Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

1821 Yunan İhtilalini doğuran olaylar zincirinin anlaşılması için “tarih”e başvurmak, yani geçmişe uzanmak gerekmektedir. Ayrıca Yunan olayı doğal olarak çevreden kopuk, “eşsiz”, kendine özgü bir olay değildir; anlaşılması için dünya kon­jonktürü içindeki yerini saptamak gerekmektedir. Bunun için de “Yunanistan”! ve Hellenler’i, ve doğal olarak Osmanlı Devleti’ni söz konusu dönemde çevreleyen dünyaya yada yöreye de bakmak gerekmektedir. Ama hemen'sorulması ve yanıtlanması gereken soru şudur: tarih içinde ne denli gerilere gitmek ve incelenecek yöreyi ne denli geniş tutmak gerek­mektedir?Kuşkusuz ne denli eskilere gidilirse ve ne denli “geniş” ve etraflı bir yaklaşım seçilirse o denli de etraflı ve daha bü­tünlüklü bir sonuç elde edilecektir. Ancak pratik yer ve zaman sorunları yüzünden, ama daha önemlisi, kimi olayların marjinal bir değer taşıması yüzünden zamanın ve yörenin sınırları, bu gibi konularda bilinçli bir kararla kısıtlanmaktadır. Burada da “dünya konjonktürü” temelde Avrupa ağırlıklı olacak, anımsatılacak dönem ise 18. yüzyılın ortalarından başlatılacaktır. Tarih kesintisiz bir akış oluşturmaktadır. Ancak kimi tarihsel olaylar ve gelişmeler daha büyük bir ağırlık taşır. Yunan îhtilali’ni hazırlayan olayların 18. yüzyıl ortalarından başlayarak ve temelde Avrupa olayları ile ilişkili olarak in­celenmesi oldukça etraflı bir yorumun oluşması için yeterli sayılabileceği söylenebilir.18. yüzyıl, Aydınlanma yüzyılı olarak bilinir. Bu yüzyılda (kimi) insanlar yeni bir anlayışın ışığında yeni bir .inanca yönelmişlerdi: “Mantık”, “bilim” gibi kavramlar genel iyimserlik ve eylem rüzgârları estirmişti. Toplumun değişmesi ve iyileştirmesi, ama daha önemlisi insanın kendisinin de değişmesi ve daha “iyi” ve mutlu olması gündeme gelmişti. Reformlar ve keşifler artık insanları heyecanlandırmaktadır. Bilimsel bir yöntemle “ileri”ye gitmek hemen hemen bir fetişe dönüşmüştü. “Eski düzen” ise kimi çevrelerce kötülenmişti; bütün kötülükler “eski”ye yüklenmiş, eskiden kurtulma hep güzele çıkan bir yol olarak algılanmıştır. Aydınlanma, hürriyet,' ilerleme, insanın değeri, evrensel insanlık, hukuki haklar, insanın mutluluğu, peşin yargılara ve boş inançlara, dinin peşin yargılarına karşı olmak gibi düşünceleri ortaya çıkaran bir hareketti (Sarıca 30-32).Bu yüzyılda ve özellikle yüzyılın ikinci yansında toplumsal yapı, tepede bu yapının yandaşları ruhban sınıfı ile birlikte aristokrasinin çöreklendiği, temelinde ise genelde yoksul köylülerin bulunduğu bir piramit olarak algılandı. Günlük aristokrat yaşam biçimi ile kent ve köylerdeki basit yaşam biçimi (ki genelde romantik bir eğilimle bu yaşam biçimleri abartılmıştı) kalıplaşmış bir biçimde dile getiriliyordu. Ancak zenginlik, ticaretin yoğunlaşması sonucunda yeni zenginler olarak belirmeye başlayan burjuvaların elinde toplanmaya . başlanmıştı; “halk” olduğunu iddia eden yeni bir sınıf güç­lenmişti.' Burjuvalar kent yaşamına yeni bir görünüm vermişlerdi. Bu “orta sınıftan bürokratlar, avukatlar, yazıcılar çıkmaya başladı. Bu sınıf yeni yatırımlardan yanaydı; endüstri ve ti­r caretten yanaydı. Rahat, zengin bir biçimde ve lüks içinde yaşama, aristokratlardan çok, belki de bu yeni sınıfın tut- kusuydu. Bu tutku geleneksel tutucu ahlak anlayışına ve kimi eski inançlara bile zaman zaman meydan okuyordu. Din konularında “deizm”, yani Tanrı’nm günlük yaşamımıza karışmayan tarafsız bir yaratıcı gibi algılanması, “bilimin” bir fetişe dönüştürülmeye başlaması, kilise otoritesini sarsı­yordu. Hristiyanlık’m kendisi olmasa da, kilise örgütü eleştiriye açık bir kurum haline dönüşmeye başlamıştı.Bu arada halkın büyük bir yüzdesi hâlâ köylüydü. Özellikle Doğu Avrupa’da çoğu serflikten kurtulmamıştı. Vergileri ödeyenler onlar, angaryalara koşulanlar onlardı. Gene de İngiltere’den başlayarak tarım üretiminde yenilikler bu yüzyılda hız kazanacaktı. Çocuk ölümleri azalacak, 18. yüzyıl içinde Avrupa nüfusu 130 milyondan 172 milyona çıkacak­tı. ;Siyaset, ekonomi, bilim, edebiyat bu gelişmeleri izledi. Bu dönemde John Locke, Montesqu'ıeu, Voltaire, Nevvton, Adam Smith, David Hume, Ansiklopedistler, vb. kitlelerin ilgisini çekmektedir. “Doğal hak” ve “kişinin haklan” gibi görüşler halk kesimlerine yayılabilmişti. Bu etkiler Amerikan ve Fransa anayasalannda açık bir biçimde görülürler. Fizyokratlar “doğal bir biçimde” yönetilen toplum anlayışını pekiştiriyorlardı. “Faydacılık” anlayışının taraftarları artıyordu.Bu dönem aynı zamanda, devletlerinin vie halklarının alınyazılarım belirgin ve kesin bir biçimde biçimlendiren “aydın despotlar”ın dönemidir; Rusya’da Çar Petro, Çariçe II. Katerina, Avusturya’da Maria Theresa ve oğlu II. Joseph, Prusya’da II. Frederick görülmektedir. III. Selim ve II. Mahmut da bu genel gelişmenin içinde de değerlendirilmelidir.Zamanın başka bir özelliği ülkeler arasındaki mücadelede ittifakların çeşitliliğidir. Büyük Britanya, Fransa, Rusya, Prusya, Avusturya, İsveç ve Osmanlı Devleti arasında her türlü itti­faklar, birbirine düşman olan bloklar, gizli yada açık gruplaşmalar birbirini izlemişti. Birkaç yıl içinde ittifaklar bo­zuluyor, yeni anlaşmalarla yeni dengeler kuruluyordu. Bu ittifakların temel anlayışı dar devlet çıkarları idi. Sınırların genişletilmesi, ticaret yollarının kontrolü, denetim altında tutulacak yöreler yada sömürgeler, güçlenen ve ileride tehlike oluşturabilecek devletlerin zayıflatılması temel kaygılardı. İdeolojik dürtülerle dar devlet çikarlan bir yerde ayırdedilemez olmaktadır.
43 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.