Merhabalar,
Beckett’ın üçlemesine başlayınca yakın arkadaşı ve hocası Joyce da bize eşlik etsin istedim ve ister istemez bu iki edebiyat devini, çok doğru olmasa da, karşılaştırır buldum kendimi. Beckett’ın eserlerinde olay, kişi, yer ve zaman gibi unsurlar neredeyse hiç sezilmez, düşünceler minimalist bir biçimde dökülür kağıda. Joyce’da zihinsel derinliğe bir de olay, kişi, zaman vs. takibi zorluğu eklenir. Hem zihnindekilere hem de yazmaya başladığı “an”a odaklanması gerekir okuyucunun.
Dublinliler, birbirinden farklı olay ve kişilerle örülse de ana tema üzerinden bağlantılı on beş durum öyküsünden oluşuyor. İrlandalı olmak hatta Dublinlilik, yozlaşmış din, milliyetçilik, her türlü tutsaklık ve çaresizlik öykülerin ortak izleği. Başlangıç öykülerini, Joyce’a alışma sürecinde olduğumdan belki, son öyküler kadar vurucu hissetmedim. Aslında hiçbir öykü öyle aman aman vurucu değildi açıkçası, ancak bağımsız gibi gözüken öykülerdeki tematik takip çok etkileyiciydi. Özellikle “Pansiyon, Üzücü Bir Olay ve Ölüler”de ben de sanki İrlanda sokaklarındaydım; rahipler, siyasetçiler ve şehrin yaramaz çocuklarıyla beraber. Bu derlemeyle birlikte Dublin’e dair bir yaşanmışlığa da tanık oldum, büyüleyiciydi.
Ve çevirinin gücü ile ön söz ve resimli baskının şahaneliğinin de hakkını vermek gerek. Murat Belge çevirileri yayınevine değer katıyor.
“Oda Müziği” ile tanıştığım Joyce okumalarıma, kronolojik sıraya sadık kalarak “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi” ile devam edeceğim.
Edebiyat dolu bir gün diliyorum
#alıntılarım
“Birkaç gelişigüzel laf dışında hiç konuşmamıştım onunla, ama adı çılgın kanıma bir çağrı gibi geliyordu.”
“Öf, ne vatansever ama! O adam üç paraya satar vatanını— evet, sonra da diz çöküp Allah’ına şükreder, iyi ki satacak bir vatanım varmış diye!”