Bir zamanlar Dalai Lama'ya, bir rahip ve alim olarak ne den bu kadar çok ilime ilgi duyduğunu sormuştum. Kendi sine göre, Budizm ve bilimin dünyaya bakış açılarında bir birleriyle çelişen bir taraf yoktu; amaçları aynıydı: gerçeği aramak. Ama bu sona ulaşmak için seçtikleri yollar farklıy dı. "Budist eğitiminde gerçeği araştırmak çok önemlidir ve bilim de gerçeği araştırmanın başka türlü bir. yoludur. Amaç farklı olsa bile, bilimsel araştırmalar bizim bilgi ufku muzu genişletir, biz Budistler de bunu kullanırız, tabii ki başka bir amaç için."
Dalai Lama'ya göre, Budizm ve bilimsel metotlar aynı he def için farklı stratejiler sunarlar. Örneğin, Abhidharma ge leneğinde -akıl ve gerçeklik üzerine kurulmuş büyük bir Bu d ist oluşumu- çözümlemelerin odaklandığı başlıca konu, belli başlı karakterleri genel olanlardan ayırmaktır. Dalai Lama bunun bilimsel araştırmalarla yakın bir paralellik gös terdiğini düşünüyor; konu ister fiziksel iyelikler olsun, ister se aklın mekaniği olsun. Ve bilim -özellikle psikoloji ve biliş bilimi- zihin çalışmaları üzerine eğilmeğe başladığı zaman,
80
bu defa da Budizm kendi uzmanlığını hizmete sunmaktadır. Tibetli keşişlerin yaptığı münazaralar, gerçeği ararken aynı zamanda bir tür şiddet sergiler. Bilimsel araştırmada Dalai Lama'nın dikkatinin üzerine çekildiği bir konuydu bu. Öğle yemeklerinden bir tanesinde, David Bohm, Kari Pop per'ın "yanlışlama" savını daha derin ayrıntılarıyla açıkladı. Bu sav, bilimsel gerçeklerin iddialarının, aksi ispat edilip edilemeyeceğini görmek için değerlendirilmesi esasına da yanıyordu, yani bütün bilimsel hipotezler denenebilir olma
lıdır.
Bilimsel yöntemin bu basit prensibi, deney sonuçlarının
veya birbiri üzerine inşa edilen yeni keşiflerin, gerektiğinde bir hipotezi kabul etmemesi ya da düzeltilmesi gerektiği ko nusunda peşin peşin bir şart koşar. Doğru olmadığını ispat etme prensibi, bilimsel girişimlerin kendi kendisini düzelt mesine imkan verir.
Dalai Lama bu konuyu felsefi açıdan büyük bir ilgiyle karşılamıştır. Bilimin 'gerçeği' diye kabul edilen saf inançla rın -Lasa'da çocukluk yıllarında sahip olduğu kendisininki ler de dahil olmak üzere- yanlış olduğunu görüyordu. Bilim sel girişimlerin spekülasyonlara açık bir tabiatı olduğu çok kolay gözden kaçıyordu; insanlar bilimsel bir hipotezin ge çici kabul edilen bir sav ya da bir olasılık olduğunu unutup, değişmez bir gerçekmiş gibi algılamaya eğilimlilerdi. Bilim, gerçeğin en yaklaşık anlamını arayadursun, hiçbir bilgi dalı onu tamamen ele geçirdiğini iddia edemez.
Dalai Lama, bilimsel düşüncenin spekülatif yönünü en iyi, Thomas Kuhn'un çalışmalarını duyduğu zaman anladı; Kuhn, bilimde paradigmaların* nasıl yer değiştirdiğini gös-
• Paradigma; Bilim adamları toplulugunun bilimsel sorunlara nasıl yaklaşa ca�ını belirleyen. bilimsel araştırmanın yolunu yordamını gösteren, içinde iş �iirenleriyle birlikte bütün bir bilimin bakış açısını yönlendiren kalıplaşmış llrnekçe dizisi; bir bilim dalının tüm çalışanlarından bütünüyle bagıı kalma· sıııı istedigi, evrensel olarak kabul edilmiş bilimsel başarıların sınırlarını en ince ayrıntısına dek çizdigi kavramsal ile kuramsal çerçeve. 'Paradigma' te rimi felsefede özellikle de bilim felsefesinde, olguculuk sonrası bilim felsefe sinin önde gelen düşünürlerinden Thomas Kuhn'un olgucu bilim anlayışına yönelttiği eleştirilerle birlikte yer edinmiştir.
81
teren yazılar yazıyordu. Örneğin, Newton fiziğinin klasik ya pısı, Kuantum fiziğinin yeni ifadesiyle tamamen şeklini de ğiştirmişti. Dalai Lama bu örnekle de gördü ki, hiçbir zaman bilimsel gerçekleri kesin ve değişmez olarak algılamamalı yız; bunun yerine, teorilerin yeni bulunan gerçeklerle uyuş madığı görülünce artık modasının geçtiğini kabul etmeliyiz.
Bilimde gerçeği aramanın bu güçlü mekanizması kendisi ni çok cezbetmişti. Bilimin gerçeğin takibinde kullandığı bu kendi kendisini düzeltme uygulamasıyla, Budist mantığın ruhu arasında paralellikler vardır. Dalai Lama'nın da söyle diği gibi, "Bir şekilde, Budist düşünce ile bilimin yöntembi limleri esas itibariyle birbirine benzemektedirler."