"Sonuçta, sadece vebanın içinde yaşamak çok saçma. Tabii ki insan kurbanlar için mücadele etmeli. Ama başka hiçbir şeyden hoşlanmaz hale gelmişse, ne işe yarar mücadelesi?"
Albert Camus'dan iki yüzü olan bir hikaye. Bir yanıyla, henüz içinden geçtiğimiz için, inanılmaz derecede gerçekçi olduğunu fark edeceğimiz bir salgın sürecinin anlatımıyken, diğer bir yandan varoluşun özüne ilişkin bir mücadele hikayesidir. Haliyle bana Saramago'nun "Körlük" hikayesini hatırlattı. İki hikayede de bir salgın söz konusudur ve bu salgın üzerinden soyut ve kırılgan "insan yaşamı" sorgulanır. Ne tuhaftır bu iki isim de nobel ödülü almıştır.
hayatın sıradan akışı, belirli bir anlamdan yoksun tekdüze bir yaşam, günlerin gelip geçişi
ve sonra aniden gelen kötü haber, zorluklar, sınırlar, yasaklar
hızla artan kötü haberler, özlem, hasret, gurbet, kayıp
ailenin ve sevgililerin yitimi, eski günlere özlem, sıradan günlerin kutsanışı
farkındalık, ağıt, pişmanlık, geçmişe özlem, birlik ve beraberlik
mücadele, mücadele ve mücadele…
zor günlerin yavaşça el çekişi, umut, arzu, bekleyiş
vuslat, kavuşma, sevgililer ve dostlar yeniden el ele
hayatın belirli bir anlama sahip yeni türden bir akışı
(nereye kadar?)
"Yüz yıl önce bir İran şehrinde veba tüm halkı öldürmüş, kendi işini yapmaktan vazgeçmeyen ölü yıkayıcısı dışında."
Biz, dünyaya fırlatılmış insanların bir felaketle nasıl eşitlendiğini gösteren bir düşünce romanı. İnancı, ırkı, dili ne olursa olsun, varoluşun özüne ilişkin bazı sorunlar vardır ve bu sorunların bir kısmı cevaplandırılabilenlerdir, bir kısmı ise cevaplandırılamayanlar. Albert Camus, bu yaşam serüveninde nasıl bir etik zemin üzerinden, ne tür kabuller üzerinden bir yaşam sürmemiz gerektiğini soruşturmak istemiş gibidir. Dünyada yaşamak bir anlamda mücadele demektir, çünkü büyük sıkıntıları ve çıkmazları içinde barındırır. İki seçeneğimiz var: yaşamak veya pes etmek. Pes etmek Albert Camus için hiçbir zaman bir cevap olmadı. O halde yaşamanın olanakları üzerine gitmeli, o kanadı zorlamalıyız.