Gönderi

senin korkularını benim inceliğimi...
Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi Ne kapanan kapılar Ne yıldız kayması gecede, ne güz Ne ceplerde tren tarifesi Ne de turna katarı gökte İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık! İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini Birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken Duvarlara dalıp dalıp gitmesi Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek Birdenbire büyümesi gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin Parmaklarını sözüne pınar edememek Uzaklarda bir adamın üşümesi; bir kadın dağlara daldıkça Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması Ayrılık; yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme Yalnızca gölge vermesi ağaçların İyiliğin küfre dönmesi ayrılık Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya Başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş İki adımından birisi insanın, sevincin kundakçısı Hüznün artması, süreğen korkusu inceliğin Ayrılık, o küçük ölüm; usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını? Bir yaprak düşmesi kadar ancak acısı ve ağırlığı olduğunu Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını Boşluğa bir boşluk katmadığını Kar yağdırmadığını yaz ortasında Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı Ben bulutları gösterirken “Bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna” Yanıt aramanla halkalanmış Aşkın şarabının ağzını açtım, yâr yüzünden içti murt bende kaldı Türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını kenara itip “Bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?” dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan Ne mi yapacağım bundan sonra? Ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce Şiir okumayacağım bir süre Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim Yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım Ardı kuş resimli aynalar arayacağım mahalle pazarlarında Gençliğimi anımsamak için Emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak, sonumu görmeye çalışacağım Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce solsun diye İçinde ay ışığı, iğde kokusu ve begonvil bulunan tüm resimleri duvarlardan indireceğim Mican türküsünü asacağım yerlerine Falcı kadınlara inanmayacağım artık Trafik polislerine adres sormayacağım Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye Fesleğenden başka bir çiçek koymayacağım penceremin önüne Büyük kentlerin varoşlarında çırpınan üç milyon yurtsuza evimi açacağım Nerde bir kayıp, bir faili meçhul varsa bıraktığı acının yanına resmini asacağım Şaşırma! Yetimi korumak için yeni aşklar bulacağım kendime. Ne yapacağımı sanıyorsun ki? Tenin tenime bu kadar sinmişken Ömrüm azala azala akarken önümde Gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken Senin korkularını Benim inceliğimi doldurup yüreğime Bıraktığın boşluğu yonta yonta Binlerce heykelini yapacağım Heykelini yapacağım Şükrü ERBAŞ
··
28 plus 1
·
2,078 views
İsmail okurunun profil resmi
Vaaay bee... ayrılığın hem acısını hem de getirdiği yeni başlangıçları çok etkileyici bir şekilde anlatıyor. 👍
Semra YAPAL okurunun profil resmi
Okuduğum en etkileyici şiirlerden biri oldu
8 next answer
Adsız okurunun profil resmi
  Şu an… Gecenin bu kayıp vaktinde; Sanki yaşar gibi yanan …ve sanki sıcak gözyaşı damlalarıyla eriyen… Ama benimle hakiki sessizliği ve sensizliği paylaşan kavgamı görmeni isterdim. Görmeni isterdim beni; Ey vazgeçilmezini içimde gezdiren… Beni, “Senin görmeni isterdim. Çünkü bu kavgamı taşımak herkesin harcı değil!          Gecenin bu kayıp vaktinde; Adını yazdım büyük harflerle, yanına bir soru işareti koydum. Gözlerinin arkasındaki masumiyeti hiç anlayamamıştım. Gözler ki birer parçasıdır sende ilahın, Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın, Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin; Sen vuruyorken de, öldürüyorken de güzelsin! Oysa bir sen öldürmedin beni. Ben ellerimi açıp sonsuzluğa mutluluklar taşırken, ben ki karanlığın kuşatılmışlığı altında zamandan kaçırdığım bir tutam ışıkla sana uzanırken bir eylül sabahı öldüm!... Gücenme, bizim yüreğimiz böyledir. Ne zaman nerede ele vereceği belli olmaz bizi. Gün gelir elveda demeye de vakit kalmaz. Ama ben ölüme sizler için gideceğim. Bırakarak arkamda bir çift mavzer kurşunu gözbebeklerini, sevdiğimin… Ey bir çift mavzer kurşunu gözlü sevgilim!Sen ağlarken başkaları gülüyorsa bizim ölülerimize, sen onlar içinde ağla, onların haline de ağla. Bilmiyor ki: Yaşayan bir ölü bin sağ getirir, Belki ses yankıyı dağ dağ getirir. İşte benim ümidim bu dağ yankılarıdır. Kulakları sağır edecek kadar güçlü ve kuvvetlidir, bu yankılar. Sustuğuma bakma sen, bir görsen bir görsen benim yüreğimi. Sustuğuma bakma. Çıt çıkmıyor benden yana. Yine baş başa vermişim yalnızlığımla, takılmış yalnızlığın gözleri gözlerime, kara sevdalar gibi bakışıyoruz. Bu inen akşam var ya, bu inen akşam… şimdi, şimdi… Say ki fısıldıyorum şimdi. Tut ki konuşuyorum, fısıldıyorum kendi kendime bir başıma… zor ya… Benden yana olmak zor… biliyorum zor, Ama sevdam deli, ama sevdam garip, durmaz ki dolaşıp durmuş, gelip seni bulmuş.
Adsız okurunun profil resmi
Ne diyorum biliyor musun? Ateş düşsün yüreğine…iyi mi? Çaresi yok başka, bilemezsin sen, sen beni hiç yaşamadın ki. Beni üzen taş bağrın. Beni yakan ateş seni yakmadıkça sabah çıtlatmayacak gecenin kapısını. Acelem bunun için vefasız.
Adsız okurunun profil resmi
Bir görsen benim yüreğimi, ne fırtınalar yaşadı, ne korkunç köşe başları çıktı yollara, nice sancılar sakladı zaman, masal kaldı yaşananlar. Ay karartan silahların gölgesinde, titreyen yıldızların gözbebeklerinde nasıl yaşadığımı bir bilsen. Bir kere koklaşmadan baharla, ne dizlerimde ıslak yeşil lekeleri kaldı, ne de saçlarımda bir tutam serinliği. Ateşler düştü hep cemre yerine avuçlarıma… Ama geri adım atamam!... Şimdi!... Garip bir akşam çökmüş üstüme, uykuya düşman her gecem. Benim kavgam gece ile, gecenin bir saatinde, gecenin orta yerinde düşmüşüm yollara. Yollar ki yokuş. Ağır ağır çıkıyorum. Yokuşları, tenha ve sensiz. Neden bu inişler bu kadar kalabalık. Birileri mi fısıldıyor ne; Su iner yokuşlardan hep basamak basamak Benimse alın yazım yokuşlarda susamak Dedim ya benim kavgam gece ile, bedenlerimiz kırılsa da fırtınasında kavganın ve yeşerse de her dem ihanetler hala yüreğimdedir sevginin çırpıntısı. Ama karanlık gittikçe bastırıyor. Depremler kopuyor yüreğimde. Beynim petrol çukuruna dönmüş  yürüyor ateşlere. Direniyorum gecenin bir saatinde direniyorum. Daha ne kadar dayanır damlalaşan yüreğimde tuttuğum sevgi. Uzat diyorum, uzat artık ellerini yarın gün doğduğun da beni bulamayabilirsin… Ve gecenin bir saatinde sarılmışım kalemime, ki kalemler de yazmıyor. Seni anlatmaya aciziz diye.
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.