Emek…
Ne kutsal bir kelimedir..
Bazen uzun bir zamana yayılan, çoğu zaman yorucu, titizlikle üstüne titrenilen bir işin yapılması için harcanan beden ve zihin gücüdür, emek.
Peki emekçi …
Üretim araçlarından yoksun olan ve “emeğini” anamalcılara bir ücret karşılığında satarak geçimini sağlayan kimse.
Şili edebiyatının en büyük isimlerinden biri olan yazar, dilimize çevrilen bu ilk eserinde odağına “emekçiler”i almış.
Ekmeğini yerin metrelerce altında çalışarak kazanan, yaşamları “çile” ölümleri “kader” madencilerin hayatını dillendirmiş.
Çocuk işçiler, bedelini canıyla ödeyen babalar, açlık ve sefalete direnen anneler emeğin öznesi.
Çekilen acının, verilen mücadelenin ve emekçinin emeğinin karşılığını alamamasının evrenselliği ise insanlık ayıbı.
Bizim de hiç yabancısı olmadığımız tanıdık hikayelerin, tanınmayan karakterleri…
Şili kömür endüstrisinin başkenti olan Lota’da doğan ve çalışmak için okulunu erken yaşta bırakarak bir maden işletmesinin deposunda işçilik yapmış olan yazarın
sinematografik anlatımı tam da bu yüzden doğrudan gözlem, karakter tahlili ve duyarlılık arz ediyor.