ve Kül
geldin
...
geçtin
yemin et şaraba uzanan ellerinin üstüne
yas tuttuğun her acı saklar mı kendini
ah yabani gözlerine kına yaktığım sevgili
dilsiz bir dağ döner mi yüzünü kendine
ışığına su, yoluna sokak olduğum sevgili
hiçsiz bir aşk kanar mı kendine yokluğun gibi
bir buluttur omuzunda taşıdığın anıların zincirsiz özlemi
öfkesine esir düşmüş göçebe ırmakların sevdasına yenik
şahit olur belki yaktığın bütün kitapların yabancı ağrısı
belki ayak izlerine yetim kalırız gidişinin mevsimi gibi
belki de hiçsiz bir aşk kanar yokluğuna susuşmuş bir ben gibi
kaçarken sığındığın yol üstü acılarına adanmış öykü gibiyiz şimdi
kenarı tutuşmuş ağzının taşıdığı küllenmiş ayrılıklarına benzeyen
ve avlusunda yara sardığın yeminsiz kalbinin sıvasız duvarlarında
herkesin sureti benzer miydi gölgesine ışıksız ömrümüzün akşamı gibi
hangi gece bilir sahibini sabahına varmadan kör kütük ayrılıklarla
yatağın hangi yanı dağınık sere serpe ve sonrasız bir geçitte doludizgin
doğurduğun her sancıyla sır dediğin tenine nasıl gebe kalınır ki apansız
sualsiz özlemin insafına kaldı terk edilmemiş sabahsız tutkularımız
mühürsüz şarkılar bir başka yanar ardından döktüğüm suların ko(r)kusu gibi
öykümüz yarım kaldı, öykü olduk yarım kaldık zamanın yırtık mendili gibi
geç/tin
…
gittin