‘Ölüme dair şimdiye kadar bildiğim ne varsa yanlış olduğunu anladım. Ölüm ısmarlanan bir şey değildi. Eğer peşine düşmüyor, bir uçurumdan atlamıyor ya da bir sürü ilaç içmiyorsanız, o zaten sizi bulurdu. İşte o zaman gelir, bir lambayı söndürür gibi kalbinizi söndürürdü.’
.
‘Bir babadan doğuyorum.’ cümlesiyle açılıyor Helios Felaketi. On iki yaşında, kuzeyde bir köyde ortaya çıkıyor sonra Anna Bergström. Kendini anlamayı ve yaşamayı unutup babasına bakıyor sonra, ona yardım etmek istiyor. Kendi buharlaşıyor sanki..
.
Delilik sınırında gezen bir gencin konuşmalarını okuyoruz. Herhangi bir türe dahil edemediğim bir metin bu. Ama Anna’yı dinlemekten alıkoymama engel değil, umut etmeme de.
.
Amerika’ya Hoş Geldiniz ve Ekim Çocuğu’ndan sonra Helios Felaketi de belirsizliğiyle, içindeki acının tarifsizliğiyle sevdiğim bir kitap oldu.
.
Ali Arda çevirisi, Bülent Erkmen kapak tasarımıyla~