Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_İnsan, ya insan gibi akıllıca söylemeli yahut hayvanlar gibi susmalıdır! _Sessizce bir köşede oturan sağırlarla dilsizler, gevezeden daha üstündür. _Her ormanı boş sanma, belki de kuytuluklarında bir kaplan uyuyordur. _Hastaya şeker vermek günah olur, çünkü ona acı ilaç fayda verecektir. _İnsanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun. Çok uzaklaşma donarsın; çok yaklaşma yanarsın! _Yarasanın gözü gündüz göremiyorsa, güneşin ne günahı var bunda. _Gül, dikenle beraber bulunur. Eğer tabiatında yalnız kusurları görmek varsa, tavus kuşunda çirkin ayaktan başka bir şey göremezsin. _Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz eleştirin; basit bir adamı dost edinmek isterseniz methedin _Ey başkalarının acısıyla kaygılanmayan, sana insan demek yakışık almaz. _Çocuklarımızı kuzu gibi büyütmeyelim ki ileride koyun gibi güdülmesinler. _Emrindekileri bağışlamasını bilmeyenler, bir gün bu insanların affına muhtaç olurlar. _İnsanın her nefeste iki defa şükretmesi lazım. Biri nefes aldığı için, diğeri verdiği için. Çünkü verip almamak, alıp vermemek var. _Şarap sarhoşu gece yarısı, sakinin sarhoşu ise mahşer sabahı uyanır. _Girerse hasta öküzün biri otlağa, bulaştırır hastalığı bütün köy öküzlerine. _Söyle mürüvvetsiz eşek arısına, bal vermez madem, sokmasın bir de. _Güzel bir kadın bir mücevher, iyi bir kadın bir hazinedir. _Azametli adam kibirlidir çünkü büyüklüğün yumuşaklıkta olduğunu bilmez. _İnci ile dolu bir sedef, içinde tek inci saklayan sedef kadar kıymetli değildir. İşte sen, sedefinde bir tane olarak yetişen incisin. Padişahların padişahısın. Cennetlik ağaç senin gibi meyve verir. _Ümit besleyen bir kimsenin ümidini yerine getirmek, bin tane ayağı prangalı mahpusu itlâf etmekten hayırlıdır. _Ey akil, gönül sırların zindanıdır; söyleyince onu kaçırmış olursun, bir daha zincire çekemezsin. _İki kişinin yüreği ile aklı birleşince, bakışlarıyla konuşurlar. Sonra gözler bakmaya doymaz, didara doyum olmaz. Nasıl ki susaklık(aptallık) yani istiska illetine tutulan kimse Dicle nehrini içse doymaz. _Tecrube etmeden iş yapan insanların, birçok kederlere uğraması zaruridir. Yayı elde tutarken, oku atmamışken, atmak lazım mı, değil mi? diye duşunmek lazımdır. Oku attıktan sonra düşünmenin faydası yoktur. _Giyindiğim kaftan vucudun nazikliğinden utanır, buruşurdu. Şimdi pir oldum, saclarım ağardı, pamuk oldu. Vucudum kurudu, iğ oldu. Vaktiyle ağzımda iki sıra inci vardı. Birer birer dokuldu. Şimdi eski bir kale duvarına benziyor. _Allah, yeri yarattığı zaman arz, sarsıntıdan muzdarip oldu. Onu bu titremeden kurtarmak için eteğine çivi vazifesini gören dağlar çaktı. _Bu merhalede akla yok yoktur. Âkil olan bu kan denizinden ürker. Zira kimse orada gemisini kurtaramamıştır. O’nun mahiyeti öyle bir girdaptır ki; bu girdapta binlerce akıl gemileri batmış, hem de, öyle batmış ki, bir tahtası olsun kenara çıkamamıştır. Vehm kuşu ne kadar yükselse, O’nun Zâtı’nın evcinde uçamaz; akıl ne kadar düşünse, O’nun vasfının eteğine el eriştiremez. _Karun’un hâzinesine kimse girememiştir. Şayet girmişse orada kalmış, bir daha çıkamamıştır. _Denize bakın, içinde inci varsa sedef de vardır; bahçelere bakın, uzun boylu ağaçlar varsa, bodur ağaçlar da vardır. Ey akıllı, güzel huylu insanlar; bilgili ve olgun hiçbir insan duymadım ki, bir kusur bulacağım diye uğraşıp dursun. Bir kaftan, nakışlı ipek kumaştan da olsa, yüzü ile astan arasında kıtık bulunur. Sözümün kumaşı hoşa gitmezse de, kerem buyurun, onu kıtığiyle kabul edin, giyinin. İşittim ki, kıyamet gününde kerîm olan Tanrı, kötüleri iyilere bağışlarmış. Siz de sözümün fenasını görürseniz, Cenabı Hakkın sıfatiyle muttasıf olunuz. Şayet bin beyitten birisi hoşa giderse, lütfen onun hatrı için ötekilerini gözden düşürmeyin. _Dürüst insan, bakır leğen gibiyken, fenalık arayan insan, karınca gibidir. Karınca ne kadar uğraşsa bakır leğene gedik açamaz. _Kötülük düşünen insanlar ufacık bir tutamak bulunca büyüklerin kalplerini ateşe verirler. Ufak bir şeyle ateşi yakmak ve sonra onunla büyük odunları tutuşturmak kabildir. Bu haber padişaha oyle bir hareret verdi ki, ateş üzerinde kaynayan tencereye döndü. _Carşı ağası carşıyı dolaşırken okkası dirhemi eksik olan korkar. Kalemimden çıkan söz doğru olunca, kusur bulmak icin cihan toplansa, umurumda olmaz. Benim eteğim kabahatten temiz olunca, kötülük düşünen insanların isnat edecekleri fenalıktan korkmam. _Kurdun başını, koyunlan paralamadan evvel kesmek gerektir. Sonra kesmek, yaptığı zararı ödemez. Halka zulmeden zalimlerin köklerini kazımak lâzımdır. Aman verme. Zira o kadar semirmiştir ki, artık öldürülmesi zamanı gelmiştir. Eğer kötüyü besliyorsan, sen kendine düşmansın. Soysuz insan beslersem, sarayımda hiyanet edeceği muhakkaktır. _Memlekete gelen misâfiri, yolcuyu ağırla, fakat şerlerinden, fitne fesatlarından da sakın. Çünkü dost kıyafetinde düşman olmaları da mümkündür. _Bir kocakarının âhmın yaptığı tahribatı kılıç çalan bir yiğit yapamaz. Bir dul kadının yaptığı çıranın bütün bir şehri yaktığı çok görülmüştür. _Nasihatten anlamayan, zindandan mütenebbih olmayan kimse ise murdar bir ağaçtır. O zaman onun kökünü koparmak lâzımdır. Öldürmeden evvel bir kere hapsetmelidir. Zira kesilen bir başı tekrar yerine koymak kabil değildir _Ey hükümdar. Fitnekârı hudut haricine çıkaracak olursan, gittiği şehrin ahalisi: «Böyle fitneci insan yetiştiren memleket zirüzeber olsun» diye memleketine beddua eder; lânet savururlar. Ona kuşluk vaktine kadar aman vermeyip idam eyle. _İyi bir padişah, hükmü altında olanlara peder muamelesi yapması gerekir. Bir peder bazan çocuğuna öfkelenir, döver, acıtır; bazen de eliyle gözünün yaşını siler. Padişah da, yumuşaklık ile serltlik birlikte olmalıdır. Kan alan kimse gibi olmak lâzımdır. O hem yara açar, hem açtığı yaraya merhem koyar. _Padişah bir ağaca benzer; kökü ahalidir. Ağaç ise kökünden kuvvet alır. Elinden geldiği kadar halkın gönüllerini yaralama. Eğer yaralarsan kendi kökünü baltalamış olursun. _Feleğin altında öfke gibi bir dev görmedim. Bunun dehşetinden cinler, melekler bile ürküp kaçarlar. Tahammülden boş gurur ile dolu başa, padişahlık tacı haramdır. Maksat hışma mağlup olmayan akıldır. _Hz. Ömer’den sonra Ebu Bekir Bin Sa’d gibi bir padişah gelmemiştir. Tacının köşesi yüce göğe dokunduğu halde, o tevazula başını yere eğmiştir. Fakir mütevazi olursa, bunun kıymeti yoktur. Çünkü tevazu onun huyu ve âdetidir. _Cenabı Hakka ibadette kusur etmeyen kul, kullar için ne güzel padişahtır. Padişahım! İbadet ettiğin vakit Padişahlık tacını başından çıkar. Bir derviş gibi feryada başla. _Birisi şeytan’ı rüyasında görmüş. Bakmış ki, selvi gibi boyu, huri gibi çehresi var. Yüzü güneş gibi ziya saçıyor. Yanına gitmiş, demiş: Bu ne hal, melek bile bu kadar güzel olamaz. Mehtap kadar güzel bir yüzün varken niçin dünyada çirkinlikle dillere düşmüşsün? Herkes seni korkunç sanır. Hamam kapılarında seni çirkin bir surette resmederler. Hatta sarayın nakkaşı saray divanhanesinde seni asık, ekşi, iğrenç bir surette nakşetmiştir. Bu sözleri işitince bedbaht şeytan inlemiş, feryat etmiş, şöyle demiş: “Hey Adem oğlu, benim için yapılan resimler, benim hakiki resmim değildir. Ben hakikatte gördüğün gibi güzelim. Fakat ne çare ki, kalem düşman elindedir. İnsanların beni çirkin resmetmelerine gelince, ben onların büyük ataları olan Adem’i cennetten attırdım. Onların bana hınçları var. Onun için beni böyle resmederler.” _Efendim beni ona tercih edince, tabiidir ki o benim düşmanım olmuştur. O beni kıyamete kadar sevemez. Nasıl sevebilir ki, ben aziz oldukça, o zelil yaşayacaktır. * * * * * _Kendi kendime düşünürken: Dostlarıma şeker götüremiyorsam da şekerden daha tatlı sözler götürebilirim, dedim, müteselli oldum. Fakat bu şeker alelade ağızda çiğnenen şeker değildir. Mânaya âşinâ olanların kâğıt üzerine yazdıkları tatlı sözlerdir. Düşündüğüm şeyler âdeta güzel bir saray oldu. Kitabım inci ile dolu bir hazine halini aldı. Kitaba koymak istediğim şeylerin bir kısmını koyamadım. Etek dolusu cevahirlerim açıkta kaldı. Utancımdan başımı kaldırıp etrafa bakamıyorum. Sözümün kumaşı hoşa gitmezse de, kerem buyurun, onu kıtığiyle kabul edin, giyinin. Lütfen kusuruma bakmayın. Eserim âdeta hurmaya benzer. Üstü tatlı bir madde ile kaplıdır. Üzerinden tatlısı alınınca içinden çekirdek çıkar. _Ey bizim mezarımıza uğrayan ziyaretciler! Azizlerin toprağı icin şu söyleyeceğim sözleri hatırlayın: Sadi, toprak olmuşsa da ne beis vardır? O zaten sağlığında da toprak idi. Sadi rüzgar gibi dünyayı dolaştıysa da nihayet kendisini kara toprağa teslim etti. Çok geçmeden toprak onu yiyecek; sonra da rüzgar o toprakları dünyanın her tarafına savuracaktır. Mana Gulistanı açıldı açılalı hiç bir bülbül, Sadi kadar güzel terennum(kuşlar gibi şakıma) etmemiştir. Böyle bir bülbül olur da toprağından gül bitmezse, hayret ederim. _Bu kitabı yazma sebebim_ _Dünyanın her tarafını gezdim, dolaştım; birçok insanlarla günler geçirdim; her köşede bir faide buldum; her harmandan bir demet başak topladım. Bununla beraber, Şîraz’ın temiz insanları gibi mütevazi insanlar görmedim. Cenabı Hak bu toprağa lûtfunu, ihsanını yağmur gibi yağdırsın. Şiraz’a dönmek istedim. Fakat bu güzel bahçelerden dönerken dostlarımın yanına elim boş dönmek ağrıma gitti. «Mısır’dan dönenler, gittikleri yere, Mısır şekeri götürürler. Ben ise elim boş gidiyorum» dedim. Düşünürken: «Dostlanma şeker götüremiyorsam da şekerden daha tatlı sözler götürebilirim» dedim, müteselli oldum. Fakat bu şeker alelade ağızda çiğnenen şeker değildir. Mânaya âşinâ olanlann kâğıt üzerine yazdıklan tatlı sözlerdir. Düşündüğüm şeyler âdeta güzel bir saray oldu. O sarayda on kapı yaptım: Adalet, İhsan, Aşk ve muhabbet, Tevazu, Rıza, Kanaat, Terbiye, Sukut, Tovbe, Munacat. Kitabım inci ile dolu bir hazine halini aldı. Kitaba koymak istediğim şeylerin bir kısmını koyamadım. Etek dolusu cevahirlerim açıkta kaldı. Utancımdan başımı kaldırıp etrafa bakamıyorum. Denize bakın, içinde inci varsa sedef de vardır; bahçelere bakın, uzun boylu ağaçlar varsa, bodur ağaçlar da vardır. Ey akıllı, güzel huylu insanlar; bilgili ve olgun hiçbir insan duymadım ki, bir kusur bulacağım diye uğraşıp dursun. Bir kaftan, nakışlı ipek kumaştan da olsa, yüzü ile astan arasında kıtık bulunur. Sözümün kumaşı hoşa gitmezse de, kerem buyurun, onu kıtığiyle kabul edin, giyinin. Lütfen kusuruma bakmayın. İşittim ki, kıyamet gününde kerîm olan Tanrı, kötüleri iyilere bağışlarmış. Siz de sözümün fenasını görürseniz, Cenabı Hakkın sıfatiyle muttasıf olunuz. Şayet bin beyitten birisi hoşa giderse, lütfen onun hatrı için ötekilerini gözden düşürmeyin. Benim bu eseri yazışım, gül bahçesinde bir gül, Hindistan’a fülfül (karabiber) götürmek gibidir. Eserim âdeta hurmaya benzer. Üstü tatlı bir madde ile kaplıdır, üzerinden tatlısı alınınca içinden çekirdek çıkar. _Allah_ _Kudretiyle can yaratan, hikmetiyle dilde söz yaratan Allah’ın adıyla başlıyorum. O, kullarına acıyan, düşenlerin ellerinden tutan bir efendidir. Bol bol verir; hataları bağışlayan, özürleri kabul eden bir kerimdir. _Birisi babasına karşı gelse, şüphe yok ki, babası ona cok kızar, askerler vazifelerini yapmazsa kumandan onları ağır cezaya uğratır; fakat yerlerin, göklerin sahibi olan yüce Tanrı, isyan eden kullarına rızık kapısını kapamaz. O’nun ilmi denizine nisbetle, iki cihan bir damla su gibidir. _Yeryüzü O’nun umumi sofrasıdır. Bu sofrada dost ile düşman birdir. Zalimi kahretmek istediği zaman elinden kurtulmak imkânsızdır. _Öyle ulu bir padişahtır ki, cinlerin, insanların, bütün yaradılmışların taatinden müstağnidir. Karıncalar, sinekler, kuşlar, âdem oğulları, herkes, her şey O’nun emrine baş eğmektedir. Birinin başına talih tacını giydirir, bir diğerini de tahtından kara toprağa indirir. _Ay ile güneşi, denizde yüzen bir gemi gibi şarktan garba sevkeder. _Buluttan bir damla suyu denize, bir damla erlik suyunu da rahme damlatır. O sudan parlak bir inci; bu sudan selvi boylu bir insan yaratır. _Evet, bir kimsenin belâgatte Sehban’a yetişmesi mümkün, fakat eşi, benzeri olmayan Süphanın künhüne erişilmesi muhaldir. _Evet, her yerde at sürmek olmaz. Öyle yerler olur ki, orada, kalkanı atarak kaçmak lâzım gelir. Bir sâlik bu sırra mahrem oldu mu, artık geri dönemez. Bu sim ifşa edemez. _Kime ki bu mecliste dolu sunarlar, ona o kadeh içinde bihuşluk ilâcını verirler. _Eğer sen allah yolunda yürümek istiyorsan evvelâ, seni geri getirecek atı sihirleyip onu dönemeyecek hale getirmelisin. Bu öyle olmaz bir şeydir ki; Cenabı Hakkın nice has kullan bu vâdide at sürmüşler, fakat sonunda: - «Yarabbi, Senin ettiğin senâ şeklinde Senin evsafım sayamam...» diye atlarının dizginlerini çekmiş, durmuşlardır. _Gökler aynasına sık sık bakmalı, tedricen saffet kesbetmelisin. Bu sayede belki aşk-ı İlâhînin kokusu seni mesteder. (Elestü) bezmindeki zamanını ararsın; isteyerek yürür, yol alır, o makama erişir, oradan da muhabbet kanadiyle uçarsın. O makamdan senin için yakin hâsıl olur. Bu yakin sayesinde hayâl perdeleri yırtılır. Cenabı Hak ile senin aranda ancak celâl perdesi kalır. Artık akıl beygiri daha ileri gidemez. Hayret onu dizgininden tutup «dur» der. _Hz. Muhammed_ _Hz. Muhammed güzel huylu, güzel âdetlidir. Bütün insanlara şefaatçidir; Ondaki inzar san’atı, kılıcını çekince ay’ı ortadan ikiye böldü. O, bir dürrü yetimdir ki, okuyup yazmayı bilmediği halde ne kadar milletin kütüphanesini silip süpürmüş, kitaplarını hükümsüz bırakmıştır. _O, yalnız Lât ile Uzza’nın külünü savurmakla kalmadı; Tevrat ve încil’i de neshetti. _O, gecenin birinde Burak’a bindi, feleklerden geçti, şan ve şerefle memleketleri geride bıraktı. Kurbü, Îlâhî fezasında o kadar süratle at sürdü ki, arkadaşı olan Cebrail (Sidre) de kaldı, daha ileri gidemedi. Cebrail, ileri yürü. Seni ne kadar ihlâs ile sevdiğimi bilirsin. Niçin bana arkadaş olmaktan vazgeçtin?» dedi. Cebrail cevaben: «Artık mecalim kalmadı, kanadımda kuvvet kalmadı, eğer buradan bir kıl ucu kadar ileri, gidecek olursam, tecellî-i İlâhi ziyası kanadımı yakar, onun için gidemem.» dedi. Böyle muhterem bir sahibe mâlik olan ümmet, umarım ki isyan sebebiyle cehenneme girmeyecektir. _Ey, hal ve hareketi pek mübarek olan büyük zât, Cenab-ı Hak seni övmüş, ağırlamış, Cebrail’e kadrinin huzurunda yer öptürmüştür. Yüce gökler senin şerefinin yüceliğine karşı mahçuptur. Âdem henüz balçık halinde iken sen yaradılmıştm. İptida varlığın aslı, esası sen oldun, diğer mevcudat hep senin fer’indir. _Ebu Bekir_ _Hz. Ömer’den sonra Ebu Bekir Bin Sa’d gibi bir padişah gelmemiştir. Kitabı Ebu Bekir Bin Sa’d’ın namına olarak nazmettim. Böyle yapmakla, ilim ve irfan sahiplerinin «belâgatte birincilik kazanan Sâdi, Ebu Bekir Bin Sa’d’in zamanında idi» diye beni bu suretle yâd etmelerini arzu ettim. Tacının köşesi yüce göğe dokunduğu halde, o tevazula başını yere eğmiştir. Tezavuun yüksek insanlardan suduru takdire şayandır. Fakir mütevazi olursa, bunun kıymeti yoktur. Çünkü tevazu onun huyu ve âdetidir. Onun zamanında bir zâlim zulmünden gönlü incinmiş bir kimseyi göremezsin. Aleme öyle bir gölge salmıştır ki, Bir Icoca kan bile Rûstemden korkmaz. Cihan tarihine bakılınca görülür ki, insanlar zamanın uygunsuzluğundan, feleğin tersine dönmesinden inlerler. Fakat ey âdil padişah, senin zamanında kimsenin zamandan da, felâketten de şikâyeti yoktur. Zira gökte ay, güneş durdukça, Sâdi’nin bu kitabında senin adın da ebedî olarak kalacaktır. Büyük İskender, Ye’cüclerin yollarını, tunçtan, taştan duvar ile kapatmıştır. Küfür Ye’cücüne karşı senin şeddin altındandır. _Bu kadar kerem ve ihsanın teşekküründen âcizim. İyisi odur ki, hemen elimi dua için açayım: Cihan gönlünce olsun, felek sana yâr olsun, cihanı yaradan Tanrı seni her türlü kederden saklasın. Yüce talihin, alemi parlatsın. Zeval düşmanının yıldızını yaksın. Zamanın dönmesinden sana keder gelmesin. Gönlüne kaygı tozu konmasın. Çünkü padişahların gönlüne konan bir gam, bütün âlemin hatırını perişan eder. Gönlün, iklimin huzur içinde ve mâmur olsun. Milkinden perişanlık uzak olsun. Vücudün din gibi daima sağlam, hasutların gönülleri tedbir gibi gevşek olsun. Kalbin, Cenabı Hakkın teyidi ile şad olsun. Gönlün, dinin, iklimin mâmur olsun. Hulâsa cihanı yaradan Tanrı seni esirgesin. Bu dua kâfidir. Bundan başkası boş sözlerdir. _Atabek Mehmet_ _Atabek Mehmet, bahtiyar bir şahtır. Parlak fikirlidir. İlimce büyük, himmetçe yücedir. Kolca kuvvetli, kalbi pek hassastır. Cömertlik eliyle denizi mahçup etmiş, şan ve şerefte Ülker yıldızından öte geçmiştir. _İnci ile dolu bir sedef, içinde tek inci saklayan sedef kadar kıymetli değildir. İşte sen, sedefinde bir tane olarak yetişen incisin. Saltanat hanesinin ziynetisin. Ey yüce başlı padişahların padişahı, devlet gözü hep senin yüzüne bakıyor. Şehzadem, menfur olan düşmandan sana gam erişmesin. Cennetlik ağaç senin gibi meyve verir. Taate, muvaffakiyet ihsaniyle, onun kalbini ihya buyur. _Ey Sâdi, böyle sanatlı, tekellüflü sözleri bırak. Eğer hakiki sadık dost isen söyleyeceğin iyi sözleri yani nasihatlan haydi getir, gel. Sen menzilleri tanıyan rehbersin; Padişah ise yola giden yolcu gibidir. Sen doğruyu söyleyeceksin, padişah ise doğru sözleri dinleyicidir. __ _1. Bölüm_ _ADALET VE İNSAF_ _Padişahım! Sana nasihatim şunlardır: İbadet ettiğin vakit Padişahlık tacını başından çıkar. Bir derviş gibi feryada başla. Zenginin önündeki fakir gibi inle, şöyle de: Allahım, zengin sensin. Ben bu dergâhın dilencilerinden birisiyim. Senin lütfün bana yâr olmazsa benim elimden ne gelir. Cenabı Hakka ibadette kusur etmeyen kul, kullar için ne güzel padişahtır. _Hikaye_ Kaplan _Hakikati yakin göziyle tanıyan din ulularından hikâye ederler ki, bir velî, bir kaplanın üzerine binmiş, bir yılanı eline almış, kamçı edinmiş, kaplanı süratle sürerdi. Birisi ona dedi: Hey Tanrı yolunun adamı, bu gittiğin yolda gitmek için bana rehberlik et. Sen ne yaptın ki, yırtıcı hayvan sana râm(itaat) oldu? Adın saadet yüzüğünün taşına yazıldı. Velî cevap verdi: Kaplan, yılan, fil, herkes bana karşı zebun(güçsüz) ise taaccüp(şaşkınlık) etme. Sen de Allahın emrini yerine getir, görürsün ki, her şey senin emrine râm olur. Bir padişah, Cenabı Hakkın emrini tutarsa, Cenabı Hak onun muhafız ve yardımcısı olur. Cenabı Hakkın seni sevdiği halde düşman elinden bırakması mümkün mü? Yol işte budur. Bu yoldan sapma, yürümeye devam et. İstediğini bul. Sâdi’nin sözünden hoşlanan kimseye, onun nasihati faydalı olur. _Nasihatler_ _Padişah, Cenabı Hakkın lütfuna ümitvâr olduğu için halka merhamet eder. Saltanatı elinden gider diye korktuğu için de halka zarar vermekten korkar. Bir padişahın tabiatinde ümit ve korku yoksa, o iklimde rahatın kokusu bulunamaz. Ayağın bağlı ise (evli), zulme razı ol; yok tek at, tek mızrak isen (bekâr) başını al, başka yere kaç. _Bir padişah memleket ahalisinin gönlünü yıkıyorsa, o memleketin mâmur olmasını ancak rüyada görür. _Senin menfaatini halkı inciterek temin etmek isteyenler, sana düşman olanlar ve halkın kanını içenlerdir. _Padişahım, sana iyi ad lâzım ise tüccar ile postacıları iyi tut. Çünkü iyi adı her tarafa götürenler bunlardır. Gariplerle görüş, seyyahlar ile dost ol; çünkü bunlar iyi adı yayarlar. _Memlekete gelen misâfiri, yolcuyu ağırla, fakat şerlerinden, fitne fesatlarından da sakın. Çünkü dost kıyafetinde düşman olmaları da mümkündür. _«Ey adaletiyle kâinatı ihata eden hükümdar. Fitneye mail, fesada muktedir insan eğer İranlı ise; onu Yemen’e, Rusya’ya, Rum diyanna nefyeyle, halkın başına belâ etme. Belki ona kuşluk vaktine kadar aman vermeyip idam eyle. Öyle fitnekârı hudut haricine çıkaracak olursan, gittiği şehrin ahalisi: «Böyle fitneci insan yetiştiren memleket zirüzeber olsun» diye memleketine beddua eder; lânet savururlar. _Bir işe emin sıfatiyle tâyin ettiğin kimse Allah’tan değil, senden korkuyorsa, onu emin tutma. _Hırsızlar birbirlerinden korkar, çekinirlerse, aralarından kervan selâmetle geçer. _Birbiriyle sıkı-fıkı arkadaş olan iki kimseyi bir yere birlikte memur etme, çünkü birisi hırsız olur, öteki perde tutar. _Bir kimseye kızdığın zaman mücazat için acele etme, düşün. Çünkü Bedehşanla’lini kırmak kolay ise de, kırılan parçaları toplayıp eski haline getirmek mümkün değildir. _Padişahın işin sonunu düşünmesi_ _Umman denizinden gemi ile bir adam çıkageldi. Bu adam denizlerde gezmiş, sahralarda dolaşmış; Arabi, Türkü, İranlıyı, Rum halkını görmüş; her milletin bilgilerini temiz ruhunda toplamıştı. Elhâsıl cihanı elek elek elemiş, bilgiler kazanmış, seferler yapmış, görüşmeyi, konuşmayı öğrenmişti. Vücudu iri yapılı, fakat çok fakirdi. Elbisesinde iki yüz yama vardı. O elbise içinde kav gibi yanmıştı. Padişah o seyyahı duyunca, sarayına davet etti. Uşaklarına emretti; seyyahı hamama götürdüler, yıkadılar, temizlediler. Seyyah o kadar hoş şeyler anlattı ki, padişah zevkinden elini kolunu carpmaya başladı. Memlekete de boyle bir vezir lazımdır, diye cok duşundu. Yalnız: “Acele etmeyeyim. Belki yanlış bir iş yapmış olurum. Evvela onu bir zaman deneyeyim. Tecrube etmeden iş yapan insanların, bircok kederlere uğraması zaruridir. Yayı elde tutarken, oku atmamışken, atmak lazım mı, değil mi? diye duşunmek lazımdır. Oku attıktan sonra duşunmenin faydası yoktur. Seyyahın buyuk memurlarına faik bulunduğunu anlayan padişah, seyyaha veziri azamdan dahi ustun bir selahiyet verdi. Seyyah, durust hareketleriyle kusur ve fenalık arayanların dillerini bağladı. Dürüst adam, bakır leğen, fenalık arayan insan, karınca gibidir. Karınca ne kadar uğraşsa bakır leğene gedik camaz. Padişahın guneş yuzlu iki kolesi vardı. Bunlar huriler, periler kadar guzel idiler. Birisi sanki guneş, otekisi ay idi. Bu koleler ilim, marifet sahibi yeni vezirin tatlı sozlerini işittikce, onun sozleri bu fidan boylu koleler uzerinde tesir bırakıyordu. Gitgide yeni vezirin de gonlu onlara aktı. Arkadaş, sana nasihatim olsun. Eğer kadrinin, şerefinin yuce kalmasını istersen, pak yuzlulere gonul bağlama. Ara yerde bir garaz olmasa bile, mehabet ve hurmetine ziyan verir. Derken eski vezir, yeni vezirin o iki koleye gonul verdiğini hissetti ve hemen padişaha arzetti. İşittim ki, şehvetperest imiş. Efendimizin kolelerine goz koymuş. Boyle hayasız, aşağılık insan padişahımın vezirlğine yakışmaz. Bunun vezarette bulunması, saltanatımıza leke getirir.” İyilik bulmayası eski vezir, işi bu kadar cirkin surette anlatır. Boyle anlatması da tabiidir. Çünkü kötülük düşünen insanlar, ufacık bir tutamak bulunca büyüklerin kalplerini ateşe verirler. Ufak bir şeyle ateşi yakmak ve sonra onunla büyük odunları tutuşturmak kabildir. Bu haber padişaha oyle bir hareret verdi ki, ateş üzerinde kaynayan tencereye döndü. Mezkur yeni vezirin kanını hemen dokmek istedi. Fakat aklı vicdanı karşısına cıktı; ona dur, diye işaret etti ve ona şu sozleri soyledi: “Bir insanın kendi yetiştirdiği birisini öldürmesi mertlik değildir. Adalet ve lutuftan sonra zulum cok soğuk kacar. Onun hunerleri sence layıkiyle malum olmadıkca, divanda ona bir mevki vermemiştin. Şimdi de sucu tahakkuk etmedikce duşman ağzına barak onu cezalandırma. _Tahammulden boş gurur ile dolu başa padişahlık tacı haramdır. Sana cenk zamanında sebat goster demem, belki öfkelendiğin zaman yıkılma, gazaba kapılma derim. Aklı olan her kimse tahammul eder, fakat maksat hışma mağlup olmayan akıldır. Ofke bir kere askerini pusudan hucum ettirince ortada ne insaf kalır; ne Tanrı korkusu kalır; ne din kalır. Feleğin altında ofke gibi bir dev gormedim. Bunun dehşetinden cinler, melekler bile urkup kacarlar. Hakimler: “Ey akil, gonul sırların zindanıdır; soyleyince onu kacırmış olursun, bir daha zincire cekemezsin” demişlerdir. _İki kimsenin canı ile aklı birleşince dudakları kımıldamadan birbiriyle konuşurlar. Sonra göz bakmaya doymaz, didara doyum olmaz. Nasıl ki susaklık yani istiska illetine tutulan kimse Dicle nehrini içse doymaz. Bir gun yeni vezir kolelerden birine bakınca, kolenin dudak altından gulduğunu gordu. Vezirin bakışı, kolenin guluşu, ara yerdeki sevişmeyi gosteriyordu. Padişah yeni vezir ile kole arasındaki birliği gorunce suizannı kafileşti. Bu hal kanına dokundu, gazabı arttı. Sana tapşırdığım vezaret senin yerin değilmiş. Fakat bu işte kabahat sende değil, bendedir. Tabiidir ki, soysuz insan beslersem, sarayımda hiyanet edeceği muhakkaktır.” Vezir : “Ey iş bilen ulu şahım, benim eteğim kabahatten temiz olunca, kötuluk duşunen insanların isnat edecekleri fenalıktan korkmam. Padişah: Bunu bana eski vezirim soyledi. Yeni vezir parmağını dudağına goturdu, guldu, şoyle dedi: “Eski vezir benim hakkımda ne soylese taaccub edilemez. Beni kendi yerinde goren bir hasut, benim fenalığımdan başka ne soyler? Efendim beni ona tercih edince, tabiidir ki o benim duşmanım olmuştur. O beni kıyamete kadar sevemez. Nasıl sevebilir ki, ben aziz oldukca, o zelil yaşayacaktır. _Vezir: bir hikaye arzedeyim: Birisi şeytan’ı rüyasında görmüş. Bakmış ki, selvi gibi boyu, huri gibi çehresi var. Yüzü güneş gibi ziya saçıyor. Yanına gitmiş, demiş: Bu ne hal, melek bile bu kadar güzel olamaz. Mehtap kadar güzel bir yüzün varken niçin dünyada çirkinlikle dillere düşmüşsün? Herkes seni korkunç sanır. Hamam kapılarında seni cirkin bir surette resmederler. Hatta sarayın nakkaşı saray divanhanesinde seni asık, ekşi, iğrenç bir surette nakşetmiştir. Bu sözleri işitince bedbaht şeytan inlemiş, feryat etmiş, şöyle demiş: “Hey Adem oğlu, benim için yapılan resimler, benim hakiki resmim değildir. Ben hakikatte gördüğün gibi güzelim. Fakat ne çare ki, kalem düşman elindedir. İnsanlann beni çirkin resmetmelerine gelince, ben onların büyük ataları olan Adem’i cennetten attırdım. Onların bana hıncları var. Onun icin beni böyle resmederler.”_ İşte padişahım, ben temizim, masumum; ne care ki, beni kıskanan, bir maksadı mahsus ile beni kötü bildirmiştir. Benim mansıbım onun şerefini ihlal edince, onun mekrinden yuz fersahlık yere kacmam lazımdır. _“Padişahım, ben şu dakikada sizin gazabınızdan korkuyorum ve bigunah olduğum icin cesaretle soz soyluyorum. Carşı ağası carşıyı dolaşırken okkası dirhemi eksik olan korkar. Kalemimden cıkan soz doğru olunca, kusur bulmak icin cihan toplansa, umurumda olmaz.” Padişah: Sana isnat edilen hiyanet curmunu yalnız duşmanından işitmekle kalmadım, ben de gozumle gordum. Yalnız kolelerime bakıyorsun.” Dedi. Vezir guldu, şoyle dedi: “Soylediğiniz soz doğrudur ve doğruyu gizlememelidir. Padişahımızca malumdur ki, zavallı bir fakir bir zengini gorunce, bakar, icini ceker. İşte ben o fakire benzerim, kole de o zengine benzer. Padişahım, vaktiyle ben de genc idim. Ne care ki, gencliğin kıymetini bilmedim. Gencliğimi boş yere gecirdim. Gencliğime olan hasretimden dolayı durmadan ona bakıyorum, bakmadan kendimi alamıyorum. Ben bugun gencliğimi kaybetmişim. O ise gencliğe, guzelliğe tamamen malik ve sahip bulunuyor. Ben bakmıyayım da kim baksın? Benim de onunki gibi gece renkli kıvırcık saclarım vardı. Giyindiğim kaftan vucudun nazikliğinden utanır, buruşurdu. Şimdi pir oldum, saclarım ağardı, pamuk oldu. Vucudum kurudu, iğ oldu. Vaktiyle ağzımda iki sıra inci vardı. Birer birer dokuldu. Şimdi eski bir kale duvarına benziyor. O alim yeni vezirin guzel sozlerini padişah beğendi. Erkanı devlete hitab ile şoyle dedi: “Bundan daha guzel soz soylemek muhaldir, bundan daha tatlı lafız, bundan daha değerli mana aramayın. Guzel civanlara boyle ozur beyan edecek kimseler baksınlar. Neticede padişah yeni vezirin mansıbını, şerefini, malını arttırarak onu taltif etti. Bugun oyle padişahlardan kimse yoktur. Varsa ancak Ebu Bekir Sa’d Hazretleridir. _Padişahım, sen bir cennetlik ağacsın. Golgen bir yıllık yola kadar yayılmıştır. Talihim uğurlu olsun da başıma Huma kuşunun golgesi duşsun diye arzu ederim. Bu arzuma vakıf olan akıl karşıma cıktı, bana şoyle dedi: İnsana devleti, Huma kuşu vermez. İkbal, devlet istiyorsan bu padişahın golgesine gel. ___ _Zayıflara Merhamet_ _Şer’i şerifin hukmu olmadıkca, su icmek caiz olmaz. Fakat fetvayı şerif olunca kan dokmek caizdir. Bir kimsenin katline şer’i şerif fetva verince, onu katletmekten hic korkma. eğer onun coluğu cocuğu varsa bağışla cunku suc o haksızlık eden adamındır. _Ne kadar kuvvetli olsan, askerin de cok olsa, durup dururken duşman iklimine asker cekme. Cunku o senin duşmanın olan hukumdar, mustahkem bir kaleye kacar. Ona mukabil gunahı, kabahati olmayan iklime zarar erişir. _Hapishanede bulunanları sık sık teftiş et. Aralarında sucsuz kimselerin bulunması da mumkundur. _Hur ve asil insan zaruretten olur, bir acizin malına tenezzul ederek onunla karamı doyurmaz. İyilikle ebedi nam bırakan değerli insanlar halkın malına el uzatmamışlardır. Memleketinde bir tacir olduğu zaman malına el surme. Boyle mala el surmek, alcaklıktır. Akrabası: “Zavallı adam gurbet elde oldu. Bıraktığı malı zalim padişah zaptetti” diye ağlar, inlerler. Yetimlerin ağlamasından, dertli gonlunun alımdan sakın. _Dunya padişahı da olsa, bir zenginden para veya mal aldı mı, o padişah değil, dilencidir. AHALİYE ŞEFKAT HAKKINDA HİKAYE _Adil bir padişahın bir kaftanı vardı. Birisi paişaha: “Ey bahtiyar padişah, çin kumaşından bir kaftan diktirsen olmaz mı?” dedi. Padişah: “Elbise insanın vucudunu örtmek icindir. Bu kaftan da o işi goruyor. Bundan fazlasını araşan, sus halini alır. Vakıa icimden turlu hırslar, arzular gecmektedir. Ben halktan haracı, kendimi, tahtımı suslemek icin almıyorum. Hazineler asker icindir; yoksa eğlence, sus icin değildir. Padişahından hoşnut olmıyan asker, memleketin hududunu muhafaza etmez. _Duşman koylunun eşeğini; padişah, harac diyerek parasını alırsa, o taht, o tac nasu yukselir. Karıncanın elinden taneyi kapan kuş, alcaktır. _Ahali ağac gibidir. Beslersen, iyi timar edersen, istediğin kadar meyva alabilirsin. Sakın zalimlik edip de ağacı kokunden cıkarma. Cunku zararını mucip olur. Kendi zararına iş goren kimse ise, ahmaktır. _Erlik hakkı icin, yeryuzunun baştan başa saltanatı, yere damlayan bir damla kana değmez.” _Hikaye_ _Asıl bahtiyar insan, ilim ve adalet ile şohret kazanan kimsedir. Her gelen gider. Ne ekti ise onu bicer. İnsana iyi, kotu addan başka bir şey kalmaz. Duşmana galip geldiğin zaman canına kıyma; ona mağlubiyet acısı kafidir. Duşmanının etrafında minnetle pervane gibi dolaşması, eteğini onun kanma bulaştırmaktan daha iyidir. Mertlik ile kuvvet ile dunyayı tutanlar, aldıkları yerleri mezara beraber goturemediler. Suleyman Aleyhisselamın tahtı bile ruzgar gibi uctu gitti. PADİŞAHLARIN DOSTLARINI, DUŞMANLARINI TANIMALARI HAKKINDA _asil Dara, bir av eğlencesi esnasında askerlerinden uzak duşmuş. O sırada bir at cobanı Dara’ya doğru koşarak gelmeğe başlamış. Dara tanımadığıbu adamın kendine doğru gelmekte olduğunu gorunce, icine şuphe girmiş ve kendi kendine: “Bu bir duşman olsa gerektir. Şunu yanıma yaklaştırmıyayım, oklayayım, olduğu yerde dikilekalsm.” Demiş. Coban: “Ey iranın şahı, duşman değilim. Bana kıyma, ben şahımın atlarını besliyorum diye haykırmış. İnsan iyiliğini gorduğu insanlara, doğru yolu gostermek mecburiyetindedir. Haddim olmıyarak, nasihat olmak uzere soyluyorum. Bir padişahın dostunu duşmanından ayırt edememesi, o padişah icin iyi bir şey değildir. demiş. bencoban kulunuz, istenilen bir atı yuz atm icinden derhal bulup cıkarırım. Demek ki, cobanlığım akıl ve fikir iledir. Sen de benim gibi ol, surunu, atını muhafaza buyur.” Dara cobanından bunasihati dinlemiş ve onu taltif etmiş, kendi kendinden de utanmış ve bu nasihati, insan, kalbine yazmalı demiş. Bir ulkede padişahın tedbiri cobanlardan aşağı olursa, o ulkenin mahv-u perişan olmasından korkulur. **************** _Önsöz_ _Şeyh Sadi-i Şirazi_ (1210-1292) Fars _Şiraz kentinde doğmuştur. Çocukken babasını kaybedip dedesi ve amcası tarafından yetiştirilmiştir. Daha sonra Bağdat'a gidip Nizamiye Medreseleri'nde öğrenimini tamamlamıştır. 30 yıl boyunca Hindistan ve Kuzey Afrika'yı dolaştıktan sonra 1256'da memleketi Şiraz'a dönerek şiirlerini yazmaya başlamıştır. _Şeyh Sadi, Bostan’ı hicri 644 tarihinde yani Gulistan’dan bir yıl evvel telif etmiştir. Sadi, Ehli Sunnet mezhebindendir. Sadi, kendisinin seyyah olduğunu bircok yerde söylüyor. Sadi, büyük bir vaizdir. Bu vadide harikulade beliğdir. Kilisli Muallim Rifat Bilge _Sadi, iran’ın büyük şairlerindendir. Firdevsı hamasiyatta, Enveri kasidede, Sadi, gazelde en büyük şair addedilebilir. İslamiyetten sonra İran edebiyatı Arap nüfuzu altına girmiş fakat bu nüfuz, İran uzerinde cok devam etmemiştir. _Sadi, (Bostan) adlı eserinde kendine hitaben “Ey ömru yetmişe varan, uyan! Uyuyor mu idin ki bu yetmiş yıl heba olup gitti” dediğine nazaran Hicretin 585. senelerinde doğmuştur. Bostan’dan bir sene sonra yazdığı (Gulistan) da da “omrunden elli sene gecip gitti” diyor ki o zaman Hicretin (606) yılında doğmuş oluyor. (1184) _Bağdat’ta Medreseli Nizamiye’de Tahsil gördü. O zaman İran Moğol istilası altında Harzemşahlar ile Atabeklerin mucadele sahnesi olmuştu. Sadi 30-40 sene seyahat etti. (Ebubekir) zamanında Şiraz’a gelip yerleşti. Artık orası buyuk bir asayiş icinde idi. Memleketi huzur icinde buldum. Kaplanlar huyunu terketmişlerdi. İki eseri olan Bostan ve Gulistan’ı hayatının bu devresinde yazdı. _Bostan ve Gulistan: Adalet, İhsan, Aşk ve muhabbet, Tevazu, Rıza, Kanaat, Terbiye, Sukut, Tovbe, Munacat bölümlerinden oluşur. Bu fihrist bize eserin manevi mahiyeti hakkında esaslı bir fikir verir. Bostan’da bu bahisler daha ziyade hikayeler arasında cidden büyük bir edebi zevk ve mükemmel bir lisan ile izah edilmiştir. _İhtiva ettiği fikirleri itibarile cok yuksek olan bu eserin bir de yazıldığı dildeki bedii kemali vardır ki bunu nazan itibara almadan verilecek hukum cok yanlış olur _Nesri cok tabii ve külfetsiz seci’lerle nazım kadar ahenklidir. Nazmı tabiiliğe nesre o kadar yaklaştırmıştır ki okuyan nazmı ile nesir arasındaki bu san’atkarane kaynaşmayı zevk ve hayretle takip eder. _Sadi’deki ruhi tekamül onu tanzire yeltenen şairlerin hiç birisinde yoktu. Sadi’deki hür ve mustehzi geniş tefekkür, modem denebilecek bir zevk ve lisana kuvvetli hakimiyeti ile iki uç kelime içinde bir cihan sığdırma kudreti hiç birisinde yoktur. _Büyük şairin, benzerine ender tesaduf edilecek derecede değerli eserini, Türk münevverine hediye eden mütercim ve tabii hararetle tebrik etmeyi bir vicdan borcu addederim. Prof. Dr. Ali Nihat TARLAN ________ _Terennum : Kuşlar gibi şakıma. Mırıldanır gibi, güzel ve alçak sesle şarkı söyleme. _Müstağni : Tokgözlü _Muzdarip : Izdırap _Arz : Oluşum, yeryüzü, alem _Merhale : Derece, aşama, evre _İnzâr : Sakınmak. Kişide korku uyandırarak onun dinin hedeflerine uygun davranışlara yönelmesini amaçlayan davet yöntemidir _Neshetmek : Hükmü kaldırmak _Şad : Sevinçli _Himmet : Azim _Râm olmak: itaat _Zebun : Güçsüz _Taaccüp: Şaşkınlık _Zirüzeber : Karmakarışık _Şehvetperest _Suizan _Kafileşti _Kanına dokundu _Külfetsiz
··
2.584 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.