Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

400 syf.
10/10 puan verdi
Öleceğim ama sanırım yeterince yaşayamadım.
Yu Daşeng kitabı kapatıp “Bu sanırım iyi bir kitap!” dedi. Yu Daşeng benim ve evet bu iyi bir kitap! “...Sanırım” sözcüğü bu cümlede benim için fazlalık. Gerçekten uzun zamandan sonra iyi bir kitap okudum bu yüzden bu kitabı okuduğum andaki duygularımı unutmamak için, bu kitabı okuduktan sonra içimde kıpırdanan o şeyleri, böyle bir inceleme yazmaya karar verdim. Tie Ning'in kitabını nihayet bitirdim ve son kelimeyi görünce kalbimin biraz ağırlaştığını bile hissettim. Bu soluk ama kendine özgü bir ışıltıyla parıldayan romanda, bizi neredeyse 400 sayfa boyunca kendi hayat hikayelerini dinlemeye davet eden karakterlerin her biri, sonunda kendilerini cesurca ve sakince kabul edebildikleri, en derin yaralarını dile getirebildikleri için onlara imrenmeden edemedim. Sık sık başkalarına gerçek duygularını salıvermenin güzel bir şey olduğunu söylerim... Ne var ki bunu kendim yapamam. Hala kabullenemediğim ve cesurca yüzleşemediğim çok şey var. "Suyu içtiğinde kaynağını düşün." Der bir Çin atasözü. Ben de hikayenin konusuna geçmeden önce biraz kitabın yazarı Tie Ning'den bahsetmek istiyorum. Yani bir yudumda içtiğim bu kitabın kaynağından... 1957 yılında Pekin'de doğan ve atalarının memleketi Hebei eyaletinde de bulunan Tie Ning, Çin Yazarlar Derneği'nin şu anki başkanıdır. (49 gibi genç bir yaşta bu şekilde onurlandırılan tek kadın yazar olması gurur verici.) 1975 yılında edebi eserlerini yayınlamaya başlamıştır. Uzun edebiyat kariyeri boyunca 50'den fazla roman ve makale koleksiyonu üretmiştir. Aynı zamanda Lu Xun Edebiyat Ödülü de dahil olmak üzere altı ulusal edebiyat ödülü kazanmış, romanları ve denemeleriyle 30'dan fazla ödül almıştır.Tie Ning'in aynı adlı kısa öyküsünden uyarladığı film, 41. Berlin Uluslararası Film Festivali'nde, Çin'in Altın Horoz Film Ödülleri'nde ve Yüz Çiçek Film Ödülleri'nde büyük ödüllere layık görülmüştür. Beklendiği gibi eserlerinin İngilizce, Rusça, Almanca, Fransızca, Japonca, Korece, İspanyolca, Danca, Norveççe, Vietnamca ve daha birçok dile çevrilmesi uzun sürmemiştir. Kısacası gerçekten yetenekli ve güzel bir kadın! Öyle ki tamamen beklentisiz okumaya başladığım kitabıyla beni daha ilk satırında o muhteşem diline bağlı hale getirdi. Ve kitabı elimden bırakamadım. Yazarla ilk kez tanışmış olmama rağmen dilimize çevrilen tüm kitaplarını vakit kaybetmeden edindim. Şimdi romanın konusuna değinecek olursam Çin'in karmaşık döneminde kadınlar arasında kurulan bağları keşfe çıkıyoruz hikaye boyunca. Kitapta beni en çok etkileyen şey, kelimelerle sarıp sarmalanmadan ve hiç olmadığı kadar saf bir şekilde tasviri yapılan insan doğasının çıplaklığıydı. Tüm bu resmedilenlerin kurgu değil de sıradan insanların hayatlarının bir tasviri olduğunu hissediyorum. Kirli ve aşağılık kalpler ve güzel gün ışığı... Aslında aynı anda var olabilir. Aynı anda ve tek bir insan figüründe. Oysa bu iki şey birbirine ne kadar zıt değil mi? Herkes özünde karmaşık bir birey değilse nedir? Okurken kendimi Xiao gibi hissederken bulduğum çok oldu. Sonuçta onun kıskanç doğasında kendi gerçek benliğimi gördüm. Sık sık istemeden doğal bir dürtüyle kıskançlık duyuyorum. Evet sık sık... Kıskançlık belki de en ilkel duygumuzdur. Bu duygu kaçınılmazdır ama bu duyguyu içimizde barındırıyoruz diye de kötü insanlar olacak değiliz. Kasıtlı olarak başkalarına engel olmak da istemeyiz. Bu sadece bir duygudur. Evet. Yine de her şeye rağmen bu kıskançlık duygusuyla birlikte başkaları adına mutluluk duyduğumuz da olur. Arkadaşlarımızın sahip olduğu o şansı, gururla alkışlarız bir zaman sonra. Kitap boyunca bir bunalım duygusu eşlik ediyor bize. Herkes kalbiyle yüzleşmekten, gerçek düşünce ve duygularını ortaya çıkarmaktan korkuyor. O dönemin atmosferinin doğrudan buna yol açtığını düşünüyorum. Kültür devrimi... Bu tarihsel olayla ilk karşılaşmam Yu Hua'nın “On Sözcükte Çin” kitabıyla oldu. Tarihe her zaman ilgi duymuş birisi olduğumdan kitabı bitirdikten sonra bile Kültür Devrimi'ni günlerce araştırdığımı hatırlıyorum. Kültür Devrimi ile ilgili hatırı sayılır kitap okudum, filmler izledim. Yani “Yıkanan Kadınlar”ı keşfetmeden öncesinde de zaten bu konuyu zihnime işlemiştim. Bu yüzden karakterlerin dönemin getirdiği bazı davranışlarını hiç yadırgamadım okurken. Bununla birlikte yazar o kadar iyi yazmış ki ve aynı zamanda çeviri de o kadar kıvamındaydı ki Kültür Devrimi hakkında en ufak bir bilgisi olmayan birisi bile dönemin o atmosferini rahatlıkla gözünün önüne getirebilirdi. Kısacası çeviri ve olaylar birbiri ardına hızla akıp gidiyordu. (Buradan çevirmene kocaman teşekkürler.) Yazarın oldukça kendine has bir yazım tarzı var. Etkilendim ve gurur duydum. (Ne zaman böyle harika yazan bir kadın yazarla tanışsam heyecanlanıyorum.) Uzun romanlarını keyifle okurken, bize insan sevgisini öğreten bir kadın yazarla ilk kez tanışmak çok güzeldi. Çin Kültür Devrimi'nin tarihsel arka planı kitapta, karakterlerin hareketleri aracılığıyla anlaşılması kolay ve empati kurmanıza olanak sağlayacak şekilde tasvir ediliyor. Bu, Çin'de meydana gelen Kültür Devrimi hakkında hiçbir bilgisi olmasa bile okuyuculara kendilerini tarihin içindeymiş gibi hissettirecek bir başyapıt. Yazarın anlattığı hikaye, muhtemelen kendi deneyimlerine dayanıyor (yarı otobiyografi kitabı olduğu göz önüne alınırsa) ama okuduktan sonra insan ilişkilerinin derinliğinden, insanlara olan sevgisinden etkilendim ve neredeyse yazarın ruhu ve iradesi diye adlandırabileceğim bir şeye dokunmayı başardım. Kitap, çoğunlukla kadın karakterlerin iç dünyasında ve yaşamının çevresinde dönse de erkek karakterlerin kendini gösterdiği roller de var. Gerçek hayattan kopup gelmiş karakterler bunlar. Ne var ki okurken ısındığım erkek karakter olmadı. Hiçbirini sevemedim. Sadece kitabın başında Chen Zai bende sempati uyandırdı, o kadar. Nefret etmediğim tek kişi Chen Zai ama onun karakterini de sevemedim. Nihayetinde itici buldum onu da. Eh burada bir genelleme yapmama izin verin. (Genellemeleri sevmesem de...) Çünkü kitabı okurken bu sadece içgüdüsel yaklaşmalı cinsellik beni öyle rahatsız etti ki. Karakterlerin sürekli evli adamlarla ilişki yaşamalarından bahsetmiyorum bile. Hayır yani sadece biri bu tür bir ilişki yaşasa belki zorlama da olsa sempati duyulabilir. Oysa hemen hemen tüm ilişkiler daha en başından çarpıktı. Karılarını aldatan kocalar ve kocalarını aldatan kadınlar... Bolca göreceğiniz bir şey. Ve belki bunun gerçeklikle bir payı da var. Tanık olduğunuz evlilikleri incelerseniz bu söylediklerim size hemen tanıdık gelecektir. Erkeklerin onlarca yıldır derinden aşık olduğunu söylediği tüm duygulardan şüpheliyim. (Ve elbette kitapta geçen o derin aşk hariç değil!) Gerçekten bu kadar seviyorsan her zaman iletişim halinde olmalı ya da harekete geçmelisin. Bunu yüreğinde saklasan bile kendinle yüzleşmek için bir anının olması lazım. Bence Chen Zai ve Xiao böyle bir duruma iki güzel örnek. Sadece sevdiğini söylemek çok ucuz ve çok basit. Cinsiyetler arasında ilişki kurma isteği ve arayışı konusunda bir tabum yok, ancak kimliğimi ve gücümü karşı tarafı etkilemek için kullanmayacağım. Karşı tarafın açık rızası olmadan herhangi bir eylemde bulunmayacağım veya flört edici sözler söylemeyeceğim. Sonuçta hepimiz bazı tutkulara sahibiz ama unutmamalı ki bizler hayvan değiliz. Salt içgüdülerimizle hareket etmemeliyiz. Bunun dışında kitapta en güzel ve en sıcak şey, kızlar arasındaki daha çocukluktan kök salmış ve yetişkinliklerine değin onları bir arada tutmak gayesiyle yeşermiş o dostluktu. Güzel olan şey, ailelerinden uzakta, sevgi ve aidiyet duygularının olmadığı karışık bir ortamda yine de küçük şeylerden mutlu olma çabalarıydı. Kızlar arasında Fei'yi sevdim. Ve Fen aralarında en sevmediğimdi. Fei'nin vurdumduymazlığı ve fedakârlıkları, Fen'in kıskançlıkları ve kendini aklamak için giriştiği tüm o kötülüklerde kendini teselli etsin diye beslediği karanlık kalbi ve elbette Yo-Yo ile henüz iki yaşındaki Kuan'ın saflığı... Bunların hepsini içinde barındıran tek karakter Xiao'ydu bana göre. Tüm iyilikleri ve kötülükleri içinde barındırdığı için de gerçek bir insan kılığında çıkıyordu karşımıza. Yoksa onu hem sevip hem de ona kızabilir miydik? Hepimiz yüreklerimizde tıpkı Xiao gibi bir parça iyilik ve kaçınılmaz olarak bir parça da kötülük barındırırız. Hangimizin yakıcı bir sırrı yok ki... Omuzlarımızda bir yük halini almış durmadan bize yüklenen. Hikayede başından sonuna kadar bize eşlik eden de bir sırdı. Bu hikayenin özü... Xiao ve Fen'in, bu iki kız kardeşin bu küçük! sırrı olmasaydı şüphesiz bu hikayede olmazdı. Bir sır ne kadar zihnimizin kilitli çekmecesinde en karanlık köşede dursa bile tüm anlarımızı ele geçirmesi üç saniyesini bile almaz. Tam da bu yüzden Xioa'nın en kaygısız en mutlu anlarında bile onun iyimser ruh halinden çalıyordu bu sır. Ve Xioa'nın gittikçe histerikleşmesi de yine bu sır yüzündendi. Kitabın sonunda Xiao, kendisinin bile asla dile getirmediği bu sırra nihayet kelimeleri giydirdi. Bu sır ne kadar somutlaştıysa içi o kadar rahatladı, yüzüne, ruhuna renk geldi. Kitabın sonunda ancak bu şekilde sırrını açığa çıkararak kendi olabildi. Xiao ne aşkı bulduğunda ne de arkadaşlığı tattığında kendisi olabilmişti. İşte Xiao ancak minik Fuan'la yüzleştiğinde bu sır onun esaret altındaki ruhunu özgür bıraktı. Yazarın hikayenin içine gizlediği metaforlar çok hoştu. Bu hikayeyi daima hatırlayacağım.
Yıkanan Kadınlar
Yıkanan KadınlarTie Ning · Altın Kitaplar · 201431 okunma
·
327 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.