Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Az yemek, az uyku, az konuşmak ve herkesle düşüp kalkmamak. İşte doktora ihtiyaç olmaması için yapılması gerekenler bunlardır. _Az ye! Yedikten sonra hazmoluncaya kadar başka bir şey yeme! Zira şifa yemeğin hazmolunmasındadır. İnsanın sağlığını bozan yemek üzerine yemek yemektir. Tıp ilmi ki beyte sığdırılmıştır. Ve söylemenin güzeli de kısa söylenmesindedir. _Bütün hastalıklar esasen yenilen ve içilen şeylerden ileri gelmektedir. _Sağlıklı olmanın kaideleri: 1- Gıda. 2- Uyku. 3- Spor. _Çok gerekli olmadıkça ilaç kullanma! _Her hastalığı yapan bir kurttur. Yazık ki onu görecek elimizde âlet yoktur. _Şifasız hastalık yoktur; irade eksikliğinden başka. Değersiz bitki yoktur; tanınmamasından başka. _Her kaIbi kuvvetIi oIan çok sevinen oImadığı gibi, her çok sevinçIinin de kaIbi kuvvetli değiIdir. _Cahil bir hekim ölüm kampının yardımcısıdır. _Sinirler ruhtan yardımı beyin aracılığıyla alırlar. Beyin de ruhtan alacağını yürek yoluyla alır. _Güzel yaşamak için hayatın zehrini için. Diri kalmak için ölümü sevin. Uçun ve belirli bir yuva edinmekten kaçının. Çünkü kuşları hep yuvalarında avlarlar. _Aşktan acı çekenlerin akli dengesini kaybetmesinden korkulur. Bu durumda sıvı yiyeceklerle beden nemlendirilmelidir. Her gün hamama götürülür. Menekşe yağı koklatılır. Bu bedenin ilacıdır. Ruhun aşkına gelince de bu bir psikolojik hastalık türüdür. Bu kişiye nasihat edilmelidir. Ta ki duyguları olabildiğince hafiflesin. Ya da daha başka işlerle düşüncesinin meşgul edilmesi gerekir. *** _Ruhsal bir hayal gücü vardır. Bu güç, hastalıkları oluşturabileceği gibi, var olan rahatsızlıkları da ortadan kaldırabilir. Beden, ruhsal hayal gücünün emirlerine itaat etmek zorundadır. _Ruhbilimin, metafizik ile fizik arasında bir köprüdür ve bu iki bilimden de yararlanan bir bilgi alanıdır. Ruhbilimini üç ana bölüme ayrılır: Akıl ruhbilimi; deneysel ruhbilim; tasavvuf ya da gizemci ruhbilim. İnsanların ruhlarının müzikle tedavi edilebilir. _Fardajan kalesinde hapsedildiği sırada İbn Sina "Yüzen Adam" olarak bilinen ünlü bir düşünce deneyi tasarladı. Bu deney insanın öz farkındalığını ve ruhun maddesizliğini göstermeyi amaçlıyordu. İbn Sina okuyuculardan anlık olarak yaratılmış, havada asılı duran, duyusal girdiden yoksun ve kendi bedeninden izole edilmiş bir insan hayal etmelerini istemiştir. Bu senaryoda bile kişinin yine de özbilince sahip olacağını ve bunun da ruhun bedenden ayrı bir cevher olduğunu gösterdiğini savunmuştur. *** _Dünya; akIı oIup, dini oImayan ve dini oIup, akIı oImayanlar oIarak ayrıImıştır. _Din ateş, akıl da sudur; ateşe karşı suyu yani aklı kullanmazsanız, o ateş sizi yakar. _Bildim ve anladım ki hiçbir şey bilinmemiş ve hiçbir şey anIaşıImamıştır. _Kendinin ne oIduğunu biIen insan, bazı kendini biImezIerin, onun hakkında söyIedikIerinden etkilenmez. _Bilgisizliğin en kötüsü, kendini bilmemedir. _Aklını ve sağduyusunu kullanmayan insan, sonunda sanal bir dünyada yaşamaya başlayacak ve içinde bulunduğu bu durumun farkına da asla varmayacaktır. _Gerçek bilgi iki esasa dayanmalıdır: Akıl ve Sezgi. İtimatta layık en büyük şey, akıl ve iyi ahlaktır. Bilmiş ol ki, nefsin gezintiye çıkışı bilgi ve ilim yolunda düşünceye dalmasıdır. _Bilgiyi ve krallığı, yetkin ve tam olan yücelerden iste. Eksikliler, yalnız eksikliklikleri verebilirler!. _İnsanın ruhu kandil, bilim onun aydınlığı ve Tanrısal bilgelik de kandilin yağı gibidir. Bu yanar ve ışık saçarsa o zaman sana "diri" denilir. _AIetIerin en faydalısı kalemdir. Bir şişe mürekkep bir küIçe aItından hayırIıdır. _Gözlem, deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgiler, vahiy yoluyla gelen bilgilerle çelişmez, yani felsefe ile din arasında tam bir uygunluk vardır. _Var olan her şeyin, sırf var olduğu için, bir özü vardır. Aslında, var olan her şey, sırf o şey olmasından dolayı, kendine has bir öze sahiptir. _En son ve en yüksek basamağa yükselmiş olan kimse, varlıkların gerçekliklerini görmüş, öğrenmiş, bunların gerçekliklerine ermiş, adalet ve hak doğrultusunda bunlar üzerinde tasarruf yapma hakkını kazanmış olur. _Karanlıkta kalan kimsenin ne kendisini, ne çevresindekileri görmesi gibi, nefs de, kendi özünü, aklı ve aşkın biçimleri (suret, form), aklın ışığıyla görür. _Bilmiş ol ki, insanlardaki gazab kuvveti, ne zaman kendisinin istemediği bir şey görse veya işitse, öc almak isteğiyle kalpdeki kanı kaynatan, coşturan bir kuvvettir. _Dünya harcını kendisi alan padişah benden daha mutlu ve hiçbir bey de benden bahtiyar değildir; fakat siz bu zevki bilemezsiniz. Dünya hırsı peşinde olanların gözleri bunları seçemez, onlar tek gözlüdür. _İnsanın, akıl sahibi olması yönünden yetkinleşmesi, yerinde açıklanacağı üzere, gerçeği (hak) gerçek olduğu için ve iyiyi de onunla amel etmek ve onu elde etmek için bilmesindedir. İnsan ilk fıtratı ve apaçık bilgilerinin (bedihi) ise tek başlarına bu yetkinliğe yardımları azdır. Yetkinliğe ulaşma yolunda insanın elde ettiği şeylerin çoğu, çaba gerektiren bir kazanımla elde edilmektedir. Bu kazanım bilinmeyenin kazanılmasıdır. Bilinmeyeni kazandıran şey ise bilinendir. Durum böyle olunca insanın öncelikle bilinenden bilinmeyeni nasıl elde edeceğim, bilinenlerin, bilinmeyenin bilgisini vermeleri için kendinde durumu ve düzenlenişinin nasıl olacağını bilmesi gerekmiştir. Yani bilinenler, zihinde zorunlu bir düzene girdilderinde ve o bilinenlerin sureti söz konusu zorunlu düzende karar kıldığında zihin onlardan, bilmeyi amaçladığı bilinmeyene geçerek onu bilecektir. _Sen kendini bildiğinde, bilgin ya senden başka bir şeydir ya da seninle aynıdır. Şayet bilgin senden başka bir şey ise sen kendini bilmiyorsun demektir. Eğer bildiğin sen isen o zaman bilen de bilinen de aynı şeydir. Senin aklında şekillenen kendi biçimin ise, bu durumda bilgi zaten senin kendindir. Zira kendine yönelip kendini düşündüğünde, kendi hakikat ve mahiyetini kendinde tekrar (ikinci defa) göremezsin ki, sende birden fazla olduğu hissi uyansın. Kendini bilen herkes için daha sonra kendi dışındakileri bilmeme söz konusu olursa, buna engel olan bir şey var demektir. Bu engel şayet kişinin kendinde ise kendisini de bilmemesi gerekir. Eğer engel kişinin dışında ise dışta olan şeylerin kaldırılması mümkündür. _İlim, maddi mülahazalardan soyutlanmış olan hakikatin elde edilmesidir. Soyutlanmış hakikate sahip olması söz konusu olanlara bilen (alim) denir. Bilgi, soyut hakikatten ibarettir. *** _Çağrışım (öykünme), insanın haz aldığı bir şeydir. Bazı müzikal sesler, belirli bir hali yansıttığında sanki kişi kendini o şeyi ya da ona bağlı olarak ortaya çıkacak bir şeyi yaşıyormuş gibi hisseder. Bu sebepten dolayı ses kompozisyonu gerçekten haz verici ve çekicidir. Bunun nedeni, ses kompozisyonunda insanın ayırt etme gücüne hitap eden ve ona yönelik bulunan bir sistem olmasıdır. Haz kaynaklarının en güçlüsü elden gittikten sonra beklenen şeyin birdenbire hissedilmesidir. Bu sebeple sesin nefsi ansızın ziyaret ettikten sonra birdenbire onu terk etmesi ve bu terkin oluşturduğu yalnızlığı nefse hoş gelen bir şekilde yeniden gelmesinin neşesiyle telafi etmesi nefse ait en büyük nazlardandır. İşte nefsin sesteki kompozisyonu ve insan zihninde ses gibi tasavvur edilen ya da sese yakın olarak algılanan vuruşlardaki sistemi bu kadar sevmesinin nedeni budur. *** _Hiçbir ilim, kendi konusunu ispatlamaz. Tanrı'nın varlığı da metafizik ilminde incelendiğine göre, O'nun varlığının bu ilmin konusu olması mümkün değildir. _Bir ilmin amacının belirginleşmesi için bu ilmin konusunu ortaya koymak gerekir. _Mutlak sebeplerin bilgisi, sebeplilerin sebepleri olduğunu öğrendikten sonra ortaya çıkar _Her şeyin bilgisi, onun meydana geldiği yerden elde edilen sebepleri öğrenmekle kazanılır. Bu sebepler dört tanedir: maddi, etkin, formal ve gayi sebeplerdir. _Metafizik ilmi, 'ilk Felsefe' dir, çünkü varlıktaki şeylerin ilkinin yani ilk illetin ve genel kavramların ilkinin, yani varlık ve birliğin bilgisidir. Ve metefizik, en yüksek felsefi alandır. _Müzik, matematiksel bir ilimdir. Müzik ilminde fiziki ilkelerin yer almasının nedeni müzik ilminin konusunun fiziksel olmasıdır. Havadaki dalga parçacıkları, sesin tiz ve pes olma sebeplerinden biridir. Müzik, itibar edilmeyi hak eden bir konudur. _Eğer herhangi bir seçkin hekim, elementlerin, hıltların ve diğer fizikten temelini almış olan şeylerin mevcudiyetini mantık ve akıl yoluyla ispat etmeğe çalışacak olursa hata yapar: O tıbbın içine, ona ait olmayan meseleleri sokmuş olur. Eğer, Galen gibi bir hekim bazı konuları mantık ve akıl yoluyla açıklamaya teşebbüs etseydi, onu, bir hekim olarak yapmayacaktı; fakat filozof olmak isteyen birisi olarak bu işe teşebbüs edecekti. Bu durum, tıpkı hakim (filozof) olmaması gereken bir kişinin, bir fikrin sonucunun değeri hakkında, yüksek bilgisinden dolayı, hüküm vermeğe çalışmasına benzeyecekti. *** _Gerçekten de nice hata ve gafletin sebebi, adettir diyerek bir başkasının yolundan gitmektir. Pek çok yanlış, eskilere güzel duygular beslemek ve onlara ait olanı derhal sorgulamadan kabul etmek sebebiyle doğmuştur. Yine pek çok alışkanlık (gelenek) gerçekten saptırdığı gibi, başkasından elde edilen destek de kişiyi, konuyu derinliğine incelemekten alıkoymuştur. Biz ise tüm gayretimizle gerçeğin kendisini bizzat bulmaya; gücümüz elverdiği ölçüde geleneklere, alışkanlıklara ve adetlere ait düşüncelere sorgulamadan katılmamaya gayret ettik. Temkinli olmak her zaman olmasa da çoğunlukla hatadan korur. İsteğimiz olan doğruya erişme ve hatadan kaçınmada bizi rahmetiyle muvaffak kılacak olan Allah'tır. _Gök cisimleri ve insan nefsinin huyları (ahlak) ile müzikal ses aralıkları arasında kurulan benzerliklere iltifat etmeyeceğiz. Zira gök cisimleri ve müzikal ses aralıklan arasında ilişki olduğu şeklindeki bu görüş; ilimlerin konularını birbirinden ayırt edemeyen, asli olanla olmayanı birbirinden farklı görmeyen, felsefeleri eskimiş bir grubun yoludur. Bu görüşleri ayıklamaksızın miras olarak almışlardır. İşlenerek kusursuz hale getirilmiş bir felsefeye ulaşmaktan ve farklı konuları birbirinden ayırmaktan aciz kişiler de bunlara uymuştur. ************ _Sözleri_ _Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir. _Ben öküzden korkarım çünkü onun silahı var ama aklı yok. _Derdin devasızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır. _Şeylerin mahiyetleri kimi zaman şeylerin dış dünyadaki varlıklarında olur, kimi zaman da düşüncede olur. _Hayatın genişliği, uzunluğundan daha önemlidir. _Faziletler alışkanlık haline gelince saadet doğar. _İyiliğin şartı beştir: Tez olmalı, gizli olmalı, gözde büyütülmemeli, sürekli olalı ve yerini bulmalı. _İnsanların yapısı, yaradılışı, yetenekleri farklıdır ve yüce gerçekliklere ancak az sayıdaki üstün yaradılışlı insan ulaşabilir. _Yol ikidir. Biri aşağıdan yukarıya çıkmak, di¬ğeri de yukarıdan aşağıya düşmektir. _Anlatamayacağım haller yaşadım. Hayra yor ve nasıl olduğunu sorma. _Farklılaşma, birey ve toplumların beka nedenidir; benzeşme ise helak nedenidir. _Benim gönlümün kırılmaz sabrı, senin gönlünün yumuşamaz katılığı var. Şu halde sevgilim aşk yolunda ikimiz de sert taşız _Avam, gördüğüne ve duyduğuna, havas her şeye inanır. HassüI havas ise inandıkIarını yaşar. _Dünya hırsı peşinde oIanIarın gözIeri bunIarı seçemez, onIar tek gözlüdür. _Bana bu akIarı boya diyenIer oIdu. Ben de onIara şöyIe dedim: Ben bu ihtiyarIığı, bu ak saç ve sakaIı diri oIarak üzerimde taşımak istemiyorum. Bir de onIarı siyah boyaIarın aItına gömüp öIü oIarak nasıI taşıyayım. İhtiyarlığın rengi benim sakaIIarımın yanında bir ihtar nişanıdır ki bana yoIsuz davranışIar, kötü işIer yapmaya meydan kaImadığını biIdirir. _Ben erdemden başka zenginlik tanımıyorum. _Bu dünya ile öte dünya iki kuma gibidir. Birisinin gönlü alındığında, diğeri gücenir. _Açıktır ki, önce var olmayıp sonra var olan her şey, kendinden başka bir şeyle belirlenir. _Ne öğrendimse secdede öğrendim. _Absal, iman ettiği öğretinin Tanrı, melekler, kitaplar, elçiler, öte dünya, cennet ve cehenneme ilişkin bildirdiklerinin tümünün Hay’ın müşahede ettiklerinin birer simgesi olduğunu gördü. Bütün bilgileri gerçek anlamına kavuştu. Kalp gözü açıldı, düşünce ateşi parladı _Ana elementin tek olmasının doğru olmadığına dair sözümüz daha önce geçti. Nasıl böyle olur ki! Özünde ateş olanın su, su olanın ateş, toprak olanın hava veya hava olanın toprak olmasının imkânsız olduğunu öğrendin. Bu nasıl böyle olur! İşte burada rastlantısal suretten ortaya çıkmayıp, aksine farklı suretlerden ortaya çıkan zıt güçlerdeki fiil ve edilgi vardır. Farklı suretler farklı türler oluşturmayı gerektirir. Bir suretin diğerine bir üstünlüğü yoktur ki, diğerlerinin değil de onun unsurla bileşimi özelleştirmeyle ana madde kılınsın. Bu durum kesin olarak açıklığa kavuşmuş hususlardansa, ana elementin tek olmadığı da kesin olarak açıklığa kavuşmuştur. Öyleyse (ana element) çoktur. Onun sonsuz olarak çok olmadığı da bilinmektedir. Bu durumda ana elementler sonlu bir sayıda olmalıdır. _Kümûn (gizlilik) taraftarlarına gelince; bir şeyin “şey olmayandan” oluşmasının imkânsız olması onları bu (görüşe) sevk etti. Çünkü “şey olmayan” hiç bir şeyin konusu olmaz. Durum böyle olunca, şayet oluşan şey varlığa gelmişse, onun oluşumu bir şeydendir. Bu durumda da bu şey onun oluşumundan önce olmuş olur. (Hâlbuki) oluşan şey oluşumundan önce olmayan şeydir. Bu durumda oluşan şey oluşandan başkası olur ki bu da çelişkidir. Dış dünyada bir şeyin başka bir şeyden oluştuğu doğru olduğuna göre oluş, oluşan bu şey olmayıp, aksine gizlilikten sonra açık hale çıkıştır. Bazıları sonsuz oluşlara hazır (kâbil) da sonsuz olmasını gerektirdigini zanettiler. Bu nedenle onlar, maddenin Sonluluğu oluşun kesintiye uğramasını gerektirmesin diye, onda sonsuz Parçalar oluşması için benzer parçaların varlığını kabul etti. ******** _Kıyas_ _Kıyas, birtakım sözlerden meydana gelir ki bu sözler kabul edildiğinde bunlardan çıkan sonucu da kabul etmek gerekir. Örnek: Her cisim bileşiktir. Her bileşik olan sonradan yaratılmıştır. Bu önermeler kabul edildiği takdirde "Her cisim sonradan yaratılmıştır" sonucunu kabul etmek gerekir. _Analoji: Dış dünyada mevcut olan bir şeye bakarak, (aradaki benzerliklere dayanarak) bilinmeyen hakkında hüküm vermektir ve bazen farklılıklara bakarak da olabilir. Bu tür kıyasın en sağlam olanı, benzerlik konusunun veya ortak olan özelliğin, dış dünyada görülen hakkında verilen hükmün illeti olduğu kıyaslardır. Bu tür kıyaslar sağlam değildir; "Benzer kıyaslar" ise sonuç veren kıyaslarla ilgili şartları içermeyen akıl yürütmelerdir. _Hitabet: Hatabi kıyaslar, ilk işitildiğinde makbul, zanni veya meşhur olup, gerçek olmayan öncüllerden meydana gelir. Makbul öncüle örnek: "Bu kaynatılmış bir "şıra"dır. Kaynatılmış şıranın içilmesi helaldir. O halde bunun içilmesi helaldir." Hatabi kıyas, siyasi-idari konularda engel olma, teşvik etme, şikayet, özür dileme, methetme, kötüleme ve bir şeyi büyük veya küçük gösterme konularında yararlı olur. _”Zalim kardeşe, zalim de olsa yardım edilmeli” yoksa "Zalim olana, kardeş bile olsa yardım edilmez," sözlerinden ikincisi doğrudur. *************** *************** _ Şifa Kitabı _ _Metafizik: _Metafizik, fiziksel ve matematiksel varlığın ve bu iki varlıkla ilişkili şeylerin ilk sebeplerinin, sebeplerinin sebebinin ve ilkelerinin ilkesinin -ki o, Yüce Tanrı'dır- incelendiği ilimdir. _Metafizik ilmi, 'ilk Felsefe' dir, çünkü varlıktaki şeylerin ilkinin yani ilk illetin ve genel kavramların ilkinin, yani varlık ve birliğin bilgisidir. Bu ilim, en üstün bilinene dair en üstün bilgi olan hikmettir, çünkü o bilinenlerin en üstünü ne, yani yüce Allah' a ve ondan sonraki sebeplere dair en üstün yani kesin bilgidir. Bu ilim, bütün varlıkların en uzak sebeplerinin bilgisidir, Allah'ı bilmektir. "Düşünce ve varlıkta maddeden ayrık şeylerin bilgisidir," şeklindeki ilahi ilmin tanımı bu ilme aittir. Çünkü kendi olmaklığı bakımından varlık, onun ilkeleri ve arazları -yukarıda açıklandığı gibi- varlık bakımından maddeden öncedir ve varlıkları maddenin varlığıyla ilgisizdir. _Teorik ilim üçe ayrılır: doğa, matematik ve metafizik ilmi. _Tanrı iki yönden incelenebilir: Birincisi varlığı, ikincisi ise sıfatları yönünden. _Hiçbir ilim, kendi konusunu ispatlamaz. Tanrı'nın varlığı da metafizik ilminde incelendiğine göre, O'nun varlığının bu ilmin konusu olması mümkün değildir. Tanrı'nın varlığı da ancak bu ilimde incelenebilir. Çünkü bu ilmin kesinlikle maddeden ayrık şeyleri incelediği açıklanmıştı. Doğa ilimlerinde işaret edilmişti ki: Tanrı cisim değildir ve cismin gücü de değildir. Aksine O, birdir; maddeden ve harekete konu olmaktan her açıdan münezzehtir. Şu halde Tanrı'nın varlığı, bu ilimde incelenmelidir. _Sebeplerin salt sebep olmaları bakımından araştırılıp metafiziğin amacının sebeplere salt sebep olmaları bakımından ilişen şeyleri araştırmak olması mümkün değildir. _Mutlak sebeplerin bilgisi, sebeplilerin sebepleri olduğunu öğrendikten sonra ortaya çıkar. Biz sebepli şeylerin varlığının kendilerinden önce gelen şeylerle varlık bakımından ilgili olduklarına hükmederek, sebeplerin sebepliler için varlığını olumlamadıkça akılda mutlak sebebin varlığı ve bir sebep olduğu fikri teşekkül etmez. Duyular bize yalnızca bir ardışıklığı verir. İki şeyin ard arda gelmesi ise birinin diğerinin sebebi oluşunu zorunlu kılmaz. Duyu ve tecrübenin sunduğu verilerin çokluğu nedeniyle nefsin ikna olması, bildiğin gibi kesinlik bildirmez. Kesinliğin sağlanması ancak çoğunlukla gerçekleşen şeylerin, doğal ve seçimli olduğunu bilmekle mümkündür. Bu ise gerçekte illetleri olumlamaya, illetlerin ve sebeplerin varlığını kabule dayalıdır. _Araştırma, varlık olmaları yönünden sebepler ve bu yönden onlara ilişen şeyler hakkındaysa, metafiziğin ilk konusunun varlık oluşu bakımından varlık olması gerekir. Şu halde metafiziğin konusunun uzak sebepler olduğu düşüncesinin yanlışlığı ortaya çıkmıştır; aksine o, metafiziğin yetkinliği ve hedefidir. _Bir ilmin amacının belirginleşmesi için bu ilmin konusunu ortaya koymak gerekir. _Doğa ilminin konusu, var olması, cevher olması ve iki ilkesinden, yani heyula ve suretten oluşması bakımından değil, hareket ve durağanlığa konu olması bakımından cisim idi. Doğa ilminin kapsamına giren ilimler ise bundan daha uzaktır. Aynı şekilde ahlak ilmi de böyledir. _Mantık ilminin konusu, birinci makul anlamlara dayanan ikinci makul anlamlardı ve mantık onları, makul olmaları bakımından ve kesinlikle bir maddeyle ilişkili olmayan veya cisimsel olmayan bir maddeyle ilişkili akli varlıklarının bulunması bakımından değil, kendileriyle bilinenden bilinmeyene ulaşmanın niteliği bakımından inceler. Bunların dışında da başka bir ilim yoktur. _Bir ilimde konunun varlığının ispat ve mahiyetinin belirlenmesi imkansız olup yalnızca varlığı ve mahiyetinin kabul edilmesi gerektiği için, bu ilmin dışında başka bir ilim bu araştırmayı üstlenmez. _Varlığın bütününün ilkesi yoktur, ilke yalnızca nedenli varlığın ilkesidir. Dolayısıyla ilke, varlığın bir kısmının ilkesidir. Şu halde metafizik mutlak olarak varlığın ilkelerini değil, diğer tikel ilimler gibi, ondaki şeyin bir kısmının ilkelerini inceler. Tikel ilimler, içerdikleri şeylerin tamamının ortak olduğu ilkelerin varlığını kanıtlayamazsa kendilerindeki şeyler arasında bir sonrakinin ilkesi olanların varlığını kanıtlarlar. _Metafiziğin zorunlu olarak çeşitli kısımlara ayrılması gerekir: Bir kısmı en uzak sebepleri inceler. Zira uzak sebepler, nedenli her varlığın varlığı bakımından sebepleridir. Yine metafizik nedenli her varlığın yalnızca hareketli veya yalnızca nicelikli bir varlık olması bakımından değil, nedenli varlık oluşu bakımından kendisinden taştığı ilk sebebi inceler. Diğer bir kısım, varlığın arazlarını inceler. Başka bir kısım tikel ilimlerin ilkelerini inceler. _Fizik ve Doğa Bilimleri_ _Her öğretinin çelişkilerinin gösterilmesiyle ömrümüzü geçirmeyeceğiz ama belli bir şekilde, yeterli miktarda çelişkilerini göstermekten de vazgeçmeyeceğiz. _Bizden öncekilerden gelen doğruyu mümkün olduğu kadar yaymaya ve kendisinde hata ettiklerini düşündüğümüz konuları incelemekten kesin olarak vazgeçmeye çalışacağız. İşte bizi onların kitaplarını şerh etmekten ve metinlerini tefsir etmekten alıkoyan budur. Çünkü konuların onların hata etmiş oldukları zannedilen bir noktaya varmasından emin olamıyoruz. Dolayısıyla onlar adına mazeret beyan etme veya onlar lehine delil uydurup bahane arama külfetine katlanmak ya da açıkça, çelişkilerini göstermek zorunda kalıyoruz. ******* _Arş üzerine: _Zorunlu Varlık'ın İspatı: _Bilesin ki varlıkların ya bir sebebi vardır ya da yoktur. Bir varlığı gerek var olmadan önce zihinde, gerekse gerçekten var iken ele aldığımızda, eğer bir sebebi varsa ona "varlığı mümkün" deriz. Eğer ne şekilde olursa olsun onun bir sebebi yoksa ona "Zorunlu Varlık" deriz. Bu ilkenin kesinliği ortaya çıkınca, varlık dünyasında varlığının sebebi olmayan bir varlık bulunduğunun delili şudur: Bu varlık ya mümkün varlıktır ya da Zorunlu Varlık'tır. Eğer "Zorunlu Varlık" ise bizim dediğimiz doğrulanmış olmaktadır. Eğer mümkün varlık ise mümkün varlık, ancak onun varlığını yokluğuna tercih eden bir sebepten dolayı var olabilir. Eğer bu sebep de mümkün ise, mümkünler birbirine bağımlı olurlar ve asla var olamazlar. Zira var saydığımız bu varlık, kendinden önce sonsuz bir varlık olmadıkça var olamaz, bu ise imkansızdır. O halde, mümkün varlıklar neticede "Zorunlu Varlık"a dayanırlar. _O'nun bir ve sebeplerden münezzeh olduğunu ifade etmiştik. İlim, maddi mülahazalardan soyutlanmış olan hakikatin elde edilmesidir. O'nun madde ve maddenin özelliklerinden soyutlanmış olarak "bir" olduğu anlaşıldığına göre, bu hakikat (ilim) de O'nun için bu şekilde söz konusudur. Soyutlanmış hakikate sahip olması söz konusu olan herkesin bilen (alim) olduğuna, bunun O'nun zatı veya gayrı olması gerekmeyeceğine ve zatı O'ndan ayrılamayacağına göre O, zatını bilir. _O'nun bilgi, bilen ve bilinen olduğunun açıklanmasına gelince; bilgi soyut hakikatten ibarettir. Hakikat soyut olduğuna göre, O, aynı zamanda bilgidir. Bu soyut hakikat, O'na ait olduğuna ve O'nda mevcut bulunduğuna ve O'ndan gizli olamayacağına göre, O bilendir. Diğer taraftan, soyut hakikat sadece O'nunla var olduğuna göre, O [aynı zamanda] bilinendir, ancak [burada kullanılan] ifadeler değişiktir. Yoksa O'nun zatına nispetle, bilen ve bilinen aynı şeydir. _Mesela bilen olarak kendini ele al! Sen kendini bildiğinde, bilgin ya senden başka bir şeydir ya da seninle aynıdır. Şayet bilgin senden başka bir şey ise sen kendini bilmiyorsun demektir. Eğer bildiğin sen isen o zaman bilen de bilinen de aynı şeydir. Senin aklında şekillenen kendi biçimin ise, bu durumda bilgi zaten senin kendindir. Zira kendine yönelip kendini düşündüğünde, kendi hakikat ve mahiyetini kendinde tekrar (ikinci defa) göremezsin ki, sende birden fazla olduğu hissi uyansın. _Kavrayan ile bilen arasında fark yoktur. Çünkü ikisi de maddenin mutlak olarak soyutlanmasından ibarettirler. _O'nun zatını kavradığı anlaşıldığına göre, aklı ise zatı ile aynı olduğu ve zatına bir ilave olmadığı için bu sıfatlardan dolayı O'nun zatına herhangi bir çokluk gelmeksizin O'nun bilgi, bilen ve bilinen olduğu ortaya çıkar. _Kendi dışındakileri de bildiğinin ispatına gelince; kendini bilen herkes için daha sonra kendi dışındakileri bilmeme söz konusu olursa, buna engel olan bir şey var demektir. Bu engel şayet kişinin kendinde ise kendisini de bilmemesi gerekir. Eğer engel kişinin dışında ise dışta olan şeylerin kaldırılması mümkündür. O halde Allah'ın kendisi dışında olanları bilmesi mümkün ve hatta -bu bölümde göreceğimiz gibi- zorunlu olur. _O'nun Zorunlu Varlık ve 'bir' olduğu, her şey varlığını O'ndan aldığı ve O'nun varlığı ile var olduğu; ayrıca zatını bildiği ve zatını bil diğinde de, bilgisi ne ise o olduğu, yani bütün gerçekliklerin ve varlıkların ilkesi olduğu ispat edildiğine göre, ne gökte ne yerde hiçbir şey O'nun bilgisi dışında kalamaz; bilakis var olan her şey O'ndan var olur. O, bütün nedenlerin sebebi olduğundan; sebebi, var edicisi ve yaratıcısı olduğu her şeyi de bilir. _O'nun bilgisinin zatına ilave olmadığı, zatını bildiği ve bütün varlıkların ilk başlangıcı olduğu; ayrıca ilinti ve değişmelerden uzak olduğu ispatlanmıştı. O halde diyebiliriz ki O, varlıkları değişmez bir şekilde bilir. Çünkü bilinenler O'nun bilgisine tabidir; yoksa O'nun bilgisi bilinenlere tabi değildir ki bilinenlerin değişmesiyle O'nun bilgisi]de değişsin. Zira O'nun varlıkları bilmesi, onların var olmasının sebebidir. Buradan bizzat bilginin de kudret olduğu anlaşılır. O, bütün varlıkları bildiği gibi -bizim açımızdan var olması da olmaması da mümkün olduğu için biz bilemediğimiz halde- bütün mümkün varlıkları da bilir. _O diridir. Çünkü O, zatını zatında bilendir. O'nun kendi dışındakileri bilmesi söz konusu ise de, bu bilgisi zatını bilmesi dolayısıyladır. Ayrıca "diri" ile "idrak eden," "fail olan" da kastedilir. Her kimin bilgisi, idraki (algılaması) ve fiili var ise o diridir. _Fiilini bilinçli olarak yaparsa, ya bunu kavrama ve bilgi ile yapar, ya da kavrama ve bilgi olmaksızın yapar. İkinci durumda bu, kendisinden hayvani fiiller çıkan ilkedir. Eğer kavrama ve bilgi ile yapıyorsa, fiili ya birlik ya da çeşitlilik arz eder. Çeşitlilik arz ederse, bu insan ruhu denen ilkedir. Eğer birlik arz ederse -çünkü bilgisinde çeşitlilik söz konusu değildir- bu da gökküresel ruhtur. _Varlıkların düzenini ve mükemmelliklerini en güzel şekilde bilmekten doğan her fiil irade iledir. O halde O, kendisinden sadır olacak varlıkların, varlığını en üstün düzen ve mükemmellikle, zatı ile bilir. _Varlıkların düzenini ve mükemmelliklerini en güzel şekilde bilmekten doğan her fiil irade iledir. O halde O, kendisinden sadır olacak varlıkların, varlığını en üstün düzen ve mükemmellikle, zatı ile bilir. _Kadir(güçlü) dilerse yapan, dilemezse yapmayandır. _İradelerin farklı olması, gayelerin farklı olmasındandır. Halbuki O'nun fiillerinde hiçbir gayesinin olmadığını söylemiştik. O halde dilemesiyle iradesi bir demektir. _Bilgi birdir, ancak bilinenlerin farklı olmasından dolayı farklı isimler almıştır. Bu bilgi, varlıkların içyüzüyle ilgili olursa, O'na iç yüzünü bilen; varlıkların dış yüzleriyle i lgili' olursa, 'gözlemleyen' denilir. Bunların hepsi bir arada olursa o zaman (O'nun hakkında); "Görülmeyenleri (gayb) de, görülenleri de bilir; "Ne yerde ne gökte hiçbir şey, O'nun bilgisi dışında kalamaz" denir. _Onun konuşma'nın manası, ilimlerin O'ndan "etkin akıl" veya yakın melek denilen nakşedici kalem vasıtasıyla, Peygamberin kalp levhasına akıtılmasından ibarettir. Peygamber gayb bilgisini Allah' tan melek vasıtasıyla alır. Hayal yetisi de bu bilgileri alır ve onları, çeşitli harfler ve şekiller halinde biçimlendirir. Hayal yetisi duygu levhasını boş bulur. Böylece bu ifadeler ve biçimler oraya işlenir. Oradan düzenli sözler işitilir ve bir insan şekli görülür. İşte vahiy budur. Vahiy, bir şeyi zaman dışı olarak peygambere iletmektir. Bunun, duyumlanan ve gözlemlenen zihindeki hayal ile ilgisi yoktur. Zira duyu, duyumları bazen iç, bazen de dış duyularla algılar. Nitekim biz varlıkları iç yetilerle algılarız. Çünkü biz önce algılar sonra biliriz; halbuki Peygamber (sav) ise önce bilir, sonra algılar. _"O gerçektir" dendiği zaman bunun manası, varlığının zorunlu oluşuyla ilgilidir. Zira bir şey ya "Zorunlu Varlık"tır ya "imkansız varlık"tır ya da 'm􀔆mkün varlık'tır. Zorunlu Varlık mutlak gerçektir. İmkansız varlık da mutlak gerçek dışıdır. Mümkün varlık ise kendisi bakımından gerçek dışı, kendisinin varlığını gerektiren açısından zorunlu ve sebebinin ortadan kalkması açısından da imkansızdır; bu sebeple imkansız, dolayısıyla 'yok' hükmündedir Neticede sebebin bulunması veya bulunmaması açısından 'mümkün'dür. ***************** _ Tıp kanunu _ _Sanatların ve felsefenin teorik ve pratik kısmının olduğu gibi, tıbbın da pratik ve teorik kısımları olduğunu söyleyebiliriz. _Sadece temel bilimlerde, mantık ve akıl yoluyla onların tartışması yapılır ve bu tartışma metafizik diye bilinen en yüksek felsefi alana girene kadar da devam eder. _Herhangi bir delil olmaksızın esas olarak kabul edilen meseleler şunlardır: Elementler ve onların sayıları, mizacın varlığı ve onun çeşitleri, hıltlar, onların sayıları ve yeri; özellikler, onların sayıları ve yerleri; hayati güçler, sayıları ve onların yeri, var olamayan ya da sebepsiz değişemeyen bir durumun ve böyle birçok durumların genel yasası. _Her şeyin bilgisi, onun meydana geldiği yerden elde edilen sebepleri öğrenmekle kazanılır. Bu sebepler dört tanedir: maddi, etkin, formal ve gayi sebeplerdir. Maddi sebepler, sağlık ve hastalığın üzerinde temellendiği özler ve enerjilerdir. Etkin sebepler, insan vücudunu dış etkilere göre değiştiren ya da o etkilerden koruyan sebeplerdir. Bunlar farklı hava şartları, besinler vb. şeylerdir; Fonmal sebepler: mizaçlardır. Gayi sebepler işlevlerdir. _Unsurlar, insan ve diğer canlıların cisimlerinin ilk (temel) öğeleridir. Onlar o kadar basit cevherlerdir ki alt bölümlere ayrılmaları mümkün olmaz. Onların birleşip, şekillenmeleriyle doğadaki çeşitli cinste şekiller ortaya çıkar. Hekim, tabiatın bu unsurlarının sadece dört tane olduğunu kabul etmek zorundadır. Bunlardan ikisi ağır ve ikisi hafiftir. Hafif olanlar hava ve ateştir; toprak ve su ağırdır. Toprak, objenin sağlam, dingin ve dayanıklı olmasını sağlar. Su, kolayca farklı şekillerde parçalara ayrılıp birleşebilir. Dağılmaz ve şeklini kaybetmez. Havanın gayesi, nüfuz edilebilirliğini, hafifliğini ve inceliğini maddeye vermektir. Ateş, doğal yeri, bütün diğerlerinin üstünde olan bir cevherdir. Böylece o, doğada, bütün dağılımlardan serbest olan evren bölgesinde yerleşmiştir. Ateşin mizacı sıcak ve kurudur. O, şeylerin çeşitli hallerinin yaratılması için şarttır, çünkü o, olgunlaşmayı, hafifliği ve nüfuz edilebilirliği sağlar. Dört unsurdan en ağır ikisi organların şekillenmesi ve dinginliği için gerekliyken, hafif olan diğer ikisi, hayati güçlerin hareket ve işlevleri ve de organların hareketlerine yardımcı olmak üzere gereklidir. _Mizaç_ _Mizaç, unsurların zıt özelliklerinin karşılıklı etkileşmesinden ortaya çıkan bir keyfiyettir. Unsurlar, birbirleriyle sıkı temas edebilmek için çok dakik parçalara ayrılmıştır. Mademki, unsurların ilk kaliteleri dörttür, yani, sıcak, soğuk, kuru ve nemlidir, o halde; yeni düzenlenmiş ya da parçalanmış bir cismin mizacı bu niteliklerin bir ürünüdür. _Teorik olarak, mutlak mizaç iki cinstir: Dengeli ve Dengesiz. Eğer sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve yaşlıktan birisi baskınsa, basit bir dengesizlik ortaya çıkar. Bir mizaç asla mutlak olarak dengeli ve dengesiz olamayacağı için, böyle bir sınıflama tıpta geçerli değildir. Doktorlar, bu anlamda mutlak bir dengenin herhangi bir şeyde mevcut olmadığını, fizik bilimler vasıtasıyla kabul etmek durumundadırlar _Mizacın sekiz çeşidi vardır; türün genel tipi, türün özel tipi, ırkın genel tipi, ırkın özel tipi, kişinin genel tipi, kişinin özel tipi, organın diğer organlar karşısında genel tipi, organın özel tipi. _İnsan cinsinin özel tipi, yukarıda zikredilen geniş ve yaygın insan tipi arasında ortada bir konumdadır; en dengeli ırkın kişisinde bulunur ve aynı zamanda, o kişi gelişme ve olgunluğun zirvesindedir. Böyle bir mizaç, elbette ki, bu kısımda daha önce tanımlanan mutlak olarak dengeli olan mizaçla aynı değildir; çünkü öyle bir mizacı yaşayan bir varlıkta bulmak hemen hemen mümkün değildir ve hatta ona yaklaşanı dahi bulmak zor olacaktır. Bu, insanoğlunda kalp gibi sıcak organlarda, beyin gibi soğuk organlarda, karaciğer gibi nemli organlarda ve kemikler gibi kuru organlarda eşit bir oranın varlığını göstermektedir ki bu da onların mizacının dengesini mutlak ölçüye çok yaklaştırmaktadır. Diğer taraftan, insan mizacı, daha çok sıcak ve nemlidir, çünkü bütün hayatın kaynağı, kalp ve hayati güçler çok sıcaktır ve had derecede böyle olmaya meyillidirler. Bu üç organdan sadece kalp, kuruluk özelliği gösteren bir hayati organdır. Ancak, kalbin kuruluğu, karaciğer ve beynin nemini dengelemeye yeterli değildir. _Belli bir organın genel tipi diğer organlarınkine zıt olarak bir organı diğerinden farklı kılan şeydir. Böylece, normal olarak, kemikler daha kuru ve beyin daha nemli; kalp daha sıcak ve sinir dokusu daha soğuktur. Bunun gibi tipler (mizaçlar), kendi gruplarının sınırlarını belirlerler, fakat bu sınırlar yukarıda söz konusu edilen sınırların kapsamından daha dardır. _En kuru unsur toprakla en nemli unsur su eşit miktarda karıştıklarında, deri kuruluk ve nemliliği değerlendirmeyi beceremez; başarısız olur, çünkü maddi objeler, birbirlerini kendi zıtlıkları yoluyla etkilerler; aynı nitelikte olanlar birbirlerini etkilemezler. _Vücudun bütün kısımlarınınkine nispetle el derisi en dengeli olandır; el derisinde, en dengeli olan avuç içi derisidir. Sonra, sırasıyla parmakların derisi ve onlardan da işaret parmağının derisi ve nihayet onlardan en dengeli olan işaret parmağının uç kemiğinin derisidir. Bundan dolayıdır ki, işaret parmağının ve diğer parmakların uçları duyu idraki için en iyi organlardır. _Irk_ _Bir ırkın genel tipi, türün genel tipinden daha dardır; ancak yine de bir hayli geniştir. O, mahalli iklimi ve ülkenin coğrafi durumuyla ilgilidir. Örneğin, Hintliler ve Slavların, onları sağlıklı tutacak kendi özel milli mizaç tipleri vardır. Başka bir ifade ile farklı gruplar ve farklı insan ırklarının, insan mizacının sınırları içinde, bizzat kendi özel mizaçları vardır ve buna göre, ülke sakinlerinın kendilerine ait mizaçları vardır. Irksal mizaçların biri diğerinden farklıdır, öyle ki eğer bir Hintli, Slav mizacına girse, o Hintli hastalanır, ya da bir Slav Hintli mizacına girecek olursa, o Slav helak olur. Kısacası, farklı ülkelerin insanlarının, insan tipinin sınırları içinde ve mahalli iklimle uyumlu olmak kaydıyla, kendi karakteristik mizaç tipi vardır. _İnsan, bütün canlılar arasında, mutlak dengeye en yakın olandır ve çeşitli ırksal tiplerden, Ekvator Bölgesi'nde yaşayanlar mutlak dengeye en yakın olanlardır; çünkü denizler ve dağlar gibi onun mizacını kötü etkileyecek öğeler bulunmayıp, o kendi doğasına uygun mizaca sahip olur. _Birey olarak insana bakarsak, mutlak dengeye en yakın olan, dünyanın en dengeli kısmında, en iyi dengeye sahip ırkın en dengeli kişisidir. _Bir ülkenin en dengeli insanının özel tipi (mizacı), yukarıda açıklanan sınırlar arasında bulunan vasati bir mizaçtır. _İlaçlar ve Mizaç_ _Bir ilacın had derecede dengeli olduğuna işaret edildiğinde, bundan o ilacın mutlak olarak dengeli olduğu söylenmek istenmediği, çünkü bunun mümkün olmadığı da hatırlanmalıdır. Bu onun insan vücudunun dengesiyle ilgili olduğu anlamına gelmez. Eğer böyle olsaydı, temelde o, vücudun bir kısmı olurdu. Bu sadece böyle bir ilacın, vücudun doğal ısısıyla harekete geçtikten sonra, vücudun normal·durumunda değişiklik meydana getireceği anlamına gelmektedir ve onun ecza olarak etkisi normal insan mizacının sınırları içinde kendini gösterir. Diğer bir deyişle, böyle bir ilaç normal bir insana verildiğinde, onun vücudunda dikkate değer herhangi bir değişiklik ya da dengesizlik meydana getirmez. _Bir ilacın sıcak ya da soğuk olduğu söylendiğinde, burada ne o ilacın temelde çok sıcak ya da çok soğuk olduğu ne de insan vücudundan daha soğuk ya da sıcak olduğu kastedilmemektedir; aksi takdirde, söz konusu edilen istenmeyen bir sonuç ortaya çıkacaktır; ancak burada hazırlanan bir ilacın, kesin olarak, insan vücuduyla aynı mizaçta olması gerekliliği belirtilmektedir. Burada, tam anlamıyla söylenmek istenen şey, böyle bir ilacım vücutta, esas olarak mevcut olandan çok büyük bir sıcaklık ya da soğukluk meydana getireceğidir. Bundan dolayıdır ki belki insan için soğuk olan bir ilaç, akrep için sıcak olabilir ya da bir ilaç insan için sıcak, fakat yılan için soğuk olabilir. Aslında bu, bir ilacın bir kişiye, diğerine nispetle neden daha az sıcak geldiğini de açıklamaktadır. Bu hekimlerin istenen sonucu verememiş bir ilacı, niçin bir başkasıyla değiştirmek ihtiyaanı duyduklarının da ortaya koyar. _Dengesiz mizaçlar_ _Bütün dengesiz mizaçlar sekiz grupta toplanır. Bunlardan tek bir niteliğin fazlalığından meydana gelmiş olanlara 'basit', ve iki niteliğin fazlalığından meydana gelenlere ise 'bileşik' dengesizlikler denir. _Mizacın basit bir dengesizliğinde hakimiyet, kuruluk ya da nemlilik değil, sıcaklık ve soğukluk gibi etken(aktif) teliklerdedir; ya da pasif (edilgen) niteliklerden, karşılık tepki olarak ortaya çıkar; burada, sıcaklık ve soğukluk değil, kuruluk ve yaşlık söz konusudur. Böylece dört basit dengesizlik, sıcaklık, soğukluk, kuruluk veya yaşlıkla ilgilidir. Basit dengesizlikler kısa zamanda bileşik dengesizliğe dönüştüklerinden, uzun süre devam etmezler, _Vücudun özel dengesini ve genel sağlığını temin edebilmek için genel olarak, sıcaklığın soğukluktan daha uygun olduğu görülecektir. _Organların Mizaçları_ _Sıcak Organlar: Hayati güç olan kalp, hayati faaliyetin merkezi ve vücutta en sıcak şeylerdir. Ondan sonra, karaciğerdeki kandır. _Soğuk Organlar: Vücutta en soğuk şey balgamdır. Daha sonra soğukluk sırasıyla saç, kemikler, kıkırdaklar, ligamentler, tendonlar, seröz membranlar, sinirler, omurilik, beyin, katı ve sıvı yağlar ve nihayet deridir. _Nemli organlar: Vücutta balgam en nemlidir, sırasıyla daha sonra kandır; katı ve sıvı yağlardır, beyindir, omuriliktir, göğüslerdir, testislerdir, ciğerlerdir. _Bir organın ilk mizacı (keyfiyeti) onun besinine benzerken, ikinci mizacı onun dokusunun dışarıya attığı fazlalıklara benzer. _Kuru Organlar: Dokuların en kurusu kıldır. Sonra kemikler ve deridir. _Yaş ve Mizaç_ _Hayat dört devreye ayrılır: 1. Yaklaşık otuz yaşa kadar olan gelişme devri; 2. Yaklaşık otuzbeşlerden kırka kadar devam eden olgunluk devri; 3. Yaklaşık altmış yaşlarına kadar uzanan orta yaşlılık devri; 4. Hayat merkezlerinin tedricen zayıflamaya başladığı ölüme kadarki yaşlılık devri. _Gelişme devri de beş safhaya ayrılır: Bebeklik, sübyanlık, adult çağı, buluğ ve gençlik dönemi. _Doğa bilimlerinde(Fizik), vücudun özelliklerinin ebediyen sürüp gitmeyeceği ispatlanmıştır; böylece, bu sistem tedricen dağıtıcı birçok faktörlerle başa çıkmakta başarılı olamaz ve sonuçta, besin sağlayan fiziksel faktörler de başarılı olamaz. _Ölüm, fizyolojik bir sonuçtur. Nemi koruyacak sistemin kabiliyetine göre, zamanın belirlenerek, bunları izleyen fizyolojik ölümün nasıl ortaya çıktığını gösterir. Kazadan ya da hastalıktan dolayı olan ölümler, aslında özde farklıdır; ancak fizyolojik (doğal) ya da patolojik sebeplerle olsun, sonuçta Allah'ın tayiniyle olur. _Çocuklar, büyümenin gereklerini yerine getirmek için mutedil bir nem fazlalığına sahiptir. Orta yaşlı ve yaşlı insanlar sadece soğuk değil, fakat aynı zamanda kurudurlar. Orta yaşlı ve yaşlı insan, çocuklara ve olgun insanlara nispetle mizaçlarında daha çok toprak ihtiva ederler, fakat olgun kişiler çocuklara göre daha dengelidirler. _Gözlemler, kadınların erkeklerden daha soğuk olduğunu, çünkü onların daha ufak yapıya sahip olduğunu göstermiştir. _Hıltlar (Salgı)_ _Hılt, besinlerin sindiriminin esas ürününü teşkil eden bir sıvı Cevherdir. Hılt, eskiyen ya da yırtılan vücut kısımlarını tamir için gerekli maddedir. Hıltlar vücut için besin maddesidir. _İlk sıvılar normal olsun, anormal olsun, dört çeşittir: Kan, balgam, kara safra ve sarı safra. _Kan: Dört çeşit hıltın hepsinin en iyisidir. O, mizaçta sıcak ve nemlidir ve normal veya anormaldir. Normal kan, kırmızı renkte, tatlı ve kokusuzdur. Anormal kan, iki çeşittir: 1 ) Soğuk ya da sıcak olmasından dolayı mizaçta değişiklik meydana gelmesinden anormal hale gelen kan. 2) Dışarıdan alınan ya da kanın içinde meydana gelmiş hıltlarla karışmak suretiyle anormal hale dönüşmüş olan kan. _Balgamın kanın içinde taşınmasının iki sebebi vardır; bunlardan biri gereklilik, diğeri ise faydadır. Doğal sıcaklık balgamı kana dönüştürürken, dışarıdan gelen ısı onu bozar. Balgam da yararlıdır. O, sürtünme ve hareketin oluşturduğu sıcaklıktan ortaya çıkan kuruluğa maruz kalmış eklemleri ve organları nemlendirir. 385 *********** _Musiki üzerine_ _Ses duyularla hissedilir diğer şeylerden hoşluk özelliği ile farklılık arz eder. Sesin nefse haz vermesi ya da onu rahatsız etmesi özelliği ise başka bir sebebe bağlıdır. Bu sebep de sesin sözleri ya da kompozisyonudur [beste]. Sesin sözleri ve kompozisyonuyla verdiği bu haz ya da rahatsızlık, hayvanı nefsteki temyiz gücüne bağlı olup, işitme duyusu olması yönüyle duyumuza ait değildir _İnsan türü birliktelikle ayakta kalır. Tek başınalık yaşamı sürdürmek için gerekli hazırlıkların yapılması ve temel ihtiyaçlarını karşılanmasına imkan vermez. İşte hayvanlardaki gibi insan da, tabii farklılıklardan doğan ihtiyaçlarını istenilen şekilde dile getirmek üzere, ses çıkarma gibi bir çareye ihtiyaç duymaktadır. Canlılar herhangi bir acı ve üzüntü ile karşılaştıklarında ses çıkararak yatışırlar; gerek zorlayıcı gerekse rahatlatıcı güçlü bir uyarana maruz kaldıklarında ses çıkararak rahatlarlar. Ses uygun müzikal kompozisyonlarla süslenip uyumlu bir sisteme kavuştuğunda bu, nefsi [zihni] diğer seslerden daha fazla etkiler. İnsanın temel tabii donanımı düşünmeye bağlı ses çıkarmadır. _İnsan, ses çıkarma noktasındaki uzlaşmacı yöntemi sonucunda doğal bazı biçimler ortaya çıkarmıştır: Bunlar karşı tarafı güzel sözlerle kandırma; boyun eğme; teslim olma; zayıflığın, aczin ve bağışlanmaya muhtaç olund uğunun farkına varılması bağlamlarında sesin kısılması; ya da bir tehditle karşılaşıldığında; güç sergileme, kuvvetli gibi görünme ve karşı tarafı barışa razı etme bağlamlarında sesin hızla ve güçlü bir perdeyle çıkarılması gibi bazı biçimsel özelliklerdir. Bunlar vasıtasıyla ses çıkarma fonksiyonu daha işlevsel bir şekil de kullanılmı gayeye de daha mükemmel bir biçimde ulaşılmış olur. Aynı şekilde insan sesinde, insanın söylemine değişik bazı karakterler kazandıran başka bazı haller daha vardır ki bu karakterler vasıtasıyla ancak harici bir araç kullanılmaksızın elde edilemeyecek gayelere ulaşmak mümkün olabilir. _Mukaddime, yaşanan deneyimlere bağlı olarak zihinde beliren bazı yargılar ve isabetli sezgiler üzerine kurulu bir takım kural ve esasları içermekte olup, felsefi hükümlerin ve ilmi metodun ifade kalıplarıyla ortaya konulmuştur. _Cisimlerdcki ilahi bir iz olan tabiat eşyanın doğal özellikleri bu cisimlerin ahengini sürdürmelerini ve bir düzen içinde akıp gitmelerini sağlayacak özelliklerin de kaynağıdır. Zira tabiatı idare eden Müdebbir [Allah], onlara bu bilgiyi [kabiliyeti] vermiştir. _Hayvanlar arasındaki iletişimi kuran bu aracın uzaktakini yakındakine, hazır bulunanı hazır bulunmayana bağlayan bir cisim [madde] olması mümkün değildir. Yine bu aracın hissedilir arazlardan biri olması da mümkün değildir. O halde bu aracın lböyle bir şey olmayıp] ses gibi bir şey olması zorunludur. _Birinci Fasıl: Müziğin Tanımı_ _Müzik, birbirleriyle uyumlu olup olmadıkları yönünden sesleri ve bu sesler arasına giren zaman sürelerini, bir melodinin nasıl kompoze edildiğinin bilinmesi amacıyla araştıran matematiksel bir ilimdir. Bu müzik tarifi, onun iki araştırma alanını kapsadığını ifade etmektedir. Bunlardan birincisi doğrudan seslerin (nota) hallerinin incelenmesidir. Bu kısma kompozisyon denir. İkinci araştırma alanı ise seslerin aralarına giren zaman süreleridir. Bu kısma ritim (ika) ilmi denir. Her iki araştırma alanı da diğer bazı ilimlerin ilkelerini esas alır. Bunlardan bir kısmı aritmetik, bir kısmı da fizik ilkeleridir. Az da olsa bazı durumlarda geometrik prensipler de bu gruba dahil gibidir. _Müzik ilminde fiziki ilkelerin yer almasının nedeni müzik ilminin konusunun fiziksel olmasıdır. _Bildiğin gibi tizliğin yakın sebepleri şunlardır: Gerginlik, güç, yüzeyin pürüzsüzlüğü ve sesi taşıyan havadaki dalga parçalarının sıkılığı (ses dalgasının frekansının yüksekliği). Pestliğin sebepleri de bunların zıddıdır. _Tizlik sebebinin eksiltilmesi pestlik sebebinin artmasına; pestlik sebebinin eksiltilmesi de tizlik sebebinin artmasına neden olur. İşte durum böyle olduğu için burada sayılan sebepler ölçü konusunda itibar edilmeyi en çok hak eden sebeplerdir. _Tiz ses bir açıdan aslında pesttir. Çünkü pest, tiz sese oranla ondan daha pest olan sestir. Bu yüzden pestliği az olanın tiz olması gerekir. Zira tizlik, pestliğin eksikliğidir. Tiz bir ses, başka bir sese oranla pest olarak nitelenebileceği gibi, pest bir ses de aynı şekilde başka bir sese göre tiz olabilir. En pest ses, -tizin aynı zamanda pest olması yönüyle- tiz sesten daha pesttir. En tiz ses de –peştin aynı zamanda tiz olması yönüyle- pest sesten daha tizdir. Bunların hangisi diğerine göre fazlalık taşıyorsa her ikisindeki hesaplamaların ters orantılı olduğunu görürsün. _Bil ki ses, hissedilir bir zaman süresinde devam etmesi bakımından "nota" (nağme) olarak isimlendirilir. Bitişik iki notadan oluşan veya aralarında bir nota olan birliğe "aralık" denir. Cins, birden fazla aralıktan oluşur. "Skala" (cem) adıyla anılan başka bir nota birliği daha vardır. Skala, birden fazla cinsten oluşur. Zihinde tasarlanmış notaların değerlerini [aralıklarını] uyumlu ve makbul bir düzen ve geçiş ile yine uyumlu bir ritim ile işlemeye "beste yapma" (melodi oluşturma, kompozisyon) denir. 622 ************** _Bilim, Takdir Edilmediği Yerden Göçer_ _İbn Sina, bilim ve düşün alanındaki başarıları göz önüne alındığında, İslam dünyasında gerçekleştirilen büyük düşünsel atılımın ikinci büyük temsilcisidir. Birincisi ise İslam Yeni Platonculuğunun kurucusu olan Farabi'dir. Bu bakımdan yaklaşıldığında, Farabi'nin, İbn Sina'nın düşünsel gelişimi üzerinde derin bir iz bıraktığı bugün artık çok iyi bilinmektedir. Nitekim İbn Sina öz yaşamöyküsünü açıkladığı çalışmasında bu konuyu açık bir biçimde dile getirmekte ve defalarca okdmasına karşın anlayamadığı Aristoteles'in metafiziğinin gizlerini, Farabi'nin, Metafizik'in Amaçları hakkında yazdığı kitabını okuyunca anladığını, hatta bu amaçla ertesi gün Allah'a şükür olsun diye fakirlere pek çok sadaka dağıttığını belirtmektedir. ******** _İbn-i Sina_ (980-1037) _Doktor, astronom, filozof, tıbbın babası. İslam'ın Altın Çağı döneminin en önemli hezarfenlerinden. _Batılılarca modern Orta Çağ biliminin kurucusu ve tabiplerin önderi olarak bilinen İbn-i Sina, "Büyük Üstat Avicenna" ismiyle de tanınır. Tıp alanında yedi yüzyıl boyunca temel kaynak eser olarak süregelen (Tıbbın Kanunu) adlı kitabı ile ünlenmiş ve bu kitap, değişik Avrupa üniversitelerinde 17. yüzyıl ortalarına kadar tıp biliminde temel eser olarak okutulmuştur. _Farabi'nin aracılığıyla Aristoteles felsefesini ve metafiziğini öğrendi. Çağında tanınan bütün Antik Yunan filozoflarının ve Anadolu doğacılarının yapıtlarını incelemiştir. Şii İsmailî mezhebindendir. _İbn-i Sînâ, tehlikeli bir hastalıktan kurtardığı Emir'in yanında çalışmaya başladı. Bu hizmetinin karşılığında aldığı en önemli ödül Samanilerin resmi kütüphanesinden dilediğince yararlanmak oldu. Kütüphanede kısa süre sonra meydana gelen yangında düşmanları onu bilerek kundaklama yapmakla suçladı. _İbn Sina'nın metafizik fikirleri, selefi Farabi'den büyük ölçüde etkilenmiştir. İbn Sina, özellikle mahiyet ve varlık arasında ayrım yaparak varlığın doğasına dair kapsamlı bir araştırmaya girişmiştir. Var olan şeylerin salt özlerinin onların gerçek varlıklarını açıklayamayacağını ya da gösteremeyeceğini savunmuştur. Ayrıca, İbn Sina, form (şekil) ile madde (cevher) arasındaki ilişkinin, kendi başına evrenin dinamiklerini veya varlıkların gerçekleşmesini açıklamaya yetmediğini öne sürmüştür. Onun görüşüne göre, bir varlığın mevcut olması için, sadece varlığı zorunlu kılan değil, aynı zamanda ona özgü bir mahiyet (yani tanımlayıcı bir nitelik) veren bir ilk nedenin varlığı şarttır. Bu ilk neden, kendisi de var olmalı ve varlık kazandıran etkisiyle birlikte varlığını sürdürmelidir. Bu şekilde İbn Sina, varlıkların ve evrenin meydana gelmesinde bir ilk nedenin rolünü vurgulamıştır. _İbn Sina'nın mahiyet-sıfat sorusuna ilişkin sorgulaması, onun imkânsızlık, mümkünlük ve zorunluluk gibi farklı varlık modalitelerine ilişkin ontolojik analizini inceleyerek açıklığa kavuşturulabilir. İmkânsız varlık, var olamaz, çünkü çelişkiler içerir. Mümkün varlık bazen var olur, bazen olmaz; varlığı başka bir şeyin etkisine bağlıdır. Gerçekten var olduğunda bir nedeni vardır ve varlığı zorunlu hale gelir. Zorunlu varlık ise her zaman var olur ve varlığı başka bir şeye bağlı değildir; kendi varlığını kendi içinden sürdürür. _İbn Sina'nın felsefesinde "Kendiliğinden Var Olan" (Zorunlu Varlık), var oluşunun hiçbir dışsal öze, mahiyete veya nedenlere bağlı olmadığı bir kavramdır. Bu varlık, herhangi bir şeyin var olmasını gerektiren en temel öğedir ve var oluşunun nedeni kendi içindedir. Eğer aynı türden başka "Kendiliğinden Var Olanlar" da olsaydı, onları birbirinden ayırt edebilmemiz için aralarında farklılaştırıcı özellikler bulunması gerekirdi. Ancak, bu tür ayrımlar mantıksal bir çelişki yaratır; çünkü kendiliğinden var olan bir varlık, tanımı gereği benzersiz ve tek olmalıdır. Eğer bu ayırt edici özellikler yoksa, o zaman bahsedilen var olanlar aslında aynı şey olacaktır. "Kendinde Zorunlu Varlığın" cinsi, tanımı, karşıtı ya da zıddı olmadığını açıklar. Maddeden, nitelikten, nicelikten, yerden, durumdan ve zamandan bağımsızdır. Bu sayede, Zorunlu Varlık saf varlık halinde, herhangi bir sınırlama olmaksızın ve mutlak bir şekilde var olur. _İbn Sina, var olmaması mümkün olmayan bir varlık olan "zorunlu bir varlık" gerektiğini iddia etmiştir. Bir dizi mantıksal akıl yürütme yoluyla, bu zorunlu varlığı İslam'ın Tanrı anlayışıyla ilişkilendirmiştir. Tanrı'nın varlığına dair "Doğruların Kanıtı" olarak bilinen bir argüman formüle etmiştir. _Gazali, antik Yunan düşünürlerinin felsefelerinin İslam ile bağdaşmayan inançlar içerdiğini savunduğu eserinde bu görüşe katılmadığını ifade etmiştir. Bu eleştirisini, özellikle İbn Sina ve Farabi'nin isimlerini vererek, bu Yunan düşünürlerinden etkilenen Müslüman filozoflara kadar genişletir. Gazali'ye göre, bu Müslüman filozoflarla ilgili sorun, kendilerini Aristoteles'in öğretilerine çok fazla adamış olmalarıdır ve yorumları üç kategoriye ayrılabilir. İlk kategori, İslam'ın öğretilerine tamamen karşı olan ve bu nedenle küfür olarak kabul edilmesi gereken fikirleri içerir. İkinci kategorideki fikirler daha önce İslam geleneğinde yer almayan yeni kavramlar getirmektedir ki Gazali bunları sapkın yenilikler olarak nitelendirmektedir. Ancak üçüncü kategori, İslami öğretilerle çelişmediği için kabul edilebilecek ve reddedilmesi gerekmeyen fikirleri içerir. _İbn Sina, El-Bîrûnî ile Aristotelesçi doğa felsefesi ve Meşşâî okulu üzerine tartıştıkları yazışmalar yapmıştı. _Dindar bir Müslüman olan İbn Sina, rasyonel felsefeyi İslam teolojisi ile uyumlu hale getirmeyi amaçlamıştır. Öncelikli amacı, Tanrı'nın varlığını ve dünyayı yaratmadaki rolünü akıl ve mantık yoluyla bilimsel olarak ortaya koymaktı. _Astrolojinin geleceği öngörebilme gücünü sorgulayan Kuran ayetlerini aktararak astrolojiye saldırıda bulunmuştur. Her gezegenin Dünya üzerinde bazı etkileri olduğuna inanmasına rağmen, astrologların bu etkileri kesin olarak belirleyebileceklerine karşı çıkmıştır. Onun yazılarının önemli bir özelliği, matematiksel astronomiyi astrolojiden ayrı bir disiplin olarak ele almasıdır. Aristoteles'in yıldızların ışığını Güneş'ten aldığı görüşünü eleştiren İbn Sina, yıldızların kendiliğinden ışık saçtığını ve gezegenlerin de kendiliğinden ışık saçtığına inanmıştır. _Fizikte, özellikle hareket mekaniğinde Aristoteles'in fikirlerine bir dizi önemli düzeltme yapmıştır. Yerçekiminin (kendi tabiriyle "çekme") hem maddi nesneler hem de ışık için geçerli olduğunu yazmıştır. Bu, yerçekiminin sadece Dünya ve ağır cisimler arasındaki bir ilişki olduğu Aristoteles'in görüşünün ötesine geçen bir düşüncedir. İbn Sina ayrıca, hareketli bir nesnenin hareketini sürdürmesi için sürekli bir kuvvetin gerekli olmadığına, yani hareketin devamlılığının bir dış kuvvete ihtiyaç duymadan devam edebileceğine inanmıştır, bu da onu ataletin (eylemsizlik) kavramına yaklaştırmıştır. _Deneysel yöntemin öncüsü olarak kabul edilir. _Akıl konudaki görüşleri Aristoteles ve Fârâbî'den farklı olan İbn-i Sînâ'ya göre, akıl 5 çeşittir; bilmeleke (ya da 'olası akıl' açık-seçik ve zorunlu olanları bilebilir); he-yulâni akıl (Bilmeyi ve anlamayı sağlar.); kutsi akıl (Aklın en yüksek aşamasıdır ve her insanda bulunmaz.); mustefat akıl (Kendisinde bulunanı, kendisine verilen "makul"lerin suretlerini algılar.); bilfiil akıl ("Makul"leri yani kazanılmış verileri kavrar.) _Bilimler madde ve biçim ilişkisi bakımından üçe ayrılır: 1- Doğa bilimleri veya aşağı bilimler, maddesinden ayrılmamış biçimlerin bilimidir. 2- Matematik veya orta bilimler, ancak insanın zihninde maddesinden ayrılabilen, bazen maddesiyle birlikte, bazen ayrı olan biçimlerin bilimidir. 3- Metafizik, Mantık veya yüksek bilimler, maddesinden ayrılan biçimlerin bilimleridir. _Orta Çağ Avrupa alimleri arasında Aristoteles'in baskın entelektüel etkisi göz önüne alındığında, İbn-i Sina'nın Tıp Kanununda (bilginin kapsamlı ve mantıklı bir organizasyonu ile birlikte) Galen'in tıbbi yazılarını Aristoteles'in felsefi yazılarıyla bağdaştırması, Avrupa'da diğer İslami tıp yazarlarına kıyasla onun önemini artırdı. _Tıp Proje ekibi şunları belirtmiştir(2008): Neden İbn-i Sina? İbn-i Sina, hem doğudan hem de batıdan gelen bilgileri sentezlemesiyle dikkat çekmiştir. Tıp ve sağlık bilimlerinin gelişimi üzerinde kalıcı bir etkisi olmuştur. İbn-i Sina'nın adının kullanılması, yüksek kalitede sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için ihtiyaç duyulan dünya çapındaki ortaklığı simgelemektedir. __ _Kitabü'ş-Şifâ_ _"Mantık, Matematik, Fizik ve Metafizik konularında yazılmış 11 cilt hacimli bir eserdir. Birçok kere Latinceye çevrilmiş ve ders kitabı olarak okutulmuştur.". Mantık bölümü, Giriş, Kategoriler, Yorum Üzerine, Birinci Analitikler, İkinci Analitikler, Topikler, Sofistik Deliller, Retorik ve Poetika kitaplarından oluşur. Tabiat Bilimleri bölümü, Fizik, Gökyüzü ve Âlem, Oluş ve Bozuluş, Etkiler ve Edilgiler, Mineroloji ve Meteoroloji, Psikoloji, Botanik ve Biyoloji kitaplarından oluşur. Matematik Bilimleri bölümü, Geometri, Aritmetik, Musiki ve Astronomi kitaplarından oluşur. Yirmi ikinci ve son kitap ise Metafizik'tir. _Hezârfen ya da polimat, pek çok farklı disiplinde engin bilgiye sahip olan kişi. Hezârfen kelimesi Farsça "bin" anlamına gelen hezâr ve Arapça "fen, ilim" anlamlarına gelen fenn kelimelerinden türemiştir.[6] Polimat ise Yunanca kökenlidir ve polu- (çok) ile mathês (öğrenmek) kelimelerinden türetilmiştir. _İctihâd: İslam hukukçusunun sosyal hayatta şeriatın birincil kaynaklarında yer almayan sorunları çözmek amacıyla fıkıh usûlü prensiplerini kullanarak hükme varmak için zihinsel çaba harcamasına verilen Arapça terim. ***************
··
1.891 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.