Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

445 syf.
·
Puan vermedi
Hapishanenin Doğuşu
Hapishanenin Doğuşu
Michel Foucault
Michel Foucault
Kitapta iki kavram üzerinde durulmalıdır Biyo-Politika Biyo politika, yaşamın politik olarak düzenlenmesi ve yönetilmesi anlamına gelen bir kavramdır. Biyo politika, iktidarın bireylerin ve toplumların bedenleri, sağlıkları, cinsellikleri, doğurganlıkları, ırkları, kalıtımları gibi biyolojik özellikleri üzerinde kurduğu kontrol mekanizmalarını ifade eder. Biyo politika, modern devletlerin ve kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte gelişmiş ve nüfusun istatistiksel olarak analiz edilmesi, sınıflandırılması, normlaştırılması ve disipline edilmesi gibi tekniklerle uygulanmıştır. Biyo politika kavramını ilk olarak Fransız filozof Michel Foucault ortaya atmıştır. Foucault, biyo politikanın iktidarın yeni bir biçimi olduğunu ve bireyleri özneleştirmenin yanında nesneleştirdiğini savunmuştur. Foucault, biyo politikanın iki boyutunu ayırt etmiştir: Biyo-iktidar ve biyo-politikalar. Biyo-iktidar, iktidarın bireylerin bedenleri üzerinde kurduğu disiplin mekanizmalarını; biyo-politikalar ise iktidarın nüfusun yaşamını düzenleyen ve arttıran stratejilerini belirtir. Foucault, biyo politikanın okul, hastane, hapishane, ordu gibi kurumlar aracılığıyla işlediğini ve bireyleri sürekli gözetleyen, sınavlara tabi tutan, kaydeden ve değerlendiren bir panoptikon oluşturduğunu ileri sürmüştür. Ponoptikon Panoptikon, Jeremy Bentham’ın tasarladığı bir hapishane modelidir. Bu modelde, mahkumlar merkezi bir kuledeki gözetmen tarafından sürekli izlenirler, ancak gözetmeni göremezler. Böylece mahkumlar, her an gözetlendiklerini hisseder ve istenilen davranışları sergilerler. Michel Foucault ise, bu modeli modern toplumlarda iktidarın nasıl işlediğini açıklamak için kullanmıştır. Foucault’ya göre, panoptikon, iktidarın görünmezliğini ve her yerde olma ihtimalini simgeler. İktidar, bireyleri disiplin, norm, sınav, kayıt gibi tekniklerle denetler, sınıflandırır ve biçimlendirir. Bireyler de, kendilerini sürekli gözetleniyormuş gibi hisseder ve iktidarın istediği şekilde davranır. Kitabın içeriği incelendiğinde ilk bölüme kadar iktidarın sembollerini yansıtan siyah beyaz fotoğraflara, 18. yüzyıl Fransa'sının hastane, kışla ve hapishanelerine ait çeşitli mimari plan ve görsellere yer verildiğini görebiliyoruz. Kitap toplam dört bölümden oluşuyor. işkence , ceza, disiplin ve hapishane. Her bölüm kendi içinde çeşitli alt bölümlere ayrılıyor. "Ceza" başlıklı ilk bölüm, "Mahkûmların Bedeni" ve "Ceza Vermenin Oranı" başlıklı iki alt bölümden oluşuyor. Bu bölümde Foucault, Damiens adlı bir mahkûmun infazını ayrıntılı olarak anlatır. Suçunu itiraf etmesi istenen Damiens'a yapılan işkence çok detaylı bir şekilde tasvir edilir. Mahkûmun Tanrı'ya yakarışları, cezalandırma anını zevkle izleyen kalabalığın çığlıkları ve iktidarı şiddet yoluyla elinde tutan kralın memnuniyeti "Hapishanenin Doğuşu "nda gözler önüne serilir. Foucault, Damiens'a yapılan işkenceleri en küçük ayrıntılarına kadar canlı bir şekilde anlatır. Damiens'ın göğsündeki, kollarındaki ve bacaklarındaki etler kızgın bir kerpetenle tek tek parçalanır. Acı çektirmek adaleti sağlamak ve gücü yüceltmektir. İşkence, iktidarın kendini dışa vurması için bir yöntemdir. Cellat, kralın gücünü sergileyen başrolü oynar ve bu törensel an, güçlünün zayıf üzerindeki mutlak hakimiyetini temsil eder ve kral, gücünü yeniden üretmek için bu töreni gerçekleştirmelidir. Foucault'nun anlatısı aracılığıyla, soğukkanlı celladın mahkûmun yakarışlarını dinlemeden işkenceye devam etmesi ve bedeni parçalara ayırmasıyla bu durumdan alınan hazzı hissetmek mümkündür. Damiens adlı mahkûmun başına gelenler 1757 yılında Paris'te meydana gelmiştir. Dünyanın birçok yerinde 18. yüzyılın sonuna kadar devam eden tartışmalı cezalandırma önlemleri tartışmalara yol açtı. "Cezalandırılan, parçalanan, organları sökülen, yüzü ya da omzu dağlanan, canlı ya da ölü olarak sergilenen, bir gösteriye dönüştürülen beden birkaç on yıl içinde ortadan kayboldu. Beden, cezalandırmanın birincil hedefi olmaktan çıktı. 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başında, bazı büyük tartışmalara rağmen, cezayı karanlık bir şenliğe dönüştüren uygulama ortadan kalkmaya başladı" . Ceza yavaş yavaş bir gösteri olmaktan çıktı. Ceza vermenin ortadan kalkmasıyla birlikte odağın bedenin hapsedilmesine kaydığını görüyoruz. Hapishaneler, kapatma, zorla çalıştırma, nakil ve sürgün modern cezalandırmanın önemli biçimleri haline geldi. İşte bu noktada Foucault okuyucuya "Eğer ceza artık sert biçimleriyle bedene odaklanmıyorsa, neye müdahale ediyor?" sorusunu hatırlatıyor. Modern hapishanelerin 19. yüzyılda ortaya çıkışının yeni bir bilgi ve iktidar türünün ortaya çıkışına işaret ettiğini görebiliriz. Foucault, hapishanenin doğuşunun amacını, modern ruhun ve yeni yargılama erkinin birbiriyle bağlantılı tarihini inceleyerek, cezalandırma erkinin desteklerini bulduğu, meşruluk noktalarını ve kurallarını sağladığı, etkilerini yaydığı ve bugünkü bilimsel-hukuki bütünün soyağacını ortaya çıkarmak olarak belirtmiştir. Ayrıca, kitapta "modern ruhun yargı içindeki tarihi nereden itibaren yapılabilir?" sorusuna da yanıt verilmeye çalışıldığı belirtmektedir. Geçmişte yoğun işkence yöntemlerinin kullanıldığı ceza sistemleri, 18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde yerini biçimsel kuralların oluşturduğu yeni cezalara bırakmıştır. Bu dönemde hapishanelerin inşa edilmesiyle birlikte, yeni bir "hapis toplumu" ortaya çıkmıştır. Hapishanenin doğuşunun ardından ise cezaların tanımlanması gerekmektedir. Kitabın ikinci bölümünde ise "Ceza" başlığı altında, genelleşmiş ceza cezaların yumuşaklığından bahsedilmektedir. Foucault, amacının mahkûmlara verilen cezaları betimlemek olduğunu ifade etmektedir. İlk olarak kitapta betimlenen ceza açık işkencedir. Foucault, "Cezalar ılımlı ve suçlarla orantılı olsun, ölüm cezası yalnızca cinayet işleyenlere verilsin ve insanlığı isyan ettiren azap çektirmeler kaldırılsın" şeklinde bir görüşe sahiptir. 18. yüzyılın sonlarıyla birlikte, cezaların büyük bir kısmının halkın gözü önünde yapılan işkenceyle gerçekleştirilen idam cezası yerine, sürgün, para cezası gibi cezalara dönüştüğü belirtilmektedir. Ancak, bu cezalara küçük işkencelerin eşlik ettiği görülmektedir, örneğin kürek mahkûmlarına kamçılama, dağlama gibi yöntemler kullanılmaktadır. Foucault, bu noktada okuyucunun aklına gelen soruyu dile getirerek, "Azap çektirme karşısında herkesin duyduğu bu dehşet ve 'insanlık dışı' cezalar konusunda neden böyle bir ısrar vardır?" şeklinde bir sorgulama yapmaktadır. Halkın kanlı infazları görmesi ve buna alışması sonucunda, intikamın ancak kanla alınabileceği düşüncesinin yayıldığı ifade edilmektedir. Bu nedenle, zanlının öç alma amacından ziyade sadece cezalandırma amacına yönelik olması gerekmektedir. Ayrıca, toplumsal sözleşme teorileriyle birlikte suçun hükümdara yönelik bir tehdit unsuru olmasından ziyade, topluma karşı işlenen bir yanlışlığı düzme ya da suçluyu topluma yeniden kazandırma niteliği taşıması gerektiği vurgulanmaktadır. Üçüncü bölümde Foucault "Disiplin" başlığına odaklanmaktadır. Bu bölüm, "İtaatkar Bedenler", "İyi Terbiye Etmenin Araçları" ve "Görülmeden Gözlem Altında Tutan Hapishane Sistemi" olmak üzere üç ayrı bölümden oluşmaktadır. Foucault, "itaatkar beden" kavramıyla başlayarak bu bölümde bedenlerin nasıl disiplin altına alındığını ve itaatkar hale getirildiğini açıklamaktadır. İtaatkâr bedenler, iktidarın küçük makineleridir ve disiplin altında olmaları gerekmektedir. Bu bedenler, iyi eğitimden geçmiş ve terbiye edilebilen bedenlerdir. Foucault, "18. yüzyılın çok fazla ilgi gösterdiği bu itaatkarlık şemalarında bu kadar yeni olan neydi?" sorusunu sorarak, bedenlerin disiplin altına alınmasıyla ilgili değişikliklerin neler olduğunu sorgulamaktadır. Disiplin, gözetim altında tutmayı gerektiren bir süreçtir. Disiplin aygıtı, her şeyin görülmesini sağlamak için tasarlanmıştır. Dairesel mimariler, bu disiplin aygıtının bir parçası olarak kullanılmaktadır. Bu mimarilerde, merkezde yüksek bir bina bulunur ve tüm emirler buradan verilir. "18. yüzyılın ikinci yarısında dairesel mimarilere tanınan prestijin nedenleri arasında hiç kuşkusuz buna yer vermek gerekmektedir: Bu cins mimariler belli bir siyasi ütopyayı ifade etmektedir" ifadesiyle, dairesel mimarilerin siyasi bir amacı olduğu vurgulanmaktadır. "Normalleştirme" ve "sınav" yöntemleri, bireyleri disipline etmek için kullanılmaktadır. Okul, tımarhane, kışla, hastane gibi kurumlar, sürekli bir sınav aygıtı ve dolayısıyla disiplin aracı haline gelmektedir. Herkesin herkesle karşılaştırıldığı bu sistemde, sınavlar yaptırım aracı olarak kullanılmaktadır Foucault, sosyolojik analizlerinin bu bölümde daha da keskinleştiğini belirtmektedir. "Birey hiç kuşkusuz toplumun 'ideolojik' temsilinin kurmaca atomudur; ama aynı zamanda iktidarın 'disiplin' denilen bu özgün teknolojisi tarafından imal edilmiş olan bir gerçekliktir" ifadesiyle, bireyin toplum ve iktidar tarafından nasıl şekillendirildiğine vurgu yapmaktadır. Foucault'a göre, okul, kışla, fabrikalar gibi kurumların hapishaneye benzerlik göstermesi şaşırtıcı değildir. Bu kurumların hepsi hapishane takımadasına aittir ve herkes birbirini gözetim altında tutar. "Hükümdar bilge ve polis aracılığıyla, halkı düzene ve itaate alıştırmaktadır" ifadesiyle, iktidarın nasıl kullanıldığı ve toplumu kontrol altında tutmak için nasıl bir düzen sağlandığı anlatılmaktadır. Hapishanenin Doğuşu'nun dördüncü bölümü "Hapishane" başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, "eksiksiz ve katı kurumlar" ile "yasadışılıklar ve suçluluk" konularına odaklanılmaktadır. 19. yüzyılda hapsetme kavramı, sadece özgürlükten yoksun bırakma değil, aynı zamanda bireylerin teknik olarak dönüştürülmelerini de içeren bir anlam kazanmıştır. Hapishane, eksiksiz ve katı bir kurumdur ve bireyin tüm yönlerinin terbiye edilmesini amaçlar. Okuldan daha fazla "her alanda disiplinli" bir ortam olarak kabul edilir. Hapishane, sadece fiziksel olarak kapatmayı aşarak, disiplin teknikleriyle dolu bir "cezaevi" halini almıştır. Descazes, bunu "yasa, suçluyu içine attığı hapishanede izlemek zorundadır" şeklinde ifade etmiştir. Ancak, hapishaneler suçlu imal etme işlevinin ötesine geçer mi? Hapishaneler, dayanışma içinde hiyerarşik bir yapıya sahip olup, gelecekteki suç ortaklıkları için uygun bir ortam mı oluştururlar? Ser bırakılan mahkumlar, tekrar suç işlemeye itilir mi? Mahkumları suça iten faktörler nelerdir? Suçluyla ailesi de dolaylı yoldan suçlu olarak damgalanır mı? Hapishaneler, suçları azaltma konusunda başarılı mıdır? Bu ve benzeri soruların cevaplarına, son bölümde bulabileceğimiz gibi, siyaset ve suç sosyolojisi ile ilgili birçok tartışma da açılmaktadır. Hapishanenin Doğuşu, modern iktidar sistemlerinin tarihini de içeren bir eserdir. 18. yüzyılla birlikte, iktidarın baskıcı ve şiddetli doğasının yerini, disipline edici ve düzenleyici bir işleyişin aldığı batı toplumlarında bir değişim yaşanmıştır. Egemen iktidar, cezalandırma amacıyla insanlara acı vermek yerine, disiplinci bir yaklaşımla ruhları ve zihinleri terbiye ederek bedenleri rasyonel bir şekilde kullanmayı hedeflemiştir. Bu disiplinci iktidar cisimleri kullanarak ve bilgiye dayanarak işler. İktidar ayrıca görünmezdir ve her yerdedir. Hapishanenin Doğuşu, bu anlamda siyaset, hukuk, suç, sosyoloji, felsefe ve tarih gibi alanlarla ilgilenen herkesin ilgisini çekebilecek önemli bir eserdir. Özellikle siyaset ve suç sosyolojisi alanlarında önemli düşüncelerin geliştirilebileceği bir kitap olan Hapishanenin Doğuşu, yazarının gerçekçi yaklaşımı ve akıcı diliyle uzun yıllar boyunca okuyucularının ilgisini çekmeye devam edecektir.
Hapishanenin Doğuşu
Hapishanenin DoğuşuMichel Foucault · İmge Kitabevi Yayınları · 20131,126 okunma
·
200 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.