Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

248 syf.
·
Puan vermedi
·
7 günde okudu
Biliyorum ki bu başlangıç satırlarım çok uzayacak ve belki de çok fazla detay barındıracak, o yüzden
Emre Timur
Emre Timur
okuyor ya da okumayı düşünüyorsanız sonuna dek okumanızı isterim. Ve bu yazımı okuyan sizlere kolaylık olsun diye konu konu ele alacağım Şizofren’i. İlk önce kitabın yoğun emek, araştırma, kurgulama, psikolojik ve felsefik açıdan uzun süren bilgi edinme sonucu ortaya çıktığını söylemeliyim. Her karakter dolu dolu yazılmış, psikolojik olarak yaratıldıkları zeminle bir bütün olmuşlardır; öyle ki okurken hiçbir karakterin yaşadıkları ya da yansıttıkları okuyucuya ‘’Burası da pek abartı!’’ dedirtmiyor. Müjgan; sevgi nedir bilmediğinden hep kurban rolündesin. Öyle ki, ölürken bile son gördüğün Müjdat olsun istiyorsun. Belki yaşadıkların yüzünden affetmiyorsun hiçbir zaman Müjdat’ı ama sevmekten de vazgeçmiyorsun. Aslında Müjgan sen bir Stockholm Sendromu muzdaribisin de farkında değilsin. Müjdat; devrimci lidersin güya. Dünyayı değiştirmek hedefin olsa da, daha kendi tavırlarını değiştiremeyen aşağılık insan türündensin. Pertev; tımarhanenin onbaşısı. İçinde insanlık olan ama başka hiçbir şeyi olmayan, toplumun normal görülen üyesisin. Tek konuştuğun hatta konuşmayı bildiğin tek konu Firdevs ile olan/olamayan aşkın. Düz insansın işte, aşktan ötesi yok sende. Nietzsche; favori adamım benim, sana deli diyen utansın! Sen deli değil, tutkulusun; birine ya da bir şeylere. Söylediğin şeyler hitap etmez düz yaşayan, sorgulamayan beyinlere. Mavi Gözlü Doktor; bakışının rengi denizlerin derinliği kadar iken neden üstten baktın herkese? Tamam dedin normal kabul edilmeyen insanların deli denmesine, oysa içlerine düşünce anladın değil mi deli kimdir diye! ‘’O’’ sen kimsin? Sana seni tanıyayım sen; Emre Timur’un zıttısın! Sen onun kazandıklarını kaybeden, öğrendiklerini bilmeyen, aştığı engelleri aşamayan ‘’o’’sun. İkinizin de ortaya çıkışı oldu ailenin kaybı. Bunun dışında sen (o) hiçken o oldu her şey. Hem yazdı hem çizdi, kendi kendine sahip çıktı bu günlere geldi. Ama yine de deli ya da şizofren değilsin, septiksin sadece ve bunla baş etmeyi bilemedin. Karakterleri okudunuz, peki bu karakterler bunca şeyi hangi dönemde yaşadı? Bunu yazıyorum çünkü kişilik ve karakter kadar dönem, dönemde yaşanan çevresel olaylar da çok mühim. Tüm olay 80-90 yılları arasında yaşanıyor; sıkıyönetim, baskıcı politika ve ötekileştirme döneminde yani.Sokağa çıkma yasakları var, hükümet karşıtı olanları hapishaneye tıkıyorlar mesela! Hapishaneler doldu mu, olsun deli deriz tımarhaneye sokarız diyorlar. Gerçekten de yapıyorlar. Sorgulayan bir insan için zaten akıl ve ruh sağlığının korunması imkansız bu dönemde. Bir de o temizlenmeyen, ölenlerin günlerce fark edilmediği hastaneye girin, usülen değil keyfen ilaç versinler size yaşayan bir ruh bile kalmaz ortada. Hatta bazen ruhunuz bile can çekişsin isteyip ‘’lobotomi’’ yaparlar size ama deli olun ama olmayın. Bakın ne geldi aklıma şimdi. Birine deli demek için ne gerekir? Deli olmak neyi gerektirir? Sizde farklı davranan biri midir deli? Ne zaman geçiyoruz o deli sınırından? Bunu öyle güzel sorguluyor ki Emre Bey siz bile inanamıyorsunuz. O benden farklı düşündü diye deli değil, benim ağladığım şeye güldüğü için deli değil, tutkularına aşırı bağlı olduğu için de deli değil! Hele hele septik iseniz deli hiç değilsiniz! Ama bu dönemde bile Einstein bile gelse deli derler, kendilerinin gördüklerinden farklı gördüğü için dünyayı. Gelgelelim daha derin mevzulara hatta bence Şizofren’i bu kadar kıymetli kılana. Bu kitap bir düz roman, öykü, kurmaca değil! Öncelikle bir felsefi roman. Okurken sizi sorgulatan, düşünmeye sevk eden ve farkındalığınızı arttıran harika bir kitap. Okurken ister istemez doğru ve yanlışı sorguluyorsunuz. Mesela ben bana göre olan doğruyu yaptım ama başkasına göre yanlış. Kimin düşüncesi haklı? Ya da ben iyi ahlaklı biriyim ama yaptığım bir işin sonucu başkasına kötülük olarak yansıdı, ben kötü ve kötü ahlaklı mı oldum? Benim düşüncem mi yoksa yaşanan eylemin sonucu mu beni nitelendirir? Ya da hayat nedir ve neresinden başlarız? Doğum bir varoluş mudur yoksa ne zamandan beri varız? Bir rahimde yeşermeden önce hiç yok muyduk ya da? Ben böyle gide gide çoğaltırım sorularımı ama siz anladınız beni, bu kadarı kafi. Bu yazdıklarım da korkutucu geliyor bazı okuyuculara ama fark etmeden fark ediyorsunuz. Sıkmadan, felsefeye boğmadan hatta en önemlisi okur için en yalın halde sunduğundan her şeyi yazar, zor gelmiyor anlamak. Yazdığı aforizmaları ve yer yer kullandığı lirik anlatımı ile vay be aslında nasıl kolaymış diyorsunuz. Sırada var anlatım biçim ve teknikleri. Kullandığı anlatım biçimleri; öyküleyici, betimleyici, açıklayıcı ve tartışmacı. Aslında tüm anlatım biçimlerine yer vermiş kendisi.Özellikle ‘’O’’ karakterini monolog tekniği ile öne çıkardığında daha çok tartışmacı anlatım görüyoruz. Ara sıra geriye dönüş tekniğine yer vererek olayların canlı ve hatırda kalmasına yardımcı olan yazar özellikle iç çözümleme teknikleri sayesinde karakterleri derinlemesine anlamamıza yardımcı oluyor. Ayrıca Şizofren’i okumaya başladığınız zaman başlangıçtan değil, kitabın neredeyse ortalarında cereyan eden olayın zamanından okumaya başlıyorsunuz. Sonra en başa dönerek her şey yeniden başlıyor. Ve sona doğru gelirken geldik benim ‘’Çok iyi ya!’’ tepkime nail olan bölüme. Ayna metaforu ve zaman algısı ile oynaması benim favorim oldu. Öncelikle ayna metaforu kullanarak verilmek istenen mesaj bence şuydu; akıl ile duyulan sezgilerin farklılığı ancak bir insanın tersini yansıtan ayna ile ortaya konabilirdi. ‘’O’’ ne kadar sahip çıkmaya çalışsa da kendine, aynadaki ‘’O’’ diğer benlik hep kendisini yitirmenin derdindeyi. Özellikle geceleri fısıltı ile çağırıyordu ‘’O’’nu. N.F. Kısakürek  “Ellerim bir kanat gibi titrekti / Tutmasam gözümden yaş inecekti/ Bir his beni alıp aynaya çekti/ Ondaydı gecenin esrarı güya.” diyerek benim bu konuyu anlatmama yardımcı oldu elbette. İşte son kısım da zaman algısı ile oynanması. Sonu ifşa etmemek adına örtülü bir anlatım ile geçeceğim bu kısmı( her ne kadar üzülsem de). Son sayfalarda yaşanan hazin olay bir şeylerin yitirilmesine sebep oluyor. Ama sorumlusu kim diye sorarsanız, size karışık da olsa bir cevap verebilirim. Herkes kendisinden sorumludur ve gereğinden fazlasını almamalıdır üstüne; kendisine ait olmayan şeyleri yük etmemeli heybesine. Yaptıklarının da yıllar sonra kendisine denk geleceğini bilmeli. Yaptıkları karma ile kendisine döner muhakkak insanın. Bu sıktığın kurşun da olsa, yaptığın bir şey de olsa aynısıdır. Gençliğin yaşlılığından intikam alabilir, seni sen yapan şey bir gün ‘’yok’’ edebilir. Bu benim 13.bölümümdü kitapta. Sevgiler.
Şizofren
ŞizofrenEmre Timur · Az Kitap · 2018417 okunma
··
139 görüntüleme
emre timur okurunun profil resmi
Bu özenli analiz için teşekkür ediyorum.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.