Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

600 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
6 günde okudu
Başlarken : İran’a kısa bir bakış Ali Şeriati için 1979 İran Devrimi’ne giden yolda Humeyni kadar önemli bir kişi olduğu söylenebilir. Onun fikirleri ve söylemlerinin çoğu Humeyni tarafından örtülü bir şekilde kabul ve takip edilmiştir. Ali Şeriati’nin hayat hikayesini tek taraflı okuyamayız. Onun politik ve devrimci söylemlerinin temelinde yaşadığı dönemin İran’ı, İslam’ı, Batı Medeniyeti vardır. Birbiriyle çelişen onca yapı ve düşünce. İran halkında modernliğe duyulan ihtiyaç gözle görülür bir şekilde ortadaydı; ama aynı zamanda Şii’liğin ve İslam’ın özünden şaşmak da istemiyorlardı. Bundan dolayı ortaya çıkan büyük çelişki İran’ın enerjisini boşa harcamasına sebep oluyordu. Avrupa’nın üzerindeki ölü toprağını atması belki de bu çelişkiyi hızlı ve kanlı bir şekilde ortadan kaldırmasından kaynaklanıyordu. Pehlevi ailesi, hemen yanı başlarında gerçekleşen Laik Türk devrimini örnek alıyordu. Pehlevi rejimi için Batı taklitçisi, baskıcı ve lütufkar diyebiliriz. Pehlevi rejiminin anti tezi Humeyni’nin İslam devrimiydi. Humeyni’nin İslam adı altında yaptığı insanların umutlarını çalan, yaşam kalitesini düşüren, kadınları eve hapseden, gençlerini ölüme ve hapse gönderen, kendi seçkinlerini yaratan çarpık bir devrimdi. Bu iki farklı tezin bir sentezi henüz ortaya çıkmadı. Bundan dolayıdır ki; İran içinde barındırdığı potansiyeli bir türlü ortaya koyamıyor. Ali Şeriati onurlu, mert ve sözünün eri bir insandı. Böyle birisi olmak için verdiği mücadele ona sadece acı getirdi. Bu acı onun düşüncelerinin ve yazılarının şekillenmesine vesile oldu. Ali Rahnema onun biyografisini yazarken şu soruyu soruyor: “Evliya mıydı yoksa şeytanın ta kendisi mi?” Ali Şeriati: Bir devrimci doğuyor! Ali Şeriati 23 Kasım 1933’de Horasan’da dünyaya geldi. Ailesi eğitimli ve ulema kesiminden geliyordu. Dinine bağlı, gelenekçi ve zamanın düşüncesinden de geri kalmayan bir ortamda yetişti. Babası Muhammed Taki Şeriati, çevresinde saygı duyulan ve önemli bir öğretmendi. Muhammed Taki 1944 yılında Rıza Şah Pehlevi’nin tahttan çekilmesinden sonra İslamî Hakikati Tebliğ Merkezi’ni kurdu. Ali Şeriati, çocukluğu ve gençliğinin ilk dönemleri burada eğitim alarak, dinleyici olarak ve bir zaman sonra konuşmacı olarak geçti. Öğrencilik döneminde çok çalışkan olduğu söylenemez ama çevresi tarafından fark edilen biriydi. 1953 yılında Musaddık'a yapılan darbeden sonra Şeriati hayatın anlamını sorgulamaya başlamıştı. Siyasette neden ilgilenmesi gerektiğini düşünüyordu. Darbenin yarattığı muazzam hayal kırıklığı ve sonrasında hissedilen hüsran ve güçsüzlük duygusu karşısında Şeriati siyasi yargılarını sorguluyordu. Şeriati 1957 yılında tutuklanıp hapse atıldı. 1958 yılında Puran Şeriat Rezavi ile evlendi. Ali Şeriati eğitimli ve ayakları yere sağlam bir kadınla evlenmek istiyordu, eşi Puran tam olarak böyle bir kadındı. Evlenme teklifi ettikten sonra üstesinden gelmesi gereken çetin bir mücadele vardı. Babası Muhammed Taki din konusunda çok hassas ve katı kurallara sahip birisiydi. Ayrıca bazı âdet ve geleneklere önem veriyordu. Geleneğe göre Ali'nin evlenmesi gereken kızın aile içinden olması gerekiyordu ve kuzenlerinden biri gelin olarak zaten seçilmişti. Ayrıca Ali'nin eşinin İslam’ın emirlerine kesin olarak riayet eden birisi olması gerekiyordu. Fakat eşi Puran'ın modern ailesi ile Ali'nin gelenekçi ailesi arasında büyük farklılıklar vardı. Oğlunun örtünmeyen ve evlendikten sonra da örtünmeyi istemeyen bir kızla evlenmesini Muhammed Taki kolay kabul etmezdi. Ancak bir yıllık uğraşlar sonunda hem Puran'ı hem de babasını ikna etmeyi başardı. Yine aynı yıl üniversiteden mezun olup, Fransa’da okumak için burs kazandı. Üniversitedeki not sisteminin farklı olması sayesinde bitirme sınavlarından aldığı yüksek notla bölümünü birinci olarak bitirdi. Ve devletin verdiği özel burs ile Paris’e doktora yapmaya gönderildi. Paris’e gittiğinde aslında sosyoloji alanında doktora yapmak istemişti. Lakin İran’da hocalık yapmak istiyorsa kendi ülkesinde mezun olduğu bölümden doktora yapması gerekiyordu. Şeriati aldığı bursla 1959 yılında Paris’e gittiğinde ömrünün 26 yılını Horasan’da geçiren bir gençti. Memleketinden hiç dışarıya çıkmamış bir adamın, Fransa’ya gitmesi kolay bir karar değildi. Ailesini, arkadaşlarını ve altı aylık eşini ardında bırakarak tek başına Paris’e gitti. O zamanların Paris’i, dünyanın kültürel ve siyasi faaliyetlerinin merkeziydi. Fransa’nın Cezayir’deki baskı ve sömürge politikasına karşı Paris direnişin merkeziydi. Camus, Sartre, De Beauvoir, Merleau-Ponty, Frantz Fanon, Massignon ve Gurvitch gibi devler entelektüel tartışmalarda başı çekiyordu. Bu isimler Şeriati’ye Batı’nın ifade özgürlüğü, adalet anlayışı, siyasi mücadelesi hakkında çokça fikir ve ilham vermiştir. Louis Massignon, Paris'teyken Ali Şeriati'yi en çok etkileyen ve dönüştüren entelektüeldi. Massignon yıllar önce gençliğinde İran'da bir Seyyid ile tanışıyor ve o günden sonra dönüşüyor. İyi bir Hristiyan olmayı, bir Müslümandan öğreniyor. Aradan geçen yıllar sonrasında Ali Şeriati'de iyi bir Müslüman olma yolculuğunda Massignon'dan kendi dinine olan inancını kuvvetlendirmeyi öğrendi. Hristiyan yolcu olan Massignon, Müslüman Şeriati'nin piri, manevi rehberi olmuştu. Ali Şeriati, hocası George Gurvitch'in cesaretine ve siyasi görüşüne hayrandı. Rus yahudisi olan hocasını, İranlı mollardan daha yakın görüyordu kendisine. Sosyal ve ekonomik adalet için savaş veren Yahudi bir mücadeleci, Şii olan Şeriati için tevhit ehli bir din kardeşiyken; dindarların taklit kaynağı olan, sömürü ve zulme dayanan statükoyu onaylayan ve devam ettiren Ayetullah Milani müşrik bir düşmandı. Şeriati Paris’te, etkili bir devrimci ve modern sosyal söylem için, varoluşçuluk ve sosyalizmin İslam’la harmanlanması gerektiğini anlamaya başlamıştı. Şeriati İran’a döndükten sonra Meşhed Üniversitesi’nde Tarih derslerine girmeye başladı. Batı tarzı eğitim almış, Batılı filozofların ve sosyal bilimcilerin dil ve jargonunu İslami terminolojiyle ifade eden bir profesörün ders vermesi İran’da bir ilkti. Derslerinde, geleneksel İslam’a getirdiği yeni yorumlarını anlatıyordu öğrencilerine. Ve zamanla öğrenciler arasında Şeriati’nin gördüğü ilgi artmaya başladı. Fakat bu ilgi üniversite yönetimini, diğer hocaları ve Şah yönetimini rahatsız etmeye başlamıştı. Şeriati, söylemleriyle sisteme meydan okuyan bir asiydi. Bundan dolayıdır ki; Fransa’da başlayan siyasi faaliyetlerinden ötürü kendi ülkesinden SAVAK tarafından aranıyordu. Tutuklama emri vardı. Ali Şeriati’nin fikirlerinin şekillenmesinde sadece Batılı aydınlar etkili olmamıştı. İranlı entelektüel ve siyaset yazarı Ahmet Kesrevi’nin de Şii’lik üzerine olan eleştirel düşünceleri etkili olmuştur. Ahmed Kesrevi'ye göre iki tür İslam vardı: Dindar Peygamber'in İslam'ı ve dinin yayılmasıyla ortaya çıkan bütün farklı mezheplerin İslam'ı. Kesrevi'ye göre bu ikisi birbirine muhalifti. Mevcut İslam mollaların idaresindeydi, kimseye faydası yoktu ve büyük felaketlerin kaynağıydı. Onun iddiasına göre dinin gayesi, insanların fakirlik, işsizlik ve hastalık gibi günlük dertlerine çare bularak onların mutluluğunu temin etmekti. Kesrevi, Allah'ın rızasını kazandıracak olan davranışların bunlar olduğuna inanıyordu. Entelektüel Başarı ve Revizyonist Dini Görüşleri: Ali Şeriati’nin için endişeli ve melankolik diyebiliriz. Bu özelliği çok küçük yaşlarından itibaren ortaya çıkmıştı. Henüz çocukken babasının 2.000 kitaplık kütüphanesiyle tanışması da buna vesile olmuş olabilir. Şeriati'nin karışık ruh hali ve asıl benliğini bulmak, hayatın anlamına bulmaya verdiği mücadele, doğa ve Tanrı arasındaki ilişkinin sırrını çözmek için hiç durmadan sürdürdüğü arayış, Dostoyevski’nin karamsar roman kahramanlarına dönüştürüyordu. Şeriati'ye göre İran, dini de içine alan tarihsel geçmişinden çok etkileniyordu. Buna karşılık eğitimli insanların gözü geleceğe odaklanmıştı ve kendi tarihlerinden bihaber, hatta tarihlerine düşmandılar. Geçmişe büyük hürmet duyan halk ise geleceğin kendisine ait olduğunu düşünmüyordu. Ortaya çıkan bu tezatlık ve çelişkiyi Şeriati şöyle açıklıyordu: "Geleceksiz bir geçmiş, bir uyuşukluk ve durgunluk hâli; geçmişsiz bir gelecek de yabancı ve anlamsızdır." Ali Şeriati özellikle İran’a döndükten sonra Meşhed Üniversitesi’nde göreve başlaması ile kamuoyundaki görünürlüğü artmaya başladı. Gerek verdiği derslerin gençlerin ilgisini çekmesi, gerek topluluklar önünde yaptığı konuşmalar, gerekse de yazdığı eserler… Toplumun ilgisini çektiği kadar, iktidar ve ulemanın da tepkisini çekmeye başladı. Onun, Kur’an’ın daha iyi anlaşılması ve halkın anlayacağı şekilde anlatma çabası Şiiliğe bir hakaret olarak görülüyordu. Örneğin, Ali Şeriati günümüz dünyasında çok eşliliği ve örtünmeyi çirkin ve küçük düşürücü buluyordu. Eşi Puran Şeriati’nin başı açık, modern, doktora mezunu aydın bir kadındı. Diğer bir başka değerlendirmesinde İslam'da cinsiyet eşitliğinin olmadığını da kabul etmiştir. Ali Şeriati, Şiiliğin zamanında devrimci bir ideoloji olduğunu, fakat geride kalan yüzyıllar içinde tövbekarların ve çilekeşlerin dini haline geldiğini söyler. Bu durumdan Şii ulemasını sorumlu tutar. Şii düşünce dünyasının ilerlememesi, durağanlaşması ve artık yaratıcı bir güce sahip olmamasının sorumlusu ulemadır. Din adamlarına, bencil nedenlerle İslam'ın devrimci boyutunu bastırdıkları suçlamasını getirir. Siyahlara bürünmüş din adamlarının hükümdarlarla işbirliği yaptığını söylemiştir. İslam dinini gerici ve cenazede para karşılığı ağlayanların dini haline getirdiklerinden ötürü suçlar. Halbuki Kerbela'dan beri her Şii için tiranlığa ve adaletsizliğe karşı çıkmak dini bir görevdi. Ulemanın dışında Safevi Devleti’ni de Şii’liği sömürmek ve dönüştürmekle suçlar. İlk defa onların döneminde üç halifeye Camii’lerde hakaret ve küfür edilmeye başlar. Sünnilerle olan anlaşmazlıkları nefrete dönüştürürler. Ve bu nefretten beslenerek, halkı bölmeye ve otoriteye boyun eğmeye mecbur ederler. Bu yüzden Şeriati kendi dönemindeki ataleti, güçsüzlüğü, halkın organize olamamasını, hurafelere inanmasını, Ali’yi anlamak yerine onun için gözyaşı döküp yas tutulmasını sıkı sıkıya eleştiriyordu. Şeriati, dünyevi meselelerle ilgilenen ve hakim ideoloji ve statükoya meydan okuyan bir İslam’ı hayal ediyordu. Şii uleması sosyopolitik konulardan bilerek uzak duruyor ve hükümdarlarla sıkıntı yaşamak istemiyordu. İpe sapa gelmez konular hakkında fetvalar yayınlayarak halkın dikkatini dağıtıyorlardı. İran toplumunun en büyük hastalığını Takiyye olduğunu düşünüyordu. Takiyye, dinsel inanca dönüştürülmüş ve kişinin sağlığını, işini ve canını korumak için egemen gücün bütün kötülükleri, sapkınlıkları ve tecavüzleri karşısında susmak şeklinde tanımlanmıştı. Takiyye, İslam dininde bir Müslümanın zor bir durumdan kurtulmak için İslam'ı inkâr ederek Müslüman değilmiş gibi davranmasıdır. Kur'an Nahl suresinde takiye yapmaya izin vermektedir. Şeriati’nin ideal toplum ile ilgili görüşleri yıldan yıla gelişmiştir. İslam tarihini, medeniyetler tarihini, sosyolojiyi, marksizmi, Fransız devrimini ve Jakobenizmi tahlil etmiştir. Şeriati değişim ister ve adil ve aydın bir toplumun oluşturulabilmesi için güçlü bir iktidar, bir tür ilerleme diktatörlüğü talep eder. İlerlemeci bir dönüşüm için halk fazla aptal ve gerici olduğundan, devrimci bir liderin devletin başına geçmesi gerektiğini düşünür. Ali Şeriati eleştirisini sadece kendi ülkesine ve yönetimine değil, aynı zamanda Batılı ülkelerin aydınlarına da yöneltir. Çünkü onların da sömürgeciliğe karşı çıkmadıklarını ve hükümetlerini eleştirmediklerini, sömürgeleştirilmiş insanları savunmadıklarını iddia eder. "Milyonlarca Müslüman ve Hintli, siyah ve sarı halklar soyup soğana çevrildiklerinde ve yıkıma uğradıklarında Marx, Engels, Proudhon ve diğer sosyalistleri ve devrimcileri, Doğu'dan çalınanlar Batı'da adil olarak paylaşılsın diye uğraştıkları için affetmiyorum” der.
Ali Şeriati (Bir Müslüman Ütopistin Siyasi Biyografisi)
Ali Şeriati (Bir Müslüman Ütopistin Siyasi Biyografisi)Ali Rahnema · Kapı Yayınları · 200618 okunma
·
325 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.