Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_İnsan, Meleklerin Cevherindendir. _Nurlu bir cevher, melek gibi marifet-i ilahi ile süslü olunca, elbette meleklerin arkadaşı olur. _İnsanlar görünüşte insana benzeseler de hakikatte halleri başkadır. Kıyamet gününde manalar görünecektir. _İnsanın içindeki ahlakın tamamı 4 kısımdır. Hayvan, canavar, şeytan ve melek ahlakları. _Allah’tan başka hiçbir şeyin hakikatte varlığı yoktur. Her şeyin varlığı, O’nun varlığının nur ve pırıltılarıdır. Her şey, Allahtan gelmiş ve tekrar ona dönecektir. _Kalp, parlak bir ayna gibidir. Fena ahlak ise aynanın parlaklığını gideren leke gibidir. Onu karartır. _Kalp penceresi, uyanıklıkta da alem-i melekuta açılır ve diğerlerinin rüyada gördüklerini o, uyanık iken görür. Çalışarak ilim kazanmak alimlerin yoludur. Fakat peygamberlerin ve evliyaların ilmi, doğrudan kalplere akar. Bunlar kalbin şaşılacak hallerinden işaretlerdir. Beden ise kalbin ülkesidir; duygulara hamal olarak yaratılmıştır. _Uykudan uyanınca rüyada gördüğün şeylerin hiçbirinin aslı astarı olmadığını anlıyorsun. Halbuki uykudayken onlara inanıyordun. O halde uyanık iken his veya akılla inandığın bütün şeylerin gerçek olduğuna nasıl emin olursun? Belki biz şu an ölmüşüzdür ve ruhumuza dünyada yaşadıkları gösteriliyordur. Kim bilir? Uykuda iken duygu azalarının yolu bağlanıp kesilince, kalpteki diğer pencere açılır. Alem-i melekuttan ve levh-i mahfuzda gaybi olan ileride olacak şeyleri izin verildiği kadar bilir ve görür. İnsanlar zannederler ki uyanıklık halindeki marifet daha yüksektir. Halbuki herkes bilir ki uyanıkken gaybı görmek olmaz, uyurken olur. Duygu ile olmaz. Rüyalar, büyük bir sırdır. Bu kitap bunu kaldıramaz. ****** _Kimya-yı Saadet = Mutluluk Hazinesi _Kimyadan maksat, noksan sıfatlar olan lüzumsuz şeylerden arınmak ve soyunmak; kemal sıfatlar olan lüzumlu şeylerle örtünmek ve süslenmektir. Tüm kimyanın esası, yüzünü dünyadan çevirip allah’a dönmektir. Tüm varlığıyla kendini ona teslim etmek demektir. Kimya budur. _Bu kimyanın neticesi ebedi saadettir. Müddetinin sonu yoktur. Çeşit çeşit nimetlerinin nihayeti yoktur. Onun nimetleriyle nimetlenince hicbir sıkıntının yolu yoktur. _İnsanlık cevheri, yaratılışının evvelinde noksan ve aşağı olunca, mucadele etmeksizin ve ilac vermeksizin onu bu noksanlıktan kemal derecesine ulaştırmak mumkun olmaz. _Bakırı ve pirinci arıtıp, temizleyip halis altın yapan kimya zor ele gecer. Bunu herkes bilemez. Bunun gibi, insanlık cevherini hayvanlık seviyesinden kurtarıp melek temizliğine ve nefasetine ulaştıracak ve bununla ebedi saadete kavuşturacak kimya da zor bulunur ve bunu herkes anlayamaz. Bu kitapdan maksat, hakikatte ebedi saadet kimyası olan bu karışık kimyanın izahıdır. Bu kitaba, bunun icin KİMYA-YI SAADET ismini verdik. O madenlerle İlgili kimyadan ziyade asıl buna kimya demek lazım gelir. İkisinin de rengi sarı olmakla hic bakırla altın bir olur mu? Hem o kimya dunya nimetinden başka bir şey değildir. Fakat dunyanın muddeti nedir kl? Halbuki hayvani sıfatlarla melek sıfatları arasında, esfel-i safllinden a’la-yı ılliyylne kadar ne kadar dereceler vardır. _Kimya’yı saadet’teki bilgiler 4 ünvana ayrılmıştır. 1. Kendini bilmek. 2. Allahı bilmek. 3. Dünya hakikatini bilmek. 4. Ahiret aleminin hakikatini bilmek. Bu 4 marifet, Müslümanlığın temelini teşkil eder. İkisi zahire, ikisi de batına taalluk eder. Kendi aralarında da birçok bölüme ayrılmışlardır. ****** _Şeriat, yol demektir. Kendisine yol açılan kimseye, eğer bütün insanların kurtuluşunu gösterirlerse, kendisine gösterilen bu yola insanları çağırır, davet ederse, kendisine gösterilen bu yola şeriat denir. O kimseye de peygamber denir. Ondan hasıl olan hallere de mucize denir. İnsanları davete meşgul olmazsa ona veli denir. Hallerine de keramet denir. Keramet sahibi olan velinin, davetle meşgul olması vacip değildir. Belki kudret-i hak onun davetle meşgul olmaması yolundadır, fakat bu, şeriatın kuvvetli ve yeni olduğu, başkalarının davetine lüzum kalmadığı zamanlar için doğrudur. Yahut da davetin başka bir şartı vardır ki, bu da velide yoktur. _Nefse istemediklerini yaptırmak, çok ibadet yapmak değildir. İrade burada işe yarar. Fakat her eken biçemez, her giden ulaşamaz, her arayan bulamaz. Kıymetli olan işin elde edilme yolları çoktur, fakat onu bulmak güçtür. Bu, marifet makamında insanın en şerefli derecesidir. Biliniz ki ilk yapılacak iş mücahededir. Mücadele etmeden, pişmeden, mürşid olmadan bunu istemek doğru olmaz. ****** _Kendime şöyle dedim: Benim istediğim, her şeyin gerçek yüzünü öğrenmektir. Öyleyse önce bilginin gerçek yüzünün ne olduğunu öğrenmekle işe başlamam gerekir. _Gençliğimden itibaren 50 yaşımı aştığım bu ana gelinceye kadar, engin denizlerin derinliklerine dalmaktan hiç geri durmadım. Coşkulu denizlere çekingen korkaklar gibi değil, cesur kimselerin dalışı gibi daldım, gördüğüm her meselenin üzerine atladım. Her zorluğun içine apansız girdim. Her fırkanın inanış ve fikirlerini inceliyor, her grubun tuttuğu yolun inceliklerini ortaya çıkarmaya çalışıyordum. Araştırdığım fırkaların hak veya batıl, sünnete uygun veya bidat sahibi olmaları konusunda ayrım yapmıyordum. Bâtınîlik yolunu tutmuş her fırkanın, bu düşünceyle ne hedeflediklerini öğrenmeye çalıştım. Zahirilik yolunu tutmuş olanların, bununla neler elde ettiklerini ortaya çıkarmaya gayret ettim. Felsefe yolunu tutmuş olanların, sahip oldukları felsefeyi bütün esaslarıyla öğrenmeye özen gösterdim. Hiçbir kelâm âlimini dışarıda bırakmadan kelamdaki yöntemini ve mücadelesini öğrenmeye çaba gösterdim. Bütün gücümle ne kadar sufi var ise onun sufiliğindeki sırları öğrenmeye, ne kadar abid var ise bu ibadetleriyle neler kazandığını araştırmaya çalıştım. Bütün zındıkların, Allah’ın varlığını ve sıfatlarını kabul etmeyenlerin, bu inanış veya inkarlarının arkasında yatan sebepleri titizlikle araştırdım. Her şeyin hakikatini öğrenmeye karşı duyduğum susamışlık; baştan ve gençliğimden beri tuttuğum yol ve benim bir hasletim olmuştur. Bu hasletler, Allah tarafından benim yaratılışıma ve hamuruma katılmış özelliklerdir; benim seçimim ve tercihim değildir. Bunun sonucunda çocukluğumun coşkulu çağlarından itibaren taklit bağlarından sıyrıldım ve büyüklerimizden miras kalan sırf taklide dayalı inanç esaslarından koptum. Çünkü Hristiyan çocuklarının hepsi bu din üzere yetiştiklerini, Yahudi çocuklarının sürekli bu dinin esaslarına göre büyüdüklerini, Müslüman çocuklarında istisnasız İslam dini üzere yetişmekte olduklarını görmekteydim. Yaratılıştan gelen asli hakikati ve ana baba ile hocalar aracılığıyla kazanılan sonraki inanç esasları ve taklit unsurlarının hakikatini öğrenme konusunda içimde büyük bir istek oluştu. Taklit, başlangıçta birtakım telkinlere dayanmaktaydı. Bunların da hangilerinin hak ve batıl olduğu konusunda görüş ayrılıkları bulunmaktaydı. _Hakikati bulmak isteyen insanların 4 kısma ayrıldığını ve her birinin hakikati kendi yolunda aradığını gördüm. Bunlar; felsefeciler, kelâmcılar, sûfiler, bâtınîlerdi. Hepsinin görüşlerini inceleyerek; kelâm, felsefe ve Bâtınîlik yolunu kitaplarında ayrıntılarıyla tenkit ettim ve sûfilerin yolu olan tasavvufa yönelerek hakikati bu yolda aramaya karar verdim. _Hakikati araştıran âlimler 4 sınıfa ayrılır: _Bâtınîler: Hakikatin "imam"dan talim yolu ile öğrenileceğini kabül ederler. _Filozoflar: Hakikatin burhan, delil ve mantıkla öğrenileceğini kabûl ederler. _Kelâmcılar: Rey ve istidlâl sahibi olduklarını kabül ederler. _Mutasavvıflar: Hakikatin keşf ve ilhamla öğrenileceğini kabül ederler. ****** _Kendi Nefsini Bilmek_ _Kimsin? Nereden gelip, nereye gitmektesin? _Manaların hepsini bilmen lazımdır. Böylece kendinden az bir şey billmiş olursun. Bunları bilmeyenin nasibi suret ve görünüştür. _Sana, senden yakın hiçbir şey yoktur. Kendini bilmezsen başkalarını nasıl bilirsin? Kendimi biliyorum ve tanıyorum diyorsan, yanılıyorsun. Hayvanlar da kendilerini bu kadar bilirler. Sen kendinden başın, yüzün, elin, ayağın, etin, derinden fazla bir şey bilmiyorsun. Bu hususta hayvanlar da seninle aynıdır. O halde senin hakikati araman lazımdır. _Senin batınında toplanan sıfatların bir kısmı, umum hayvanlara, bir kısmı yırtıcı hayvanlara, bir kısmı şeytanlara, bir kısmı da meleklere mahsus sıfatlardır. Sen hangisisin? Bunu bilmezsen saadetini arayamazsın çünkü her birinin gıdası ayrı, saadeti başkadır. Hayvanın gıdası ve saadeti yemek, uyumak ve çiftleşmektir. Eğer hayvan isen gece gündüz mideni doldur ve çiftleş. Yırtıcı hayvanların gıdası, parçalamak, saldırmak ve öldürmektir. Şeytanların gıdası ise kötülük, aldatmak ve hiledir. Onlardan isen onların yaptıklarını yap. Meleklerin gıdası ise allahı tanımaya uğraşmaktır. Hayvan ve şeytanların sıfatlarından kurtar. Onlar seni kendilerine esir etttirmek için yaratılmışlardır? Yoksa senin onları esir etmen için mi? Onlardan faydalan. Böylece kendi saadet tohumunu ekebilişin. _Bil ki, Allah’ı tanımanın anatarı, kişinin kendini tanıyıp bilmesidir. _İnsan Kaç Şeyden Yaratılmıştır?_ _Kendini tanımak istersen iki şeyden yaratılmış olduğunu bilmelisin. Biri beden. Bu göz ile görülebilir. Diğeri nefs, ruh ya da kalp. Bu ancak hakikat gözü ile bilinir. Gerçek hakikat budur, diğeri buna bağlıdır. Kalp demekle, et parçasını kasdetmiyoruz. Onun kıymeti yoktur. Hayvanlarda ve ölülerde de vardır. Kalbin hakikati bu alemde değildir. Bu aleme yolcu olarak gelmiştir. Bedenin tüm uzuvları onun askerleridir. Padişah odur. Hakkı tanımak onun sıfatıdır. O çok yüksek meleklerin cevherindendir. Allahtan gelmiş ve tekrar ona dönecektir. Ticaret için gelmiştir ve ticareti bilmelisin. _Kalbin hakikatini bilmek_ _Varlığı bilinmeyince, kalbin hakikati anlaşılmaz. Kalp demekle ruhu kastediyoruz. Ruhun hakikatinin mahiyetini bildirmeye dinimiz müsaade etmiyor. Ruh yalnız allahın emrindedir. Ruha ezeli diyenler yanılıyor, sıfat diyenler de yanılıyor. Çünkü sıfatın kıyamı kendi ile değil, tabi olma şeklindedir. Ruh ise insanın aslıdır. Bütün kalıp ona uymaktadır. Nasıl sıfat olabilir. Ruha cisim diyenler de yanılıyor. Zira cisim bölünebilir. Ruh ise bölünemez. Bizim kalp dediğimiz ruh, melek cevherlerinden bir cevherdir. Onun hakikatini bilmek zordur. Onu anlatmaya, şerhetmeye izin yoktur. Yapılacak şey gözlemdi ve böylece marifet kendiliğinden hasıl olur. _İnsanın beden İhtiyacı_ _Beden, kalbin ülkesidir ve bu ülkede çeşit çeşit askerler vardır. Allahı tanımak, onun yarattıklarını bilmekten geçer ve bu da tüm alemdir. Alemi tanımak duygular ile olur. Bu duygular da bedende durmaktadır. O halde marifet, onun avıdır. Duygular da tuzağıdır. Beden binek hayvanıdır ve onun tuzağının taşıyıcısıdır. Onun için bedene ihtiyaç vardır. Beden, sudan ve topraktan olduğu için zayıf ve muhtaçtır; korkudadır. İnsanın bedeni ve ruhi kuvvetleri ve duyguları vardır. Bunların birine bile zarar gelse insanın tüm işi aksar. Tüm bu kuvvetler kalbin emrindedir ve kalp onların padişahıdır. Ele emredince tutar, ayağa emredince yürür, dile emredince konuşur. Bu askerlerin kalbe itaat etmesi, meleklerin allaha itaat etmesine benzer ki hiçbiri muhalefet edemezler. _Beden bir şehre benzer. El ve ayaklar şehrin sanat erbabı gibidir. Şehvet, maliye müdürü gibidir. Akıl ise padişahın veziridir. Padişah olan kalp, memleketin idaresini bunlarla yürütür. Fakat maliye müdürü olan şehvet yalancıdır ve başkalarının işine karışır. Padişah da veziri olan akıl ile anlaşıp aykırılıkları bastırır. Eğer şehvet, aklı ele geçirirse memleket harap, padişah da bedbaht olur. _Beden, duygulara hamal olarak yaratılmıştır. Duygular ise aklın haber toplaması için birer casus olarak yaratılmıştır. Böylece onun tuzağı olurlar. Demek ki duygular akla hizmet ediyorlar. Akıl ise, kalbin ışığıdır. Bunun nuru ile allahı görür. Kalbin cenneti budur. _İnsandaki iyi ve kötü sıfatların hali_ _İnsanın içindeki ahlakın tamamı 4 kısımdır. Hayvan, canavar, şeytan ve melek ahlakları. Şehvet ve hırs ile hayvanlara ait işleri yaparlar. Canavar olarak kurt ve aslanların yaptığını yapar: Vurmak, öldürmek, insanlara musallat olmak gibi. Hile, aldatma, haktan görünüp kandırma, fitne fesat çıkarma sebebiyle şeytanların yaptığını yapar. Akıl sebebiyle de meleklerin yaptığını yaparlar: İlmi ve salahı sevmek, kötülüklerden arınmak, adi işlerden uzak durmak, cehaletten utanmak gibi. _İnsanın kabuğunda 4 şey vardır: Köpeklik, domuzluk, şeytanlık ve meleklik. İnsanlara saldırma sebebiyle köpek, çirkin şeyleri çok istemesiyle domuz. Köpeklik ve domuzluk ruhunun hakikati bu manalardır. İnsana hırs ve şehvet hınzırını ve gazap köpeğini terbiye edip eli altına alması emredildi. Bu onun saadet tohumu olur. Eğer böyle yapmayıp onlara hizmet ederse kötü ahlak meydana gelir. Bir Müslümanın bir kafirin elinde esir bırakanın halinin nasıl olacağını herkes bilir. Meleği köpeğe ve şeytana esir edenin hali, daha fenadır. _Kendi Hareket ve Durumunu Kontrol_ _Kendi batınında 4 pehlivanın bulunduğunu öğrenmiş oluyorsun ve her hareketinde, kalbinde bir sıfat hasıl olur. Bu sıfata ahlak derler. Ahlakın tamamı da 4 pehlivandan meydana gelir. Domuz, köpek, şeytan ve melek. Gazap köpeğine itaat edersen kibir, pislik, kavga, zulüm gibi sıfatlar meydana gelir. Eğer bu köpeği terbiye edersen sabır, soğukkanlılık, yiğitlik, sessizlik ve cömertlik meydana gelir. Kötü ahlaka günah denir. iyi ahlaka da itaat. İnsanın halleri bu iki şıkkın dışında değildir. _Kalp, parlak bir ayna gibidir. Fena ahlak ise aynanın parlaklığını gideren leke gibidir. Onu karartır. Güzel ahlak ise nur gibidir. Onu günah lekelerinden temizler. Bunun için peygamberimiz, her günahtan sonra sevap işle ki onu yok etsin buyurdu. Kalp insanın yaradılışında parlak ayna yapılan demir gibidir. Dikkat edilirse temiz olur. Edilmezse pas tutar. _İnsanın Aslı, Melekler Cevherindendir_ _İnsanda hayvan, canavar, şeytan ve melek sıfatları olunca, aslının melek cevherli, diğerlerinin ise geçici olduğunu nerden biliriz? Bu, şununla anlaşılır ki, insan, hayvanlardan ve canavarlardan daha üstün, daha olgundur. Her şey yükselmenin sonunda kendisine verilen kemal için yaratılmıştır. At, eşekten üstündür zira eşeği yük taşımak, atı ise cihatta koşmak için yaratılmıştır. Aynı zamanda at, eşek gibi yük de taşır. Böylece eşeğe verilmeyen bir yükseklik, kendisine verilmiş oluyor. Eğer bu üstünlüklerinden aciz olursa, sırtına palan vurulur ve eşek seviyesine iner. Bu ise onun için noksanlık olur. _Bazıları insanın yemek ve zevk sürmek için yaratılmış olduğunu zannetmişlerdir. Bazıları da insanın istila etmek ve hükmetmek için yaratıldıklarını söylerler. Arap, kürt ve Türkler gibi. Bunlar yanılgılardır. Bu özellikler hayvanlara da aittir. Devenin yemesi, kuşun çiftleşmesi insanınkinden fazladır. O halde insan nasıl olur da onlardan üstün olabilir. Milletleri yenip üstünlük kurmak da canavarlara ait sıfatlardandır. Neticede insanda da canavar ve hayvanlarda olanlar vardır. Ama fazla olarak bir kemal derecesi daha verilmiştir. Bu da akıldır. Onunla hayvanlıktan arınır. Bu is meleklerin sıfatıdır. Bu sıfatı ile hayvanlara galip gelir. O halde insanın hakikati, üstünlüğündedir. Öbür sıfatlar emanet şeklinde verilmiştir. Diğerleri hizmetçi olarak gönderilmiştir. Bunun için öldüğünde ne şehvet kalır ne gazap. _Karanlık, zulmetli ve baş aşağı olanlara gelince. Karanlığı günahların zulmetinden pas tutmasıdır. Baş aşağı olması şehvet ve gazabını haksız yere tatmin etmesi ve bu dünyada istediği her şeyi yapmasıdır. Yüzünü bu dünyaya dönmüştür. Arzuları bu dünyaya aittir. Bu dünya ise öteki dünyadan aşağıdır. O halde baş aşağı olur. Böylelerinin yeri cehennemde şeytanla beraberliktir. _Kalp Aleminin Şaşılacak Halleri_ _Kalp aleminin şaşılacak hallerinin sonu yoktur. Üstünlüğü de şaşılacak hallerinin her şeydekinden daha çok olmasındadır. Üstünlüğü iki sebepledir. Birincisi ilim, ikincisi kudrettir. İlim üstünlüğü 2 tabakadır. Birini herkes bilebilir, öteki örtülüdür. Bu öncekinden üstündür. Zahiri olan tüm sanatları bilir. Belki de tüm alem onda sahradaki bir kum tanesi gibi kalır. Bir anda düşünce halleriyle yerden göğe çıkar, doğudan batıya gider. Her yıldızın büyüklüğünü bilir. Balığı ustalıkla derinliklerden çıkarır. Kuşu havadan yere indirir. Alemdeki şaşılacak haller ve ilimler onun sanatlarıdır. Daha şaşılacak halleri şöyledir ki duyguyla hissolunan alemle his olunmayan ruhani aleme bir pencere açılmıştır. İnsanların çoğu sadece cisim ve madde alemini bilir. _Rüya_ _“Görmüyor musun, uykuda birçok şeylerin varlığına inanıyor, birçok haller tahayyül ediyor, onların sebat ve istikrarı olduğuna kanaat getiriyorsun. Şu halde, bunlar hakkında şüpheye düşmüyorsun. Sonra uyanınca düşünüp hayal ettiğin ve inandığın şeylerin hiçbirinin aslı astarı olmadığını anlıyorsun. O halde uyanık iken his veya akılla inandığın bütün şeylerin gerçek olduğuna nasıl emin olursun? Filhakika bu, senin haline nazaran göz önüne alınırsa gerçektir. Fakat sana öyle bir hal gelebilir ki bu halin senin uyanıklık haline nispeti, uyanıklık halinin uyku haline nispeti gibidir. Ve senin uyanıklık halin, ona nispetle uykudur. Bu hal gelirse, aklınla tevehhüm ettiğin bütün şeylerin neticesiz olduğunu kesin olarak anlarsın.” İnsanlar gerçekten bazı zamanlar uykularında bir takım hayaller görür fakat bunların hayal olduğunun farkına varamazlar. Tıpkı gerçekmiş gibi onları yaşarlar. Bazı zaman bu onlara büyük bir sevinç verir, bazı zaman ise büyük bir üzüntü verir. İnsanlar, onların gerçek olmadığını anlamadan sanki gerçeklermiş gibi güler veya ağlarlar. Bunun bir rüya olduğunu ise ancak uyandığı vakit anlayabilirler, daha doğrusu uyandıklarının farkına vardıklarında, bu bilince sahip olduklarında anlarlar. peki ya böyle bir şey yoksa, aslında sadece uyandığımızı zannediyorsak, peki hala rüyadaysak. Bunu bilmemizin bir yolu var mı? Şu an uyanık olduğumuzu ne aracılığıyla bilebiliriz? Gazali rüya hipotezini iyice ilerletir. Ona göre “belki bu hal ölüm halidir. Belki, dünya hayatı, ahirete nazaran bir uykudur. İnsan ölünce, her şey ona, şimdi göründüğünden başka türlü görünecektir. Bununla birlikte şöyle bir ihtimal daha var: belki biz şu an ölmüşüzdür ve ruhumuza dünyada yaşadıkları gösteriliyordur. Bizim de şu an itibariyle bundan haberimiz yoktur. Ta ki sorguda o ana gelene kadar bunun farkına varamayacağızdır. _Uykuda iken duygu azalarının yolu bağlanıp kesilince, kalpteki diğer pencere açılır. Alem-i melekuttan ve levh-i mahfuzda gaybi olan ileride olacak şeyleri izin verildiği kadar bilir ve görür. İnsanlar zannederler ki uyanıklık halindeki marifet daha yüksektir. Halbuki herkes bilir ki uyanıkken gaybı görmek olmaz, uyurken olur. Duygu ile olmaz. _Uykunun ve rüyanın hakikatini bu kitapta anlatmamıza imkan yoktur. Fakat şu kadar bilmelidir ki kalp ayna gibidir; levh-i mahvuz da ayna gibidir. Tüm varlıkların sureti ondadır. Bu ayna diğer bir aynanın karşısında konulunca, birinde görünenler, diğerine de akseder. Bunun gibi kevh-i mahfuzdaki görüntüler, kalpte de görünür. Fakat bunun için kalbin saf olması ve duygulardan kurtulması lazımdır. Hislerle uğraştığı müddetçe alem-i melekut ile münasebet yolu kapalıdır. Uykuda ise hislerden kurtuluyor. O halde alem-i melekutun mütalaasından, cevherinde olan, zahir olur. Uyku sebebiyle hisler bağlı ise de hayal, kendi yerindedir. Bunun için gördüklerini hayali temsiller şeklinde görür. Sarih ve açık olmaz. Örtü ve perdeden kurtulamaz. Ölünce hayal de his de kalmaz. O zaman işler perdesiz ve örtüsüz görünür. Ona denir ki senden gaflet perdesini kaldırdık, gözün bugün daha keskin görür. Ve derler ki, rabbimiz, vadettiğin azabı gördük. Şimdi bizi tekrar dünyaya gönder, iyi ameller edelim. Delillerden biri de şudur ki, kalbine ilham yolu ile doğru firasetler ve düşünceler gelmeyen hiç kimse yoktur. Bu his yolu ile değildir, kalbe hasıl olmuştur. Nereden geldiğini de bilmez. İlimlerin hepsi his yoluyla değildir. Belki alem-i melekuttandır. Bu dünya için yaratılmış hisler alem-i melekutun mütaasına elbette perde lurlar. Onlardan kurtulmadıkça asla o aleme yol bulamaz. _İnsanlar görünüşte insana benzeseler de hakikatta halleri başkadır. Kıyamet gününde manalar görünecektir. Suret, mana şekllini alacaktır. Şehvetli ve hırslı olanlar kıyamette hınzır şeklinde görünür. Hışmı galip olanlar, kurt şeklinde görünür. Bunun için bir kimse rüyada kurt görse o kimsenin zalim olmasıyla tabir olunur. Eğer domuz görürse, o kimsenin çirkef olması şeklinde olur. Çünkü rüya ölüme benzemektedir. Şöyle ki: uyku sebebiyle bu alemden uzaklaşıyor. Sürekli manaya tabi oluyor. Böylece batını ne şekilde ise o surette görülür. Bu büyük bir sırdır. Bu kitap bunu kaldıramaz. __ _Kalp Penceresi, Uyanıklıkta da Alem-i Melekuta Açık Olur_ _Kalp penceresinin, uyumadan ve ölmeden alem-i meleküta açılmayacağını sanmamalıdır. Böyle değildir. Bilakis uyanık iken bir kimse, nefsine hakim olursa, kalbi gazap, şehvet ve fena huyların elinden, bu dünyanın aşağı hallerinden kurtarır. Yalnız bir yerde oturur, gözlerini yumar, duygularını çalıştırmaz ve kalbi alem-i meleküt ile münasebete geçer. Böyle olunca uyanık da olsa o pencere açılır, diğerlerinin rüyada gördüklerini o uyanık iken görür. Meleklerin ruhları güzel suretlerde ona görünür. Peygamberleri de görür. Allah buyurdu ki, ibrahime göklerin ve yerlerin melekutunu gösterdik. Belki de tüm peygamberlerin ilmi, his ve öğrenme yoluyla değil bu yıl ile idi. Hepsinin başlangıcı mücahede idi. Tüm şeylerden temizlen, arın, bütün varlığınla kendini ona ver, dünya tedbirleri ile uğraşma ki o senin işini doğru yapsın. Tüm bunlar mücahedeyi öğrenmektir. Böylece kalp düşmanlıklardan, arzulardan ve hislerden kurtulup temizlenir. Mutasavvıfların yolu budur ve bu peygamberlik yoludur. Çalışarak ilim kazanmak alimlerin yoludur. Fakat peygamberlerin ve evliyaların ilmi, doğrudan kalplere akar. Bunlar kalbin şaşılacak halllerinden işaretlerdir. İnsanın kalbinin üstünlüğünü bununla anlaşılmış olur. _Her İnsan Fıtrat Üzerine Doğar_ _Hiçbir demir yoktur ki, kendisinden saf halinde iken alemin görüntüsünü içine alan bir ayna yapılmasın. Ancak pas, onun cevherine işler ve onu ziyan eder. Bunun gibi dünya hırsı, şehvet ve günahların galip geldiği ve yerleştiği bir kalo buna kavuşamaz. Kir ve pas derecesine iner. Böylece uygunluğu gider. Hadis: Her kişi islam fıtratıyla doğar ve sonra ailesi tarafından Yahudi ve putperest yapılır. _Aklı olan birine dense ki: İki, birden büyük müdür? Evet büyüktür der. Bunun gibi allahı ve yarattıklarını bilmek de aynı şeydir. Allah insanları akli delillerle yaratmıştır. Bunu bilmek sadece peygamberlere özgü bir durum değildir. Zaten Peygamber de birer insandır. Ayette, ben de ancak sizin gibi beşerim, demesi buyuruldu. ……………… ************** _Fasıl_ _Bil ki, bakırı altın yapacak kimya formülü, hiçbir koca karının sandığında bulunmadığı ancak padişahların hazinesinde bulunduğu gibi, ebedi saadet kimyası da her yerde bulunmayıp allah’ın ilahlık hazinesinde bulunur. Allah, göklerdeki hazineleri, melek cevherleri, yerde ise peygamberlerin kalplerindedir. O halde bu kimyayı peygamberlerden başkasında arayan yanılmış olur. Ömrünün sermayesi zan ve hayal olur. Kıyamette müflis(iflas) olduğu ortaya çıkar. Kalpazanlığı açığa vurulur. Gururu kırılır. Ona derler ki: Önünden perdeyi kaldırdık. O halde gözün daha keskin görür. _Peygamberler, insanları küfürden temizler ve ilim öğretirler. Meleklerin sıfatlarını onların örtüsü eyler. __ _O’ndan başka hicbir şeyin hakikatte varlığı yoktur. Her şeyin varlığı, O’nun varlığının nur ve pırıltılarıdır. O’nu hakkıyla tanıyorum demek, hayal yoluyla benzetmek ve temsildir. Her şey O’nun azametinin nurlarıdır. Hepsi O’nun hikmetinin acaib ve garip işleridir. Hepsi o hazretin Cemalinin pırıltılarıdır. Hepsi Onunla vardır. Belki lıer şeyin kendisi O’dur. _Hic kimse O’nu hakkıyla bilemez. Onu bilmek isteyenler daha başlangıcında hayrette kalırlar. En akıllıların aklının sonu onu tanıyamaz. Velilik yolunda ilerleyenler ve o yola girenler, O’nun Cemaline yaklaşmayı arzulamakta dehşettedirler. O’nu hakkıyle tanımaktan ümit kesmek, bu işten elini cekmektir. __ _Biliniz ki, insanoğlu, oyun ve boş şeylerle uğraşmak icin yaratılmadı. Bilakis ona buyuk buyuk kıymet verildi, Cünkü ezeli değilse de, ebedidir. Bedeni, topraktan, ruhu da hakikattendir. Başlangıcta cevheri; hayvan, yırtıcı hayvan ve şeytan sıfatları ile karışmış ise de günah işlememe kabında, bu karışıklıktan arınır. Hazrete layık olur. Esfei-i safitinden (alçakların en alcağından), a'la-yı ılliyylne (yukseklerin en yukseğine) kadar olan butun alcaklık ve yukseklikler onun icindir. Onun esfel-İ safiti, hayvanların, yırtıcı hayvanların ve şeytanların seviyesine inmesi olup şehvet ve gazabına esir olmasıdır. A'la-yı ılliyyini ise, şehvet ve gazabın (kızgınlığın) elinden kurtulup, ikisini de kendisine esir ettiği, onları kendi emrine aldığı melekler makamıdır. Şehvet ve gazabına hukmedince, Allahın kulluk makamına ele gecer. Kulluğun bu makamı ise meleklere mahsustur. Bir insanın en yuksek derecesi budur. İnsana, Allahu teala’nın Cemaline Unsiyet lezzeti hasıl olunca, o Cemalin tecellisi ile meşgul olmaktan bir an ayrılamaz! O Cemale bakmak, onun Cenneti olur. Gozun, karnın ve diğer uzuvların arzu ettiği Cennet, bunun yanında aşağı kalır. ************ _Sözleri_ _Az yiyin, az uyuyun, az konuşun. _Az kelimeyle çok şey anlatmaya çalış. Kuru gürültü, boş yere vakit harcamaktır. _ Fazla konuşma. Sonra bulunduğun toplulukta taşınması güç bir yük olursun. Fazla lügat parçalayıp yaldızlı söz söyleme. Çünkü bu sözlerin dış görünüşü belki güzel sayılabilir, fakat gerçekte güzel değildir. _Kişinin en fazla temizlemesi gerekli şey dilidir. _Sözlerin çok kıymetli bir nesne gibi paylaşılsın. Halkın seni hafife alacağı söz ve davranıştan sakın. _Yumuşak söz büyüklerin ahlâkındandır. _İnsan iki küçük et parçasıyla ölçülür: Kalbi ve dili. Öyleyse insanların bu iki değerinden faydalanmaya çalış; gerisi et, kan ve kemiktir. İnsan, kalbiyle, düşüncesiyle ve diliyle adamdır, kıyafetiyle değil. Dış görünüşe pek aldanma. _Kendinden fazla söz etme. Atından ve kılıcından bahsetme. Gördüğün rüyaları her yerde anlatmaya kalkışma. Çünkü gördüğün rüyadan sevinç duyduğunu belirttiğin zaman beyinsiz ve seviyesiz insanlar bu konuda seni rahatsız etmeye başlarlar. _Tartışmalarda: Birisiyle tartışırken vakar ve efendiliğini elden bırakma. Karşındaki adam sana ölçüsüz davranır, küstahlıkta bulunursa sen de nezih ve ağırbaşlı davran. Seni kızdıracak olursa, yine ölçülü konuşmaya çalış, kendi şerefini düşün. Aceleci olma. _Cahillerle tartışmayın, çünkü ben hiç galip gelemedim. Edep ve terbiyesini yitirmiş patavatsız kimselerle tartışma. Bir hüküm verirken ”şahsî görüşümdür” de. Soysuz adamlarla tartışma. Sonra onun kötü arzularını kendine çekmiş olursun. __ _Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder. _Layık olmadan devletin makamlarına atananlar, astlarını ısırır, üstlerine kuyruk sallarlar. _Birtakım arzularının yerine gelmesi için küçülme. _Bir şeye düşman olacaksan, onu bilmen gerekir. Bir şeyi savunacaksan, yine onu bilmen gerekir. _Çok işte çırak olacağına, bir işte usta ol. _Ölü olsun, diri olsun sakın kimseyi küçük görme; sonra helâk olursun. Çünkü bilemezsin, belki o senden daha hayırlı biridir. _Karşındaki adam sana ölçüsüz davranır, küstahlıkta bulunursa sen de nezih ve ağırbaşlı davran. Seni kızdıracak olursa, yine ölçülü konuşmaya çalış, kendi şerefini düşün. _Her hâdisin var olması için bir sebebe ihtiyaç vardır. Evren, hâdistir. O hâlde evrenin de var olması için bir sebebe ihtiyaç vardır. O sebep de Tanrı'dır. _Nasihat etmek kolaydır. Mühim olan onu tutup gereğince amel etmektir. Bu ise çok zordur. İlmi ile amel etmeyen âlim, başkalarını giydirdiği halde kendisi çıplak olan iğne gibidir. _Akıl sınırlıdır. Onunla erilmez. Her şey Resûlullah’ın ruh feyzine tutunmaktan ibarettir. Ben ona yapıştım ve kurtuldum. _Helal yemek lazımdır. İslâm’a uygun kazanmak lazımdır. Çünkü din, hakikat ancak helâl yemekle meydana gelir. _Devrin hükümdarı sana yakınlık gösterirse, onunla mızrak ucunda bulunduğunu hesapla. _Olmuyor deme! Yollar aç de. Yapamıyorum deme! Güç kuvvet iste. İlla istiyorum deme! Hayırlısını ver de. Ruhum daralıyor deme! Kalbime genişlik ver de. Ümidim kalmadı deme! Güzel günlere kapı aç de _Mucizelerin varlığı, tanrı'nın doğal düzene müdahale edebileceğini göstermektedir. Bu, neden ve sonuç arasındaki bağlantının zorunlu olmadığı ve tanrı'nın nihai olarak tüm olayların nedeni olduğu anlamına gelir. _Din işleri ile devlet işlerinin ayrı olduğunu öne süren bir müslüman, hacca gidip haccın duvarları dibinde ölse bile kafirdir. _Kendi kendime şöyle dedim: benim istediğim, her şeyin gerçek yüzünü öğrenmektir. Öyleyse önce bilginin gerçek yüzünün ne olduğunu öğrenmekle işe başlamam gerekir. Acaba gerçek bilgi nedir?" _Bulunduğun topluluk yol gösterici olsun. _Sabır insana mahsustur. Hayvanlarda sabır yoktur. Meleklerin ise sabra ihtiyacı yoktur. _Say ki öldün; yalvardın, yakardın, sana bir gün daha verildi. Bugünü o gün bil, öyle yaşa. _Eğer bir vaiz halkı ağlatmaya, yaka paça yırttırmaya çalışıyorsa, bilin ki o adam gafildir. _Helal yemek lazımdır. İslâm’a uygun kazanmak lazımdır. Çünkü din, hakikat ancak helâl yemekle meydana gelir. _Ne kadar kibirli dursa da bardağın önünde eğilir çaydanlık. Öyleyse bu büyüklenme niye? Bu kibir, bu gurur niçin? _Akıl sınırlıdır. Onunla erilmez. Her şey Resûlullah’ın ruh feyzine tutunmaktan ibarettir. Ben ona yapıştım ve kurtuldum. _Etrafta ilâhî rüzgârlar esiyor; kalp gözlerini örten perdeleri açıyor. İşte bu gözler Levh-i Mahfuzda, yazılı olan birtakım hakikatleri görürler. _İlim adamları olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurdu. Çünkü alimler insanları, öğretim vasıtasıyla barbarlıktan çıkarıp insanlık seviyesine yükseltirler. _Kalbiyle arasındaki perdeler aralanan bir kimseye, mülk ve melekûtun tecellisi görünür. Böyle bir kimse, genişliği yerle gökleri içine alan cenneti müşahede eder. _Dünyayı tanıyan dünyaya düşman olur. _Şüphe duymayan hakikati bulamaz. _Başkasının gözüne dikkatle bakıp durma. _Bedenine değil kendine değer ver ve gönlünü olgunlaştır. Çünkü kişi; bedeni kadar değil, ruhu kadar insandır. _Uzun mesafelere ulaşmak, yakın mesafeleri aşmakla mümkündür. _Belaya şükretmek lazımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka bela yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allah, senin iyiliğini senden iyi bilir. _Kabirdekilerin pişman olduğu şeyler için dünyadakiler birbirini yiyor. _Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes hiçbir şeyle tekrar ele geçmez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. O halde bu günü elden kaçırmamak bunu saadete kavuşmak için kullanmamaktan daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi bütün âzâlarını haramdan koru. _Dünya ve ahiretin yaratılmasından maksat ilim ve ibadettir. Bir kula her şartta onlarla meşgul olması, onlar için yorulması ve ancak onlara bakması gerekir. _Allah-ü teâlânın, her yaptığımızı her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin işleri ve düşünceleri edepli olur. _Bazen iki kişi arasında öyle bir sevgi oluşur ki bunun sebebi ne güzellik ne de başka bir dünyevi faydadır; tamamen ruhları arasındaki uyumdur. _Her şeyin bir direği vardır. Dinin direği de fıkıh ilmidir. _En kötünün kalbinde bile rahmani bir tohum vardır. Bütün yaratılmışlar rahman'dan bir iz taşır ve ait olduğu yer orasıdır. Çünkü her şey hakka geri döner. Ne gördümse onun öncesinde allah'ı gördüm. Kimisi varlıkları o'nunla görür, kimisi de varlıkları görür, o'nu da varlıklarla görür. Aslında kurandaki haram helallerin ve ibadetlerin nihayetinde insanların ulaşılması istenilen nokta budur. Taşlar, toprak, ağaçlar, hayvanlar hepsinde allah'ın sıfatlarını görüp onlara hürmet göstermek imandan bir şubedir. Bunu böyle bilip, zaman içinde tefekkür ederek, ibadetlerle "lâ ilâhe illa hu" olana döndüğümüzde gözlerdeki perde kalkar ve zaman içinde insan bunu bizzat müşahede eder. _Muhammedi nurun varislerinden Yunus Emre, ormana giderken baltasının ağzını bağlardı, ağaçlar çekinir diye. _Bu ince sırlar sana tam anlamıyla inkişaf ettiği vakit melekût kapılarının ilki senin için açılmış olur. Melekût âleminde öyle harikuladelikler vardır ki bunlara izafetle şehâdet âlemi zavallı kalır. Bu âleme yolculuk etmeyip şehâdet âleminin çukurlarında durup kalan kimse hayvandır, insanlık özelliğinden mahrumdur. _Kadın, güzel görünmek için süslenir ama onun en çirkin yerine talip olunur. _Çocuktaki utanma hali ondaki akıl nurunun alametidir. ************ _Öğütler_ _Ey oğul! _Huysuz ve karaktersiz kadından sakın. Çünkü böylelerinin dili çirkin ve ağırdır. Yılan gibi sokar, akrep gibi ısırır. Yemeği öfke, konuşması maskedir. Evi perişan, elbisesi kir ve pastır. Onun sunduğu bir yudum su şerdir, zehirdir. Kocası evet dese, o hayır der. Kocası kendisine saygılı olduğu zaman bunu bir üstünlük sanar. Utanmazdır. Bunlar sohbet edilmeye lâyık değildirler. Böylelerinin gizli hali olmaz. Aile sırrını sokağa dökerler. Asık suratlı olarak sabahlar, akşam nerede olduğu bilinmez. Hiçbir iyiliğe karşı teşekkür etmesini bilmez. Az şeye de hiç kanaat etmez. Böylesi kadınlardan uzak dur. _Kadınların bir kısmı da gerizekâlı ve hantaldır. Ağırcanlı ve kıt anlayışlıdır. Yemekleri bayat, kapları kirli ve paslıdır. Kadınların bir kısmı da sevimli ve merhametlidir. Bereketli ve feyizlidir. Soylu çocuk doğurur. Kendisine her zaman güvenilir. Komşuları arasında itibarlıdır. Aile sırlarım korur. Cömerttir. Evi temizdir. Çocukları çiçek gibi, gönül alıcıdır. Namus onun şiarı, terbiye değişmez vasfıdır. _İnsanın hanımı huzur ve sükûnet kaynağıdır. Bir kızla evlenmek istediğinde ailesini iyice araştır ve öğren. Çünkü temiz ve asil bir aile tatlı meyveler yetiştirir. Bilmiş ol ki kadınlar parmaklarımız kadar birbirinden farklıdırlar. __ _Fırsatları kaçırma. Muhtaç olduğun şeylere iyice sahip çık. _Namus ve şerefini koruyan insanlara herkes izzet ve ikramda bulunur. Böyle kimseler halk tarafından itibar görür. Kişiliğini korumak için, kendine çekidüzen ver. Beyaz kılları koparmaya kalkma. Birtakım arzularının yerine gelmesi için küçülme. _Sonu gelmeyecek arzular peşinde koşmak, sapıklıktır. _Din süslerin en güzelidir. _Sarhoşluk, insanlıktan uzaklaşıp şeytanlaşmaktır. _Yapılan bir akdi bozan kimse sırtına bir kin yüklenmiş olur. _İki çeşit dost ve kardeş vardır. Saadet günlerindeki dosta pek güvenme. Sıkıntılı günlerinde dostluk bağını uzatmıyorsa, onu düşmanların düşmanı bil. _Malını kendinden fazla kıymetli ve üstün tutma. _Kendini iyice sıkıntıya sokmuş bir miskin gibi gözü aç; mal kıymeti bilmeyen, ilerisini görmeyen bir sefih gibi savurgan olma. Sana ait hakları belirle. Dostuna saygılı, düşmanına insaflı ol. _Cenab-ı Hakkın ihsan buyurduğu nimetten fakirleri ve muhtaçları hissedar etmek şükürdür. _Tamahkâr olma. Kalbin katı ve kara olur. Çok mal arttırmak için hasislik etme _Bir kimse dünyada bir mü’min kardeşim sevindirirse, Cenab-ı Hak kıyamet gününde onun kalbini ferahlatır ve şirkten başka bütün geçmiş günahlarını bağışlar. Ana-baba ve bir kardeşten, Âhiret kardeşin daha hayırlıdır. _Küçüklerin kabahatim affetmek, büyüklerin şanıdır. En efdal sadaka ehline, evladına ve hizmetçisine verdiğin sadakadır. _Mü’min kardeşinin bir ayıp ve kusurunu görürsen onu gizle, ifşa edip yayma. Kim bir mü’min kardeşinin kusurunu görür de, halkın yânında onu rüsvay etmezse, Allah Teâla Kıyamet gününde onun ayıplarını örter, mahşerde halkın huzurunda rüsvay etmez. Hadis _Ey oğul! Sofraya oturmadan önce ellerini yıka. Tabağın ortasından değil, kendi önünden ye. Ağzında lokma varken konuşma. Ekmeği ısırıp yemeğe batırma. Vücudunun rahatını istersen az ye ve az iç. Cemaat içinde sümkürüp tükürme. Su içerken acele ile bardağı dikerek, hort hort içme. Vücuda zarardır. Gece uyanıp su içmek doğru değildir. Terli iken su içme. _Şükürcülük: Bir çocuk görünce, “Bu günâh işlememiş masumdur. Ben günahkârım, bu benden üstündür” de. Kendinden yaşlı birisini gördüğün zaman da, “Bu benden çok ibadet etmiştir. Benden efdaldir” de. Cahil birisini görürsen, “Bu bilmeyerek günah işler, ben ise bile bile günah işlerim, bu benden efdaldir” de. Bir fakiri görürsen “Bu imân ve saadetle gider. Ben ise nasıl gideceğimi bilmiyorum. Bu benden efdaldir” diye düşün. Eğer bu şekilde kendini herkesten aşağı görmezsen Allah katında yüce olamazsın. __ _Anne-baban yaşlanınca elinden geldiği kadar onlara yardım et. Çünkü ebeveynin, sen küçükken türlü türlü zahmetini çektiler. Anne-babana karşı gelme. Gönüllerini kırma. Kalplerini incitme. Bir kimseden anne-babası razı olmazsa o kimse için Cehennemden iki kapı açılır. Bir kimsenin anne-babası zâlim olsa bile onlara karşı âsi olmamalıdır. Anne-baban sana darılırsa, sen onlara karşı gelme. Bir köle efendisine nasıl hürmet ve itaat ederse, sen de ana-baban bir iş buyururlarsa o işi çabucak yap ki, sana beddua etmesinler. Eğer sana darılırlarsa onlara karşı kafa tutma. Ellerini öpüp hiddetlerini teskin et. Devamlı onların hayır duasını al. Beddua ederlerse dünyan da, Âhiret’in de yıkılır. Anne-babanın rızası Allah’ın rızasıdır. Onların öfkelenmesi Allah’ın gazabıdır. Amcan ve halan baban hükmündedir, teyzen ve dayın da ana hükmündedir. Onlara anne-babana ettiğin hürmet gibi hürmet et. Hayır dualarını almaya çalış. Peygamber Efendimiz, “Cennet onların ayağı altındadır” buyurmuştur. _Hocana tazim ve hürmet et. Çünkü hoca hakkı ana-baba hakkından fazladır. Ana-baban dünyanı mamur ederken, hocan Âhiretini mamur eder. Eğer fakir ise elinden geldiği kadar yardım ederek hayır duasını al. Çünkü hocanın talebesine duası, ana-babanın evladına duası gibidir. (Seni uyanık gazali seni) __ _Devrin hükümdarı sana yakınlık gösterirse, onunla mızrak ucunda bulunduğunu hesapla. Hiç bir zaman onu bu yakınlığından cesaret alıp haddini aşma ve kendini güven içinde hissetme. Son derece efendi ve yumuşak davran. Onun sana lütufları seni ölçüsüzlüğe sürüklemesin. _Âlim ve sâlih zatlar Allah’ın dostlarıdır. Onları ziyaret edenin sevabı Allah’ın evini ziyaret edenin sevabı gibidir. Bir kimse ulema ve sâlihlerin meclis ve sohbetine giderse. Cenab-ı Hak o kimsenin herbir adımına karşılık kabul olunmuş bir hac sevabı ihsan eder.” Hadis ************* _Gazali ve Şüphecilik_ (Tecrübe – Akıl – Sezgi – Kalp Gözü) _”Büyük bir ciddiyetle tecrübe ve zaruriyat üzerinde düşünmeğe, kendimi şüpheye düşürüp düşüremeyeceğimi araştırmaya başladım. Nihayet uzun müddet şüphede kalış beni, tecrübede emin oluşu kabul etmemeğe zorladı. İçim diyordu ki tecrübeye güven nereden gelir? Bunların en kuvvetlisi göz hassesidir. Göz, gölgeye bakar ve onu durur halde görür ve onda hareket olmadığına hükmeder. Bir müddet sonra tecrübe ve müşahede ile onun hareket ettiğini anlar. O, birdenbire değil de tedrici olarak, yavaş yavaş hareket etmiştir. Öyle ki onun bir duruş hali bile olmamıştır. Yine göz yıldızlara bakar, onları bir para büyüklüğünde küçük görür. Halbuki geometrik deliller, onun yeryüzünden daha büyük olduğunu gösterir. Mahsusattaki bu benzeri hallerde hissi (duyulara dayanan) davranış hakimdir; oysa bunu akli davranış, müsamaha edilemeyecek bir tarzda tekzib eder. Bunun üzerine mahsusata güven(im) de yıkıldı.” _Bu örnekler göstermektedir ki duyu verilerinden elde edilen tecrübi bilgiler insanı yanıltırlar. Uzaktaki cisimlerin gerçek boyutlarından küçük algılanması, yarısı su dolu olan bardaktaki kaşığın kırık görünmesi v.b. durumlarda duyu verileri insanları yanıltırlar. Bir kez aldatan şey ise her zaman aldatabilir. Aldatıcı olan şey ise, aldatmayanın; nesnel tarzda bir bilginin kaynağı olamaz. Tecrübeye olan güvenin yıkılmasıyla birlikte yeni bir kaynak arayışı içine giren gazali, acaba bilginin kaynağı akıl olabilir mi, diye düşünür. Çünkü ona göre akıl yapısı itibariyle duyu verilerinden daha üstündür. Ayrıca akıl, duyu verilerine nispetle daha güvenilirdir. Akli ve müsbet ilimler, lugat ilmine üstündür. “çünkü müsbet ilimleri bildiren akıldır. Lugatı öğreten ise işitme hassasıdır. Akl’ın işitmeden üstün olduğu aşikardır. Akıl, insanoğlunun en üstün vasfıdır. İnsan aklı sayesinde diğer canlılar karşısında söz sahibi olabilmektedir. İnsan söz sahibi olabilmeyi ise bilme yetisi ile gerçekleştirebilmektedir. Şimdi sorun şu: acaba böyle yüceltilen bir şey hatadan ne kadar uzaktır? Onun hata yapması düşünülebilir mi? Acaba bilgiye mutlak anlamda akıl ile ulaşmak mümkün müdür? Akıl bilgiye ulaşma sürecinde insana kaynaklık edebilir mi? Ya akılda, duyu verileri gibi bizi yanıltıyorsa, böyle bir durumda; yanıltıcı olan bu kaynağın doğru bir sonuç vermesi nasıl mümkün olur? Gazali bu noktadan sonra çok güvendiği akıldan da şüphe etmeye başlar. Çünkü başlangıçta duyu verilerine güveniyordu fakat akıl hakimi geldi ve duyu verilerini yalanladı. Onların hatalı olduklarını ispatladı. _Pekala ya akıl da yanılıyorsa, “bir şey hem hadis, hem kadim, hem var, hem yok, hem bulunması zaruri, hem imkansız olamaz, gibi evveliyatı içine alan akliyata güvenmelidir” dedim. Bunun üzerine mahsusat; “akliyata güveninin, mahsusata olan güvenin gibi olmadığını nasıl ispat edersin? Bana güveniyordun, akıl hakimi geldi beni yalanladı. Eğer akıl hakimi olmasaydı, beni tasdikte devam edecektin. Belki aklın, idrakin ötesinde başka bir hakim vardır; ortaya çıkarsa, aklı verdiği hükümden dolayı tekzib eder. Nitekim akıl hakimi ortaya çıktı ve hissi, verdiği hükümden dolayı yalanladı. Gazali akıldan şüphe etme noktasında ilk başta aklın zorunlu olarak kabul ettiği mantıksal ilkelerden (özdeşlik ilkesi) ve matematiğin doğrularından yola çıkar. Çünkü bunlar aklın sarsılmaz olarak kabul ettiği doğrulardır. Fakat gazali, artık bunlara bile güvenme noktasında şüphe duymaktadır. Şüphesinin kaynağı ise tecrübi bilginin yanıltıcılığını ortaya koyan akıl hakimi gibi, aklı da denetleyecek olan bir hakimin var olup olmadığı sorusudur. Gazali bundan sonra akılla ilgili şüphelerini iyice artırır ve bu noktada rüya hipotezini ortaya atar. _Gazali’nin zihnini sürekli sorular meşgul eder fakat bunlara bir müddet yanıt bulamaz. Çünkü bilgiye kaynaklık edebileceğini düşündüğü iki yetinin de güvenilir olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu noktada acaba insan bilgiye ulaşamaz mı? Yoksa bilginin kaynağı duyular ve aklın dışında başka bir şey midir? _“Bu hal böylece iki aya yakın içimi kemirdi. Ben durum itibariyle safsata mezhebine girmiş oluyor fakat kimseye söylemiyordum. Nihayet allah teala bu hastalığıma şifa verdi, sıhhat ve itidale avdet ettim. Akli zaruretler emniyet ve yakin üzere makbul ve güvenilir bir halde geri döndü. Safsatadan bu ayrılış, bir delil yardımıyla değil, allah teala’nın kalbime attığı bir nur ile olmuştur. Bu nur birçok bilgilerin anahtarıdır.” Aklın rol ve tesirini ortadan kaldıran gazali, artık bilginin elde edilmesi noktasında yeni ve sağlam bir kriter bulmuştur. Gazali bu yeni ve sağlam kriteri kalp ve kalp gözünün açılması suretiyle doğrudan doğruya allah’ta bulmuştur. _“Bilmiş ol ki insan kalbinde kemale sahip olan bir göz vardır; buna kimi zaman akıl, kimi zaman ruh, bazen de nefs-i insani denir.” Gazali kalp gözünü açıklarken kavram kargaşası olmaması için, ona da akıl der. Fakat bu akıl yukarıda bahsettiğimiz akıl değil, kalp ilmini açıklamak için kullanılan akıldır. Gazali bu akıl (kalp gözü) ile daha önceden şüphe ettiği duyu verilerini karşılaştırarak, onun duyu verilerine nispetle üstünlüğünü ortaya koymaya çalışır. _Göz, kendisine uzak ve çok yakın olan nesneleri göremez. Halbuki akıl için uzak ve yakın eşittir. Göz perde arkasındaki nesneleri göremezken, akıl için böyle bir şey söz konusu değildir. Doğrusu hiçbir hakikat akıldan gizlenemez. Göz nesnelerin dış tarafını, en üstte bulunan yönünü görür, onun hakikatinden ziyade kalıplarını ve suretlerini görür. Akıl ise nesnelerin derinliklerine, sırlarına nüfuz eder, onların hakikatlerine vakıf olur. Göz varlıkların bir kısmını görür, akıl ise bütün varlıkları idrak eder. Göz sonsuz olanı göremez, buna karşılık akıl sonsuzu idrak etme gücüne sahiptir. Göz büyüğü küçük görür, akıl ise bunun doğrusunu kavrar. _Gazali’nin aklı iki anlamda kullanmasını ve bu ikinci anlamdaki aklın duyu verilerine üstünlüğünü bu şekilde zikrettikten sonra, şimdi sorun bu ikinci anlamdaki aklın (kalp gözünün) bilgilere nasıl ulaştığını ortaya koyabilmektir. _Vahiy – İlham_ _Rabbani öğrenim iki şekilde olur: bunlardan birincisi vahiydir. İkincisi ise ilhamdır. İlham vahiy eseridir; nitekim vahiy gaybi durumun açıkça, ilham ise örtülü bir biçimde ortaya konulmasıdır. Vahiyden kaynaklanan ilme “nebevi bilgi”, ilhamdan kaynaklanana ise “ledünni ilim” denir. ilham, vahiyden daha aşağıda kalır ve vahye nispetle zayıftır fakat rüyaya nispetle de daha kuvvetlidir. Ledünni ilimde allah ile insan arasında hiçbir vasıta yoktur. Bu ilim saf, temiz, ince kalplere gayb kandilinden gelen ışık gibidir. Ledünni ilim; ilham nurunun akışıdır. Bu ilim kişinin nefsini düzenlemesinden, terbiye etmesinden sonra elde edilir. Bu düzenleme için ise üç şey gereklidir: 1. Bütün ilimleri elde etmek ve bunların büyük çoğunluğunda en büyük nasibi almak, en yüksek yere varmaktır. 2. Doğru riyazet (nefsin isteklerini kırma) ve sahih murakabe (denetleme, kontrol) dir. 3. Tefekkürdür. _İnsan sınırlı yaşamında nasıl olur da birçok bilgiye sahip olabilir, sorusuna gazali açısından verilecek cevap, tefekkür(düşünmek) ile olacaktır. Duyuların nitelikleri üzerine aklın nuru üstün gelince, bilgiyi arzulayan kişi az bir tefekkür sayesinde çok öğrenmeye ihtiyaç duymaktan kurtulur; çünkü kabiliyetli bir nefis, kısa bir zaman tefekkür ile donuk bir nefsin bir senelik öğrenmesinden daha fazla faydalar elde eder. Bu bağlamda öğrenme tefekküre ihtiyaç duyar. Çünkü insan kendisi için önemli olan bütün bilgileri öğrenme yoluyla elde edemez, her şeyi öğrenmeye güç yetiremez. O bir şey öğrenir ve bilgilerden tefekkür yoluyla başka şeyler çıkarır. Bunların bir kısmına çalışarak, bir kısmına akıl yürüterek, bir kısmına da derunundan fikir duruluğu sayesinde sahip olur. _Kalp_ _“İnsanın bilgiye ulaşma sürecine kaynaklık edecek şey nedir?” sorusunun cevabı; Kalptir. Çünkü “kalp, rabbani ve ruhani bir latife ve inceliktir. O latife, insanoğlunun hakikatidir. İdrak eden bilen ve kavrayan odur. İnsan ancak kalbi sayesinde bilgiyi elde edebilir. Hatta kişinin kendi kalbi hakkında bir bilgisi yoksa yani kalbini tanımıyorsa, o kişi kendisini de tanımaz, kendisini tanımadığı zaman rabbini de tanımaz. Eğer ki kişi kalbini tanımıyorsa, onun dışındaki hiçbir şeyi de tanımaz. Kalp, insanoğlunda bütün emirlerdeki hakikatin hakikati kendisinde görülsün diye hazırlanmış bir aynadır. Kalp, ilimlerin hakikatleri karşısında, tıpkı renkli suretler (biçimler) karşısında bir ayna gibidir. Nasıl ki her renkli cismin bir sureti ve bu suretin de, karşısındaki aynada meydana gelmiş bir benzeri varsa, aynı şekilde, her bilinen şeyin de bir hakikati vardır. bu hakikat, bilinen o şeyin suretidir. İşte bu suret kalp aynasında tab olunur (parlar), orada vuzuha (aydınlığa) kavuşur.” _Gazali’ye göre bu hakikate ulaşma sürecinde, kalp tek başına çalışmaz. Onun bu manada emrinde çalışan azaları vardır ve o, bunlara hükmeder.“bil ki, ilmin mahalli kalptir. Kalpten gayem; bütün azaları idare eden latifedir. İtaatı yapılan ve bütün azalar tarafından hizmetine koşulan ancak bu kalptir. Kalp, gazali’nin felsefi sisteminde insana ait en üstün organdır. Çünkü bütün azaları o yönetir. Onun dışındaki her şey ancak ona itaat eder. Allah nezdindeki sırları keşfeden kalptir. Diğer azalar ise, kalbin hizmetçi ve bağlılarıdır. Kalbin çalıştırdığı aletleridir. Efendinin, kölesini çalıştırdığı, çobanın (idareci) raiyesini (sürüsünü) güttüğü ve san’atçının aletini çalıştırdığı gibi, kalp de diğer azaları çalıştırmaktadır.” Kalbin iki ordusu vardır. onun birinci ordusu gözle görülürken, ikinci ordusu ise ancak sezgiyle görülür. Kalp, burada padişah hükmündedir. Orduları ise, hizmetkar ve yardımcılar hükmündedir. Onun gözle görülen ordusu; el, ayak, göz, kulak, dil ve diğer gizli ve açık azalardır. Zira bütün bu azalar kalbin hizmetçisidir ve ona itaat ederler. Onların gerçekleştirdiği eylemler kalp sayesindedir ve onun emrine aykırı davranış sergileyemezler. O, göze açıl dediği zaman, göz hemen açılır, dile konuşmayı emrettiğinde dil hemen konuşur. Kalbin bunlardan başka bir ordusu daha vardır. o ordusu da; ilim, hikmet ve tefekkürdür. Gazali’ye göre her türlü bilgimizin kaynağı olan kalp ve kalp gözü yaşantılarda sürekli aktiftir. Kalp gözü yalnızca bilgiyi elde etmekle kalmaz bunun yanında kendisini bilici (alim) ve kudret sahibi olarak idrak eder; ayrıca kendisinin bilgi sahibi olduğunu idrak ettiği gibi kendisinin bilgi sahibi olduğunu bildiğini, kendisinin bilgi sahibi olduğunu bilişini bildiğini…-sonsuza dek- idrak eder.” _İlmin kaynağı, doğum yeri ve kökü akıl olduğuna göre aklın şerefi de meydana çıkmıştır. Akla nispetle ilim, ağaca nispetle meyve, güneşe nispetle nur ve göze nispetle görmek gibidir.” Fakat bazı aklın bilgiye ulaşamayacağını, bazı ağacın meyve vermeyeceğini ya da bazı gözün görmeyeceğini düşünmekte mantıksal açıdan bir çelişki yoktur. Uygun koşulların oluşması gerekir. İnşanın bilgiye ulaşabilmesi için de, o bilgiye ulaşmayı mümkün kılacak yaşantıları, deneyimleri olması gerekir. Bunların dışında kalbin bilgiye ulaşmasını engelleyen başka durumlar da olabilir. Bunlar kalp gözünün (aklın) perdeleridir. Fakat bu perdeyi oluşturan başka bir şey değil yine aklın kendisidir. “aklın perdesine gelince, göz nasıl göz kapaklarını kapatmak suretiyle kendisine ait bir perde oluşturursa, akıl da bazı nitelikleri sebebiyle kendi kendisine perde oluşturur.” Tecrübe ve akılla bilgiye ulaşmayı engelleyen durumlar olduğu gibi kalple de bilgiye ulaşmayı engelleyen durumların olduğunu iddia eden gazali’ye göre, nefslerden bazıları dünya hayatında bozulur, zaafa uğrar. Böyle çeşitli zaaf ve hastalıklarla ise hakikatleri idrak etmek imkansızdır.” İnsanlar dünya hayatında bazı isteklerini bastıramayarak onların kölesi olurlar. Bu doyumsuz istek ve arzular onların bozulmalarına sebep olur. Bu bozulmalar ise kalp ile hakikat arasında perde olur ve kalbin hakikate ulaşmasını engeller. İlimlerin nurları, kalpler cihetinden gelen meşguliyet, bulanıklık ve habasetten (kötülükten) dolayı perdelenmiş olur da kalplere girmez.” ************* _Gazali Eleştirisi_ _Gazali, aklı reddetme akımının atasıdır. Bugün konuşsa tarikat meczuplarından başka kimse ciddiye almaz. Ortadoğu'daki ortaçağ'ı başlatan, bilim düşmanlığının temeli. Felsefeyi, akılcılığı, tartışmayı, eleştirel düşünmeyi, kısacası bilimi ve bilimsel düşünceyi yasaklayan imam. Ayet akıldan üstündür görüşünü savunur. Kalp gözüyle görülebilen, inancı olanın aklı olandan üstün olduğu bir toplum yaratmak istedi. Filozofların tutarsızlığı adı eseri ile nedenselliğe savaş açmıştır. Tek neden allahtandır diyerek gözlem yapmanın faydasız oldugu noktasına savrulacak bir düsüncenin önünü açmıştır. Koca coğrafyanın içine sıçmış gitmiş bir dinci. Yok şöyle felsefeciymiş de, yok aklın yolunu bilmem ne yapmış geçiniz. Bugün bu ülkede ortadoğu bataklığına saplanmış haldeysek, etrafımızda çember sakallı medeniyet düşmanları vıdı vıdı yapıyorsa, aha da bu sik kafalı gazali yüzünden. İslam'ın şerefini kurtarmak uğruna aklı ve felsefeyi karşısına almıştır ve başarılı olmuştur. Komiktir ki bu zaferi karşısına aldığı akıl ve felsefe yolundan faydalanarak elde etmiştir. _Gazali'nin nedensellik görüşü genellikle "vesilecilik" olarak adlandırılır. Vesilecilik, tanrı'nın tüm olayların tek gerçek nedeni olduğu görüşüdür. Ateşin pamuğu yakması gibi doğal nedenler kendi başlarına neden değildir, sadece tanrı'nın bir etki meydana getirdiği durumlardır. Gazali'nin nedensellik görüşü, dünyada gözlemlediğimiz düzenli olay dizilerine tatmin edici bir açıklama getirmediğini savunan bazı filozoflar tarafından eleştirilmiştir. Bu eleştirilere rağmen, gazali'nin nedensellik görüşü islam düşüncesinde etkili bir görüş olmaya devam etmektedir. ************* _Gazzâlî_(1058-1111) İranlı İslam âlimi, mutasavvıf _Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde yaşamış olan en ünlü İslam bilginlerinden biridir. Nişabur Nizamiye Medresesi'nde öğrenim görmüş, Îmam Şafii'den etkilenmiştir. Nizâmülmülk'ün huzurunda olan bir toplantıda verdiği cevaplarla diğer bilginlerden üstünlüğünü kanıtlayarak 1091 yılında Bağdat'taki Nizamiye Medresesi'nin baş müderrisliğine tayin edilir. Yaptırdığı tekkede müritleriyle birlikte sufi yaşamı sürdü. _Çeşitli yönlerden felsefeyi eleştirmesi ve dönemin bazı filozoflarını tekfir etmesiyle bilinir. _Bâtınîlik, Gazzâlî'nin döneminde ortaya çıkmış ve Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk bu görüşün üyeleri tarafından öldürülmüştür. Gazzâlî bu dönemde Ehl-i Sünnet dışı grupların görüşlerine karşı reddiyeler yazarak mücadele etmiş, Mutezile ve Bâtınîlik'e karşı altı tane eser yazmıştır. _Felsefeye karşı verdiği mücadele ile İslam dünyasında felsefi düşüncenin gelişmesini önlediği düşünülmektedir. Yunan felsefesine karşı yazdığı reddiyeler sonucunda İbn Rüşd, İbn-i Tufeyl ve İbn Bacce gibi düşünürler felsefeyi ona karşı savunmak ihtiyacı duydular. Gazzâlî felsefe öğrenerek ve felsefi yöntemler kullanarak felsefecilerle tartışmış, sert eleştirilerini reddiyeler şeklinde yazarak Aristoteles, İbn-i Sina ve Farabi'nin üzerine yöneltmiştir. Gazzâlî Müslüman inancına sahip olmayan (Aristoteles ve Sokrates gibi Antik Yunan filozofları) düşünürleri ve onların fikirlerini reddeder. _Akıl yerine sezgiyi ön planda tutmuştur. Sûfizm kavramını şeriat yasaları ile birleştirmiş. Geçirmiş olduğu ruhsal bunalım sonrasında tasavvufa yöneldi. Gazzâlî'ye göre tasavvuf, insanın manevi hastalıklarından kurtulmasında en önemli etkendir. _Eserlerinde tasavvufun ilk resmi tanımını yaparak tasavvuf ve şeriatın sentezinde önemli bir rol oynamıştır. Gazali, Ezoteristlerin İftiraları adlı eserinde İsmailileri kâfir ilan edecek kadar ileri gitmiş ve onların kanının dökülmesine izin vermiştir. Gazali'nin dini felsefesinin ana temalarından biri, yaratıcının tüm insan yaşamının odak noktası olduğu ve dünyevi işleri doğrudan etkilediği inancıydı. _Gazali kendisini bir filozoftan çok bir mistik olarak görmüştür. Yaklaşımını gerçek bilgi arayışı, felsefe ve bilimin daha derin bir şekilde anlaşılması ve mistisizm ile bilişin daha iyi kavranması olarak tanımlamıştır. Mantığı Medrese'deki İslami seminer müfredatına başarılı bir şekilde entegre etmesi, Arap felsefesinin altın çağının başlangıcına işaret etti. Bazı akademisyenler, Gazali'nin Muhammed Peygamber'den sonraki en büyük Müslüman şahsiyet olduğunu öne sürmektedirler. Bazı oryantalist akademisyenler, Gazali'nin çağdaş felsefeleri reddetmesinin İslam dünyasında bilimsel ilerlemede düşüşe katkıda bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Gazali, muhafazakâr İslami inançlarına meydan okuyan bazı felsefi fikirlerden, özellikle de Tanrı'nın her şeyi bilen ve hatta var olmayan bir varlık olabileceğini öne süren fikirleri tehdit olarak görmüştür _ "Matematiksel bilimleri inkâr ederek İslam'ın savunulması gerektiğini düşünen bir kimsenin dine karşı işlediği suç gerçekten de büyüktür" demiştir. Niyeti matematik çalışmalarını savunmak değil, bu bilimlerin din için bir tehdit oluşturduğu görüşünü kınamaktı. Ona göre matematik ve din farklı alanlara hitap etmekteydi ve birbirleriyle rekabet halinde değillerdi. Gazali, "Çünkü vahyedilmiş Yasa hiçbir yerde bu bilimleri reddetmeyi ya da onaylamayı üstlenmez ve bu bilimler hiçbir yerde kendilerini dini meselelere yöneltmez" diyerek konumunu daha da netleştirmiştir. Özünde, dini öğretiler ile matematiksel bilimlerin farklı alanlarda yer aldığını ve birbirine karıştırılmaması gerektiğini savunmuştur. Filozoflar tarafından yazılan kitapların yasaklanmasını savunmuş ve felsefeyi matematiksel, mantıksal, fiziksel, metafiziksel, politik ve ahlaki olmak üzere altı dala ayırmıştır. ******** _Silsile-i Sâdât: Muhammed'in kendisinden sonra yerine vekâlet edeceğini hadislerinde haber verdiğine inanılan evliyâların oluşturduğu zincirdir. Günümüzde Nakşibendi Tarikatı'nın kollarına ait farklı birçok "Silsile-i Saadat" mevcuttur. Şeyh kıbrısi de bunlardan biridir. _Batın: İç yüzü _Zahir: Dışı
·
4.102 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.