Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hellen Monarşisi
Bu ismi taşıyan, iki yüz sayfalık bir kitap kadar uzun olan ve 1806 yılında İtalya’da yayımlanıp Yunanistan’da da dağıtılan risalenin dile getirdikleri, demokratik yada cumhuriyetçi görüşün tipik bir örneği sayılabilir. Yazarı belli değildir; “anonim bir Hellen” diye tanıtır yazar kendini. “Nomarşi” sözcüğü yazar tarafından türetilmiştir: “nomos”, “yasa” an­lamındadır, “arşi” ise “yönetim” demektir; “Monarşi”ye karşı “Nomarşi” savunulmaktadır.Coşkulu bir yazı üslubu var yazarın. Kilise sert bir biçimde eleştirilir: Çağdışı anlayışı yerilir ve düzen değişikliği iste­mediği için eleştirilir. Risaleye göre Patrikhane ve genelde Kilise, Osmanlı istibdadı ile (“tiranlığı” ile) işbirliği içindedir. Cemaatin ileri gelen kimseleri “aptal insanlar” diye nitelenir; dinin ileri gelenleri “kilise soyguncularadır; Fenerliler “İs­tanbul’un pis zenginleri”dir.Geniş kültürlü bir yazarın kaleminden çıktığı belli olan bir yapıttır Nomarşi. Yazarı uluslararası yasaları, hukuku, zamanın istatistik verilerini bilen bir kimsedir. İnancı da Fransız Devrimi’nin doğrultusundadır. Temel değer “Öz- gürlük”tür. Yazara göre köleliğin varlığı ve özgürlüğün var olmaması insanı alçaltan bir durumdur. Tarihten ve özellikle Antik Yunan’dan örnekler verir bunu kanıtlamak için. Ve- lestinli Regas örnek olarak gösterilir ve çok övülür. “Vatan” için her fedakârlık azdır. “Teokratik” ve “oligarşik” yönetime karşı çıkılır ; bu yönetimlerin halkın bilgisizliğinden yararlanıp onu boyunduruk altında tuttukları görüşü savunulur.Osmanlı yönetimi “iğrenç ve barbar” bir tiranlıktır: ülkenin temel direği olan köylüler hayvanlardan da kötü bir yaşam sürmektedir. Yönetim, sanatkârı, esnafı ve tüccan soymaktadır. Taşrada ve kentlerde yoksulluk, korktı ve umutsuzluk ege­mendir. Bu kötü durumun iki temel nedeni vardır: “cahil kilise” ve “üstün yurttaşların yokluğu”. Özellikle kiliseye en sert biçimde saldırır, kilise hep boyun eğmeyi savunmuştur, der.Yazara göre Batı’da, çeşitli ülkelerde yaşayan Hellenler yirmi binden çoktur. Bunların onda biri “para ve güzel fikirler” açısından “zengindirler”. Bunlar “vatanın düzenlenmesinde yardımcı olabilecek çalışkan ve başarılı” kimselerdir. Kurtuluşu bunlar sağlayacaktır. Yabancılara güvenilmemeli, onlardan yardım beklenilmemelidir. “Bu yalana (yabancı yardima H.M.) inanmayın. Taht sahibi olanlar hep tiran olurlar. Neden efendi değiştirmeyi isteyelim? Biz kendimizi kurtarmalıyız”.Risale beş “kitap”tan ve bir ekten oluşuyor. Girişte “Hellas’m kurtuluşu yolunda katledilen Regas anısına” bir ithaf vardır. Yaklaşık 60 sayfa olan “Birinci kitap”m başlığı “Özgürlük Üzerine”dir. Vatan, atalar, özgürlüğün temel değerleri, top- hamca oluşturulan yasaların gerekliliği ve üstünlüğü, insanın özgür doğası, eşitliğin gerekliliği, köleliğin mutsuzluğu, başkaldırmanın haklılığı, bilimlerin yüceliği ve onlara sahip çıkma gerekliliği, Regas’m girişimleri, özgürlük yolunda fe­dakârlık gibi konular ele alınır.İkinci “kitap” (20 sayfa), “Tiranlar ve Köleler” başlığım taşıyor ve genel olarak ruhban sınıfına karşı bir saldırı oluşturmaktadır. Kilisenin halkı köleliğe yönelttiğini sa­vunmaktadır: “Ruhban sınıfı... tanrısal konuları kullanarak her zaman yurttaşları ezmek istemişler, bugüne dek de cehalet ve yanlış bilgileri yayarak amaçlarında başarılı olmuşlardır”. Hem Hristiyanlık’a hem Bizans dönemine saldırılmaktadır: “Hristiyanlık’ınyerleştiği dönemden 1453 yılma kadar, özgürlük yolları genişleyeceğine ne yazık ki daralıyordu. Ruhban sınıfın ve patriklerin batıl itikatları ve yalan, anlamsız yaşamları, kralların ruhlarını da etkilemiş ve onlar da halkın hakkını gö­zeteceklerine, kendi aralarında kavgalara girişmekten ve dur­madan kiliseler kurmaktan başka bir şey yapmamışlardır. Böylece Hellas’ta üç güç ortaya çıkmıştır: tiranlık, ruhban sınıfı ve Soyluluk; bunlar yaklaşık onbir yüzyıl boyunca Hellenler’i yıpratmışlar, Hellas’ı çökertmişlerdir”:Üçüncü “kitap” (20 sayfa), “Prangada Hellas” başlığını taşıyor. Bu.bölümde “Osmanlı tiranlığı” sergilenmektedir: “Yasalar az, yetersiz ve serttir. Yasalarının ilk emri tiranın yasasını karşı çıkılmaz saymasıdır” (85); “Pazara gitmek için evinden çıkan aile sahibi her insan savaşa gidiyormuş gibi bir güvensizlik içindedir” (87). Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki onüç eyaletinde yaşayan onsekiz milyon halkın, Hristiyan/ “Osmanlı” oranının 115/29 olduğunu söyleyen yazar halkın bü yönetimden çok çektiğini savunmaktadır. Ama gene kiliseye saldırmaktadır: “Ama zavallı (Hellen), kilise haydudunun kudurmuş açlığını da doyurmalidır; başpiskoposlar... susuz­luklarını gidermek için soydaşlarının kanlarını emerler, tiranın işbirlikçilen olurlar...”Konumuzla doğrudan ilişkili olan Dördüncü “Kitap” (50 sayfa), “Tiranın İşbirlikçileri” başlığını taşımaktadır. Bu “kitap”, Beşinci Kitap’la (20 sayfa) birlikte ekte bütün olarak -ve yalnız birkaç konudışı paragraf özetlenerek- verilmektedir. “Ulusun Yeniden Doğuşu” başlığım taşıyan son “kitapta” “kendi kendimizi kurtaralım” tezi vurgulanır. Yazar ekte sonsöz gibi çok kısa bir diyalog da eklemektedir.Dördüncü ve Beşinci “kitap”lardan kimi bölümler “cum­huriyetçi” kesim ile “tutucu” güçler arasında ne denli derin bir uçurumun ve kinin yer almış olduğunu kuşku bırak­mayacak bir biçimde ortaya koymaktadır. Ruhban sınıfına ve soylulara karşı tutum çarpıcıdır. Bu kitapta Osmanlı’ya karşı saldırılar, sert olmakla birlikte azdır.. En büyük düşman, en büyük engel “tutucu güçler”dir:“Değerli Hellenler! Bugüne dek Uranlığın zincirlerine bağlı kalmamızın iki nedeni vardır: birincisi ruhban sınıfının cehaletidir. İkincisi işe üstün yurttaşlarımızın yeterince çok olmamalarıdır... Sinod, Patriklik tahtını Osmanlı sadrazamından büyük bir para karşılığında satın almaktadır.; Sinod bu tahtı en fazla kârı verene yeniden satar ve bu satın alana da Patrik adını verir! Patrik ise bu tahtı satın almak için borç aldığı paraları ödeyebilmek için taşra kiliselerinin gelirini (iltizam, kesenek sistemi, H.M.) başpis­koposlara, onlar da sırasıyla astlan piskoposlara satarlar Pis­koposlar da Hristiyanlar’a satarlar, yani sarf etmiş olduklarım elde edebilmek için halkı soyarlar. Yani bu düzen içinde tayinler, altın adına böyle gerçekleşir... Bu onik'i aptal (Sinod) üyesinin gururu ve sapık ruhları, sebep oldukları masrafları, sık sık değişen pat­riklerle halk içinde yarattıkları yıkımı görmelerini engellemektedir; onların tek düşündüğü yaptıkları masraflar ve kârlarıdır... Baş böyle olunca, okuyucu başpiskoposlarında nasıl olacağım kolayca tahmin edilebilir Ama bunlar, cehalet konusunda patriği ve Sinod’u da aşmaktadırlar. Çünkü Sinod patriği istediği kıvama getirmek için para harcarken, bu parayı doğrudan gene patrikten geri al­maktadır, patrik de harcamalarını fazlasıyla başpiskoposlardan almaktadır. Ama başpiskoposlar paranın bir bölümünü pisko­poslardan almakta ama geri kalanını Hristiyanlar’dan alabilmek için eyaletlerindeki Osmanlı yöneticilerini taklit ederler. Zaten bu yöneticilerle kendileri arcısındabir tek fark var: başpiskoposlar yöneticilere para verir, onlar da başpiskoposlara istedikleri kadar çalma hakkını tanırlar... Ama kirli ruhları daha neler düşünmez ki! Şu kadarını bilin ki, onlar ne yaparsa tek para için yaparlar ve onlara para verildiği zaman her türlü günahları affetmeye hazırdırlar. Hellenler’in ruhban sınıfı işte öylesine barbar ve aşağılık bir duruma gelmiştir. Başpiskopos yöresinde istediğine ruhbanlık hakkını satar, sonra bu görevlinin işine son verir yada sürgün eder ve bu hakkı yeniden başka birine satar: Borç para alır ve geri vermez- Hiç kimse onlara karşı çıkmayayeltenemez, çünkü hemen aforoz edilebilir, sürgüne gönderilebilir ve servetine el konulabi­lir...” Yazar kilisenin anlayışına, ideolojisine ve ruhban sınıfının yaklaşımına karşı saldırısını kişisel saldırılarla, papazların özel hayatlarını kınayarak ve alaya kaçarak devam eder: “Bu başpiskoposlar metropollerinde acaba nasıl yaşarlar, erdemleri nasıldır? Onlar yiyip içmektedirler, domuzlar gibi. Geceleri ondört, öğleden sonra da iki saat uyurlar. Yılda iki kez ayin yaparlar, ve yem ek yemedikleri, içmedikleri ve uyumadıkları zamanlar insanın aklına gelmeyecek en ayıp ve alçak hesapları yaparlar. Günâhın lağımına öylesine batmışlardır ki bunlar, paraya boğulup zenginleşirken, halkın iniltileri onlara rüzgâr fısıltısı gibi gelmektedir". İki dip notta tam antiklerikal bir saldırı görüyoruz: “Bir görgü şahidinden duyduğuma göre bugünkü Yany a metropoliti kahvaltı diye iki okka yoğurt, İkindide ise kılçıkları ayıklanmış yarım okka sardalyeyi kaşıkla yer" ve “Herkesin bildiği gibi Arta, Grebena ve Yanya’daki metropolitler, tiranın işbirlikçi hainleridir. Bunlardan üçüncüsü herkesin bildiği gibi tirana secde etmiş, vaftiz babası olurcasına torununun saçlarını kesmiştir. Arta’daki metropolit ise, kahraman Sulililer’i ele vermiştir. Her üçü de cinsel sapık ve açgözlüdürler, zina yaparlar, eşcinsel ve açıktan açığa oğlancıdırlar”. Sonuç: “Kimgörmez, hey Hellenler, ruhban sınıfının Hellas’a neden oldukları yıkımı?... Bu cahiller “özgürlük" sözünü duyunca ölümcül bir günahla karşılaşmış gibi oluyorlar... Bu insanlar gerçekten barbar, aşağılık ve açıkça vatanın ye hattâ İsa’nın da düşmanlarıdırlar”.Rahibeleri de rahat bırakmaz: “Bir genç manastır rahibesi, her gece başmelek Cebrail’in odasına geldiğini ve kendisi ile konuştuğunu söylüyordu. Öteki rahibeler ona, birkaç ay boyunca azize gözü ile baktı. Ama dokuz ay sonra genç rahibe bir Cebrail yavrusu doğurunca rahibelerona kin beslediler. Rahibe uzun bir süre azize sayıldı, ama filozof insanlığın barbarlığına bakıp ağladı”.Sonra Pederler Öğretisi’nde yer almış blan “tutucu güçler”in görüşleri eleştirilmektedir: “Yoksa bütün bunları teselli olsun diye söylüyor olmayasınız? Allah belanızı versin, size- de avutmalarınıza da! Bu teselli, üzüntünün kaynağından da kö­tüdür; ve tek sağladığı daH ellenler’i ilelebet teselliye layık in­sanlar durumunda bırakmaktır. Sîzler bağırıp şöyle diyorsunuz: ‘Sevgili insanlar, Osmanlı tiranlığını bize buyuran Tanrı’dır, günahlarımız yüzünden, bize cezay ermek için; ve bu dünyada bize acı çektirerek ölüm sonrası hayatta, sonsuza dek sürebilecek olan bir Cehennem’den kurtarmaktadır’. Hey doğru sözün, yani İsa’nın düşmanları! Bu kötü ve yersiz tesellinizle, Hellenler’in, Uranlığa kin besleyip özgürlüğe kavuşmaya çalışacaklarına, tam tersine Uranlığı sevmelerine ve basit bir biçimde düşünerek, ‘bu dünyada açı çekersek gelecekte Cennet’e sahip olacağız’ diyerek, bu Uranlığın altında yaşam akla kendilerini mutlu bile saya­caklarını nasıl görmezsiniz?” Ve gene: “Bakın ne diyor bu pis ve aşağılık insanlar?‘Böylesinebüyük bir devleti nasıl yeneriz? Biz kendi kendimizi yönetemeyiz. Bu denli iyi kalpli ve iyi bir kralı nasıl bulabiliriz? Özgürlük de ne demekmiş? Özgürlük diye bir şey, tarih içinde ne olmuştur, ne de olabilir? Bunca kan neden aksın? Osmanlılar böyle bir amacımızın olduğunu anlar anlamaz hepimizi koyun gibi doğrarlar, bundan kötü ne olabilir?’ ve buna benzer şeyler. Bütün bunlar aklı başında insana masal gibi gelir, ama basit ye kolay kanan insanlara bunlar kehanet gibi, yanlışsız öngörüler gibi gelmektedir ve korkak ve Yahudi yürekli insanları korkutmakta ve birçoklarını da aptallaştırmaktadır”.“İşte böyle Hellenler! Bugünkü Hellen ruhban sınıfının ne denli özgürlük yolunu engellediği ve gizlediği gereği kadar açık bir biçimde açıklanmıştır; bugüne dek Osmanlı Uranlığı altında olmamızın en büyük nedeni bunlardır”. .Ulusal değil, sınıf ağırlıklı bir anlayışla “düşmanlan” saptar: “Demek istediğim, ulusumuzun kötü talihi sonucu, Hellas top­raklarında doğmuş olup Hellen sayılan kimselerdir; bunlar yüzünden vatanımız daha uzun bir süre kölelik altında yaşamıştır. Bunlar.; bir şans sonucu çok paraya ve çok kusura konmuş olanlardır; başkalarını düşünmeden memnun yaşarlar. Bunlar rezd arhontlar (arkhontes-soylular), cimri ve cahil başpisko­poslardır. Bunlar küstah ve gerçekten cemaatin barbar ileri gelenleridir (proestos’lardır). Her soruya cevap yetiştiren ca­hillerdir. Bunlar ki her zaman herkese tavsiyede bulunurlar. Nihayet bunlar ki aşağılık bir ruh ile, kendi özgür istekleriyle tirana yaşamlarını, varlarını yoklarını ve namuslarını sattıktan sonra, başkalarından, yani zorla köle durumunda olanlardan başka türlü olmakla da böbürlenirler... Hellas düşmanı, Fenerli pis bir arhontun Osmanlı ordusunun düzenlenmesi için çalışmaya başladığını ve savaş tekniğini de öğrettiğini duydum. Ne ayıp, bu nasıl kötülüktür!”Bu risalenin en ilginç bölümü “dış yardım” konusundadır. Fransız yardım umudunun sönmesinden sonra, Koraes’de de gördüğümüz gibi, “cumhuriyetçiler” ulusun kendi ola­nakları ile ayaklanması ve özgürlüğe kavuşması yönünde bir yaklaşıma geçmişlerdi: “Yoksa başka soya ait yabancı bir müstebitin (dynâstes - müstebit kral yada güç, tiran anlamında, H.M.) bize özgürlüğü sağlamasını mı bekliyorsunuz? Aman Tanrım! Hellenler daha ne kadar böyle düşünecek, bu yalana inanacaklar? Neden bir kez olsun geçen olaylara bakıp, geleceği de öngörmeyelim? Yabancı kralların (dynâstes) tek düşün­düklerinin kendi yararları için başkalarını zarara sokmak ol­duğunu kim bilmez?... Hey Hellenler, bugün erdemin tahtlarda bulunmadığını bilmez misiniz? Özgürlüklerini kıskandıkları için, bugünkü yabancı büyük kralların, Hellenler’e köleymişler gibi kin beslediklerini bilmez misiniz? Ama bu krallardan kimilerinin Hellen dostu olduğunu farzetsek bile, bunların kendi başlarına, bir şey yapamayacaklarını, etrafındaki kurullarının ise bize karşı ya düşman yada ilgisiz olduklarını, yada alt tarafı ahlâk açı­şından duygusuz bozulmuş olduklarını bilmez misiniz? Hellas başka yabancı bir kral tarafından Osmanlı boyunduruğundan kurtulduğu zaman gerçekten mutlu olacağım mı sanırsınız? Sahi mi, bunu mu beklersiniz? Bu tür yalanlardan neden uzak tut­mazsınız Hellenler’i? Bir tahta oturanların (kralların, H.M.) olsa olsa farklı bir tirandan başka bir şey olmadıklarını Hellenler’e neden öğretmezsiniz. Kendi başımıza özgür olabilecekken, neden efendi değiştirelim? Başka yabancı bir egemenlik daha mi hafif olacak sanırsınız? Bunun da gene bir boyunduruk ol­duğunu bilmez misiniz? Kulaklarınızı ve gözlerinizi İtalya’ya çevirin, iniltilerini dinleyin, gözyaşlarına bakın; ve yabancılar tarafından kurtuluşa varmanın ne demek olduğunu anlayın. Siz, özgürlüğünüzü yabancılara borçlu olduğunuzu kabul eder mi­siniz, buna tenezzül eder misiniz?... Gene tekrar ediyorum, Osmanlı Devleti ncısıl olsa yıkılacaktır. Eğer ulusumuz yaban a bir devlet (krallık) tarafından ele geçirilirse felaket olur. Bu durumda Hellenler artık Hellen olarak kalm ayacaktır; yavaş yavaş geleneklerini kaybedecekler, gene köle olarak yaşayacaklar, gene yüzyıllar boyunca özgür olmayacaklardır”.Risalenin sınıf bilinci taşıyan anlayışına daha önce deği­nilmişti. “Aydınlanma” hareketiyle Fransız Devrimi etkisini duyuran bu bölümler “ulus” sorunlarını aşan bir ideolojinin etkisini ortaya koymaktadır: “(Paranın keşfi sonucunda) lüksün ortaya çıkmasıyla insanların ahlâkı bozuldu ve sonunda para insanlar arasında fazladan iki cins yarattı. Erkek ve kadından başka, bugün üçüncü b'ır cins vardır, yani zenginler cinsi; ve'bir dördüncüsü yoksullar cinsi... Lüks, parası çok olana yalnız sahibi olduğu topraklar üstünde çalışmamayı ve koyunlarını gütmemeyi öğretmekle kalmadı, aynı zamanda yatağını hazırlamadıklarında uyumamayı, yemeğini hazırlamadıklarında yememeyi vb. da öğretti. Parası olmayan ise parası olanın yanında çalışmaya mecbur kaldı... Aklı olup düşünebilen, halkın yüzde doksan-- dokuzunun yaşamadığına, kendileri için değil de bir tek kişi için çalıştıklarına bakıp nasıl ürpermez? Ve kim bu duruma bakıp gerçek nedeni anlamaz. İnsanlar yalnız maddi ve manevi açıdan paranın kölesi olmakla kalmadılar, aynı zamanda insanlar da paranın kıstası oldular, fazla altını olan fazla insan satın ala­biliyor. Bundan kötü ne olabilir ki? İnsanlar öylesine bozuldu ki, Osmanlılar’ın, aynen Britanyalılar’la olduğu gibi, “bugün on tane insan satın aldım’ dediklerini utanmadan işitebiliyoruz... Başkalarına böyle yukarıdan bakanın, sertlikle dövebilenin, küfreden ve aşağı görenin başkalarına kıyasla fazla nesi var. ki? Neden, neden birine köle, ötekine efendi diyoruz? Neden zengin içip y iyebilmekte, uyuyabilmekte, eğlenebilmekte, yorulmamakta ve emir verebilmekte, oysa yoksul boyun eğmekte, hep çalışıp yorulmaktcı, yerde yatmakta, susuz ve aç kalm aktadır?’’Hellen Nomarşisi cumhuriyetçi bir metindir. Köleliğe, monarşiye, krallı rejimlere karşı olması doğaldı: “Şeref aşkıyla dikkatli düşünün. Yabancı devletlerin temsilcilerinin vaatleri sizleri aldatmasın. Bunlar kendileri öylesine köledirler ki, kendi ayıplarını örtmek için kölelerin sayısını artırmaya çalışıyorlar. Bunlar hep krallara ve altınaboyun eğerler. Bunlardan hiçbiri, para ve asker feda ettikten ve Osmanlı’yı kovduktan sonra sizleri özgür bırakmayacaktır! Bir deprem gelsin, bir sel gelsin bütün Hellenler’i yok etsin, daha iyidir, eğer yeniden yabancı bir b o ­yunduruğun altına gireceksek!” Ve Fransa ile kölelik konusunda aynı adımları atmamış olan Ingiltere de yerilmektedir: “Afrika her yd birçok insanı feda etmektedir; gururla Britany altlar’ın ve başkalarının doymaz açlığı ile bu insanlar (köleler, H.M.) Amerika’ya atılmakta ve orada yerin altını kazarak maden çıkarmaktadırlar. Bu zavallı insanların yüzde onunun bir yıl içinde kurtulmaları (ölmemeleri, H.M.) büyük şans sayıl­maktadır. Sürünmekte, dayak yemekte, öldürülmekte ve acı çekmektedirler. Sık sık toprak kaymaları sonucundayüzlercesi canlı canlı toprak altında kalm aktadırlar”.Yazar risalesini bir ayaklanmaya çağrı olarak hazırlamıştı. Regas ve Koraes anılmakta ve övülmektedir. Osmanlı Dev­leti’nin zayıflamış ve yıkılmak üzere olduğu savunulmaktadır. Eğitim Hellenler arasında yaygınlaşmıştır; her tarafta okullar açılmaktadır. Hellenler’in karakteri de özgür bir düzen için uygundur. Yazar Batı’ya göçmüş olanların da yurda dönmeleri için çağrıda bulunmaktadır. Kurtuluş yakındır; kilise bile artık eski etkinliğini kaybetmiştir, insanlar “tutucu” güçlerden eskiden olduğu gibi çekinmemektedirler: “Artık ‘özgürlük’ kelimesini, ileri gelenler yada başrahipler duyar ve, son za­manlara kadar yaptıkları gibi, onları dinsiz ilan eder korkusu ile söylememezlik etmiyor, kölelerde bulunması olanaksız olan bir cesaretle bu kelimeyi söyleyebiliyorlar”.Nomarşi temelde özgürlüğü savunan bir kitaptır: “özgürlük olmazsa, ne hak sağlanır, ne eşitlik, ne sevgi, ne irfan, ne namus... Özgürlükten yana her mücadele haklıdır... Gerçek bir yurttaşın yaşamı, ya özgürlük için yâda özgürlük içinde son bulmalıdır... Vatan sözünün anlamını yalnız özgür olanlar anlayabilir... Özgür yaşam olmayacaksa ölüm yeğdir... Köle ruhların içinde dostluk da yaşayam az.... İnsanlar arasında uyum da özgürlükle sağ­lanabilir...” Kitabın ilk 65 sayfası özgürlüğe bir methiyedir.Tutucu güçlerin baş desteği Patrikhane ve Kilise ile burjuva ideolojisine böylesine bağlı batıcı kesim arasında uzlaşmazlık kaçınılmazdı. Aforoz mekanizması işletilecek ve yazı düellosu yıllarca sürecektir. Nomarşi’nin yazarına göre baş düşman- tutucu kilisedir.Yunan Bağımsızlık Savaşı başladıktan sonra, Trizina Meclisi diye tanınan ve ilk devrimci hükümetlerden biri olan kongrelerden birinde (1827), Patrikhane’den bağınisız bir kilise kurma eğilimi dile getirilmişti. 1833’te ise yeni devletin ilk aldığı kararlardan biri Patrikhane ile her türlü ilişkiyi kesmek olmuştu. Yeni kurulan Atina kilisesini ise Patrikhane 1850 yılma dek tanımamıştır
·
344 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.