Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

o soğuk kış günü İdris Âmil Hazretleri,Kasımpaşa’dan Karaköy’e, oradan da Eminönü‘ne kadar yürüyüp edebiyatçıların toplandığı bukıraathâneye vardı. Aralarındaki ilişki lâubaliliğe, hattâ amansız el şakalarına varan üç yareni,çuha örtülü bir masada oturuyor ve kendilerine çay ısmarlayacak birini bekliyorlardı. Bu yüzden Efendimiz’i görünce sevindiler. Çaylar söylendi. Yarenleri, nasıl olsa bedava diye çaylarınabeşer şeker atmış, bir de Efendimiz’in tuttuğu cıgaraları yakıp tüttürmeye başlamışlardı. Herkesin keyfi yerindeydi. Çünkü hem gençtiler hemde kitap yazıp bastırmak, bu sayede meşhur olmak gibi muazzam hayalleri vardı. Ama bu esnada, kıraathânenin açılıveren kapısından esensoğuk, iliklerine kadar işleyiverdi!Kapıda, elinde eski çantası ile Efgan Bakara vardı. Son derece mutlu görünüyordu. Davetedilmemesine rağmen hızlı adımlarla gelip onların masasına oturdu ve çantasını açtı. Hayret!Kaşalotzâde, kendi kitabını bastırmıştı! Üstelikherife tam iki lira telif de vermişlerdi. Pes! Efendimiz ve yarenleri, kıskançlıktan başlarını çevirdiler ve hasetten sustular. Efgan Bakara buraya, kitabını onlara imzalamak için gelmişti. Kaşalotzâde, çantasından dört nüsha çıkarıp imzalamak üzere tükenmez kalemi eline aldığında,kitabın adını gördüler:KURBAĞA DİSEKSİYONUMüellifiEfgan BakaraBu başlığı görür görmez kahkahaları koyuverdiler. Kasıklarını tuta tuta gülüyor, zembereklerini boşaltıyorlardı. Enayi, kurbağanın içorganlarını, sinir ve kas sistemini, iskeletini vedaha bir nice girdisini çıktısını, kendi çizdiği şekillerle anlattığı bir kitap yazmıştı. Kendisiylealay edildiğini hiç anlamayan Efgan Bakara daonlarla birlikle gülüyor ve bu münevverlerinneşesini, kitap bastırma başarısına bağlıyordu.Kahkahalarla gülmekten yanakları ağrıyan vegözlerinden yaş gelen Efendimiz. Kurbağa kitabı kendisine uzatıldığında, o mübârek nidâsınıkoyuvermişti:“Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjjt!”Kaşalotzâde bir roman, yahut olmadı, bir fikir kitabı yazmış olsaydı fena hâlde kıskanacaklardı. Ama enayi, alt tarafı kurbağa üzerinde kafa yormuştu. Herhalde ikinci kitabı, sümüklüböceğin iç organları üzerine olacaktı. Neşeleri gitgide artıyor, arada bir de Efgan Bakara’nın ensesine bir şaplak indiriyorlardı. Bu davranışlarınıbirer takdir gösterisi olarak yorumlayan Kaşalotzâde ise utanmadan, sosyal ilimlerin, fen ilimlerinin taşrası olduğunu söylemekteydi. Enayinin dediğine bakılırsa, şehirde biri maddî ve diğeri manevî, iki tür gecekondu vardı: Birincisi, ucuz briketten yığma duvarlı ve tepesi kiremit yerine tenekeyle örtülü, barınmaya yarayanbaraka idi. Manevî olan ise, ‘sorunsal,’ ‘iktidar,’‘bağlam’ gibi kelimelerle inşâ edilmiş fikriyattı.Utanmaz enayiye göre demokrasi, ancak Hakikat’in acımasız bir despot olduğunun keşfedildiği memleketlerde varolabilirdi. Oysa, asırlardırsultanlar veya fuhrerler tarafından idare edilmiş memlekette Hakikat, ahalinin reyine ve uzlaşmasına dayanıyordu; öyle ki Hakikat, baştahâkim sınıf olmak üzere herkesin işine gelmeliydi. Uzlaşmaya dayalı demokrasi varsa Hakikat despot, uzlaşmaya dayalı Hakikat varsa rejim despot olmaktaydı. Bu nedenle memlekette Hakikat mutlak değil, örfî idi. Hattâ daha dafazlası, hukukî idi de. Meselâ ahalinin Hakikatdiye kabul ettiği şeye dil uzatmanın cezası hapisti. Çünkü Hakikat birçok kişinin işine gelmeli, bir işe yaramalıydı. Gel gör ki, memleket insanının kendisini Hakikat’e yaklaştıracak metotolan ölçme ile arası hoş değildi. Meselâ ahali,“3 gram tuz” demek yerine, “3 tutam tuz” demeyi tercih ederdi. Bu sadece avâma değil, çoğu sosyal ilimciye de mahsûstu. Çünkü bunların,tanımlarla arası hoş olmazdı. Tanım yahut de-finis-yon, anlamı sınırlandırmak demekti. Oysabu âlimler, ‘sorunsal’, ‘iktidar’, ‘sermaye’ gibi terimlerin arasındaki, hiçbir kavrama ait olmayanbölgede, “no man’s land”te dolaşıp fenden fikir çalan ölü soyuculardı. Ayrıca belirsizlik, münevverlerin yegâne varlık nedeniydi. Bodrumda kaybolan anahtarı, daha aydınlık diye sokakta arayan Hoca’nın tersine bunlar, sokakta kaybolan anahtarı, daha karanlık diye bodrumdaararlardı. Utanmaz enayi! Kaşalotzâde ayrıca,senede ancak bir iki hafta güneş gören Biritanya’nın ‘üzerinde güneşin batmadığı’ imparatorluk olmasını, fenne bağlamaktaydı. Oysa örfî Hakikat memleketi, ‘siyaset tüccarının batmadığı’bir yer hâline getirmişti. Öte yandan Biritanyadünya hâkimiyetini, Amiral Nelson’un Viktoriadlı harp gemisiyle değil, tabiîyyeci Şarl Darvin’in içinde bulunduğu, HMS Bigıl araştırma gemisiyle kazanmıştı. Hakikati ancak fen verirdi veHakikat, insanın yürüdüğü zemindi. Eğer ayakları bu zemine basmıyorsa, insanın kafasındaki plana hayal denirdi. Efgan Bakara, Alamancabir mektup yazıp üstelik bunu lisan hocasına dadüzelttirerek, kitabıyla birlikte Zürih Üniversitesi’ndeki bir biyoloji profesörüne, hem de iadeli taahhütlü postaladığını söylüyordu. ‘Beyin göçü’ tâbiri aslında palavraydı. Doğru tâbir, ‘korteks göçü’ idi. Beyin korteksi ancak memleketdışında yaşama imkânı bulurken, limbik sistemsadece burada sefâ sürüyordu. Kaşalotzâde nihayet sustuğunda, İdris Âmil Hazretleri o mübârek nidâsını tekrar koyuverdi:“Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjjt! Nah-ha!”O gece yarenleriyle meyhânede bir yetmişlik deviren Efendimiz, ertesi sabah baş ağrısıyla uyanmıştı. O
·
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.