Üniversitede Hukuk ve edebiyat dersi almıştım. Her hafta bir kitap tartışılıyor derste. Bi ders bitince bir sonraki haftanın kitabı için ikinci el kitapçılara koşuyordum. Öğrenciye kitap hep pahalı, dolar 2 lira iken bile. Bir dükkana girdim, Tahsin Yücel’in Gökdelen’i var mı dedim nefes nefese. Yok dedi adam, kaç dükkan gezmiştim hadi ya deyip üzülerek geri dönüyordum ki dükkanda oturan bir beyefendi; kızımıza yenisini temin edin ben ödeyeceğim dedi. Asla kabul etmeyeceğimi söyledim, utancımdan kıpkırmızı oldum. “Ben emekli öğretmenim, onlarca çocuk yetiştirdim, bir öğrenciye kitap hediye etmek benim için büyük mutluluk beni bundan mahrum etme” dedi. Utanarak kabul ettim ama öte yandan da içten içe çok mutluydum, kitabımın daha kavuşmadan şirin bir hikayesi olmuştu. Kitap başka dükkandan getirtildi 15 dk içinde. Teşekkür ettim içtenlikle. Önüne tarih attım ve bir emekli öğretmen tarafından hediye edildiğini not düştüm. Kitaplar canlıdır ve elimize geçme hikayeleri de hayatlarının anlamlı bir parçasıdır çünkü. Tabi okuduk kitabı üzerine uzun uzun tartıştık. Benim için görevini ilk etapta başarı ile tamamlamıştı. Yaz tatilinde çatı katında bir valizde 2 ay bekleyince nem almış çürümüş diğer kitaplarımla birlikte. O kadar üzülmüştüm ki, yıllarca bir yakınımı kaybetmişim gibi bahsettim. O çatı katında çürümeseydi üniversite yıllarımın anısı olarak kitaplığımda yıllarca duracak elime her alışımda gözlerim dolacaktı, o gün kafamda canlanacaktı muhtemelen. Neyse, kendi gitti ama hikayesi kaldı. Kitabı bana hediye eden iyi kalpli emekli öğretmen şimdi nerdedir ne yapıyordur bilmiyorum. Ama hatırası hala capcanlı. Uzun yazdım biraz ama kitaplık düzenlerken ki hislerinizi anladığımı belirtmek istedim