Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde masal ülkesinde anne, baba, babanın babası olan büyükbaba ve yukarıda bahsi geçen sekiz yaşında bir oğlan çocuğundan oluşan bir aile yaşarmış. Oldukça ihtiyarlamış olan bü yükbabanın elleri titrer, bu yüzden de ne zaman sofraya otursalar adamcağızın lokmalan sağa sola saçılırmış, bu durum oğlunu ve gelinini had safhada rahatsız ettiğinden, her ikisi de sürekli olarak adamı biraz daha dikkatli olması için uyarıp dururlarmış, zavallı adam ne kadar uğraşırsa uğraşsın titremesine hakim ola maz, aksine uyarılar arttıkça titretmeside artar, masa örtüsüde yerlerde yemek içinde kalırmış, boynuna bağlanan peçeteden bahsetmeye gerek yok, her öğünde, kahvaltıda, öğle ve akşam yemeklerinde değiştirilmesi gerekirmiş. Olup bitenden rahatsız olan ve hiçbir iyileşme ihtimali olmadığını gören oğul, bu tatsızlığa bir son vermek için harekete geçmiş. Günlerden bir
elinde tahta bir tabakla gelmiş ve doğruca babasının yanına gitmiş, Bundan temizlemek daha kolay, böylelikle gelininiz kirlenen masa örtüleriyle ve onca peçeteyle uğraşmak zorunda kalmayacak. Öyle de olmuş. Kahvaltıyı, öğlen ve akşam yemeklerini yalnız başına avluda yemeye başlayan ihtiyar, yemekleri ağzına götürebildiği ölçüde yemeye çalışıyor, yiyeceklerin yarısını daha ağzına götüremeden düşürüyor, kalan kısmın bir miktarı da ağzından düşüyormuş, sonuçta kursağından birkaç lokma ya geçiyor ya geçmiyormuş. Büyükbabasına yapılan kötü muamele, torunun pek umurundaymış gibi görünmüyormuş, büyükbabasına, annesine ve babasına bakıyor ve konuya önem vermezmiş gibi yemeğini yemeye devam ediyormuş. Günlerden bir gün baba işten eve döndüğünde, oğlunun elinde bir çakıyla bir tahtayı yontarken görmüş, ama konuya fazla önem vermemiş, o günlerde çocukların kendileri için tahtadan oyuncaklar yapmaları olağanmış. Adam ertesi gün tekrar dikkat ettiğinde yontulan nesnenin oyuncak bir arabaya benzemediğini, en azından tekerlek takılabilecek yerleri olmadığını görmüş ve çocuğa ne yaptığını sormuş . Çocuk duymamış gibi davranarak, elindeki tahta parçasını yontınayı sürdürmüş, tüm bu olayların anne ve babalann daha az korkak olup, çocuklarının elinde oyuncak yapımı için son derece faydalı bu tür kesici aletleri gördüklerinde koşup hemen almadıkları bir dönemde geçtiğini de hatırlatalım. Beni duymadın mı, o tahtayla ne yapıyorsun, diye tekrar sormuş baba, ve oğlu, gözlerini yaptığı işten ayırmadan, cevap vermiş, Büyükbabam gibi yaşlandığında, ellerin titreyince avluda yemek yiyeceğin günlerde kullanman için tahta bir tabak yapıyorum. Bu sözler sihirli bir etki yaratmış. Babanın gözlerindeki perde bir anda aralanrnış, gerçekleri görmeye başlamış, hemen babasının yaruna koşup ondan binbir özür dilemiş, yemek vakti geldiğinde de onu masaya kendi elleriyle oturtup, yemeğini elleriyle yedirmiş, büyükbabanın bunları yapacak gücü olmadığından, babanın gücü de henüz yerinde olduğundan kendi elleriyle silmiş ağzını. Sonra neler olduğunu bilemiyoruz, ancak bu küçük çocuğun işinin yarım kaldığı, buna karşın tabağa dönüşebilecek tahta parçasının ortalıkta dolaştığı da bir gerçek. Bu öykünün öğretici yamnın kaybolmaması için kimse o tahta parçasını yakmak ya da atmak istememiş, öte yan dan çocuğun yarım bıraktığı işi bir başkasının bitirmesi de her zaman mümkünmüş, özellikle de insanoğlunun ruhunun karanlık yönlerinin hiç yok olmadığını gördüğümüz bugünlerde.