Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

1929 Ağlama Duvarı Olayları
Batı ya da Ağlama Duvarı kalıntılarına Yahudilerin ulaşma hakkı üzerine patlak veren tartışmalar, mandanın başlangıcından beri gelişen topluluklar arası düşmanlıkların odak noktasını oluşturuyordu. Yahudiler duvarı kutsal bir mekân olarak görmüşler ve Ortaçağ'dan beri dua etmek, eski İsrail krallığının yıkılmasının yasını tutmak üzere oraya gitmişlerdi. Duvar ve yakın çevresi Islami mabetlerin en eskilerinden Kubbet-üs-Sahra ve el-Aksa Camii'nin bulunduğu Harem el-Şerifin batı mesnedi olduğundan Müslümanlar nezdinde de dini bir mekândı. Manda döneminde duvar vakıf olarak kabul edilmişti, dolayısıyla Müslümanların yetki alanında kalıyordu. Yahudilerin duvarı ziyaret etme hakları varsa da, dua sırasında kadınlarla erkekleri ayırmak için iskemle, sıra ya da paravana koymalarına izin verilmiyordu. Dini konularda statükoyu sürdürme politikasıyla İngilizler, bu kısıtlamaların yürürlükte kalmasını kabul ettiler. Ancak Yahudi eylemciler sürekli olarak kurallara karşı geldiler ve 1928 yılı sonlarında Ingiliz polisi, bölgeye yerleştirilmiş bir paravanla onu yerleştirenleri oradan zor kullanarak çıkarttı. Yahudilerin bu harekete itirazları, şiddeti müftü ile Yüksek Müslüman Konseyi'nin Siyonizmin İslamiyet'in kutsal yerleri adına büyük tehlike arz etmeye başladığı konusunda bir kampanya açmalarına neden oldu. Duvarın statüsü üzerinde bir yıl süren iddialar ve karşı iddialardan sonra 1919 Ağustos ayında şiddet olayları başladı, Yahudi gösterilerinin kışkırttığı Arap toplulukları Kudüs'te iki Yahudi mahallesine saldırdılar, Hebron ve Safad kentlerinde Yahudileri öldürdüler. Ingiliz güçleri gösterileri bastırdığında 133 Yahudi ve 116 Arap ölmüştü. Gösterilerin sebebi, dini bir yerin gelecekteki statüsünün belirlenmesi gibi görünse de, gerçek sebepler çok daha derinlerdeydi. İngilizler bu sebepleri araştırmaya karar verdiler. Londra, Eylül 1929'da Filistin'e neredeyse sürekli olacak komisyonlardan ilkini gönderdi. Sir Walter Shaw başkanlığındaki heyete, bir önceki ayın şiddet olaylarının sebeplerini araştırma görevi verilmişti. Komisyon, raporunda gerilimin başlıca kaynağının, manda içinde topraksız bir Arap sınıfının yaratılması ve Arapların süregelen Yahudi göçünün Yahudi hakimiyetinde bir Filistin'le sonuçlanacağı korkusunun olduğunu bildirdi. Shaw komisyonu, İngiltere'nin Arap toplumuna yükümlülüklerinin daha kesin bir ifadeye kavuşturulmasını, Yahudi göçü üzerindeki İngiliz kontrolünün arttırılmasını ve toprak transferlerinden sonra Arap kiracıların yerlerinden atılması uygulamasından vazgeçilmesini tavsiye etti. İngilizler Shaw Komisyonu raporunu ele alacak yerde Filistin'e başka bir soruşturma komisyonu göndermeye karar verdiler. Hope-Simpson Komisyonu, raporunu 1930 yazında tamamladı ve onun tavsiyeleri Passfield Beyaz Kağıdı (1930) olarak anılan Ingiliz politikasına alındı. Beyaz Kâğıt, İngiltere'nin mandater devlet olarak ikili yükümlülüğünü vurguluyor ve hükümetin topraksız Arapların yerleşmesi amacıyla devlet arazisi ayıracağını belirtiyordu. Aynı zamanda, Filistin'in sınırlı ekonomik kapasitesi olduğunu deklare ederek Yahudi göçüne kısıtlama getirilmesini öneriyordu. Passfield Beyaz Kağıdı Arap şikayetlerinden bazılarını ele almışsa da, göçün sınırlanması Siyonistlerce kabul edilecek bir şey olmadığından belgenin tamamen geri çekilmesi için girişimlere başladılar. İngiliz ve Amerikan Yahudi toplumlarının ileri gelen üyelerini arkasına alan Weizmann, hükümete yönelik müthiş bir baskıya başladı ve bu kampanyasında başarılı oldu. 1931 Şubat ayında Başbakan Ramsay MacDonald, Avam Kamarası'nda Weizmann'a yazdığı ve Passfield Beyaz Kağıdı'nın geri alındığını bildirdiği mektubu okudu. Araplarca Kara Mektup olarak bilinen belge, Siyonist baskı gruplarının İngiltere hükümetinin kararlarını etkileyebileceğine olan inançlarını pekiştirmişti.
Sayfa 284 - Agora KitaplığıKitabı okudu
·
46 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.