Dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağının insandaki sahip olma tutkusu olduğunu düşünüyorum. Bir toprağa çit çekip "burası benim" Diyen ilk insandan bu yana sahip olma tutkusu ve sahip olunanı kaybetme korkusu insanı en büyük kötülüklere sürüklemiş. Yaşar Kemal bu güzel romanında da bir toprağa sahip olmayan, Orta Asyadan beri konar göçer yaşamış yörüklerin iskân politikası sonrası yerleşik yaşama geçmesini, geçmeyen ve konak göçer yaşamaya devam eden son oba olan Karaçullu obasının kış vaktinde konacak bir düzlük bulamamasını; çektiği sıkıntıları uğradıkları zulmü konu alıyor.
Kitaptaki en can alıcı şey bana göre çaresizlikten kırılan, tek tek insanlarını kaybeden obaya zulmeden, ayak bastıkları dağdan bile ayak bastı parası isteyen köylülerin de onlar gibi yörük olup, yakın zamana kadar da konar göçer yaşayan insanlar olmasıydı. Karaçullu obası hem onların çaresizliğinden rüşvetle istifade etmek isteyen devlet mensuplarının hem de kendi gibi yörüklükten gelme köylülerin baskısına uğruyor. Çocukları öldürülüyor, çadırları yakılıyor, tehtid ediliyorlar.
Mazlum kimdir? Diye düşündüm. Zalim olacak fırsatı bulamamış kişidir belki de. Zira en küçük fırsatta kendisi de aynı sıkıntıları yaşamış olsa bile elindeki gücü daha zayıf olana kullanmaktan imtina etmiyor insanoğlu.
Kitap en çok bunu sorgulattı bana.
Konusunun güzelliğiyle beraber Yaşar Kemal'in okuyanla sohbet ediyormuş gibi olan ve her cümlesi edebiyatla bezenmiş satırları ayrıca güzeldi. Yazarı okumayı sevenler bu kitabını da severek okuyacaklardir.