Zerdüşt, ormanın eteklerinde bulunan en yakın kasabaya
vardığında halkı, bir ip cambazını seyretmek için geldikleri
pazar yerinde toplanmış buldu. Zerdüşt halka şöyle seslendi:
“Ben size ‘İnsanüstü’nü öğretiyorum. İnsan, aşılması gereken
bir şeydir. Onu yenmek için ne yaptınız? Şimdiye kadar bütün
varlıklar kendilerinden üstün bir varlık yarattılar. Siz bu
büyük yaratışın gerisinde mi kalacaksınız? İnsanı aşacağınız
yerde hayvanlığa dönmeyi mi tercih edeceksiniz?
İnsana göre maymun nedir? Gülünecek veya acı bir utanç
verecek bir şey. İşte insan da ‘İnsanüstü’ne göre böyle
olmalıdır. Gülünecek veya acı bir utanç verecek bir şey. Siz,
solucandan insanlığa kadar yol aldınız ve içinizde birçok şey
hâlâ solucandır. Bir zamanlar maymundunuz ve şimdi bile
insan, her maymundan fazla maymundur.
İçinizde en yetkininiz bile, yalnız bir ot ve hayal karışımıdır.
Ben sizin hayalet veya ot mu olmanızı isteyeyim?
Bakın size ‘İnsanüstü’nü öğretiyorum.
‘İnsanüstü’ dünyanın, yaşamın amacıdır. İradeniz demelidir
ki: “‘İnsanüstü dünyanın, yaşamın amacı olmalı.”
“Size yalvarıyorum kardeşlerim, dünyaya, yaşama sadık kalın
ve size öbür dünya ümitlerinden bahsedenlere kanmayın.
Bunlar bilerek veya bilmeyerek zehir saçanlardır.
Bunlar, yaşamı aşağı görenlerdir, ölüm halinde olanlardır ve
kendileri zehirlenmişlerdir. Yaşam, bunlardan usanmıştır.
Bırakın gitsinler.
Bir zamanlar tanrıya isyan, en büyük günahtı. Fakat tanrı öldü
ve onunla birlikte bu günahlar da öldü. Şimdi en korkunç şey,
yaşama karşı günah işlemek ve ‘bilinmesi mümkün olmayanı’
yaşamın amacından üstün tutmaktır.
Bir zamanlar ruh, bedeni aşağılardı ve o zaman bu
küçümseme büyük bir beceriydi. Ruh; bedeni cılız, çirkin ve
aç görmek isterdi ve böylece bedenden ve yaşamdan
sıyrılmak isterdi.
Ah, bu ruhun kendisi cılızdı, çirkindi ve açtı; işkence de bu
ruhun şehvetiydi.
Fakat kardeşlerim, siz söyleyin; bedeniniz ruhunuz hakkında
ne diyor? Ruhunuz, fakirlikten, kirlilikten ve acınacak bir
rahat düşkünlüğünden meydana gelmiş değil midir?
Gerçekten, insan kirli bir nehirdir, kirli bir nehri kirlenmeden
içine alabilmek için bir insanın deniz olması gerekir.
Bakın, size ‘İnsanüstü’nü öğretiyorum. O, işte bu denizdir ki
içinde büyük küçümsemeniz batabilir. Görüp
geçirebileceğiniz şeylerin en büyüğü nedir? Bu büyük
küçümsemenin zamanıdır. Mutluluğunuzun, aklınızın ve
erdemlerinizin de size iğrenç geleceği zamandır.
“Benim şansım nedir ki? O; fakirlik, kirlilik, acınacak bir
rahat düşkünlüğü. Fakat yazgım varlığına sahip çıkmalıydı”
diyeceğiniz zamandır.
“Benim aklım nedir ki? O; bilgiye karşı bir aslanın yiyeceğine
duyduğu şiddetli isteği duyuyor mu? O; fakirlik, kirlilik
acınacak bir rahat düşkünlüğüdür.” diyeceğiniz zamandır.
“Benim erdemim nedir ki? O, henüz beni çıldırtamadı. İyilik
ve kötülüklerimden ne kadar bıktım. Bunların hepsi
yoksunluk, kirlilik ve acınacak bir rahat düşkünlüğüdür.”
diyeceğiniz zaman.
“Benim adaletim ne ki? Alev ve kömür olduğumu
görmüyorum. Oysaki adil olan, alev ve kömür olur.”
diyeceğiniz zaman.
“Benim acımam nedir ki? Acıma, insanları sevenin çakıldığı
bir çarmıh değil midir? Oysaki benim acımam henüz bir
çarmıha gerilmedi.” diyeceğiniz zaman.
Böyle konuşuyor, böyle bağırıyor muydunuz? Ah sizin böyle
bağırdığınızı bir işitebilsem!
Günahınız değil, kanaatkârlığınız göklere haykırıyor.
Günahınızın içinde bulunan cimriliğiniz göklere haykırıyor.
Diliyle sizi yalayacak yıldırım nerede? Sizin aşılanmanız
gereken cinnet nerede?
Bakın, size ‘İnsanüstü’nü öğretiyorum. O, bu yıldırımdır; o,
bu deliliktir.”
Zerdüşt, sözlerini bitirince halktan biri bağırdı: “İp
cambazının sözlerini çok dinledik, şimdi artık kendisini
gösterin bize” ve bütün halk Zerdüşt’e gülüyordu. Fakat bu
sözlerin kendisine yöneldiğini sanan ip cambazı, işinin başına
geçti.