Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

48 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Agota Kristof'a olan hayranlığımı nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum. Son yıllarda okuyacak iyi bir roman, hayatıma dokunacak bir yazar ararken ansızın karşıma çıkıverdi. Nasıl anlatmalı ki onu. 40 sayfada kendi otobiyografisini böylesine etkileyici ve yüreklere dokunacak şekilde yazmasına ne demeli. 20. yüzyılın hikayesini en iyi anlatan yazarlar genelde sürgündeki yazarlardır. Kimileri gönüllü, kimileri gönülsüz… Benim aklıma ilk kimler gelir mesela; Joseph Conrad, Edward Said, Nazım Hikmet, Cevat Şakir Kabaağaçlı ve son yıllarda Türkiye’de büyük bir ilgiyle okunan ama az bilinen bir yazar: Agota Kristof… 1935 yılında Macaristan’da doğduğunda ülkesi parçalanmış bir imparatorluktan geriye kalan fakir bir toprak parçasıydı. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin nefesini enselerinde hissetmiş, sonrasında kurtarıcı olarak gelen Sovyetlerin Macaristan’dan geriye kalan son şeyi haysiyetlerini ve kültürlerini de yok edişlerine maruz kalmışlardır. Bu yüzden Agota Kristof’un satırlarında sürgünde geçmiş bir yaşamın yalnızlıklarını, hayal kırıklıklarını ve yardım çığlıklarını hissedersiniz. Yazdıklarıyla insana şok etkisi yaratan, hayatın tüm gerçekliklerini tokat gibi insanın suratına çarpan bir üslubu vardır onun. Agota Kristof’u biraz olsun tanıdığınızda kitaplarının aslında otobiyografik ögeler taşıdığını anlıyorsunuz. İşte o zaman gözünüzde bir o kadar daha büyüyor bu sürgün yazar. Bir söyleşisinde şöyle diyor: “Bir kitap ne kadar hüzünlü olursa olsun bir hayat kadar hüzünlü olamaz.” İşte Kristof o hüzünlü hayatı yaşamış, yazılarında anlatmıştır. 21 yaşında geldiği İsviçre’de kendi deyimiyle maddi olarak eskisinden daha iyi yaşıyorlardı. Bir yerine iki odaları vardı. Yeterince kömürleri ve yiyecekleri vardı. Yine de tüm bunlar kaybettiklerinin yanında hiçbir şeydi. Bir saat fabrikasında çalışmaya başladı, sabahın 5.30’unda kalkıp çocuğunu doyurduktan sonra, 6.30’daki otobüse yetişmeye çalışıyordu. Çocuğunu tüm gün kreşe bırakıyordu. 26 yaşına geldiğinde konuşabiliyordu ama okuyup yazamıyordu. Halbuki o sürgün olmadan önce kendi ülkesinden şiirleri yayınlanmış bir şairdi. Bir daha yazabilecek miydi? Okuma yazmayı öğrenmesi iki yılını alıyor. Sonrasında yeni bir dünyayı keşfetmişcesine mutlu oluyor. Victor Hugo’yu, Rousseau’yu, Voltaire’i, Sartre’ı ve Camus’yü kendi dillerinden okumak… Ah ne büyük bir nimet!
Okumaz Yazmaz
Okumaz YazmazAgota Kristof · Can Yayınları · 20231,098 okunma
·
260 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.