Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Tüm erkekler, kadınlardan zorla köle olmalarını değil, gönüllü olarak köle olmalarını, yalnızca bir köle değil, bir cariye olmalarını beklemektedir. Bu yüzden de onların gözünü bağlamak, akıllarını köleleştirmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Öteki kölelerin itaatini sağlamak için, efendiler korkuya yaslanırlar. Kendilerinden ya da dinden korkulması olabilir bunun dayanağı. Oysa kadınların efendileri, onlardan basit bir boyun eğmenin ötesinde bir şey bekledikleri için, eğitimin tüm olanaklarını kendi amaçlan doğrultusunda seferber etmişlerdir. Eğer, öteki konularda da insanların beyni bunca yıkanmış olsa ve benzer yollara başvurulmuş olsaydı, insanlığın herhangi bir boyunduruğu kırması mümkün olabilir miydi? En hırslı ve en yetenekliler en fazla elde edilmesi istenen ödülleri elde etmek ve bu ödülleri elde ettiklerinde de o ödülü veren kişi dışında her şeyle ilişkilerini keserek yalnızca onun aşıladığı isteklerle ve duygularla yetinmek isteyecekler miydi? _Kadınların talep ettiği şey, kendilerine özel ayrıcalıklar tanınması değil, erkeklere tanınan ayrıcalıkların kaldırılmasıdır. _Kadınların tüm yaşam beklentilerinin erkeklerin eline teslim edilmiş olması, onların yüreklerini yumuşatacağına, alçak ve vahşi doğalarını büsbütün ortaya çıkarmaktadır. _İnsanlar, alışmış oldukları gerçekliği doğal görmeye eğilimlidirler. Bağımlılığın, kadınlar dahil tüm insanlara “doğal” görünmesi ise bu gerçekliğin salt var oluşundan kaynaklanır. Ataerkil toplum için geçerli olan bu aynı “doğallık” durumu, yakın zamana kadar “kölelik”, “mutlak monarşi” ve “aristokratik despotizm” için de geçerliydi. _Bir uygarlığın seviyesini ölçmek isterseniz, derhal kadınların hayat şartlarına bakın. _Kadınların zekâsının erkeklerden üstün olduğu bir diğer yan, daha yüksek bir algılama çabukluğudur. Bu nitelik, kuramsal alanda ikincil bulunabilecekken eylem alanında hayatidir. Kadınlara atfedilen aşırı duygusal heyecanın, yetenekleri eğitim yoluyla geliştirildiğinde, başarının asli kaynağına dönüşecek ve “kararsız” mizaçları, beklenmeyen bir zenginlik doğurabilecektir. Bu bağlamda erkeklerin zekâsının ayırt edici niteliği, konular arası harekette hantallık ile tek bir konuda uzun süre çalışmada sebatkârlıktır. Erkeğin kuramsal zekâsının tersine, kadın zekâsının uygulamaya yönelik niteliğidir. O hâlde kadının ihtiyaç duyduğu şey, hızlı gözlemleme yeteneğinin, insanlığın bilgi birikimi anlamına gelen eğitimle geliştirilmesidir. _Aile bir despotizm okuludur. O okulda despotizmin yalnız erdemleri değil, kötülükleri de beslenir. Kan-koca arasındaki ilişki, krallarla köleler arasındaki ilişkiye çok benzer. Evlilik, yasalarımızın tanıdığı tek tabiyet ilişkisidir. Çünkü artık, her evdeki evli kadının dışında yasal köle kalmamıştır. Zencilerin köleliğinin kaldırılmasından sonra, tüm yetenekleri gelişmiş bir insanın, bir başkasının iyi niyetine terk edildiği o insanın iktidarını salt kendine teslim edilen kişinin yararına kullanılacağına inanıldığı tek durum evliliktir. _Kölelik ile cinsiyetler arası bağımlılık ilişkileri, aynı kaynaktan doğmaktadır. _Kadın cinsiyeti, erkek cinsiyetine olan bağımlılık içinde geliştiğinden fazlasıyla yapaydır. Günlük yaşamın her anına sızmış baskı ve teşvikler, kadınların bazı niteliklerini güçlendirirken diğerlerini zayıflatmış olmalıdır. Var olan bağımlılık ilişkisi erkeği, özel olarak kendi karısı ve genel olarak kadınlar konusunda kör cahil (bilmediğini bilmeyen) kılar. Kadının, doğası gereği, bir eş ve anne olacağı düşüncesinin tersine, toplumun, kadınları böyle bir amaç edinmeye zorlar ve böyle bir zorlamanın gözlemlenebileceği ilk uygulama, evlilik sözleşmesidir. _Mevcut evlilik sözleşmeleri, iş sözleşmelerine benzemez; çünkü burada “ortaklık” değil, “kölelik” söz konusudur. _Kadının erkeğe olan bağımlılığı, toplumdaki fazlasıyla bencil tüm duygu ve düşüncelerin biricik kaynağıdır; çünkü söz konusu bağımlılık ilişkisi, yalnızca bağımlı olanı değil, aynı zamanda bağımlı olunanı da yozlaştırır ve bozar. O hâlde, bu bağımlılık ilişkisinin kaldırılması, her iki cinsiyet için gereklidir. Fayda ilkesi gözetilerek söz konusu bağımlılığın kaldırılması, insanlığa hizmet edecek yetenekleri ikiye katlayacaktır. _Kadın “kendi kendine yetmeye” çalışmak yerine, sürekli olarak başkalarının desteğini aramaktadır. O halde, kadının özgürleştirilmesi, onun kendi iradesine sahip olması ve aslen bu iradeye göre yaşamasıyla mümkün olacaktır. _İnsanlık tarihinin en yakın zamanlarına kadar erkeğe, kadının “egemeni” olarak bakılıyordu. Öylesine ki kadının kocasını öldürmesi, bir ihanet olarak görülmüş ve cezası, “yakılarak ölüm” olarak belirlenmiştir. _Kadının tüm yaşamı, kocasının sürekli bir tecavüz tehdidi altındadır; yani kadın, tiranıyla yaşamaya mecbur edilmiş bir köledir. Çocukları üzerinde söz sahibi değildir; boşanma hakkı ise fazlasıyla kısıtlanmıştır. Dolayısıyla kadın, serbest esaret seçiminden bile dışlanmaktadır. Elbette, yasanın kendilerine altın tepside sunduğu tiranlığı kullanmayı tercih etmeyen erkekler vardır; yasalar, “kötücül doğalar” dikkate alınarak düzenlenmelidir. Zira eşlerinin kendilerine olan bağımlılığı, kötücül erkeklerin kaba ve gaddar doğalarına ilham verir ve bir cinayet gerçekleşmediği müddetçe ev içi zulüm sürüp gider. Erkeğin kamusal alanda saklamak zorunda olduğu ve böylece, ikinci bir doğa hâline gelen kişiliği, karısı üzerinde alevlenir ve canlanır. Tüm bu saldırılara karşı kadın, “sürekli söylenme” yoluyla kocasının hayatını katlanılmaz kılabilir; ancak bir misilleme olarak bu karşı-zorbalık, asıl olarak daha ılımlı bir mizaca sahip erkeklere karşı kullanılır. _Gerçek ahlaki duygunun tek okulu, eşitler arası toplumsa, eşit evliliklere dayanan aileler, toplumların temelini oluşturmalıdır. Eşitliğin modern toplumların “normal durumu” hâline gelmesinden ötürü, köleci toplumların ahlakı “itaat”in ve Avrupalı feodal toplumların ahlakı “zayıfın güçlü tarafından korunması”na dayanır. _Kadının erkeğe olan söz konusu bağımlılığı, toplumu yatay bir şekilde bölen sınıfsal ayrımları diklemesine keser. Daha da önemlisi, cinsiyetler arası ilişkilerde erkeklerin kadınlar üzerinde sahip olmak istedikleri iktidar arzusu, diğer tüm toplumsal ilişkilerde olduğundan çok daha güçlüdür. Kadınlar, yalnızca en yakınlarındaki erkeklerin kendileri üzerinde sahip oldukları iktidara karşı koyacak araçlardan mahrum olmakla kalmazlar; aynı zamanda, tüm toplumsal eğitim ve toplumun tüm egemen ahlaki değerleri onları, böyle bir direnişten caydırmak üzere evirilmiştir. Söz konusu bağımlılığın, kadınlar dahil tüm insanlara “doğal” görünmesi ise bu gerçekliğin salt var oluşundan kaynaklanır. Yani insanlar, alışmış oldukları gerçekliği doğal görmeye eğilimlidirler _Bağımlılık ilkesi, toplumsal bir akıl yürütmeye değil, insanların duygularına ve günlük eğilimlerine dayanır. O hâlde, söz konusu duygu ve eğilimlerin, özel olarak bireylerdeki ve genel olarak toplumda var oluşu, bunların “doğru” olduklarını kanıtlamaz. _Bağımlılığın gönüllü olduğu söylenemez; çünkü kadınlar, hâlihazırda birçok ülkede, “oy kullanma hakkı”, “eğitim hakkı” ve “çalışma hakkı” konusunda mücadele etmeye başlamışlardır. Evlilik kurumu üzerinden gönüllü köleliği arzulayan iktidar sahibi erkeklerdir; çünkü onlar, eşlerinde yalnızca bir köle değil, bir gözde bulmayı amaçlar. Dolayısıyla, kadınların yalnızca bedenleri değil, zihinleri de köleleştirilmelidir. Toplumsal eğitim kadınlara, erkeklere salık verdiği değerlerin tam tersi olanlarını salık verir. Erkeklerin payına “öz-denetim”, “öz-irade” ve “cevvallik” düşerken kadınlardan “teslimiyet”, “öz-feragat” ve “uysallık” beklenir. Zira erkeklere tamamıyla bağımlı hâlde bulunan kadınların cinsel çekiciliği, bu edilgen niteliklerle özdeşleştirilir. Böylelikle erkek, efendi kişiliğin özelliklerine sahipken kadın, köle kişiliğin özelliklerine sahip olur. _Kadın cinsiyetinin herhangi bir meslekten menedilmesi, o mesleği icra edecek nitelikli kimselerin sayısını azaltacağından böylesine bir engel, toplumun“en yüksek faydaya” ulaşma hedefiyle ters düşecektir. Talep edilen, kadınlara ayrıcalıklar tanınması değil, erkeklere tanınan ayrıcalıkların kaldırılmasıdır. O hâlde, modern toplumda bir tuhaflık olan, özel koşullar nedeniyle varlığını sürdüren ve fiilen güçsüzleştirilen monarşi dışında, bireylerle hedefleri arasındaki doğal engellere, yasal ve ahlaki olanlar eklenmemelidir. İnsan eğilimlerinin tehlikelerle dolu olan eşitliğe doğru bu ilerlemeci akışı karşısında kadınların bağımlılığı, tarihsel bir kalıntıdan başka bir şey olamaz; zira, tarihsel deneyim, bir uygarlığın gelişmişlik düzeyi ile o uygarlıktaki kadınların toplumsal durumları arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. _İki cinsiyet arasındaki sosyal ilişkileri düzenleyen ilke olan bir cinsiyetin diğerine olan yasal bağımlılığı kendi içinde yanlıştır. Halihazırda insani gelişimin önünde duran başlıca engellerden bir tanesi olarak karşımızda bulunmaktadır ve kusursuz bir eşitlik ilkesiyle yer değiştirmelidir. _Bir oğlan çocuk olmanın ve erkek olarak büyümenin ne demek olduğunu düşünün bir! Hiç bir özel yeteneği olmasa ve olabildiğince boş, cahil, geri kafalı olsa da. salt dünyaya erkek olarak gelmiş olmak, ona insanlığın öbür yarısından, o yarıya giren herkesten, tek tek ve topluca daha üstün olma hakkını bağışlamaktadır. Kral ailesinden geldiği için başkalarını yönetmesinin çok olağan bir şey olduğuna ya da soylu olduğu için başkalarından üstün olduğuna inanan krallarla soylulardan hiçbir farkı yoktur bu erkeklerin. _Hristiyanlık, kurulu toplum sistemlerini korumak üzere tasarlanmamış olduğundan, insanlığın “ilerleyen” kısımlarının diniyken, İslam ve Brahmanizm, “gerici” kısımların dinidir. _Tarih, var olan ilkeden başka bir seçeneğe şans tanımamış olduğundan, deneyim, ilkeler arasında karara varmakta yetkisizdir. Zira söz konusu ilke, aslen,“zor yasası”ndan kaynaklanır. Zor yasası(güçlü olanın yasası) yumuşatılmış olsa da yalnızca söylemde reddedilmiştir ve fiilî yaşamın kuralı olmaya devam etmektedir. _Yasalar ve yönetim sistemleri, daima, bireyler arasında hâlihazırda var olduğunu buldukları ilişkileri tanıyarak işe başlarlar. Onlar, salt bir fiziksel gerçekliği yasal bir hakka dönüştürmekte, ona toplumun onayını vermekte ve esasen, fiziksel gücün düzensiz ve yasasız çatışması yerine, bu hakların iddia edilmesi ve korunması için kamusal ve örgütlü araçları ikame etmeyi hedeflemektedir. İtaate mecbur edilmiş olanlar, bu şekilde, ona yasal olarak da mahkûm hâle gelirler. _Ev içi sorumlulukları yerine getirmesi gerektiğini talep edeceği için, mülkiyet yerine aylık kazanca dayalı ailelerde, kadının ev dışı işlere ilgi duyması, hem ailenin hem de kendisinin zararına olacaktır. _Mülkiyet sahibi kadınların meslekten dışlanması, toplumsal fayda ilkesi üzerinden yanlıştır. Kadınların bu mesleklerden, aslında “erkeğin çıkarı” anlamına gelen “toplumun çıkarı” adına dışlanmaktadırlar. Aynı durum, kadınların “seçme ve seçilme hakkı” için de geçerlidir. _Tüm yasal ve ahlaki engellemelere karşın, kadınların tarihsel olarak başardıkları, gelecekte neler başarabileceklerinin kanıtıdır. _Kadınların düşünceleri, düşünen erkeklerinkine gerçeklik katarken erkeklerin düşünceleri kadınlarınkine hacim ve genişlik katar. _Kadınlar, sahip oldukları kısıtlı fırsatlarda dahi felsefi ve sanatsal üretimleriyle sivrilmişlerdir. Kadınların şimdiye kadar ortaya koydukları üretimlerdeki en büyük eksiklikleri ise özgünlük yoksunluğudur. _Yalnızca insanlığın bilgi birikimi kadınlara açıldığında, onların yaratıcı yeterlikleri tartışılabilir. Oysa, kadınların üzerinde bulunan hanenin kaçınılmaz yaşamsal gereklilikleri, onları böyle bir kişisel gelişimden meneder. _Şövalyelik ruhu, Avrupa ahlaki tarihinin en büyük anıtlarından biridir. Sürekli bir kölelik içinde yaşayan kadınların ahlakı, toplumdaki aşırılıkları yumuşatmaya eğilimli olacaktır. Bu eğilimin en değerli tarihsel sonucu ise Avrupa’nın hiyerarşik yapısının sonuçlarını yumuşatan “şövalyelik ahlakı”dır. Kadınların duyguları, şövalyece ülküden geriye ne kaldıysa onları yaşatır: kendi dinini yayma, savaş karşıtlığı ve hayırseverlik. _Modern toplum, haklı olarak, doğrunun ödüllendirilmesi yerine, yanlışın cezalandırılmasına yaslanmaktadır. _Geliştirilmiş yeteneklere sahip, düşünce ve amaçta eş, aralarında o en iyi türden eşitliğin var olduğu ve güçlerin ve kapasitelerin bunlardaki karşılıklı üstünlüklerle birlikte benzerlik gösterdiği -ki böylece, her birinin diğerine saygı duyma rahatlığının tadını çıkarabildiği ve gelişme yolunda dönüşümlü olarak liderlik etme ve takip etme keyfine sahip olabildiği-” bir birliktelik. _İçgüdüye tapınmak, akla tapınmaktan sonsuz kez daha kötücül bir putperestliktir. Kadınlardan öz-feragat beklenirken erkekler, kendi iradelerine tapmakla meşguldürler Aklın yüceltilmesi yerini içgüdülerin yüceltilmesine bıraktı; ve böylece kendimizde bulduğumuz ancak mantıksal temellerini bulamadığımız her şeyi içgüdü olarak adlandırmaya başladık. _Kadınların ne oldukları, ne olmadıkları, ne olabilecekleri ya da ne olamayacakları hakkında doğal yasalar dışında söz söylemeyi küstahlık olarak görüyorum. _Doğal olmayanın genellikle sadece alışılmış dışı olması ve alışılmış olan her şeyin doğal görünüyor olması ne kadar da doğrudur. _Bir kanı kuvvetli bir şekilde duygulara dayandığı zaman, kendisine karşı ağır basan bir argümanın karşısında güç yitirmek yerine güç kazanır. _Cehaletin başlıca nedenlerinden biri çok şey bildiğine inanmaktır. _Evli kadınların genellikle kölelerden daha iyi muamele görmediklerini söylemiyorum; ama hiçbir köle, kelimenin tam anlamıyla, evli bir kadından daha köle değildir. _Bir kadının zihni sadece küçük şeylerle meşgul olsa bile asla boş kalmaz ama bir erkeğinki ise hayatının işi olarak seçtiği bir konuyla uğraşmadığı zamanlarda sıkça boş kalır. _Kadınlar, diğer bağımlı sınıflara göre daha farklı bir pozisyondadırlar; zira onların sahipleri gerçek bir hizmetten daha farklı bir şey talep etmektedir. Erkekler kadınların sadece bağlılığını istemez, onların duygularını isterler. En kabaları dışında bütün erkekler kendilerine en yakın şekilde bağlı kadınlar ister; zorlanmış değil istekli bir köle, sadece bir köle değil aynı zamanda bir sevgili. _Bir milletin değeri, o milleti meydana getirenlerin değerleriyle ölçülür. _İnsanın laneti, ve neredeyse yaşadığı tüm trajedilerin sebebi, onun muazzam, inanılmaza inanabilme kapasitesidir. _Özgürlüğün genel ilkeleri kabul edilmediğinde, özgürlük onu hak etmeyenlere verilir. _İnsanın varlığı sırla kuşatılmıştır. Bizim dar bilgimiz ve tecrübemiz sınırsız denizlerde bir küçük adadır sadece. _Bir düşünür olarak ilk görevinin, kendisini hangi sonuçlara ulaştırırsa ulaştırsın, aklın izinden ayrılmamak olduğunu kabullenmeyen hiç kimse, büyük bir düşünür olamaz. ___ _Önsöz_ _Mill’in, “bir cinsiyetin diğerine olan bağımlılığı” üzerine, eşi Harriet Taylor Mill ile birlikte geliştirdiği düşüncelerin bir ürünü olan ve eşinin ölümünden sonra kızı Helen Taylor’ın desteğiyle tamamladığı kitabı. _Kadınların Köleleştirilmesi, yayımlandığı tarihsel bağlam içinde, Avrupa’nın tüm geleneksel siyasi, hukuki, ekonomik ve ahlaki sistemi için hakaret dolu bir saldırı olarak görülmesine yol açacak kadar radikal savlara sahipti. _Mill’in, Hristiyan ahlakının eleştirisi konusundaki sessizliği, açıktan benimsenen oryantalist bir bakış açısıyla geçiştirilir. Benzer bir şekilde, “faydacılık” ilkesi ile beraber Aydınlanmacı siyasal felsefenin “ilerlemeci” tarihsel bakış açısı, metnin tüm kuramsal yapısını oluşturur. Diğer taraftan, Mill’in “kadınların özgürleştirilmesi” projesi, yalnızca “mülkiyet sahibi sınıfları” kapsıyor gözükmektedir. _Mill, ait olduğu çağın önyargılarını aşamamış ve ait olduğu sınıfın çıkarları dışına çıkamamış görünmektedir. _John Stuart Mill_ (1806-1873) _İskoç siyasal filozof James Mill’in oğludur. Olağanüstü bir eğitimden geçen Mill, üç yaşında Yunanca, sekiz yaşında Latince öğrenmeye başlamış ve on iki yaşına gelinceye kadar klasik yazının temel eserlerinin tümünü okumuştur. Babasının katı denetimi altında Mill, on beş yaşına geldiğinde felsefe, psikoloji ve siyaset üzerine kapsamlı bir şekilde çalışmaya başlamıştır bile. Olgunluk çağında, hassas bir Aydınlanma felsefesine sahip olan Mill, romantizm, felsefi radikalizm ve faydacılık düşüncesini birbirlerine eklemlemeye çabalamıştır. Liberal Parti’nin bir temsilcisi olarak bir dönemliğine milletvekili olmuştur. Bu dönemde Mill, özellikle kadınların oy hakları konusunda ses getiren bir mücadele vermiştir. _Çoğunluğun tiranlığını eleştirir. _İfade özgürlüğünün “zarar vermeme” ilkesi üzerinden savunur. _Eleştirel bir çözümleme _Körcahil : Bilmediğini bilmeyen ……
·
359 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.