeon onun ikizlerini kendi ikizlerine hizmetkar-köle olarak satın almıştır. Hemen sonra aile bir deniz yolculuğuna çıkmış ve bu yolculukta büyük bir fırtınaya kapılmışlardır. Egeon kendini, bir oğlunu ve oğlunun kölesini geminin ana direğine; karısını ve ikizlerin diğerlerini ise geminin diğer direğine bağlatmıştır. Egeon bir gemi tarafından karısı ise diğer bir gemi tarafından kurtarılmış ve birbirlerini bir daha görmemişlerdir. Kendiyle birlikte kurtarılmış olan oğlu Sirakuzalı Antifolus, kölesi olan Sirakuzalı Dromio ile birlikte Sirakuza'dan ayrılmış; kaybolan ikiz kardeşlerini aramaya çıkmışlardır. Fakat oğlu Sirakuzalı Antifolus geri gelmeyince Egeon'da onu aramak için Efes'e gelmiştir. _Ayni gün Sirukuzalı Antifolus kardeşini aramak için Efes'e gelir. İkiz kardeşine aynen benzeyen Efesli Dromio gelir; Sirakuzalı bu erken dönüşüne şaşırır; ama Efesli Dromio'nun ondan hiç para almadığını iddia etmesi onu daha da sersemleştirir. Sirakuzalı Antifolus kölesinin kendiyle alay ettiğini sanarak onu dövmeye koyulur… ________ _Kişiler_ _Solinus- Efes Dükü _Egeyon - Sirakuza'lı bir tüccar _Emiliya - Tüccarın kayıp olmuş karısı, şimdi başrahibe. _Efesli Antifolus ve Sirakuzalı Antifolus - İkiz erkek kardeş, Egeyon ve Emiliya'nin oğulları _Efesli Dromiyo ve Sirakuzalı Dromiyo - İkiz erkek kardeş köleler. _Adriyana - Efesli Antifolus'un karısı _Luciana - Adriyana'nın kız kardeşi _Luce - Adriyana'nin mutfak hizmetçisi _Balthazar - Bir tüccar _Angelo - Bir kuyumcu _Fahişe Kadın - Efesli Antifolus'un metresi _Birinci tüccar - Efesli. Sirakuzalı Antifolus'un arkadaşı _İkinci tüccar - Efesli. Angelo'nun alacaklısı _Doktor Pinç - Sihirle uğraşan bir öğretmen _Gardiyan, Muhtar, Subaylar, ve diğer Görevliler ________ _Aegeon: Hadi durma. Vur darbeni. Ölüm hükmünü verip dindir kederimi. _Dük: Artık tartışıp savunma kendini. Yasalarımızı çiğnemeye hakkım yok benim. Hem Sirakuzalıların Hem bizim Efeslilerin düşman kentler arasında gidiş gelişleri yasaklanmıştır ve cezası ölümdür. Neden anayurdunu bırakıp Efes'e geldin? Senin varın yoğun, yüz mark bile etmiyor; Ölüme mahkûmsun. _Aegeon: Mutluluğumu onun mutluluğuna borçlu olduğum bir kadınla evlendim. Çok geçmeden iki gürbüz oğlanın mutlu annesi oldu. Aynı handa, aynı saatte yoksul bir kadıncağız da, birbirlerine tıpatıp benzeyen oğlan ikizleri doğurdu. İlerde oğullarıma hizmet etsinler diye, onları satın alıp yetiştirdim. _Tayfalar canlarını kurtarmak için sandala doluşup Batan gemiyi bize bırakmışlardı. Sonra doğan bebeğe daha düşkün olan karım onu yedek direğe bağladı. Ben de aynı şekilde öteki ikizleri bağladım. Kendimizi de direğin iki ucuna bağladık. Akıntıya kapılıp dosdoğru Korinth'e doğru sürüklendiğimizi düşündük. Kayaya öyle şiddetle çarptık ki bizi o ana kadar taşıyan direğimiz ortasından ikiye bölündü. Korinthli sandığımız balıkçılar tarafından kurtarıldık. İşte mutluluğumdan nasıl uzak düştüğümü öğrendiniz. Ne tuhaf. Talihsizliğimin acıklı öyküsünü anlatarak felaketlerim ile ömrümü uzatmış oldum. Küçük oğlum 18’ine bastığında, kardeşini aramayı aklına taktı. Asya'nın her yerini, köşe bucak dolaştım. Ne yazık ki, yaşam öykümün sonu da burada geldi. _Dük: ölüme mahkûm edildin, ne yazık ki. Bu kararı onurumuzu lekelemeden geri alamayız. Efes'te ne kadar dostun varsa, onlardan yardım iste yoksa ölüm kaderindir. _Antipholus: Beni kendi keyfimle baş başa bırakan, hiç elde edemediğim bir şeyle baş başa bırakmış oluyor. Şu dünyada, okyanusta başka bir damla arayan bir su damlasından farkım var mı? Nasıl o göze görünmeyen, meraktan bunalmış damla, eşini bulamayınca yıpranıp telef olursa, bir ana ile bir kardeşi bulmak için didinip uğraşan ben de öylesine yıpranıp telef oluyorum. _Nee, şakalarını yasakladığım halde, Hâlâ yüzüme karşı benimle alay mı ediyorsun sen? Al bakalım şaklaban efendi! _Söylentilere göre bu kent, düzenbazlıklarla doluymuş. Eli çabuk hokkabazlar, gözbağcılar, akılları çelen karanlık büyücüler, bedenleri sakatlayan ruh öldürücü cadılar, kıyafet değiştirmiş dolandırıcılar, yalan söyleyerek kazanç sağlayanlar. Buna benzer günahkârlarla dolu bir kentmiş burası. Eğer bu doğruysa, ne kadar çabuk gidersem bu kentten o kadar iyi olur. Bari hana gidip şu köleyi arayayım. Çok kaygılanıyorum paramın akıbetinden. _Luciana: Erkek özgürlüğün efendisidir. Onların efendisi de zamandır. Zamanı hatırladıklarında gider gelirler. Öyleyse sabır göstermelisin. _Adriana: Ben aynı şeyi yapsam hiç hoşlanmaz ama. _Luciana: O senin isteklerinin dizginidir. _Adriana: Kendine dizgin taktıran eşekten başkası olamaz. _Luciana: Kafasının dikine giden özgürlüğü, felaket kırbaçlar. Şu gök kubbenin altında, toprakta, denizde, havada sınırsız olan hiçbir şey yoktur. Hayvanlar, balıklar, kuşlar, bunların hepsi erkeklerine bağımlı, onların denetimi altındadırlar. İnsana gelince, daha kutsal bir varlıktır. Tümünün üstündedir. Bu koca dünyanın, vahşi okyanusların efendisidir. Balıklardan, kuşlardan üstün kılan zekâsı ve ruhu olduğu için dişisinin efendisi ve egemenidir. Bu yüzden, bırak senin isteklerin onun iradesine uysun. _Adriana: Demek evlenseydin epeyce zorbalığa katlanacaktın. Ya kocan bir başkasına dadansaydı? _Luciana: Boyun eğmeyi öğreneceğim sevmeyi öğrenmeden önce. Eve dönünceye kadar sabrederdim. _Felakete uğramış bir zavallının ağladığını görünce, ona susmasını öğütleyip sabır dileriz ama aynı ağırlıkta bir acı bizim üstümüze çökse, belki de daha fazla, dizimizi döveriz. Sense, seni üzecek taş yürekli bir eşin olmadığı için, bol keseden savurup yararsız sabır öğütleriyle yatıştırmaya çalışıyorsun beni. Bak o budalaca sabır öğütlerinden eser kalacak mı o zaman! _Efesli köle Dromio: Yuvarlak bir şey miyim ki, beni böyle ayaktopu gibi tekmeleyip duruyorsunuz? Siz tekmeyle beni yollayacaksınız, o bir tekmeyle beni geri postalayacak. Eğer böyle hizmet vereceksem beni meşinle kaplatın bari. _Adriana: Ben evde tatlı bir bakışın özlemiyle tutuşurken, o gidip oynaşlarını memnun etsin. Yaşlanmak, alıp götürdü mü zavallı yanaklarımdan çekici güzelliği? Eğer öyleyse, onu ziyan eden kendisidir. Sohbetim mi can sıkıcı? Yoksa zekâm mı körlendi? Eğer konuşmamda hazır cevap, nükteli değilsem, onu körleten mermerden daha katı olan davranışıdır. Başka kadınların süslü kılıkları onu avlıyorsa, kabahat bende değil, hükmeden odur bana. Onun beni yıpratmadığı bir tek şey gösterebilir misin acaba? Çirkinleştimse, nedeni odur. Solan güzelliğimi onun sıcak bir bakışı hemen canlandırabilirdi. Oysa azılı bir geyik gibi çiti parçaladı, yuvasından uzakta otlanıyor. _Luciana: Kendine zarar veren kıskançlık... Bırak bunları. _Adriana: Böyle haksızlıkları ancak duygusuz budalalar bağışlayabilir. Keşke benden esirgediği bir tek o olsaydı da, yatağını aşağılayıp sadakatsizlik etmeseydi. En iyi işlenmiş parlak yüzeyli mücevher bile zaman içinde donuklaşıp güzelliğini yitiriyor. Oysa altın ne kadar dokunursan dokun dayanıyor, ama sonunda o bile aşınıyor. Yalancılık, fesatlık yapanlar arasında utanç getirmeyen bir tek insan yoktur. Madem güzelliğim artık ona hoş gelmiyor, ben de geriye kalanı ağlayarak silip, ağlayarak öleceğim. _Sirakuzalı Antifolus : Dayaktan hoşlandığına göre şakalarına yine başlayabilirsin. Demek kentauros'u bilmiyordun! Altınları da almamıştın, Bana böyle abuk subuk şeyler söylediğin için çıldırmış olmalısın. _Sirakuzalı Dromiyo : Nasıl yani? Böyle şeyleri ne zaman söyledim ben? Altınları verip beni hana gönderdiğinizden beri sizinle görüşmedim. _Sirakuzalı Antifolus : Alçak, bir de altınları inkâr ettin. Sözlerimi şaka mı sandın. Al sana! Bunu da! _Ara sıra seninle samimiyet kurup soytarılık yapmana izin veriyorsam, küstahlığın yakınlık kurmamla alay mı edecek? Ciddiyetimi önemsiz mi sayacak? Güneş çevreyi aydınlatırken alık haşereler cümbüş yapabilirler ama karanlık basınca kendi deliklerine sinmelidirler. _Sirakuzalı Dromiyo :Rica ederim efendim bu dayak neden? Bildiğim tek şey dayak yediğim. _Sirakuzalı Antifolus : Neden dayak yediğini söyleyeyim mi?Her şeyden önce benimle dalga geçtiğin için, Çünküsü ise, alaylarını aldırmadan tekrarlaman. _Sirakuzalı Dromiyo : Doğa İnsanlara, esirgediği saç yerine, akıl vermiştir. Bu lütfu hayvanlara ihsan etmiştir de ondan. _Sirakuzalı Antifolus : Oysa aklından çok saçı olan birçok insan var. _Sirakuzalı Dromiyo : Saçlarını dökecek kadar akıllı olanlar dışında... Kaybedişin afili bir yanı vardır. İlki, saçını düzelttirmek için harcadığı parayı biriktirmesi, yemekte çorbasının içine düşecek saçı olmaması, ikincisi. Zamanın kendisi kel kafalıdır. Bu yüzden kıyamete kadar kel kafalılar tarafından izlenecektir. _Adriana: Nasıl oldu kocacığım, kendine bu kadar yabancılaştın? Kendine de, bana da yabancılaştın diye düşünüyorum. Ben konuşmayınca hiçbir sesin kulağına musiki gibi gelmediği, ben bakmayınca hiçbir şeyi beğenmediğin, ben dokunmadıkça hiçbir temastan hoşlanmadığın. O günler nasıl geldi geçti. Ah, n'olur, kendini benden koparıp ayırma, Şunu bil ki sevgilim, kahpe girdaba bir damla suyunu kolayca boşaltabilirsin. Ama girdaba karışan o damlayı çoğaltmadan, eksiltmeden nasıl geri alamazsan, kendini de benden neni götürmeksizin, ayırıp çekemezsin. _Sirakuzalı Antifolus : Bunları bana mı söylüyorsunuz güzel bayan? Ben sizi tanımıyorum ki. Efes'e iki saat önce geldim. Sözleriniz de bu kent kadar yabancı bana. Efendi, bu kibar bayanla görüştünüz mü? _Sirakuzalı Dromiyo : Onu ilk kez şimdi görüyorum. _Adriana: Uşağınla böyle uydurma bir tartışmaya girmen bağdaşmıyor ciddiyetinle. Ruh durumumu başka yöne çekmek için onu kışkırtman da cabası. Benden uzaklaşmanın nedeni ben olsam bile. Bu yanlışı başka bir yanlışla aşağılamaya dönüştürme. Sen bir karaağaçsın kocacığım, ben de bir asma. Benim zayıflığım, senin güçlü tavrınla birleşmiştir. Böylece senin gücün bana da geçer. Eğer seni benim elimden almak isteyenler varsa, onlar süprüntüler, asalak sarmaşıklardır, İşe yaramaz yosunlar, çalı çırpılardır. Budanıp atılmadıkları, senin özsuyunu emdikleri için aklını karıştırırlar. _Sirakuzalı Antifolus : Ne yani, onunla düşlerimde mi evlendim? _Sirakuzalı Dromiyo : Galiba ben değiştim efendim, öyle değil mi? Yalnızca fikren değil, bedenen de biçim değiştirdim. Ben maymunum. _Luciana: Gerçekten biçim değiştirseydin eşek olurdun. _Sirakuzalı Dromiyo : Doğru. Hanım sırtıma biniyor, ben de ota hasretim. _Sirakuzalı Antifolus : Dünyada mıyım, cennette mi, yoksa cehennemde mi? Uykuda mıyım, uyanık mıyım? Aklımı mı kaçırdım, yoksa sağduyum yerinde mi? Bunlar beni tanıyorlar, ben kendimi tanımıyorum! Ne derlerse onlara uyacağım, sonuna kadar dayanacağım. Bu belirsizlik içinde tüm serüvenleri göze alacağım. _Efesli Dromiyo: Pazaryerinde beni dövdüğünüze eliniz tanıktır. _Efesli Antifolus : Sen eşeğin birisin. _Efesli Dromiyo: Uğradığım haksızlığa, katlandığım tokatlara bakılırsa öyle olmalı. Eşek olduğuma göre, tekmelenirsem çiftelerim. Bu durumda bu eşeğin çiftelerinden sakının. _Efesli Dromiyo : Biri sizinle karşılıklı konuşabilir ama sözler rüzgâr gibidir. Arkadan kırışmaktansa, yüz yüze kırışmak daha iyidir. _Balthazar: Sabırlı olunuz efendim, yapmayın böyle! Böyle yaparsanız, dövüşmüş olursunuz kendi itibarınızla. Bir iftira başka iftiralar doğurur. Bir yerleşti mi sonsuza kadar orda kalır. _Luciana: Görünüşünüz iyi olsun, yüreğinizde kötülük de olsa. Yaptıklarıyla övünen saf bir hırsız var mıdır? Hem yatağınızı ihmal etmeniz hem de bunu gözlerinizle ele vermeniz, iki katına çıkarır suçunuzu. İyi yönetilen ayıp bile yapaylıkla dolu bir söylenti olur. Kötü söz, kötü hareketleri iki kat ağırlaştırır. Ah biz zavallı kadınlar! Kolayca kanan bizleri yalnızca sevdiğinize inandırın yeter. Sahte bir sevginin tatlı soluğu, kavgayı engelledikten sonra, yalan söylemek kutsal bir dinlence olur. _Sirakuzalı Antifolus : Benim adımı bilmenizi de şaşkınlıkla karşılıyorum. Bilginize ve güzelliğinize bakılırsa siz bir dünya harikasısınız, hatta bu dünyadan bile olamazsınız. Sevgili bayan, düşünmeyi ve konuşmayı öğretin bana. Yanılgılar içinde şaşkınlığa boğulmuş olan, zayıf, sığ, kaba saba dünyasal algılarımı aydınlatın, kandırıcı sözlerinizin gizli anlamını açıklayın. Anlamıyorum, ruhumun doğru gerçeğine karşı, beni bilmediğim yerlere çekmek için neden bu kadar çaba harcıyorsunuz? Siz bir tanrıça mısınız? Beni yeniden mi yaratacaksınız yoksa? Öyleyse değiştirin beni, boyun eğmeye hazırım gücünüze. Dahası, işin doğrusu, asıl size ilgi duyuyorum. Büyüleyici kadın, ablanın gözyaşı selinde boğulmam için beni tuzağa düşürme türkülerinle. Türkünü kendin için söyle deniz perisi. Çılgınca aşık olayım sana. Ser altın saçlarını denizin gümüş dalgaları üstüne. Bir yatakmış gibi üzerlerine uzanayım. Bu olağanüstü hayal içinde, böyle ölebilen ölümle çok şey kazanır diye düşüneyim. Aşkın ışığı sönerse eğer, bırakın yok olsun gitsin! _Luciana: Siz çıldırdınız mı? Neler söylüyorsunuz? _Sirakuzalı Antifolus: Çıldırmadım, sersemledim ve eşimi buldum. Sevgili güneşim, ışığınız gözlerimi kamaştırdı. Size bakmamak, sevgilim, karanlığa bakmaktır. Benim en değerli parçamsın, Gözümün daha parlak gözü, gönlümün en aziz yüreğisin. Benim besinim, servetim, tatlı umutlarımın hedefisin. Dünyamın tek cenneti, göklerden tek isteğimsin. _Luciana: Neden bana sevgilim diyorsunuz? Bunu kız kardeşime söylemelisiniz. _Sirakuzalı Antifolus: Hayrola Dromio, Böyle aceleyle nereye gidiyorsun? _Sirakuzalı Dromio: Beni tanıyor musunuz efendim? Ben Dromio muyum? Ben bir eşeğim, bir kadının kocasıyım, ben ben değilim! _Sirakuzalı Antifolus: Sen sen değil misin? _Sirakuzalı Dromio: Ben artık kendimin değilim, benim üstümde hak iddia eden kadına aidim. Siz nasıl atınız üstünde hak iddia ediyorsanız o da benim üstümde öyle; bir hayvana sahip çıkar gibi beni istiyor, hani beni bir hayvan gibi istemesinden geçtim, asıl kendisi fevkalade hayvan olduğu için benim üstümde hak iddia etmesine bozuluyorum. _Saygı duyulacak hacimli bir gövdesi var, onu gören korkudan özür dilemeye kalkabilir. Bu yağlı bir birleşme olur. Kadın mutfakta çalışan bir hizmetçi, tepeden tırnağa yağ içinde yüzüyor. Onunla ne yapacağımı pek kestiremiyorum. Belki bir kandil yapılabilir ve onun ışığıyla ondan kaçılabilir. Sırtındaki iç yağlı paçavraların bütün bir kış lehistan'ı ısıtacağından eminim. kıyamete kadar dayanırsa, muhakkak bütün dünyadan bir hafta fazla yanar. Öyle bir terliyor ki, o terin içinde insanın kunduruları batağa saplanır. Tohumu öyle. Nuh tufanı bile temizleyemez. Boyu ile eni aynı efendim. Bir küre gibi yusyuvarlak, üzerinde dünyanın bütün ülkelerini sayabilirsiniz. _Sirakuzalı Antifolus: İrlanda gövdesinin neresinde? _Sirakuzalı Dromio: Tam tamına kuyruk sokumunda efendim, bataklığa düşünce anladım. _Sözün kısası, bu ırgat, bu bilici benim üstümde hak iddia ediyor. Adımı biliyor. Bana Dromio dedi, sonra da onunla evli olduğum üzerine yemin etti. Bedenimdeki gizli lekeleri de biliyor, omzumdaki lekeyi, boynumdaki işareti, sol kolumdaki siğili saydı döktü. Doğrusu öyle şaşırdım ki cadı olduğuna karar verip oradan kaçtım. Eğer göğsüm imanla dolu, yüreğim çelikten olmasaydı, eminim, beni bir finoya dönüştürür, dolap iti gibi kullanırdı. _Sirakuzalı Antifolus: Madem herkes bizi tanıyor da biz kimseyi tanımıyoruz, tam zamanıdır eşyalarımızı toplayıp buradan kaçmanın. Cadılardan başka kimseler yok buralarda, Bu yüzden tam zamanıdır buradan uzaklaşmanın. Bana kocam diyen kadını ruhum istemedi karılığa, oysa onun soylu bir güzelliğe sahip varlığı, sohbeti ile büyüleyici olan kız kardeşi, az kalsın kendime karşı ihanete sürükleyecekti. Ama kendi hatamın suçlusu olmamak için kulaklarımı tıkıyacağım denizkızının şarkılarına. _Böyle güzel bir hediyeyi reddedecek kadar Budala bir insan yoktur dünyada. Sokak başlarında altın hediyelerle karşılaştıktan sonra, insanın buralarda geçinmesi için gerek yok alışverişe. Şimdi pazaryerine gidip Dromio'yu bulmalıyım, Yelken açmaya hazır bir gemi varsa, hemen yola çıkmalıyım. _Sirakuzalı Dromio: İnsan nasıl canını kurtarmak için kaçarsa bir ayıdan, ben de öyle kaçıyorum karım olduğunu iddia eden o karıdan. **************** _Soneler_ Shakespeare _Kadın karar vermişse ağına düşürmeye. Anasından doğmuş mu ondan kaçacak erkek? Ben kalbinden uzakken, fırsat kaçırmayarak. Yaptığın şu sefahat, şu çapkınlıklar var ya. Hepsi de güzelliğin, gençliğin için bir hak. Çünkü nereye gitsen, arzu koşar oraya. Herkes seni kazanmak ister cömertsin diye. Sen afet bir güzelsin: sevaptır güzel sevmek. _Güzel sürtük, kötülük iyi görünür sende. Biz düşman olmayalım can evimi söksen de. Tatlı hırsız, yine de bağışlarım suçunu. Sen varımı yoğumu aşırsan bile benden. _Bir içim su gibi öyle güzelsin ki, olmasın Ecel senin fatihin, solucanlar mirasçın. _Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer? Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın. Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak. Ve sık sık kararır da yaldız düşer yüzünden. Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak. Kader ya da varlığın bozulması yüzünden. Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz. Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda. Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir. _Ah! Ardında hiç çocuk bırakmadan ölürsen. Dünya, dul kalmış kadın gibi yas tutar sana. Çünkü senin benzerin gelmeyecek ardından; harcanıp giden güzellik son bulacak. Kullanmadan saklanıp ortadan kalkacaktır. Kim kendine karşı bu cinayeti işlerse. O insanın gönlünde aşk bulamaz hiç kimse. _Artmasını isteriz en güzel varlıkların. Güzelliğin gül yüzü solmasın diye asla. Bir güzel, yaşlanıp da göçünce bugün yarın. Anısı yaşar yine körpecik yavrusuyla. Ama can yoldaşındır kendi parlak gözlerin. Kendi ateşin besler ruhunun alevini. Kıtlığa çevirirsin bolluğunu her yerin. Kendi düşmanın gibi, ezersin can evini. Şimdi sen yeryüzünün taptaze bir süsüsün. Varlığın çiçek dolu bahardan müjde taşır. Ama kendi koncanda ruhunla gömülüsün. Pintiysen, ince köylü, kendi sonun yaklaşır. Dünyaya acımazsan, oburlar gibi ancak. Varlığın da mezar da güzelliği yutacak. _Sen ki müziksin. Müzik dinlerken hüznün niye? Tatlılar kavga etmez; sevinç, sevinçle coşar. Sana zevk vermeyene katlanırsın ne diye? Can sıkanı bağrına basmakta ne anlam var? Birbirine eş olan hoş seslerin uyumu. Yine de kulağına sıkıntı mı veriyor? Bil ki ahengin sana tatlı bir sitemi bu: “Parçaları dinleyip tümü unuttun,” diyor. Dinle, iyi bir koca gibi, tek bir tel nasıl Yaratırsa eşiyle birlikte hoş bir ezgi. Baba, çocuk ve mutlu ana, yapıyor fasıl. Kulakları okşuyor tek bir sesin ahengi. O sözsüz şarkı sanki tek bir ağızdan sana. “Değerin olmaz,” diyor, “Yaşarsan tek başına.” _Gün gecenin, gece günün kıyar canına. Kanlı bıçaklı iki düşman değiller sanki. El ele verip bana başlarlar işkenceye. Biri hep işe koşar, hep sızlanır öteki. Çalışmak beni senden uzaklaştırdı diye. Günü hoş tutmak için “Sevgilim parlak” derim, “Aydınlatır gökleri bulutlar kararmışken.” Yağız yüzlü geceyi över, diller dökerim: “Yıldızlar kör olunca sevgilimdir nur döken.” Ama gün, işte her gün çilemi uzatıyor; Gece, işte her gece derdime dert katıyor. _Savaşır gözlerimle gönlüm öldüresiye. Senin güzelliğinin ganimeti yüzünden. Gözüm kovar gönlümü seni görmesin diye. Gönlüm ister gözüme pay vermemek yüzünden. Gönlüm bildirir senin orada yattığını. Öyle bir hücrede ki giremez billur gözler. Gözüm inkâra kalkar gönlün anlattığını. Güzel yüzünün ona sığındığını söyler. Gönlü dinleyip karar vermek için toplanır. Düşünceler kurulu: soruşturur, hakçası Kurulun yargısıyla bir karara bağlanır. Seven gözün payıyla duyan gönlün parçası. Senin dış güzelliğin olur gözümün payı. Gönlüm kazanır aşkın gönlündeki dünyayı. _Güllerde diken vardır, gümüş çeşmede çamur. Tutulur ay ve güneş, söner bulut yüzünden. En şirin tomurcukta iğrenç kurtlar bulunur. Kusursuz insan olmaz – bende kabahat az mı? Örnekler verip haklı bulmak suç işleyeni? Bu özürler büsbütün ahlakını bozmaz mı? İçsavaşa tutuşur bende nefret sevgiyle. Suç ortağı olmaya gösteriyorum rıza. Hiç acımadan beni soyan tatlı hırsıza. _Aslanın pençesini körlet, Zaman ejderi. Doyur dünyayı kendi yavrusunun canıyla. Kaplanın çenesinden sök o keskin dişleri. Alevlerden dirilen ankayı yak kanıyla. İstersen kasırga ol, şen mevsimleri karart. Rüzgâr kanatlı Zaman, yap aklına eseni. İstersen dünyayı yık, güzel yüzleri sarart. Ama en kalleş suçtan alıkoyarım seni. Sevgilimin yüzünü saatlerinle oyma. Köhne kalemin onu boğmamalı çizgiye. Sürüp giderken sakın çirkin izini koyma. Sonraki insanlara güzellik kalsın diye. Geçkin Zaman, yapsan da en şom kötülükleri. Şiirimde sevgilim sonsuz yaşar dipdiri. _Ben, başka bir ozanım. Öbür manzumeciler. Boyalı güzel görür, kalemi alır ele. Göğü tutup onunla yazdıklarını süsler. Her güzeli benzetir kendindeki güzele. Ben, gerçeği yazarım, benim sevgim gerçek ya. Onların boş lafları olamaz benim işim. Satacak değilim ki, niçin övecekmişim. _Dilerim senin olsun en iyi ve en kutlu. Bu dileğimle bile olurum on kat mutlu. Bana öyle yaman güç verdikçe senin gölgen. Görkeminden bir parça alıp yaşıyorum ben. _Yazık! hem kıyasıya harcıyorsun kendini. Hem gönlün yeltenmiyor hiç kimseyi sevmeye. Biliyorsun, saymakla bitmez sevenler seni. Ama besbelli sen aşk duymuyorsun kimseye. Öldüren bir nefrettir yüreğindeki şeytan. Hiç umurunda değil kazsan kendi kuyunu. Çekinmezsin güzelim can evini yıkmaktan. Onarmak olmalıyken asıl amacın onu. Sen tutum değiştir de cayayım düşüncemden. Yumuşak bir sevgi koy nefret yerine bir yol. Göründüğün gibi ol: cömert, sıcak, sevecen. Hiç değilse kendine yumuşak yürekli ol. Aşkım uğruna bir “sen” daha yarat kendine. Güzellik onda veya sende yaşasın yine. _Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık. Gençliğinin kibirli, süslü giyim kuşamı. Beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık. O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir. Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu. Dersen yuvalarına çökmüş şu gözlerdedir. “Benim güzel çocuğum beni kurtarır,” dersen. “Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra.” Güzelliğinin onda sürdüğünü göstersen. O, sen yaşlandığında yeniler varlığını. Soğuktan donan kanın duyar ısındığını. _Aynaya bak da şunu gördüğün yüze söyle. Sıra gelmiştir artık bir taze yüz yapmana. Güzelliğini hemen yenilemezsen şöyle. Yeryüzü yoksun kalır, lanetlenir bir ana. Sen annenin aynası olmuşsun da o sende. Bulmuştur gençliğinin güzelim baharını. Kendi dinç varlığınla görürsün pencerende. Kırışıklara rağmen, şu altın yıllarını. _Doğa temelli vermez, ödünç verir her zaman. Böyle yanlış kullanmak olur mu, güzel pinti. Miras bırakman için sana bırakılanı? Savurgan güzel, nedir bu kendine harcaman. Senin mirasın olan güzellikleri böyle? Kullanmazsan gömülür güzelliğin seninle. Kullanırsan vârisin olur da sürer böyle. _Durmak bilmez zaman, yaz’ı söküp götürür. Yok eder iğrenç kışın kucağına atarak. Her gözün takıldığı o bir içim su yüzü. O eşsiz güzellikten kalmaz hiçbir hoş eser. Özsuyu çekilmişse, kış gelince o çiçek. Kupkuru kalsa bile, tatlı özü sürecek. _Ne yap yap, kurban gitme kışın zalim eline. Özün arıtılmadan, yaz’ı almasın senden. Bir şişeye bal akıt, bir yere bir hazine. Sun güzel hazinenden, kendin sona ermeden. Görevin bir başka “sen” yaratmaktır, bunu bil. İşte on kat mutluluk: on gelir bir yerine. On kat büyük bir görkem doğar gür benliğinden. Ortaya senin eşin on tane sen çıkar da. Ölüm, eli böğründe kalırdı göçünce sen. Bırakırdı, yaşardın gelecek kuşaklarda. Vazgeç inattan. _Gençliğin günden güne kalırken gerilerde. Bir yavru yaratırsan alsın diye yerini. Dinçken hayat verirsen o körpe can ilerde. Senden göçen gençliğe varıp yaşatır seni. Böyle sürecek akıl, güzellik ve başarı. Yoksa cinnet, yaşlanmak, çürümek yer altında: Hiç kimse düşünmese gelecek kuşakları. İnsanlık sona erip giderdi üç batında. _Kimse karşı koyamaz Zamanın tırpanına. Kendi soyun direnir o kıyarken canına. Sen de çökersin vaktin yıkıp geçtikleriyle. Yetişen tazeleri görüp koşar ecele. _Ah, sen keşke sen olsan! Ne var ki, canlar canı. Sen değilsin sen, ne de burda yaşayan sensin. Dilerim şu yaklaşan ecele hazırlanmanı; Güzel yüzünü başka birine vermelisin. Şu emanet güzellik böylece son bulmazsa. Benliğin, sen öldükten sonra yaşatır seni. Zamanla savaşırım senin sevgin uğruna. O seni kemirse de ben can veririm sana. _Bak, can atıyor nice el değmemiş bahçeler. Erdemle sana canlı çiçekler vermek için. Varlığını sebil et: sana kalır varlığın. Kendi elinle çiz ki sürsün bahtiyarlığın. _İnandıramaz aynam yaşlandığıma beni. Varlığına o eşsiz güzelliği giysen de. Gönlümün urbasından başka şey giyemezsin. Yüreğim sende çarpar, yüreğin çarpar bende. Demek ki bana göre yaşlısın diyemezsin. Yüreğin bende diye üstüne titreyerek. Olmuşum yavrusunu esirgeyen bir ana. Gönlüne bel bağlama gönlümü yok edersen. Geri almak yok diye onu verdin bana sen. _Sessiz aşk ne yazmışsa onu oku ve öğren. Aşkın ince aklıdır gözlerle duyup bilen. Bir acemi oyuncu nasıl beceriksizse. Sahnede korkusundan donakalmış dururken. Sevgimin gücü beni paramparça etmiş de. _Gözlerim ressam oldu senin güzelliğine. Ama kurnaz gözlerin sanat yeteneği az. Sırf gördüğünü çizer, yüreği tanıyamaz. _Kaş çatıldı mı her görkem yok olacak. Savaşlarda gücüyle ün salan bir kahraman. Bin zafer kazansa da düşmeyegörsün bir kez. Adı silinir şeref defterinden o zaman. Kader vermediyse de bana böyle bir zafer. Mutluyum en saydığım beklenmedik şanlarla. _Bir gün övüneceğim sevdiğim için seni. O güne dek görünmem sınarsın diye beni. Sevgimin sultanı ben kul oldum işte sana. Gönderdiğim bu yazı, elçilik yapsın bana. Bir zekâ gösterisi değil, hizmet belgem bu. Ama sendeki ruh ve düşün öyle güzel ki. Umarım, işte onu bana çırçıplak verir. Talihim başlayarak yaver gitmeye yine. Yırtık pırtık sevgime giyim kuşam sağlar da. Layık gösterir beni senin iyiliğine. _Yorgun argın, alırım yatağımda soluğu. Baygınlaşmış gözlerim açıldıkça durmadan. Sırf körlerin gördüğü karanlıklara bakar. Hiç değilse ruhumda düş kuran bir göz var da. Görmeyen bakışıma senden hayal getirir. Hayalin karanlıkta elmas gibi parlar da. Korkunç geceyi süsler, ona taze yüz verir _Kendimden iğrenirken aklım sana doğrulup. Gönlüm kara dünyayı gerilerde bırakır. Gün doğarken yükselen bir tarlakuşu olup. Cennet kapılarında kutsal ezgiler şakır. Öyle bir servettir ki sevgini anmak bile. Sultanlarla yer değiş deseler de nafile. _Bazen geçmiş günlerden kalanları anarım. Aradığım şeylerin yokluğuna yanarım. Gönlümü yitenlerle çektiğim yaslar deler. Yaş bilmeyen gözlerim boğulur da yaşlara. _Sevdiğim görüntüler, işte gördüm, hep sende. Hepsi birleşmiş sende; hepten seninim ben de. _Sevgili güneşim de doğup ruhuma doldu. Bir sabah zaferlerle görkemlerle erkenden. Ah, sonra gitti, ancak bir saat benim oldu. Kara bulutlar onu yine gizledi benden. Bu yüzden ona karşı sevgim kapılmaz hınca. Yerdekiler solmaz mı gökte güneş solunca? _Sen yaratıcılığa ışıklar saçıyorsun. Gür esinlerle dolu Peridir sana gelen. Günü aşan sonsuz dizeleri getirsin. Bu deney çağına hoş gelirse Esin Perim. Üzgüsü benim olsun, övgüsü senin derim. _Apaçık görüyorum gözlerimi yumunca. Bütün gün gördüklerim taşımaz hiçbir değer. Ama düşlerde hep sen varsın uyku boyunca. Göz karanlıkla ışır, karanlıkları deler. Başka bütün gölgeler, gölgende ışık bulur; Bedeninin gölgesi mutluluğu gösterir. Işıl ışıl gündüze saçarak daha çok nur. Senin gölgen nasıl da kör gözlere fer verir. _Hafif hava, paklayan ateş. Ben nerdeysem onlar da hep seninle beraber. Birisi düşünceme, öteki arzuma eş. Aşk elçileri gibi, sevecenlikle sana. Canım dört maddedendir, o ikisiyle kalır. …… _Önsöz_ _Sone, bir tür şiir biçimidir. Sone, iki dörtlük ve iki üçlükten oluşan 14 dizelik bir nazım şeklidir. Batı edebiyatında kullanılan bu tür, Servet-i Fünûncular tarafından Türk edebiyatına geçirilmiştir. _Shakespeare “Bütün dünya bir sahnedir,” diyor. Büyük yazarın iç dünyası, sonelerindedir. Çoğu, derin duyguları, güçlü heyecanları, acıları ve sevinçleri anlatır. İngiliz şairi W.Wordsworth, soneler için: “Bu anahtarla Shakespeare gönlünün kilidini açmıştır.” Shakespeare insan ruhunun birçok boyutlarını yansıtmış, yaratmıştır. Baştan sona okunduklarında incecik sevgilerden yaman cinsel iştahlara kadar değişen bir gönül serüvenini anlattıkları görülüyor. Soneler, İngilizcenin en ünlü şiir dizisidir. Hem de dünyada aşk edebiyatının en güzel örnekleri arasındadır, _Hayyam çevirmeni Edward Fitzgerald: “Soneleri titizlikle okuduğum güne kadar bana yarı-tanrı gibi göründüğü için Shakespeare’i yarı tanıdığımı söylersem yargımın aşırı olduğunu sanmam.” _Soneler, Shakespeare’in iç dünyasının birçok yönlerine ışık tutmaktadır. _Rönesans İtalyasında başlayan sone türü, Shakespeare’den önce İngiliz şiirinde geniş ölçüde kullanılmış ve geliştirilmişti. _William Shakespeare_(1564-1616) _Drama, oyun yazarı ve oyuncudur. Günümüze gelen 38 oyunu, 154 sone ve iki uzun öykü şiiri vardır. ******************* _Moliere_ Cimri _İnsanları kazanmak için en iyi çare dalkavukluktur. Onların sevdiklerini sever görünmek, doğru dediklerine doğru demek, kusurlarını övmek, her yaptıklarını alkışlamak. Yaranacak mısın? Aşırı gitmekten hiç korkma. Yalan söylediğin istediği kadar belli olsun, suratından aksın, en zeki insanlar bile kanıveriyorlar dalkavukluğa. Pohpohu bastınız mı, en gülünç, en yüzsüzce söylenmiş sözleri bile yutuyorlar. Ama insanlara muhtaç oldunuz mu, uymak zorundasınız. Kabahat pohpohlayanda değil, pohpoh isteyende. Maymuna dönüyorum her gün, sevdireyim diye kendimi babana. _Yaşamak istiyor musun bu dünyada, işini bileceksin. Ne yaparsın, benim gibilere Tanrı dalavereden başka gelir kaynağı vermemiş; dolap çevirmeden karın doymuyor. _Geç yetişen ağaçlar en iyi yemiş verenlerdir. _Bilgili bir aptal, bilgisiz bir aptaldan daha aptaldır. _Zorluklar, başarının değerini artıran süslerdir. _En çok sevdiğimiz insanlar, kendimize en çok benzettiklerimizdir. _Susan bir bilgin tek bir kelime konuşamayan aptallardan farksızdır. _Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz. _Yazmak fahişelik gibidir. Önce zevk, sonra birkaç dost, nihayet para için yapılır. _Tütün, sadece insanın beynini tazelemek ve temizlemekle kalmaz, aynı zamanda insanın ruhunu da erdeme kanatlandırır. Tütün edepli insanların tutkusudur ve tütünsüz bir hayat süren, yaşamaya layık değildir _Şu kadınlar da ne inatçı oluyor yahu! Adamı bir dinleseniz ne kaybedersiniz? _Sevginin ve aşkın, en büyük kanıtı, sevdiğiniz insanın isteklerine boyun eğmektir. _Birini ne kadar severseniz, ona o kadar az dalkavukluk edersiniz. Gerçek sevginin kanıtı, eleştiriyi esirgememektir. _Kuşkular en kötü gerçeklerden daha zalimdir. _Nasıl gerçek ahlak sahipleri ahlaka fazla aldırmazlarsa, gerçek belagat da iyi konuşmaya aldırmaz _Bana bu kadar umut verdikten sonra, ben sevincimden uçarken sen sanki matem içindesin. Söyle, pişman mı oldun beni sevindirdiğine? Bana verdiğin sözü zorla mı verdin? Olur ya, benim coşkunluğum seni istemeye istemeye sürüklemiş olabilir. _Öyle insanlar vardır ki, ancak yalan dolanla elde edilebilirler, dedikleri dediktir, gerçeklerle karşılaştılar mı huysuz atlar gibi şahlanır, doğru gitmemekte ayak direrler, böylelerini istenilen yere götürmek için yolu biraz dolaştırmaktan başka çare yoktur. _Kimi işlerde en ummadığın insan, canını ciğerini verir. _Ahmak bir kadın bile erkeklerin en akıllısından daha çok şey bilirmiş _Aşk gülücüklerinin sahtesini gerçeğinden ayırmak zordur. Bu konuda öyle usta oyuncular gördüm ki. ******** _Sen gel de böylesine dayan. Durur, akan sular durur! Kızdırmak istemiyorum adamı. Kızdı mı baş edemeyiz onunla. Böylesinin dikine gittin mi her şeyi bozarsın. Kimi kafaları kazanmak için dolambaçlı yollardan gideceksin. Diretmeye gelmez böylelerine; ifrit olur, kapanıverirler büsbütün. Doğruyu söylediniz mi şahlanır, aklı hiçe sayarlar her zaman. Sularına gidip onları dilediğin yana çekmekten başka çare yok. Her istediklerine peki diyeceksin ki haklarından gelesin; onları kendi istediğinden yana… _Sevmediğin için bilmezsin, bilemezsin sevginin insanı deli eden tadını. Üstelik pek de akıllısın, felaket orada! _Alçak herif! Kanımı içecek neredeyse! Hançerini gırtlağıma dayamış, namussuz! _Bu Hargapon Efendi, dünyadaki insanların en az insan olanı; yeryüzündeki canlıların en katı yüreklisi, pintilerin en pintisidir. Ağzınla kuş tutsan ona kesenin ağzını açtıramazsın. Vermek öylesine zoruna gider ki, selam bile vermez kimseye, onu bile alır; yalnız alır. Para dedin mi taş kesilir, taşoğlu taş; karşısında gebersen kılı kıpırdamaz. İyilik, namus, şeref meref bir yana, para bir yana, kısacası. Para isteyen birini gördü mü Azrail’i görmüş gibi olur. Ha para istemişsin, ha can evine girmiş, yüreğine hançer saplamış, bağırsaklarını söküp çıkarmışsın bu herifin. _Frosine: Sizden ufacık bir borç istiyorum. _Harpagon: Hadi ben gidiyorum o zaman. _Frosine: Hay boyu devrilesi, yüreği kurumuş herif! Cehennem doyursun seni. Ağzından girdim, burnundan çıktım, yumuşatamadım cimri domuzu. Ama bırakmam yine de bu işin peşini. _Harpagon: Kadın olsam, ben de gençleri sevmezdim doğrusu. Nedir o çıtkırıldım kadın halleri? O kedi bıyığı gibi bıyıklar! O şilte kıtığı gibi takma saçlar, düşük düşük pantolonlar, işkembe gibi sarkan gömlekler! _Frosine: Sevmezdiniz elbet. Nesi var sevilecek toy delikanlıların? O sümüklüböcekleri, o enayi dümbeleklerini koynuna mı alır insan! Erkek dediğin böyle olur. Baktı mı gözünü doyuruyor insanın. Sevilecek adam böyle giyinmeli. ________ Cimri _Kişiler_ _Harpagon -Cléante’ın ve Élise’in babaları. Mariane’a Vurgun. _Cléante -Harpagon’un oğlu ve Mariane’ın sevgilisi _Élise -Harpagon’un kızı ve Valère’in sevgilisi _Valère -Anselme’in oğlu ve Élise’in sevgilisi _Mariane -Cléante’ın sevgilisi ve Harpagon’un sevdiği _Anselme -Valère’le Mariane’ın babaları _Frosine Düzenci bir kadın _Simon Efendi Simsar _Jacques Usta -Harpagon’un aşçısı ve arabacısı _Claude Kadın Harpagon’un hizmetçisi _Brindavoine Harpagon’un uşağı _La Merluche Harpagon’un uşağı _La Flèche Cléante’ın uşağı _Sahne 1_ _Valere: Ne oluyor, Élise, güzelim? Ben sevincimden uçarken sen sanki matem içindesin. Olur ya, benim coşkunluğum seni istemeye istemeye sürüklemiş olabilir. _Élise: Doğrusunu istersen, bu kadar mutluluk ürkütüyor beni. Beni asıl korkutan siz erkekler. Biri sizi yüreğinin bütün açıklığıyla sevdi mi, hemen soğuyuverirsiniz. _Valère: Ben yaşadıkça yalnız sen olacaksın kalbimde. İçinden geçen yersiz korkular yüzünden bütün suçları yükleme bana. Kuşkularını bir hançer gibi saplama yüreğime. _Elise: Hep böyle derler ama beni gerçekten sevdiğine, beni bırakmayacağına inanıyorum. Beni her gün görebilmek için kim olduğunu gizlemeye, babamın uşağı olmaya razı oldun. Bütün bunlar bir peri masalı gibi geliyor bana. Bizi tanıştıran o korkunç kaza… Kendi canını hiç sakınmadan nasıl sulara atıldın beni kurtarmak için! Ne candan uğraştın benimle. _Valère: Maymuna dönüyorum her gün, sevdireyim diye kendimi babana. İnsanları kazanmak için en iyi çare onların sevdiklerini sever görünmek, doğru dediklerine doğru demek, kusurlarını övmek, her yaptıklarını alkışlamak. Yaranacak mısın? Aşırı gitmekten hiç korkma. Yalan söylediğin istediği kadar belli olsun, suratından aksın, en zeki insanlar bile kanıveriyorlar dalkavukluğa. Pohpohu bastınız mı, en gülünç, en yüzsüzce söylenmiş sözleri bile yutuyorlar. Ama insanlara muhtaç oldunuz mu, uymak zorundasınız. Kabahat pohpohlayanda değil, pohpoh isteyende. _Sahne 2_ _Cléante: Babalar, çılgınca tutkulara kapılmadıkları için bizden çok daha az aldanacak durumdadırlar; bize uygun olanı çok daha iyi görür onlar; bizim kör tutkumuza değil, onların ışıklı aklına ve görgülerine inanmak doğrudur; bizler gençlik azgınlığıyla çok defa korkunç uçurumlara sürüklenir gideriz. _Sevmediğin için bilmezsin, bilemezsin sevginin insanı deli eden tadını. Üstelik pek de akıllısın, felaket orada! _Elise: Kim bilir, ben de sana içimi döksem, kendinden daha akılsız bulursun belki beni. Hem dünyada kim var, hayatında bir kez olsun aklını kaybetmeyen? Kimmiş bakayım sevdiğin? _Cléante: Her göreni deli etmek için yaratılmış sanki! Daha sevimlisi olamaz, daha güzeli çıkamaz tabiatın elinden! Görür görmez vuruldum. Biraz dardaymışlar. Babamın cimriliği yüzünden hiçbir cömertlik gösteremiyorum sevdiğim insana. Olacak şey mi bizi bu kadar pintice yaşatmak? Çekilir mi bu kupkuru hayat? _Elise: Görür gibi oluyorum sen konuştukça. _Sahne 3_ _Harpagon: Çık git buradan! Hemen! Seni azılı eşkıya seni! Kör olası gözlerin, dört yanımı kuşatmış, yiyecek sanki varımı yoğumu; çalınacak bir şey arıyorlar. Sakın kokusunu almış olmasın bu herif altınlarımın! Koparırım şimdi senin o ukala kafanı! _La flèche: Niçin kovuyorsunuz beni? Şeytanın ta kendisi bu moruk, insan kılığına girmiş şeytan! _Harpagon: Hadi, aratma kendini de ver. _La flèche: Neyi? _Harpagon: Aldığın neyse onu. _La flèche: Hiçbir şeyinizi almadım ki! _Harpagon: Hadi uğurlar olsun öyleyse; cehennemin dibine kadar yolun var. Bu sinsi topal köpeğin suratını gördüm mü bütün keyfim kaçıyor. _Sahne 4_ _Harpagon: Ne mutlu varını yoğunu sağlam bir yere yatıranlara. iyi mi ettim bahçeye gömmekle, dün getirdikleri on bin altını? Aman yarabbi! Kendi kendimi ele verdim. Çoktan beri mi buradasınız? _Élise: Hayır şimdi geldik. Duymadık bir şey. _Harpagon: Duydunuz, duydunuz. _Cléante: Aman baba, yakınacak halde de değilsiniz, Herkes biliyor bir hayli paranız olduğunu _Harpagon: Nasıl? Bir hayli param varmış ha? Yalan söylemiş bunu söyleyen. Oğlum; hiç beğenmiyorum senin gidişatını. O marki hallerin yok mu, korkunç! Aklını kaçıracaksın markilere benzeyeyim diye. Bir şeylerimi aşırıyorsun elbet. Birbirine göz ediyor bunlar. Kesemi aşıracaklar galiba. _Élise: Kardeşimle pazarlık ediyoruz, hangimiz önce konuşsun diye. Evlenme meselesi. _Harpagon: Mariane, kibarlığı, tatlılığıyla gönlümü çaldı. Kararımı verdim: Evleneceğim onunla. Tabii biraz olsun dünyalığı varsa. _Cléante: Ne dediniz? Nasıl? Kim? Siz mi… _Harpagon: Evet, ben, ben, ben! Kardeşin için de birini düşünüyorum: Bir dul kadın. Sana gelince, seni Bay Anselme’e vereceğim. Ellisine basmamış daha… Malı mülkü dillere destan. _Élise: Bay Anselme’in önünde derin saygılarımla eğilirim, ama Evlenmeyeceğim. _Harpagon: Önünüzde derin saygılarımla eğilirim, ama evleneceksiniz kendileriyle, hem de bu akşam _Élise: Zorla evlendiremezsiniz beni. Olmaz diyorum size. _Harpagon: Zorla evlendiririm seni. Olur diyorum size. _5_ _Harpagon: Valère. Hakem seçtik seni. Ben mi haklıyım, kızım mı? _Valère: Ne üstüne konuştuğunu bilmiyorum ama siz haklısınız elbet. Haksız olamazsınız ki… Hakkın ta kendisisiniz. _Harpagon: Kızımı nasıl istiyor, biliyor musun? Çeyizsiz! Bundan kârlı iş olur mu benim için? _Valere: Gerçi kızınız diyebilir ki size: Evlenme önemli bir iştir. İyice düşünüp taşınmalı. _Harpagon: Çeyizsiz! _Valere: Hakkınız var; asıl iş onda, elbette! Ama bu meselelerde kızın gönlünü de göz önünde tutmalı. Evlenmenin sonu kötüye varabilir. _Harpagon: Çeyizsiz! _Valere: bir sürü babalar da var ki, verecekleri paradan çok, tutar, kızlarının rahatını düşünürler; kızlarını çıkarlarına feda etmezler. _Harpagon: Çeyizsiz! _Valere: Çeyizsiz diyor adam! Sen gel de böylesine dayan… Durur, akan sular durur! Kızdırmak istemiyorum adamı. Kızdı mı baş edemeyiz onunla. Böylesinin dikine gittin mi her şeyi bozarsın. Kimi kafaları kazanmak için dolambaçlı yollardan gideceksin. Diretmeye gelmez böylelerine; ifrit olur, kapanıverirler büsbütün. Doğruyu söylediniz mi şahlanır, aklı hiçe sayarlar her zaman. Sularına gidip onları dilediğin yana çekmekten başka çare yok. Her istediklerine peki diyeceksin ki haklarından gelesin; onları kendi istediğinden yana… _Harpagon: O ne? Bir köpek havlıyor gibi geldi bana! İster misin hırsızlar gelsin paramı… _Valère: Bir kulpunu bulup bozacağız bu evlenmeyi. Hastalık çıkarmalı ortaya. _Elise: Hekim çağırırlar, yalanımız çıkar meydana. _Valère: Hekimler hastalıktan ne anlar! Hekimler bir yolunu bulup hastalığını sahici yapar, Olmazsa kaçarız, (Harpagonu görür) _Valère: Elbette! Bir kız babasını dinlemeli tabii. Kocası şöyleymiş böyleymiş, onun nesine gerek? Hele çeyiz istemeyen bir kocadan ne istenebilir başka? Gözünü kapayıp gitmeli böylesine! Paradan daha değerli ne var bu dünyada? Siz Allaha şükredin ki böyle aklı başında bir baba vermiş size. Bir adam çeyiz istemeyince başka nesine bakılır artık? Çeyizsiz dedin mi bitti, her şey içindedir bunun… Güzelliğin de yerini tutar, gençliğin de, soyun sopun da, onurun da, şerefin de, aklın usun da _Harpagon: Hay ömrüne bereket! Konuştu mu böyle konuşmalı insan! Bundan böyle kızımın eti senin, kemiği benim. Ah, canım Valère! Ayet gibi laf ediyor vallahi. Ne mutlu böyle bir uşağı olana! _Perde 2_ _La flèche: Borç veren, istenen on beş bin frangın yalnız on iki bin frangını para olarak verebilecektir, geri kalan para karşılığı olarak borç alanın ilişik listedeki çamaşır, elbise ve mücevherleri, borç verenin yok pahasına satacağı fiyattan alması gerekmektedir. _Cléante: Bu da nesi? Ben ne yapayım bunları? Alçak herif! Kanımı içecek neredeyse! İnsanı böylesine sömürmek görülmüş mü dünyada? İstediği korkunç faiz yetmiyormuş gibi bir de şuradan buradan topladığı ıvır zıvırı sokmak istiyor bana. Satacak olsam beş yüz frank etmez bütün bunlar. Gel gelelim ister istemez peki diyeceğim; herif bana her istediğini yaptıracak durumda. Hançerini gırtlağıma dayamış, namussuz! _La flèche: Siz de onun gibi pahalıya alıp ucuza satarak, buğdayınızı yeşilken yiyerek iflasa gidiyorsunuz. Babanız cimriliği yüzünden dünyanın en sessiz adamını kendine düşman edebilir. Ben ne yapar eder suyun yüzüne çıkarım; en belalı işlerin yanından geçer, kendimi ateşte yakmam. Ama, doğrusunu söyleyeyim mi size, şu sizin babanız öyle şeyler yapıyor ki, parasını çalmak geliyor içimden. _Perde 3_ _Simon efendi: Bir genç, başı dertte, öylesine dertte ki ne şart koşsanız peki diyecek, çaresiz. _Harpagon: Hiçbir çürük tarafı yok ya bu işin? _Simon efendi: Ailesi pek zengin, annesi ölmüş, isterseniz babasının da yedi sekiz ay sonra öleceğine söz verebilirmiş. Sizden on beş bin frank borç almak isteyen bu bay işte. _Harpagon: Vay! Demek sensin ha, alçak! Sensin demek bu aşağılık yollara düşen? _Cléante: Siz misiniz böylesine iğrenç yollardan para kazanmak isteyen? Ya siz? Siz sıkılmıyor musunuz faizcilik işlerinde, dünyanın en korkunç simsarlarının bile aklına gelmeyecek kadar çirkin inceliklere düşmekten? _Perde 4_ _Frosine: Yaşamak istiyor musun bu dünyada, işini bileceksin. Ne yaparsın, benim gibilere Allah dalavereden başka gelir kaynağı vermemiş; dolap çevirmeden karın doymuyor. _La flèche: Bu Hargapon Efendi yok mu, dünyadaki insanların en az insan olanı; yeryüzündeki canlıların en katı yüreklisi, pintilerin en pintisidir. Ağzınla kuş tutsan ona kesenin ağzını açtıramazsın. Vermek öylesine zoruna gider ki, selam bile vermez kimseye, onu bile alır; yalnız alır. _Para dedin mi taş kesilir, taşoğlu taş; karşısında gebersen kılı kıpırdamaz. İyilik, namus, şeref meref bir yana, para bir yana, kısacası. Para isteyen birini gördü mü Azrail’i görmüş gibi olur. Ha para istemişsin, ha can evine girmiş, yüreğine hançer saplamış, bağırsaklarını söküp çıkarmışsın bu herifin. _Perde 5_ _Frosine: Sizi hiç bu kadar dinç, bu kadar canlı görmemiştim doğrusu. Ömrünüzde böylesine genç olmamışsınızdır. Öyle erkekler görüyorum ki ortalıkta, yaşları yirmi beş, sizden daha yaşlı geliyorlar bana. Nah işte, tam iki gözünüzün ortasında; uzun yaşama alameti; evet, ta kendisi. Aman yarabbi! Şu hayat çizgisine bakın! Sizi öldürmekten başka çare yok, vallahi! Kendiliğinizden ölmek yok size. Çocuklarınızı da gömersiniz siz, çocuklarınızın çocuklarını da. _Harpagon: Aman ne iyi! Bizim iş ne halde? _Frosine: Ben bir işe girerim de o iş olmaz mı hiç? Hele evlenme işlerinde, benim üstüme yoktur. İstediğiniz kadını istediğiniz erkekle baş göz ederim, hem de şıpın işi. Bir kafama koymayayım vallahi; Osmanlı padişahını Venedik cumhuriyetinin koynuna sokarım istersem _Harpagon: Peki, Frosine, kızına vereceği çeyiz üstüne de konuştun mu anneyle? Hiçbir şey getirmeyen bir kızla da evlenemez ya insan. _Frosine: Bu kız yılda on iki bin lira gelir getirecek size. Elbette ya. Bir kere bu kız yemez içmez soyundan; öyle yetiştirilmiş. Salata, süt, peynir ve patatesle yaşamaya alışmış. Başka bir kadının isteyeceği güzel sofraları, tavuk suyu çorbalarını, bilmem ne şuruplarını, bahar mahar gibi şeyleri istemez. Ne demektir bu? Bütün bunlar yılda en azından üç bin lira tutmaz mı? Tutar. Bundan başka kız pek sade giyinmeye meraklı. Cafcaflı urbalara, inciye, elmasa, gösterişli mobilyalara hiç düşkünlüğü yok bunca eşi, benzeri gibi. Bu ıvır zıvırın da yılda dört bin lirası vardır elbet. Üstelik bu kızda kumara karşı görülmedik bir tiksinme var; bugünlerde nerede böyle kadın? Kanında taşıdığı o büyük sadelik sevgisi bir çeyiz sayılmaz mı başlı başına? _Harpagon: Elime bir şeyler geçmeli, elime. Bu kız hayli genç, biliyorsun; genç dediğin de daha çok gençleri sever, onlarla düşüp kalkmaktan hoşlanır. Korkarım benim yaşımdaki bir adamı sevmez. _Frosine: Delikanlılardan nefret ediyor bu kız! Hem de nasıl! Aklı fikri yaşlı erkeklerde! Güzel bir ihtiyar gördüm mü bitiyorum, diyor; Evet. Elli altı yaş doyurmaz beni diyor; gözlüksüz buruna da burun demezmiş. _Harpagon: Kadın olsam, ben de gençleri sevmezdim doğrusu. Nedir o çıtkırıldım kadın halleri? O kedi bıyığı gibi bıyıklar! O şilte kıtığı gibi takma saçlar, düşük düşük pantolonlar, işkembe gibi sarkan gömlekler! _Frosine: Sevmezdiniz elbet. Nesi var sevilecek toy delikanlıların? O sümüklüböcekleri, o enayi dümbeleklerini koynuna mı alır insan! Erkek dediğin böyle olur. Baktı mı gözünü doyuruyor insanın. Sevilecek adam böyle giyinmeli. _Harpagon: Sahi, beğeniyor musun beni? _Frosine: Beğenmek de söz mü? Bayılıyorum size! Resmi yapılacak adamsınız. Şöyle döner misiniz biraz. Aman ne profil! Üstüne yok! Bir yürüyün de göreyim, ne olur. Şu bedene bakın, heykel gibi! Rahat, kıvrak, gürbüz _Harpagon: Sağlıkça pek fena değilim, şu öksürüğüm tutturmasa. _Frosine: Hem yakışıyor da size. Güzel öksürüyorsunuz. Sizden küçük bir dileğim olacak. Bir davayı kaybetmek üzereyim; parasızlık yüzünden. Ufacık bir yardımla bana bu davayı kazandırmanız işten değil. Ben sizi anlattıkça kızın hayran hayran dinleyişini bir görmeliydiniz. _Harpagon: Hoşuma gitmiyor desem yalan bu sözlerin. Hadi ben gidiyorum. Çağırıyorlar bak. _Frosine: Hay boyu devrilesi, yüreği kurumuş herif! Cehennem doyursun seni. Ağzından girdim, burnundan çıktım, yumuşatamadım cimri domuzu. Ama bırakmam yine de bu işin peşini. Hem öbür taraf da var; oradan bir şeyler koparırım nasıl olsa. ......................... _Önsöz_ *_Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en müşahhas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu ifadenin zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletler edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi; zekâ ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır. Zekâsının her cephesini bu türlü eserlerin her türlüsüne tevcih edebilmiş milletlerde düşüncenin en silinmez vasıtası olan yazı ve onun mimarisi demek olan edebiyat, bütün kütlenin ruhuna kadar işleyen ve sinen bir tesire sahiptir. Bu tesirdeki fert ve cemiyet ittisali, zamanda ve mekânda bütün hudutları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir. Hangi milletin kütüphanesi bu yönden zenginse o millet, medeniyet âleminde daha yüksek bir idrak seviyesinde demektir. Hasan Âli Yücel 1941 _Cimri_ _Cimri’nin en önemli kaynağı Plautus’un (MÖ 250 -184) Çömlek adlı komedyasıdır. Nurullah Ataç ustamızın Türkçeye çevirdiği bu oyunda, yaşlı cimri Euklion, bahçesine gömülü bir çömlek altın bulur. O günden sonra altınları çalınacak korkusuyla, bütün rahatı kaçar. _Moliere’nin çağı_ _Molière’in yaşadığı çağ bugüne dek Fransızların en mutlu saydıkları çağdır. La Rochefoucault, ahlak yönünden insanın içyüzüne aynaların en zalimini tutmuş; La Bruyère, zengin fakir her çeşit insan davranışlarının iç ve dış gerçeklerini resim yapar gibi yazmış; Pascal, insan düşüncesine dünyayı en acı tortusuna kadar inceleyen bir kesinlik, ürkütücü bir derinlik kazandırmış, Descartes, insan aklını, araştırma yoluna sokmuş. Kısacası Fransa, o yüzyılda Fransa olmuş, dilini, düşüncesini sonraki devrimlerin sadece geliştireceği sağlam temellere oturtmuş. Ortaçağ o zaman yeniliyor, antik dünya ve tabiat sevgisi o zaman doğuyor, halkın dili o zaman aydınların da dili oluyor. Fransa gemisi türlü fırtınalardan, yeni ufuklara doğru gitmenin heyecanlarından, korkulu rüyalarından sonra bu yüzyıl ortalarında bir sütlimanlığa ulaşıyor, kendine çekidüzen vermeye, kendine ve dünyaya alıcı gözle bakmaya, arınıp temizlenmeye başlıyor. _Güneş Kral’ın önüne çıkabilmek için Molière yıllar yılı karanlıklarla savaşmak zorunda kalmış, kendi dertlerinden sıyrılarak çıktığı, hasta hasta, canını dişine takarak, kan kusarak oynadığı sahnede tükenip ölmüştür. _Molierenin hayatı_ _1622 Molière, Paris’te, rahat, hatta zengince bir evde doğuyor. Parlak bir öğrencidir. Ünlü Tiyatro büyük umutlarla açılıyor. Jean Baptiste Poquelin, ilk defa Molière adını kullanarak kumpanyanın başına geçmiş durumdadır. Ünlü Tiyatro ilkin umduğu ünü kazanamıyor ve iflas ediyor. Moliere, kumpanya ile tekrar buluşuyor. Kumpanya daha çok metresi Madeleine’in büyüklerden gördüğü yardımlarla tutunabiliyor. Ünlü Tiyatro 13 yıl sürecek olan taşra gezilerine çıkıyor. Molière komedya yazarlığı denemelerine bu taşra gezilerinde başlıyor. Molière’in yazdığı ilk önemli komedya, Gülünç Kibarlar ünlü saray oyuncularının ve birçok saraylıların öfkelerine karşı tutuyor. Oyunlarla XIV. Louis’nin tiyatro adamı olmaya başlıyor. Eski metresinin, kızı mı kız kardeşi mi olduğu hâlâ kesin olarak bilinmeyen, tiyatro içinde doğmuş büyümüş, on sekiz yaşındaki ve nerdeyse kendi büyüttüğü Armande ile evleniyor. Kıskananlar evlenmesini bir rezalet olarak göstermeye çalışıyorlar. Öz kızıyla evlendiğini söyleyecek kadar ileri gidiyorlar _Hastalık Hastası’nı yazıyor. Kendini çok yorgun ve bitkin hissediyor. Yine de oyuna çıkıyor ama son perdede sendeliyor. Halk farkına varıyor. Molière işi şakaya vurup güç bela oyunu bitiriyor ve karısını bile göremeden ölüyor. Softaların tiyatroya ve Tartuffe yazarına olan hıncı, ölümünde açıkça ortaya çıkıyor. Herkes gibi gömülmesine izin vermiyorlar. Karısı kraldan zorla ve gizli gömülmek şartıyla izin koparıyor. Sonradan kemikleri bile mezarından çıkarılıp bir kenara atılıyor. _Tiyatro_ _Molière çağında Paris’te tiyatro, edebiyatın şahdamarı olmuştu. Molière’in gördüğü iş komedyayı, güldürücülüğünü kaybettirmeden yüceltmek, çağının ileri kültür düzeyine çıkarmak, böylece de aydınlarla halk arasındaki, sarayla şehir arasındaki ayrılığı gidermek, halkın gürbüz tiyatro eserlerini yukarıya, yukarının kültür değerini halka ulaştırmak oldu. Zengin bir ailenin çocuğuydu ama sanatı dolayısıyla Fransa’nın köylüsüne varıncaya kadar her çeşit halkıyla da senlibenli olmuştu. Hem yüksek tahsil görmüş, çağının en ileri, en serbest düşünceli aydınlarıyla düşüp kalkmış, hem de bilgisiz, yoksul, kaba konuşmalı yurttaşların insanlık tadına varmıştı. Kralı da kır bekçisini de güldürmüş, düşündürmüştü. ***********************
·
1 artı 1'leme
·
4.757 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.