Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Aklı başındalık, düşünüp-taşınıp, tartıp, tercih etmeye yönelik bir erdemdir ve bir anlamda pek çok erdemin ustasıdır. Bu bağlamda basiret ve zeka gibi yine ruhun bu kısmına ait erdemler, aklı başındalığın kalfası, ruhun diğer kısmındaki karakter erdemleri ise çırağı konumundadır. Öte yandan erdemlere yönelik doğal eğilimin söz konusu olduğu yerde bu çırak ve kalfalar bir de ustalarının sözünü dinlerse, işte o zaman tam erdem ortaya çıkar. Aklı başındalık, erdemlerin başı değildir. Nitekim bilgelik ona tabi değildir, bilakis aklı başındalık, bilgeliğe tabidir. Bu bağlamda aklı başındalık, bilgeliğin reis olduğu hanenin baş kahyasına benzer. O halde ruhun akıl sahibi yanına ait olan düşünce erdemleri, kabaca bilimle düşünme yetisinin birleşimi olarak bilgelik ve zekayla basiretliliğin birleşimi olarak aklı başındalıktır. _Aklı başındalığa ilişkin bir alt erdem olan “ne istediğini bilmek”, farkında olmadan iyi şeyler yapan değil de, yalnızca ne istediğini bilerek iyi eyleyen kişinin özelliğidir. _Ruh; akla sahip olan ve akıldan bağımsız olan olmak üzere iki kısma ayrılır. Akla sahip olan kısımda aklı başındalık, bilgelik ve bunlar gibileri ortaya çıkarken, akıldan bağımsız yanda ise karakter erdemleri, yani ölçülülük, adalet, yiğitlik vs. bulunur. _Ruhun akıl sahibi yanı ikiye ayrılır: Tartan yan ve bilimsel yan. Bilimsel yana dahil olan, bilimi, bilinebilir olanları tanıtlama ve ayrıntılı bir biçimde temellendirmedir. Düşünme yetisi (nous) ise düşünülebilir olanların ilkelerine dairdir; nitekim bilim tanıtlanabilir olanlarla birlikte yürür, ama ilkeler tanıtlanamaz, dolayısıyla bilim ilkelere dair olamaz, ama düşünme yetisi olabilir. Bilgelik (sophia) ise bu ikisinin birleşimidir. _Sahip olunan her neyse, onu etkin kılmak, ona sahip olmaktan daha iyidir. Söz gelişi gözün ereği görmenin ta kendisidir. İşler olmayan bir göze sahip olmayı kimse istemez. Erdemlere sahip olmakla erdemli davranışlar aynı derecede değillerdir. _Karakter erdemleri, aşırılık ve eksiklik tarafından yok edilebilirken, aklı başındalığın ya da bilgeliğin fazlası zarar değildir. Söz gelişi korkmamak iyidir, ama hiçbir şeyden korkmayan biri yiğit değil, çılgın olur ki, burada karakter erdemi olarak yiğitlik ortadan kalkmış demektir. Erdemler, alışkanlık kazanarak edinilir. _Adalet bir nevi eşitliktir; hakkı gözetmeye ilişkin bir erdemdir. Bu bağlamda da bir orta, dolayısıyla bir erdemdir. Fakat bu kısasa kısas ya da herkesin her şeyden eşit miktarda verip eşit miktarda alması gibi bir eşitlikten ziyade, oran bakımından bir eşitliktir. Eğer hak oranın söz konusu olmadığı mutlak anlamda bir eşitlik olsaydı ve bu bağlamda herkes ürününü karşılıklı olarak takas ediyor olsaydı, söz gelişi mimarın kunduracıdan ayakkabı alabilmesi için bir ev vermesi gerekecekti. Para, tam da bu problemi çözebilmek ve orantıyı sağlayabilmek için icat edilmiştir. _Dürüst biri, yasa boşluklarından yararlanıp bunları çıkarına kullanmak şöyle dursun, yasa koyucunun boş bıraktiğı durumlarda hakkı olandan azını almaya razı olandır. Böyle biri aynı zamanda 'düşünceli' biridir de, nitekim düşünceli olan yasa boşluklarını kendine hak görmekten ziyade onları ayıklayan, elekten geçiren, eleştiren biriyken, dürüst olansa buna uygun şekilde eyleyendir. _Erdem; duygulara hakim, iyi durumda ve dengeli olma durumudur. Duyguların aşırılığına da eksikliğine de yenik düşmeden duygular konusunda ortayı bulabilmek olsa gerektir. _Erdemlerin sınıflandırılması: _Saygınlık, kendini beğenmişlikle yılışıklığın; şakadan anlarlık, şaklabanlıkla hödüklüğün; Yiğitlik, ödleklikle çılgınlığın; ölçülülük, taşkınlıkla ilgisizliğin; yumuşak başlılık, kolayca sinirlenmeyle öfkesizliğin; cömertlik, savurganlıkla pintiliğin; yüce gönüllülük, kendini bir şey sanmayla alçakgönüllülüğün; eliaçıklık, gösteriş meraklılığı ve elisıkılığın; isyan, hasetle fesadın; ağırbaşlılık, utanmazlıkla utangaçlığın; dostluk, yağcılıkla husumetin; sahicilik de yapmaaklıkla sahtekarlığın ortasıdır. _Kendine hakim olamama yahut iradesizlikle mecburiyeti karıştırmamak gerekir. Nitekim zorla yahut mecburen yapılan eylem, nedeni ve ilkesi failin dışında olan eylemdir. Kendine hakim olamamada ise, ruhun akıllı yanının ve diğer yandaki karakter erdemlerinin failin iştahına, dolayısıyla arzusuna, yüreklilik, ve isteklerine söz geçirememesi söz konusudur ki, bu tamamen içsel bir nedendir. Yani, birinin kendine hakim olamaması sonucu yapıp ettiği şeylerin nedeni de ilkesi de o kişinin ruhundadır, içindedir; dolayısıyla burada zorla yapılanla temel bir karşıtlık söz konusudur. O halde kendine hakim olamayan biri buna bağlı her ne yapıyorsa bunu istemeden yapmıyor demektir. _İsteyerek yapılan her şeyin aynı zamanda bir tercih olduğunun düşünülmemesi gerekir. Nitekim görüldüğü üzere kendine hakim olamama sonucu yapılanlar da isteyerek yapılan birer eylemdir ve bunların birer tercih olduğunu düşünmek yersiz olur. Zira tercih her şeyden önce bir hakimiyettir ve tercihte iştah ve düşünüp taşınma bir aradadır. Söz gelişi bir anlık öfkeyle, düşünüp taşınmadan birini pataklamak mümkündür. Bu, bir kendine hakim olamama durumu da olsa, anlaşıldı ki, isteyerek yapılan bir şeydir. Öte yandan bunun bir tercih olduğu söylenemez. Tercih yapmayı arzuladığımız şeyi düşünüp taşınıp yapıp yapmamayı tartmanın, bu konuda tereddüde düşmenin ardından gelen bir karardır. Bu bağlamda tercih edilen her şey isteyerek yapılmıştır, ama isteyerek yapılan her şey tercih edilmiş değildir. _En iyi iyi, bir tam erek olacak, yani kendisi bir başka öte erek için seçilir olmayacak. _Mutluluk, yetişkin bir özgür vatandaş için ruhta bulunan erdemlerin yaşam boyu işler halde olmasıdır. (yani çocuk, kadın, köle olmayacak, özgür vatandaş olacak.) _Mutluluğun ön koşulu olan erdem, bir denge durumudur. Erdem, duygulara, daha ziyade acı ve hazlara ilişkindir. Hazlara ve acılara ilişkin denge, iyi şeylerden haz, kötü şeylerden acı duymaktır. Başına iyi şeyler geldiğinde ya da iyi şeyler yaptığında haz, kötü şeyler yaptığında ya da başına kötü bir şey geldiğindeyse acı duymak iyi bir şeydir, zira kişiyi iyiye yönelten, onu iyi şeyler yapmaya teşvik eden hazların, ayak bağı olmak şöyle dursun, yeri geldiğinde iyiye doğru birer teşviktir. Hazlarla ilgili asıl risk, duyguların akılla yapması gereken işbirliğini terk etmesidir. Acıdan azade olmak da bir nevi hazdır. Mutlulukla hazzın yakından ilgilidir. Mutlulukla yakın ilişkili görünen bir diğer mesele ise talihli olmak. Nitekim tam erek olan mutluluğa erişebilmek için tam olabilmek, dolayısıyla da yetişkin bir erkek, bir özgür vatandaş olmak gerektiği söylenmişti. Bunun için de öncelikle varlıklı bir aileye doğmak ve erkek olmak gerekiyor. Ayrıca zaman bakımından da bir tamlık gerekliydi, dolayısıyla gencecik ölmemek de önemli. Ayrıca erdemli olabilmek, düşünüp taşınabilmek, aklıbaşında, bilge olabilmek için de boş zaman gerekli ki, bu da dış iyilere (sözgelişi zenginlik) sahip olmayan biri için neredeyse imkansız. Zira dış iyilere sahip olmayan biri erdemlere kafa yormaktan önce kendi refahını arttırmayı düşünecek, bu uğurda tüm zamanını harcaması gerekecektir. _Dostluk; haz, fayda ve iyilik temelli dostluklar olarak üçe ayırılır. Öte yandan iyilik üzerine kurulu bir dostluk diğer ikisini beraberinde getirecektir, nitekim taraflar bu gibi bir dostluktan hoşlanacak, keyif alacak ve böylesi bir dostluk onlara faydalı olacaktır. Nitekim kötü birileri doğal olarak çıkar ya da haz temelli dostluklara meyleder, iyi birileriyse diğer ikisinin zaten beraberinde geleceğini de bildiklerinden, iyilik üzerine kurulu dostluklar geliştirirler. Dostlar birbirlerine kendilerine nasıl muamele edilmesini istiyorlarsa öyle muamele etmelidir. Dostlar ancak fedakarlığın getireceği güzellik veya asalet konusunda bencil olmalı. Öte yandan, kendine yeten birinin bile dosta ihtiyacı vardır, nitekim birlikte yaşamak ve birlikte hoş vakit geçirmek elzemdir ve tek başına yaşayan birinin iyilik yapacak kimsesi de yoktur ki, bu durumda mutlu da olamayacaktır, kaldı ki mutlu olmayan biri için kendine yeter demek de saçmadır. _Kabul ettiğimiz başlangıç noktalarının uygun olması gerekir. Birinin, üçgenin iki dik açıya eşit olduğunu göstermek istediğinde ruhun ölümsüzlüğünden hareket etmesi saçma olurdu. Öte yandan iyi olanlar hususunda da, uygun bir başlangıç noktası olmaması dolayısıyla, İyi İdeasına başvurmadan diğerleri hakkında temellendirme yapılabilir. _İyi'nin kaç farklı anlamda kullanıldığı üzerine konuşmayı deneyelim. Nitekim iyilerin bazıları değerli/onurlu olanlar, bazıları övgüye değer bulunanlar, bazılarıysa imkanlardır. Değerli olanlardan kastım tanrısal olan, daha iyi olan (sözgelişi ruh, düşünme yetisi), daha kadim olan, köken/ilke/iktidar ve bunlar gibi diğerleri. Övgüye değer bulunanlar ise, erdemler gibidi; zira kendileri uğruna ortaya konan eylemlerin sonucunda ortaya çıkarlar. İmkanlar ise hakimiyet, zenginlik, güç ve güzellik vb. İyinin dördüncü ve son çeşidi ise bir başka iyiyi koruyan ya da yaratandır, sözgelişi sağlığı yaratan ve koruyan idman ve buna benzer diğerleri. _Bir şey, kendisi uğruna yapılan diğerlerinden genel olarak ve daima daha iyidir. Sağlık, sağlık için yapılanlardan daha iyidir. _Erekler(hedef) arasında tam olan, tam olmayandan daima daha iyidir. Tam olan bir iyi, mevcudiyeti hiçbir ihtiyaç bırakmayandır, tam olmayan ise mevcudiyeti daha fazlasına ihtiyaç duymamızı engellemeyendir, söz gelişi adalet sağlandığında bile birçok başka şeye ihtiyaç duyabiliriz, ama mutluluğa eriştiğimizde başka bir şeye ihtiyacımız kalmaz. O halde bu, yani mutluluk, araştırmakta olduğumuz 'bizim için en iyi olan'dır, yani tam erek. Gerçekten de, tam erek iyidir ve iyi olanların ereğidir. ___ _Önsöz_ _Magna Moralia, Aristoteles'in etiğe ilişkin üç temel eserinden biridir. Diğerleri Nikomakhos'a Etik ve Eudemos'a Etik'tir. Diğerlerinde olup da Manga Moralia'da işlenmeyen temel mesele, asıl mutluluğun temaşa hayatında olduğu konusudur. _Aristoteles, etiği politikadan ayrı bir dal olarak görmez. Bu bağlamda Aristoteles, Magna Moralia'nın hemen başında, etiğin konusu 'iyi' olduğundan ve politika en iyi bilgi türü ya da beceri olduğundan, ayrıca her bilgi türü bir iyiyi hedeflediğinden, etiğin dahil edildiği politikanın da "en iyi iyi" hakkında olması gerektiğini ifade eder ve 'iyi'den kastın bizim için, insan için iyi olan olduğunu hatırlatır. _Aristoteles, 'iyi'ye ilişkin çeşitli ayrımlar yapar ve bunların arasında onurlu olanları, övgüye değer bulunanları, imkanları ve kendisi erek olan bir başka iyiyi koruyan ya da ortaya çıkaranları sayar. İyilerden ise bir başka ereğe götürenlerin erdem olamayacağını gösterir. Nitekim zenginlik gibi imkanlar iyi birilerinin elinde iyiye, kötü kimselerin elinde kötüye kullanılır, halbuki erdem kendi başına iyi bir şey olmalıdır. Dahası, bunlar her yerde ve herkesçe tercih edilebilir şeyler değillerdir. Söz gelişi adalet ve diğer erdemler her yerde ve herkesçe tercih edilirler, ama güç, zenginlik ve yetenek ne her yerde tercih edilir ne de herkesçe. Aynı şekilde bir ereğe götüren araç da aranan 'iyi' olamaz, çünkü mademki en iyi iyi aranıyor ve erek her daim kendisi uğruna var olan araçtan daha iyidir, kendisinden daha iyi bir şeyin uğruna olan, iyi bir şey olsa bile en iyi iyi olamaz. O halde en iyi iyi bir tam erek olacak, yani kendisi bir başka öte erek için seçilir olmayacak. _Peki, bu tam erek, bizim için en iyi iyi ne olabilir? Aristoteles bunun cevabını "iyi eylemek ve iyi yaşamakla aynı şey" addettiği "mutluluk" olarak verir. İyi eylemek ve iyi yaşamak ise erdemlere uygun yaşamaktır ki, erdemler ruhtadır. Dolayısıyla mutluluk ruha dair bir şeydir, nitekim ruhtaki iyiler güzellik, sağlık gibi bedene ait iyilerden daha iyidir. _Aristoteles, ruhta duygular, yetiler veya imkanlar ve huyların bulunduğunu söyleyerek, erdemin yerinin de ruh olmasından hareketle, erdemlerin bunlarla ilişkisini ya da bunların hangisi türünden bir şey olduğunu belirlemeye girişir. _Aristoteles, Sokrates'in iyi veya kötü olmanın bize bağlı olmadığına, kimsenin isteyerek kötü olamayacağına yahut kusur işlemeyeceğine, bunun bizim dışımızda geliştiğine ve bunun kaynağının iyi ve kötüye ilişkin bilgisizlik olduğuna yönelik iddialarıyla hesaplaşır ve yasa koyucuların iyi eylemlere ödül, kötü eylemlere ceza atfettiğini, insanların da iyi eylemleri övdüğünü, kötüleri ise yerdiğini hatırlatarak, iyi ya da kötü olmak bize bağlı olmasaydı bunun ne denli saçma olacağını gösterir. Doğal varolanların daima bir takım ilkelerden hareketle söz konusu ilkeleri zorunlu olarak takip eden davranışlar türettiklerini ve kendilerine benzer yeni varolanların üremesini sağladıklarını, fakat insanın burada bir istisna olduğunu ve ilkelerini güncelleyip bunlardan yeni ve farklı eylemler türetme yetisine sahip olduğunu söyler ve bunun da iyi veya kötü olmanın elimizde olduğuna bir başka kanıt olduğunu ifade eder. _Aristoteles, güzel ve iyi olmaya değinir ve söz konusu terimin erdemli olmaya işaret eden güzel ile asil olmaya işaret eden iyinin türetilmiş bir sıfat olduğunu söyler. _Aristoteles, erdemli olmadan bahsederken kullandığı "sağ akıl uyarınca" ifadesini açma ihtiyacı hisseder. Buna göre, sağ akla uygun olandan kasıt, ruhun akıl sahibi olmayan kısmının ruhun akıllı yanıyla işbirliğini kesmemesi, onun kendi işini yapmasını engellememesidir. Zira ruhun akıl sahibi yanının tartan ve tercih eden kısmına ait bir baş erdem olan aklıbaşındalığın ustalığı ya da baş kahyalığı olmadan, karakter erdemleri, kendilerine eylem alanında yer bulamaz. Bu bakımdan sağ akıl uyarınca eylemek mutluluk için olmazsa-olmazlardan biri olsa gerektir. _Y.Gurur Sev ___ _1. Kitap_ _Mademki karaktere (ethos) dair meselelere ilişkin konuşmayı seçtik, ilkin 'karakter' incelemesinin hangi bilim’in bir dalı olabileceğini araştırmalı. Onun politikadan başka bir şeyin dalı olduğu düşünülemez. Zira belli bir biçimde, demek istediğim iyi biri olmayanın politik ilişkilerde hiçbir şey başarması mümkün değildir; iyi biri olmak ise erdemlere sahip olmaktır. Dolayısıyla eğer biri politik ilişkilerde başarılı olmak istiyorsa, onun karakteri iyi olmalı; o halde, görüldüğü üzere, karakter hakkındaki uğraşı politikanın bir dalı ve başlangıç noktasıdır, _İlkin erdem üzerine konuşmalı: Nedir ve hangi <ilke>den çıkar? Zira belki de nasıl ve hangi <ilke>den olduklarına kulak vermeden erdemleri kavramanın hiçbir yardımı olmaz tıpkı bilimlerde de olmadığı gibi. _Erdem hakkında konuşmayı ilk deneyen Pisagor’du. Erdemleri sayılara indirgeyerek erdemlere hiç uygun olmayan bir görüş ortaya koydu; nitekim adalet aynı sayıyla aynı sayının <çarpımı> değil. Ondan sonra daha kapsamlı konuşan Sokrates ortaya çıktı. Ona göre erdemler de ruhun akıllı kısmında ortaya çıkar ki, bundan da onun erdemleri bilim yapmasının ruhun akıldan bağımsız kısmını devre dışı bıraktığı, öte yandan bunu yaparak duygu ve karakteri de ortadan kaldırdığı sonucu çıkar. Bu yüzden de o, erdemleri doğru bir şekilde kavrayamamıştır. Platon doğru bir biçimde ruhu akıl taşıyan ve akıldan bağımsız yanlara ayırdı ve her birine uyan erdemler atadı. Bu noktaya kadar güzel (kalas), ama bu noktadan itibaren hiçbir şekilde haklı değildi. Zira erdemlere ilişkin uğraşıya 'iyi'ninkini (agathon) de kattı ki, bu doğru değildi, zira uygun değil. Nitekim var olanlara ilişkin hakikatten konuşurken erdemlerden söz etmemeli; zira bunlarla öncekiler arasında ortak hiçbir şey yok. _Tüm bilgi türlerinin ve becerilerin bir ereği olduğunu, bunun da 'iyi' olduğunu görmek gerekir; nitekim hiçbir bilgi türü ya da beceri bir 'kötü'nün uğruna değildir. Öyleyse, eğer tüm becerilerin ereği bir 'iyi'yse, açık ki, en iyi <becerilerin ereği> de <iyilerin> en iyisi olsa gerek. Öte yandan, politika becerilerin en iyisiyse, onun ereği de iyilerin <en iyisi> olsa gerektir. O halde, 'iyi' hakkında konuşmalı, ama yalın anlamıyla iyi hakkında değil, bizim için iyi olan hakkında. _Acaba İyi İdeasından mı, yoksa tüm iyi olanlarda içkin olan ortak bir şeyden mi <bahsetmeli>? Zira bunun ideadan başka bir şey olduğu düşünülebilir. Nitekim idea müstakil ve kendi başınadır. _Tanım neyin iyi olduğunu ifade eder, ama hiçbir bilgi türü ya da beceri kendisi erek olan iyi hakkında konuşmaz; kaldı ki bunu temaşa etmek başka bir becerinin <işidir> (nitekim ne hekim sağlığın iyi bir şey olduğunu söyler, ne de mimar evin; biri sağlığı yarattığını ve bunu nasıl yaptığını söyler, diğeriyse evi). Böylelikle açık ki politika da ortak olan iyi hakkında konuşmamalı. _Bir bütün olarak 'iyi'yi inceleyen hiçbir bilgi türü ya da beceri yoktur. Neden? Çünkü 'iyi olan' tüm kategorilerin içindedir. Nesnede, nitelikte, nicelikte, zamanda, bağıntıda ve basitçe hepsinde. Zaman bakımından iyi olan hekimlik zanaatinde hekim tarafından, denizcilikte kaptan tarafından, her bir zanaatte ise o zanaatin <ustası> tarafından bilinir. Nitekim <hastanın bacağının> ne zaman kesileceğini bilen hekimken, <denize> ne zaman açılmak gerektiğini bilense kaptandır. _İyi olan üzerine ve en iyi olan üzerine ve bizim için en iyi olan üzerine konuşmalı. _Sokratesin erdemleri, bilim yaparken haklı sayılmazdı. Zira hiçbir şeyin işe yaramaz olmaması gerektiğini düşündü, ama onun için erdemlerin bilim olmasının sonucu erdemlerin işe yaramaz hale gelmesi oldu. Neden? Çünkü bilimler hususunda bir bilimin ne olduğunun bilinmesi aynı zamanda bilim adamı olmayı beraberinde getirir ancak erdemler hususunda bu böyle değildir. Nitekim adaletin ne olduğunu bilen herkes, tam anlamıyla adil değildir. Diğer erdemler için de benzer şekilde. Sonuç ise erdemlerin işe yaramaz olduğu ve bilim olmadıklarıdır. _Eğer en iyiyi ararken onu diğerleriyle beraber değerlendirirsek, bu sefer o kendisinden de daha iyi olacak. Bu durumda saçma bir sonuç çıkacak ortaya. Bu durumda belki de en iyi olanı bu şekilde aramamalı. O halde bir biçimde onu bunlardan ayırmalı mı? Yoksa bu da mı saçma olacak? _En iyi'yi incelerken doğru olan karşılaştırma biçimi hangisi? Söz gelişi bu iyilerden teşkil olan mutluluğun kendisini onun oluşumuna katılmayan iyilerle karşılaştırmak 'en iyi'yi dosdoğru biçimde incelemenin yolu bu olabilir mi? Söz gelişi biri tüm iyiler birbiriyle karşılaştırıldığında aklıbaşındalığın bunların arasında en iyi olduğunu söyleyebilir. Ancak en iyi 'iyi'yi bu şekilde aramak doğru olmayabilir. Aramakta olduğumuz 'en iyi' bu değil, ne de 'en iyi' bu şekilde .aranabilir. _İyi'ler bir başka ayrıma da sahiptir. Nitekim iyilerin erdemler gibi bazıları ruhtayken, sağlık, güzellik, dış iyiler (zenginlik, hakimiyet, onur, vb.) gibi bazıları ise bedendedir. Bunların arasındaysa ruhta olanlar daha iyidir. Öte yandan ruhta bulunan iyiler ise üçe ayrılır: Aklıbaşındalık, erdem ve haz. _Bir şey için hem sahip olma hem de kullanım söz konusu olduğunda, kullanım sahiplikten daima daha iyi ve daha tercih edilir bir şeydir. Nitekim kullanım ve etkinlik erek iken, sahip olmak kullanım uğrunadır. Bazı şeyler için erek etkinliğin ve kullanımın kendisi olur, sözgelişi görmede kullanım göze sahip olmaktan daha tercih edilir bir şeydir, zira erek kullanımdır. Nitekim kimse, eğer hiç görmeyecek ve gözlerini kapalı tutacaksa, göze sahip olmak istemez. Duyma ve bu gibi diğerleri için de benzer şekilde. _Ruh, kendisi aracılığıyla yaşadığımız şeydir. O halde ruhun erdemleri sayesinde iyi yaşayabiliriz. _Mutluluk erdemlere uygun yaşamda olsa gerektir. İmdi mademki en iyi olan iyi mutluluktur ve bunun işler/etkin hali erek ve tam erektir; erdemlere göre yaşayarak mutlu olabilir ve en iyi iyiye sahip olabiliriz. _Yalnızca ruh taşıyanlar beslenebilirler; eğer beslenenler yalnızca ruh taşıyanlarsa, o zaman beslenmenin nedeni ruh olsa gerektir. Mademk düşünüldüğü üzere, ruhun kendisi aracılığıyla beslendiğimiz bir yanı var, buna da 'besleyici' diyoruz. Zira bunun var olması makul, en azından taşların kendilerini besleme imkanından yoksun olduğunu görürüz. _Biri ruhun bu kısmının da bir erdemi olup olmadığını sorabilir. Zira eğer varsa, açık ki buna uygun etkinlikte bulunmak da gerekecek, nitekim mutluluk bir tam erdem etkinliği. İmdi bunun bir erdemi olup olmadığı, başka bir tartışma. Ama eğer olsa bile, onun etkinliği yoktur. Zira onun doğal eğilimi yoktur, bunların etkinliği de olmaz. Bu kısımda - tıpkı ateşteki gibi - doğal eğilim varmış gibi görünmüyor. Zira beriki içine her ne atsanız tüketecek, ama eğer atmazsanız, yakalamaya yönelik hiçbir doğal eğilim göstermeyecek. Bu, ruhun söz konusu kısmı için de bu şekilde; eğer besin atarsanız, beslenir, eğer atmazsanız, beslenmek için hiçbir doğal eğilim sergilemez. Bu yüzden de ruhun bu kısmının ne etkinliği vardır, ne de doğal eğilimi. Dolayısıyla da bu kısım mutluluğa hiçbir katkıda bulunmaz. _Mutluluk, erdemin etkinliğidir. Erdem, en iyi haldir. ************* Nikomakhos'a Etik _Yüce gönüllü, kendisinin büyük şeylere layık olduğunu düşünen ve gerçekten layık olan kişidir; çünkü layık olmadığı halde bunu düşünen aptaldır; oysa erdemli kişilerden hiçbiri aptal ya da düşüncesiz değildir. Buna karşı layık olmadığı halde kendini büyük şeylere layık gören kendini beğenmiş kişidir. Pısırık hem kendine oranla hem de yüce gönüllünün kendine layık gördüğüne oranla [kendini değerlendirmede] eksik kalır. Oysa kendini beğenmiş kişi yüce gönüllüye değil, kendisine oranla [kendini değerlendirmede] aşırıya kaçar. _Doğru yaşamanın esası ihtirasları ve duyguları akıl tarafından kontrol etmektir; her türlü aşırılıktan kaçınmak ve doğru ortayı tespit edip ölçülü (itidalli) bir şekilde yaşamaktır. Erdem budur. Erdem, akıl vasıtasıyla doğru ortayı tespit edip doğru tercih etmektir ve doğruyu yapa yapa, insanın bu tarz yapmayı alışkanlık haline getirmesidir ve böylece doğruyu yapmanın insanda huy (tabiat) haline gelmesidir. Mutluluk da erdemli yaşamaktır. İnsanlar içgüdülerine, arzularına, ihtiraslarına göre yaşama eğilimindedir. İnsan, hazzı arar, acıdan kaçar. Herkes ihtirasları yönünde eylemlerde bulununca da insanlar arasında çatışmalar, gerginlikler olur; sonuçta huzur kalmaz; o toplulukta sulh olmaz, insanlar mutsuz olur. Bu tarz yaşama mümkün olan tek yaşama tarzı değildir. Davranışlarda uçlarda bulunmanın kişinin ruhsal bakımdan eğitimsizliğini ele verdiğini söyleyebilirim. Bunlara göre erdemli insan, huy ve davranış bakımından aşırılıklardan ve yeterli ölçüde olmamadan ortaya doğru yaklaşan, arzularını yönetebilen, hal ve tavırlarında ölçülü olabilen akıllı kişidir. Bu insan akılla eylemektedir. Dolayısıyla erdemlidir ve dolayısıyla mutludur. _Bireyi belirleyen ve onun nasıl davranıp nasıl davranmayacağına olanak sağlayan, içinde yaşadığı toplumun genel siyasi ve ahlaki yapısıdır. Bir kentin insanları iyiyse, tek tek hepsi iyi olacaktır. _Adalet, yasaya uygun olanda ve eşitliği gözetende, adaletsizlik ise yasaya aykırı olanda, eşitliği gözetmeyende olur. Yasal olan şeyler bir anlamda haklı şeylerdir. Yasalar ise herkes için konur. Adalet, erdemin bir parçasıdır değil, erdemin bütünüdür; karşıtı olan adaletsizlik ise kötülüğün bir parçası değil, kötülüğün bütünüdür. Adaletli eylemin, haksızlık etmek ve haksızlığa uğramanın ortası olduğu açıktır; çünkü biri daha fazlaya öteki daha aza sahip olmaktır. Adalet de bir ortadır, ama öteki erdemlerin olduğu şekilde değil; o, orta olanın özelliğidir; adaletsizlik ise uçların özelliğidir. Adaletsizlik bir aşırılık ve eksikliktir, çünkü fazla ve az olanı tercih eder. _Ruhun evet ya da hayır derken onlarla doğruya ulaştığı şeylerin sayısı beştir. Bunlar sanat, bilim, aklı başındalık, bilgelik ve akıldır. Kabul ve sanı ile ise yanlışa düşülebilir. Bilimsel bilginin nesnesi zorunludur, dolayısıyla ebedidir, ebedi şeyler ise doğmamış ve yok edilemez şeylerdir. _Bilgelik, bilgilerin en sağlamıdır. Bilge yalnızca ilkelere dayanan şeyleri bilmekle kalmamalı, ilkeler konusunda da doğruyu bulmalı. Dolayısıyla bilgelik, en değerlilerin başını çeken bir bilim olarak bilim ile akıldır. Oysa aklı başındalık insansal şeylerle ve üzerinde düşünüp taşınılacak şeylerle ilgilidir. _Kötülük, kendine egemen olmama ve canavarlık gibi erdemsizliklerle bunların karşıtları olan erdem, kendine egemen olma ve kahramanca ve tanrısal erdemlerdir. _Mutluluk hiçbir şeyden yoksun değildir, kendine yeter. Kendine yeterlik şey en çok teori etkinliğidir. Akıl insandaki tanrıca ise, akla uygun yaşam da insan yaşamındaki tanrıca bir olacaktır. İnsan için en uygun yaşam akla uygun yaşamdır. _Mutluluğa ulaşmak için bir şeyler yapar insanlar: Zengin olurlar, savaşırlar, çırpınırlar. İşte, tam da budur anlatılmak istenen. Peki, mutluluk bir tek başına, başka şeyler de vermez mi insana? Mesela, zenginlik, onur, şan, şöhret ya da iyi bir yaşam vermez mi? Mutlu olduğunu söyleyip de yoksulluk içinde yaşayan olabilir mi, veyahut zindanda küçük bir hücrede çok mutlu olduğunu söyleyecek olan kişi gerçekten mutlu mudur? Peki ya tam tersine ne demeli? Varlıklı olan bir kimse ya da onurlu ve iyi bir hayat süren bir kimse yine de mutlu olamayabilir mi, mutluluğa eremeyebilir mi? _Bir tek insanın mutluluğundan bahsetmenin aslında mümkün olmadığını da söyleyebiliriz. Bundan kasıt, toplumun bir parçası olmayan bireydir. Böyle bir varlık da ya insandan üstün bir varlıktır ya da insandan aşağı. _Mutluluğun, erdem, aklıbaşındalık, bilgelik, haz ve genel iyilikten ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Onun, mutluluğu, ne sadece bilgeliğe, ne iyi olmaya, ne hazza, ne de sadece sağlığa, yani bedensel iyiliğe indirgemediğini görüyoruz. Bütün bu koşulların bir şehirde sağlanması demek, o şehrin iyi bir anayasayla yönetilmesi demektir. İyi bir anayasayla yönetilen şehir dışında mutluluğu aramak da herhalde boşa bir çaba olurdu. Çünkü onun burada mutluluktan bahsederken bir tek bireyi kendi başına yaşayacağı bir mutluluğu anlamadığını, dahası böyle bir şeyin mümkün olabileceğini düşünmediğini söyleyebiliriz. _Eylemsizlik içinde bulunan bir kimse, karakter olarak erdemli olsa bile erdemli sayılamaz. _Mutluluk güzel, iyi ve hoş şeylerin hepsinden de pay alır. Mutluluk, her insanın arzuladığı şey olduğuna göre, insan böyle şeyleri arzular. _İnsanla diğer canlılar arasındaki en önemli farklardan biri de erdemli olmak olduğuna göre ve mutluluk da erdemli bir etkinlik olduğuna göre o halde insan dışındaki canlıların ve akıldan yoksun, ya da ondan yeterince pay alamamış, dolayısıyla neyin iyi neyin kötü olduğunu ayırt edemeyip bu tür davranışlarda bulunması söz konusu olmayan insanların mutluluğundan söz etmek söz konusu değildir. _Eğer bir kimse talihin bir cilvesi olarak mutlu anlardan, mutsuz anlara sürükleniyorsa; bu kimse eğer, erdemli olmaya devam ederse, bu doğrultuda eylemde bulunursa, yani aklın yasalarına göre hareket edip iyi olmaya devam ederse, zaten o kimse yine de mutluluktan öyle ya da böyle pay alacaktır. _Herkesin aradığı ve tercih ettiği şey, iyi olduğunu düşündüğü şeydir. Aranılan iyi ise mutluluktur. Mutluluk anlayışı kişiden kişiye değişebilir; realitede ama asıl mutluluk ruhun erdeme uygun bir tür etkinliğidir. _Erdem, cins bakımından huydur. Nasıl bir huy olduğu da şöyledir: Her erdem neyin erdemi ise, onun iyi durumda olmasını ve kendi işini gerçekleştirmesini sağlar. Örneğin, gözün erdemi gözü ve onun işini erdemli kılar; çünkü gözün erdemi sayesinde iyi görürüz. Aynı şekilde atın erdemi atı erdemli kılar; iyi koşmasını, binicisini iyi taşımasını ve düşmanların karşısında kaçmasını sağlar. Bu her şeyde böyleyse, insanın erdemi inanın iyi olmasını ve kendi işini iyi gerçekleştirmesini sağlayan huy olmalıdır. Biri aşırılık, öteki eksiklik olan iki kötülüğün ortasıdır; kötülük etkilenimlerde ve eylemlerde gerekenden aşırısı ya da eksiğidir, erdem ise ortayı bulma ve tercih etmedir. Bunun için varlığı bakımından ve ne olduğunu dile getiren söz bakımından erdem orta olmadır; en iyi ile iyi bakımından ise uçta olmadır. Ama her eylem ile her etkilenimin orta olması söz konusu değildir; nitekim bunlardan kimi adlarında kötülüğü içerir. Sözgelişi hasetlik, arsızlık, kıskançlık; eylemler için de zina, hırsızlık, adam öldürmedir. Öyleyse bunlarda isabetli olmak olanaklı değildir, hep yanlışa düşmek söz konusudur. _Mutluluk, en iyi, en güzel ve en hoş şeydir. erdemin ödülü ve en iyi amaç olarak görünüyor, tanrısal bir şey ve kutlu. Mutlu kişi hiçbir zaman sefil olmaz. Nitekim tanrıları kutlu ve mutlu sayıyoruz, insanlardan da en tanrısal olanları. _Muhteşem insan cömerttir ama cömert mutlaka muhteşem değildir. _Her sanatın, her eylem ve tercihin, iyiyi arzuladığı düşünülür. Bu nedenle iyi, arzulanan şeydir. Her bilgi ve her tercih bir iyiyi arzuladığına göre, siyasetin arzuladığını söylediğimiz şey ve tüm yapılabilecek iyilerin en ucundaki şey nedir? Hem sıradan kişiler hem de seçkin insanlar ona mutluluk diyorlar. Ama mutluluğun ne olduğu tartışma konusudur. Çoğunluğun ondan anladığı da bilge kişilerinkiyle aynı değil. Kimi apaçık, belli şeyleri, sözgelişi haz, zenginlik, onuru anlıyor, kimi de bir başka şeyi; çok kez aynı kişi bile başka başka şeyleri anlıyor, örneğin hasta olunca sağlığı, yoksul düşünce zenginliği; kendi bilgisizliklerini bilenlerse, büyük ve onları aşan şeyler söyleyenlere hayran kalıyorlar. _İyinin ve mutluluğun yaşam biçimlerine bağlı sayılması pek akla aykırı görünmüyor; çoğunluk ve kaba saba insanlar bunların hazda olduğunu düşünürler; bundan dolayı da haz yaşamını severler. _İyiler üç kısma ayrılmıştır. Bazıları dış iyiler, bazıları ruhla ve bedenle ilgili iyiler dendiğine göre, ruhla ilgili olanlara en başta ve tam anlamda iyiler denir. _Erdemi sevenlerin yaşamı, hazza ayrıca gereksinim duymaz, hazzı kendi içinde taşır. Bu böyle ise, erdeme uygun eylemlerin kendileri hoş olsa gerek. Bu eylemler ayrıca iyi de güzel de olur, hem de en üst derecede olur. O halde mutluluk en iyi, en güzel ve en hoş şeydir. _Mutluluk acaba öğrenilebilir ya da alışılabilir veya başka bir şekilde gerçekleştirilebilir bir şey midir? Yoksa bir tanrı vergisi olarak mı ya da bir rastlantı sonucu mu gelir? Mutluluk tanrı vergisi olmayıp da erdemle ya da belirli bir öğretim ya da eğitimle gelse bile, en tanrısal şeylerden görünüyor; çünkü o, erdemin ödülü ve en iyi amaç olarak görünüyor, tanrısal bir şey ve kutlu. Mutluluğun, ruhun erdeme uygun bir tür etkinliği olduğunu söyledik. Dediğimiz gibi bir insana mutlu diyebilmek için her erdemin tamı hem de yaşamın tamı gerekli. Erdeme aykırı etkinlikler ise mutluluğun tersini yaratır. Çünkü gerçekten iyi ve aklı başında kişinin, talihinin cilvelerine onurlu bir şekilde katlanacağını ve elindekilerle hep en iyi şekilde davranacağını düşünüyoruz, tıpkı iyi kumandanın, bulunduğu ordugahı savaşa en uygun şekilde kullanması, iyi ayakkabıcının da ona verilen derilerden en iyi ayakkabıyı yapması gibi, öteki sanatçıların da. Bu böyle ise, mutlu kişi hiçbir zaman sefil olmaz. Nitekim tanrıları kutlu ve mutlu sayıyoruz, insanlardan da en tanrısal olanları. İnsansal dediğimiz erdem ise bedenin değil, ruhun erdemidir; mutluluk da ruhun bir etkinliğidir, dedik. _Biri düşünce erdemi, diğeri ise karakter erdemi olmak üzere iki tür erdem vardır. Bunlardan, düşünce erdemi daha çok eğitimle oluşur ve gelişir, bu nedenle de deneyim ve zaman gerektirir; karakter erdemi ise alışkanlıkla edinilir, _Bilgisizlikten dolayı bir şey yapan ve bundan tedirgin olmayan insan, yaptığını bilmediğine göre isteyerek yapmamıştır ama üzüntü duymadığına göre istemeyerek de yapmamıştır. O halde bilgisizlikten dolayı bir şey yapanlardan, pişman olan için istemeyerek yaptı denebilir ama pişman olmayan için ötekinden farklı olduğundan isteyerek yapmadı ifadesini kullanalım. İstemeyerek yapmanın nedeni bilgisizliktir. Bilgisizlikten dolayı yapılan, tümüyle, istenerek yapılan değildir; üzüntü ve pişmanlık getireni istenmeyerek yapılandır. _Tercih, isteyerek yapılan bir şey gibi görünür ama aynı şey değil çünkü isteyerek yapılan daha kapsamlıdır. Nitekim isteyerek eylemde bulunma çocuklarla ve hayvanlarda da görülür ama tercih görülmez. Birdenbire yapılanlarda da isteyerek yapılanlar denir ama tercihe göre denmez. Akıl sahibi olmayanlarda tercih yoktur ama arzu ve tutku ortaktır. Kendine egemen olmayan kişi tercihle değil, arzuyla davranır; oysa kendine egemen olan kişi tersine, arzuyla değil, tercihle davranır. Tercih, isteme de değildir. Çünkü olanaksızların tercih edilmesi söz konusu değildir. Biri olanaksız bir şeyi tercih ettiğini söylerse, aptal olduğu düşünülür, oysa olanaksızların da istenmesi söz konusudur. O halde tercih edilmiş şey, elimizde olan şeyleri düşündükten sonra arzu edilen şey olduğuna göre, tercih de kendi elimizde olan şeylerin enine boyuna düşünülmüş arzusu olur; enine boyuna düşünerek karar verdiğimizde, düşünüp taşınmamıza uygun arzu etmiş oluruz. İstenen, amaç olduğuna göre; enine boyuna düşünülen ve tercih edilenler ise amaca götürenler olduğuna göre, bunlarla ilgili eylemler tercihe bağlı ve isteyerek yapılan eylemler olsa gerek. Erdemlerin etkinlikleri de bunlarla ilgili. Demek ki erdem de, aynı şekilde kötülük de elimizdedir. _Korkulması gereken şeylerden ve gerekli nedenlerden dolayı gerektiği şekilde ve gerektiği zaman korkan, cesaret edilmesi gereken şeyleri yapmaya cesaret eden kişi yiğittir; çünkü yiğit kişi yakışan biçimde ve aklın gösterdiği şekilde etkilenir ve eylemde bulunur. _Haz düşkünü, hoş şeylerin tümünü ya da en hoş olanları arzu eder ve arzuları onu güder, öyle ki bunları başka şeylere tercih eder. Bunun için hem bunlara ulaşamadığında, hem de bunları arzu ettiğinde acı çeker; çünkü arzu acıyla birlikte gider, oysa haz yüzünden acı çekmek aykırı görünüyor. Haz yokluğunda acı duymayana ölçülü denir. Ölçülü kişi sağ aklın gösterdiği şekilde arzu duyar. Ölçülü kişi gerekenleri, gerektiği şekilde, gerektiği zaman arzu eder, akıl da bunu buyurur. Ölçülülük, hazlar konusunda bir orta olmadır; acılarla ise daha az değişik bir biçimde ilgilidir. Haz düşkünlüğünde fazla para sarfedenlere de hovarda denir. _Zenginliği de en iyi kullanacak kişi mal konusunda erdeme sahip olandır; işte cömert kişi böyledir. Cömert kişinin özelliği, gereken yerden almak ya da gerekmeyen yerden almamaktan çok, gereken yere vermektir; çünkü erdemin özelliği iyilik görmekten çok, iyilik yapmak ve çirkin şeyler yapmamaktan çok, güzel şeyler yapmaktır. Cömertlik mal konusunda bir orta olma olduğuna göre, cömert kişi gereken şeyler için gerektiği kadar verecek ve harcayacaktır; İhtişamlı olma mal-mülk konusunda bir erdem sayılır; ama yalnızca büyük harcamalarla ilgili. Bunlarda büyüklük bakımdan cömertliği aşar. Yakışan, harcayana, harcadığı duruma ve harcadığı şeye göredir. Küçük şeylerde ya da ölçülü şeylerde değere uygun olarak harcayana değil, büyük şeylerde böyle harcayana muhteşem denir. Nitekim muhteşem insan cömerttir ama cömert mutlaka muhteşem değildir. Bu huyun eksikliğine eli sıkılık, aşırılığına ise gösteriş budalalığı veya kaba-sabalık ve bu gibi adlar verilir. Yücegönüllülük büyük şeylerle ilgilidir. _Öfke konusunda orta olma sakinliktir; ortanın, hatta az çok uçların da adı olmadığından ötürü, ortaya sakinlik diyoruz; aslında sakinlik adsız olan eksikliğe doğru kayıyor. Aşırılığa öfkelilik denebilir; çünkü duyulan, öfkedir; öfke uyandıranlar ise pek çok ve çeşitlidir. Demek ki gereken şeylere ve gereken kişilere karşı ayrıca gerektiği şekilde, gerektiği zaman ve gereken süre öfkelenen kişi övülür; sakin kişi bu olsa gerek, eğer sakinlik övülüyorsa. _Aklı başında kişinin işi, sağlıkla, iyi yaşama ile ilgili olarak nelerin kendisi için iyi ve yararlı olduğu konusunda yerinde düşünebilmektir. _Dostluk sevilmekten çok sevmekle ilgilidir. Eşitliğin dostluğun ruhu olduğu söylenir, 0iyi kişilerin eylemleri de ya aynı ya da benzer, bu tür dostlukların kalıcı olması akla uygundur. Nitekim bu dostlukta dostlarda bulunması gereken tüm nitelikler bir aradadır. _İnsanlar hoş şeyleri tercih eder, acı verenlerden ise kaçar. Göründüğü gibi, bunu söylemek yerinde ise, her bir şeyin ölçüsü erdemdir. Erdemli biri olduğu için kişi iyi olur, iyi kişiye öyle görünenler haz, onun hoşlandığı şeyler hoş şeylerdir. Herhangi birine hoş görünen şeyler erdemli kişiye hoş görünmüyorsa şaşmamalı, insanlarda pek çok bozulma, sapkınlık var. Bunlar gerçekten hoş şeyler değil, yalnızca böyle kişiler için, bu tür yatkınlığı olanlar için böyle. _Arzu ve hazlar belli ölçülerde, yani gerektiği ölçüde olduğu takdirde sorun oluşturmayabilir ama ona göre yaşamda arzu ve haz değil, erdem esas alınmalıdır. Erdem de akla uygun eylemlerden oluşur. Buna göre bütün eylemlerde akıl az veya çok devreye girer. _İyi olanın amaçla temellendirilmesini; yani, kendisi amaç olan, bir başka şeyin amacı olmayan, kendisi için aranan bir şeyden bahsediliyor. Bu durumda, mutluluktur, bir bakıma söz konusu olan. Çünkü mutluluk hiçbir zaman başka bir şey uğruna tercih edilmez, o kendisi için tercih edilir ve kendine yeter bir şeydir. _İnsanın akıl sahibi bir varlık, insanın işinin ise ruhun akla uygun, ondan yoksun olmayan etkinliği olduğunu söyler. _Üstün insan: “Kendini boşuna tehlikeye atmaz. Çünkü onu kaygılandıran pek az şey vardır. Ama önemli durumlarda hayatını bile seve seve verir. Bazı şartlarda yaşamanın anlamı olmadığını da bilir. İnsanlara yardıma koşar, kendisine yardım edildiğinde ise utanır. İyilik, bağışlamak bir üstünlük belirtisidir. İyilik görmekse bir alçalmadır. Kamu gösterilerine katılmaz. Sevdiği sevmediği ortadadır. İnsanları ve nesneleri umursamadığından dürüst davranır, açık konuşur. Gözünde hiçbir şey fazla büyük olmadığı için, hiçbir şeye de fazla hayranlık duymaz. Ancak dostuna karşı alttan alır, aksi taktirde bu tür davranış bir köle özelliğidir. Garez nedir bilmez, olayları unutur, yürek incitecek şeyler üzerinde durmaz. Konuşmak için can atmaz. Övülmek veya yerilmek onu ilgilendirmez. Düşman da olsa başkaları hakkında kötü konuşmaz, ancak o kişi kendi kendinin düşmanıysa iş değişir. Ağırbaşlı davranır, sesi toktur sözleri ölçülüdür, telaşlı değildir. Hiçbir şeye fazla önem vermediği için de hiddete kapılmaz. Cırtlak ses, acele adımlar, kaygı içindeki insanlara yakışır. Hayatın cilvelerini vakar ve sükunetle karşılar, az sayıdaki askerini büyük bir savaş stratejisi ile yöneten usta bir general gibi, içinde bulunduğu durumdan elinden geldiğince yararlanır. En iyi dost kendisidir, yalnız kalmaktan hoşlanır. Erdemi ve yeteneği olmayan kişinin en büyük düşmanı ise kendisidir. Yalnızlıktan o korkar. _Platon’un her şeyin üstünde bir iyinin olduğu fikri, bilimlere böyle bir düşüncenin aykırı düşeceğini, bilimlerin, örneğin hekimlik, tikel şeylerle ilgilendiğini her şeyin üstünde olan bir iyiye hizmet etmediklerini söyleyerek reddeder. _Önsöz: Aristoteles in bu eseri ahlak felsefesi üzerine on kitaptan oluşan bir çalışmadır. Aristoteles araştırmasında çok ihtiyatlı bir dil kullanır. Kesinli bir dilde konuşmaz. *****************
·
963 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.