Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

104 syf.
8/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Bir Garip Salgın: Dans Vebası
Yıl 1518, Strasbourg’dayız. Açlık, sefalet, kara veba, savaşlar, reform hareketleri derken kendimizi büyük bir kaosun ortasında buluyoruz. Roman, oldukça çarpıcı bir sahneyle başlıyor. Bir annenin sırf bu açlık ve çaresizlik içinde yemek zorunda kalmasınlar diye, çocuğunu nehre attığını görüyoruz. İşte bu annenin başlattığı ölüm dansı, tüm Strasbourg’a yayılıyor. Herkesi etkilemiyor fakat bulaşıcı bir hastalık gibi, her geçen gün dans edenlerin sayısı artıyor. Nasıl yayılıyor bu hastalık, bilinmiyor. Bazıları temasla yayıldığını iddia etse de net bir teşhis konamıyor. Şehrin ileri gelenleri de çaresiz. Şehrin belediye başkanı, piskoposu, diğer yöneticileri ve tabii tabipleri bu salgına çare bulamıyor. Çeşitli önerilerde bulunsalar da hiçbiri çare olmuyor. Romanda anlatılan bu olay, gerçekte de yaşanmış. Aslında hikâyeyi çarpıcı kılan da bu. İnsanlar istemsizce nasıl dans edebilir? Yerlere düşene kadar, aç biilaç, ayakları yara bere içinde, bacakları tutmaz olana kadar nasıl devam edebilirler buna? Buna günümüz bilim insanları bile hâlâ kesin bir teşhis koyamıyormuş. Ortaya çeşitli teoriler atılsa da bana en mantıklı geleni; bunun toplumsal bir histeri, bir depresyon hâli olduğu. Bu depresyon hâliyle insanların transa geçtiği ve dans ettiği düşünülebilir. Kaldı ki insanların bu dans başlayana kadar yaşadıkları dehşetli olaylar düşünüldüğünde verdikleri tepkinin pek de haksız olmadığını görebiliriz. Açlıktan kâğıt yiyen, pis sular içen hatta hastalıklı insan eti yemek zorunda kalan insanlardan bahsediyoruz. Bu dans hastalığına ‘’dans vebası’’ adı veriliyor. Şehrin ileri gelenleri çeşitli yollarla bu hastalığın önüne geçmeye çalışsa da başarılı olamıyor. Şehir, bu hastalıkla uğraşırken bir yandan da Türklerin şehre saldıracağı yönünde korkular var. Sağlıksız koşullarda henüz salgına yakalanmayan insanlarda da salgına yakalanırsam endişesi var. Bunun yanında bir de şehre saldırılacağı gibi söylentiler insanların huzurunu iyice kaçırıyor. Surlarından evlerine, hayvanlarından nehirlerine kadar hastalıklı bir şehir düşünün, işte orası Strasbourg. Romanda en dikkat çekici sahneler, şehrin belediye başkanı ile piskoposu arasında yaşanıyor diyebilirim. Kilisenin yozlaşmışlığı, bildiğimiz meşhur endüljans; yani cennetten tapu satma dolandırıcılığı üzerinden dinî kurumların eleştirisini görüyoruz. Halk açlıktan ve hastalıktan kırılırken piskoposun hâlâ heybesini doldurma derdinde olduğuna, haddi hesabı olmayan yiyecek erzaklarını insanlara fahiş paralar karşılığında sattığına şahit oluyoruz. Romanda yaşanan bu olaylar esnasında Martin Luther’in reformunun ayak sesleri de iyiden iyiye hissediliyor. Piskopos, hem şehirdeki salgın hastalıklardan hem de Türklerin her an saldırabilme ihtimalinden korkarken üstüne bir de reformcuların sesleri ayyuka çıkınca iyiden iyiye köşeye sıkışır. Şehirde yaşanan bu büyük kâbusun detaylarına çok girmeyeceğim. Bu kısacık romanda birçok detay mevcut. Bazı sahneler sizi dehşete düşürebilir, midenizi bulandırabilir. Roman, çaresizliğin insana neler yaptırabileceği konusuna da güzel bir örnek. Romanın sonunda gelen yağmur da bunca olumsuzluğun içerisinde bir umut kırıntısı olarak düşünülebilir. Yazardan daha önce İntihar Dükkânı’nı okumuş, çok beğenmiştim. Kıvrak bir zekâsı, karikatürist mizacının yansıması olarak dili ustaca kullanması beni etkilemişti. Tarihte yaşanmış enteresan bir olayı kurguyla buluşturması, bunu da sıkmadan, çarpıcı bir dille yapması benim çok hoşuma gitti. Bir İntihar Dükkânı mı diye soracak olursanız, o tadı bu romandan alamadım fakat kıyas yapmak ne kadar doğru olur, onu da bilemiyorum.
Dansa Davet
Dansa DavetJean Teule · Sel Yayıncılık · 20204,457 okunma
··
706 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.