Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

484 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Hardy’nin yayınlandığı dönemde kiliseyi ve muktedirleri çok rahatsız eden, hatta bu nedenle yazarın son romanı olduğu söylenen orijinal adı ile “Jude the Obscure” dilimize neden “Adsız Sansız bir Jude” olarak çevrilmiş, bilmem. Romanın kahramanı Jude, adı-sanı belli halbuki. Ama döneminin ilerisinde, karmaşık fikirlere sahip ve bu yüzden “obscure”, yani gizemli, anlaşılmaz bir Jude bu. Ve bence, Hardy bu uzun romanına gelen tepkilerden dolayı roman yazmayı bırakıp yazım hayatına çok sevdiği şiir ile devam etmek zorunda kalmış değil. Romanı okuduktan sonra emin oldum ki, o döneme değin üstü kapalı dile getirdiği yenilikçi fikirlerini bu romanında açıkça ortaya sererek, zaten bir başkaldırı, bir son vuruş, öldürücü darbe indirmek istemiş içinde yaşadığı tutucu Viktorya dönemi toplumuna. Darbeyi indirmiş, eleştirileri müstehzi kabul etmiş ve sonuçtan memnun, köşesine çekilmiş. 1800lerin sonu, İngiltere kırsalında, Wessex bölgesinde geçiyor hikaye. Başkent Londra’ya ve entellektüel hayatın merkezi Oxford’a yakın kasabalarda, geleneklerine bağlı kırsal bölge halkının arasında yaşıyor Jude. Anne-babasını hiç tanımamış, yoksul ama okumaya meraklı bu genç adam üzerinden dönemin üç sorgulanmaz tabusunu; baskıcı kiliseyi, burnu havada elitleri ve evlilik kurumuna bakışı üzerinden Hristiyan öğretisini topa tutuyor Hardy. Hakim sınıfın kalıplaşmış değerlerine açıkça savaş açıyor, putları korkmadan taşlıyor. Bugünün bakışı ile anlamak zor, ancak yaptığı o kadar dehşet verici ki; karısı, romanın otobiyografik ögeler içerdiği düşünülecek kaygısı ile Hardy’e zor günler yaşatıyor. Parasız ama okumaya meraklı genç Jude’un hedefi, Christminster’da -bugünkü adı ile Oxford- üniversiteye gidebilmek. Yıllarca eline geçen her fırsatta kitaplar alıp kendini geliştiren Jude, üniversite kapıları kendisi gibi yoksul bir gencin yüzüne kapanınca duvarcı ustası oluyor, tutkularının peşine düşüp evleniyor, başarısız evliliği sonrası kendinden çok daha özgürlükçü fikirlere sahip Sue ile tanışıyor ve aşık olduğu bu kadının isteği ile resmi olarak evlenmeden, toplumun tüm eleştirilerini göğüsleyip, mutlu bir hayat kurmaya çalışıyor. Hardy ilk taşı, üniversite elitlerine atıyor. Üniversite derken, dönemin üniversitelerinin kilisenin hakimiyetinde olduğunu, o yüzden taşın yine dolaylı olarak kiliseye çarptığını unutmamak lazım. O üniversiteler ki, Jude’un değimiyle “beş yıl kadar kısa bir süre içinde bir adamı yontup, budayıp papaz yapıyorlar. Uzun bir kara palto, bir papaz şapkası, bir de asık surat verip ortalığa salıveriyorlar.”. Jude da işte bu kara paltolu seçkin gruba dahil olmak istiyor ama, İncil’in tüm eşitlik mesajlarına rağmen, o ağır kapıları aşamıyor. Diğer taş, evlilik kurumuna iki yüzlü bakışı üzerinden yine kiliseye, bir o kadar da gerçeklere gözünü kapamayı seçen halka gidiyor. Hristiyan öğretisinde evlilik akdi bir ömür için edilen yemin; dolayısıyla kiliseye göre boşanmak mümkün değil. Dönem İngiltere’sinde mahkemede boşanmak mümkün olsa da, Jude’un bulunduğu kırsal bölge insanı için karar mercii kilise. Sevginin, saygının kalmadığı, taraflara acı veren, zorla yaşanılan bir evliliğin kutsallığının kalmadığını haykırıyor Hardy. Her ikisi de yaptıkları evliliklerde mutluluğu bulamamış kahramanları Jude ve Sue’nun aşklarını, mahkemede bile olsa, evlenmeden devam ettirme çabaları bu yüzden; toplumun ve kilisenin iki yüzlü, kokuşmuş ahlak anlayışına baş kaldırıyorlar. Bu yasakları gizlice, yalanlarla aşan bir çoğunun aksine bu ikili açıkça dikiliyor toplumun karşısına ve karı-koca arasına kimsenin, kilisenin bile, giremeyeceğini haykırıyor. Hardy bu zor konuları ele alırken, kiliseyi alaylı bir üslupla yerleştiriyor hedefe. Kimi yerde İncil’den alıntılarla din adamlarının iki yüzlülüklerini vurguluyor, kimi yerde direkt İncil’e saldırıyor -“hayalgücü, daha çok bir elmas tüccarınınki gibi işleyen İncil'in Vahiy bölümünün yazarına kıyasla Jude'unki bir ressamınkine çok daha yakındı.”-. Halktan kopmuş kilise ve elit kesimi Christminster duvarları arkasına hapsediyor; öyle ki Jude bir duvarcı ustası olsa da, o duvarları yıkmaya gücü yetmeyecek. Ama Hardy -ve çileden çıkan kilise de- biliyor ki, Jude’un takipçileri o duvarları yerle bir edecek. Hardy’nin sembolik anlatımı her zamanki gibi çok başarılı. Ancak, aynı kahramanı Jude gibi, kendini eleştireceğini bildiği toplumun değer yargıları ile bireysel inançları arasına sıkışmış, o yüzden de yazarken sürekli karar değiştirmiş izlenimi veriyor. Sue’nun o bitmek bilmez ikircikli davranışları; başlarda özgür düşünceden sonlara doğru bağnazlığa savrulan halleri, sanki yazarın karısının kaygılarını gidermek için yaptığı rötuşlarmış hissi veriyor bana. Başlarda cinselliği insan doğasının bir parçası olarak kabul edip sonlara doğru ayıplaması da sanki bu yüzden. Kadın haklarının öncü temsilcisi gibi ortaya çıkan Sue’nun büyük değişimini yapay, yerin dibine sokmak için uğraştığı utanmaz Arabella’yı ise çok daha gerçek buluyorum. Eh, Jude’un deyimiyle “cinsel aşkın en iyi şartlar altında zayıflık, en kötü şartlar altında da lanet sayıldığı bir dini”, o dönemde bu açıklıkla eleştirmek kolay değil. Bunu unutmadan okumak gerek belki.
Adsız Sansız Bir Jude
Adsız Sansız Bir JudeThomas Hardy · İletişim Yayınları · 19911,141 okunma
·
249 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.