Edmond Charlot'un 1936'da Cezayir'in başkentinde açtığı kitapçının yayınevine dönüşen öyküsü ile beraber 20.yy'da sömürge Cezayir'in tarihini de okuyoruz. Camus'nün, Gide'nin ve daha başka birçok yazarın emeğini, yüreğini hissettiğimiz yayınevi hem bir kültür merkezi hem de direnişin sembolüdür. Kitap çift zamanlı anlatılmış. Bir kısmı günlükler ile geçmişi, bir kısmı da kitabevini boşaltmaya gelen Ryad'ın yaşadıklarını anlatıyor. Akıcı bir kitap insan elinden bırakmak istemeden okuyor. Ortadoğu ve Afrika edebiyatı okumak beni üzüyor ama yine de elim gidiyor.
Bu kitapta da, sömürünün korkunç yüzüne şahit olduk, öldürülen, aşağılanan, nehre atılan, ağıt yakan insanlar... Öyle detaylar var ki aklıma geldikçe tüylerim ürperiyor. Yazarın bunları ajitasyon yapmadan anlatışını sevdim. Edmond'un mücadelesi dillere destandı. Parasız, bazen eseri basacak kağıt bulamazken, ırkçılığın kalın duvarlarına çarpa çarpa yıllarca verdiği mücadele takdire şayandı.
Cezayir'in kanlı tarihini kitabevi üzerinden anlatmak (kitabevi gerçek bu arada) iyi bir fikirdi. Severek okudum ama eser daha uzun olabilirdi ve günlük kısmı biraz daha, edebî. Yalnız akıcı, duygulu ve güzel kitap ve maalesef kara gerçeklerden oluşuyor...