Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Sanatın yaratıcı gücü, doğadan, sanatçının eli değmeden, kendiliğinden çıkar ortaya. Her sanatçı, doğanın özünde bulunan sanat nitelikleri karşısında, Aristoteles'in deyimiyle bir "öykünücü"dür. O, ya Apollo'ca bir düş sanatçısı, ya Dionysos'ca bir coşkunluk sanatçısı ya da hem coşkunluk hem de düş sanatçısıdır. _Apollo, bütün Olympos evrenini doldurmuştur ve onların atası sayılmaktadır. Gönlünde başka inanç taşıyan bir kimse bu Olymposlulardaki o yüceliği gördüğü zaman kendinden geçer. Kendinden geçiş bir dince ödev değildir. Sözü edilen çok verimli, başarı sağlayan bir varlıktır. Bu varlığın içinde bulunan her nesne, ister iyi, ister kötü olsun tanrılaştırılmıştır. _Ölçüyü aşma ve kendiliğinden aşırılığa kapılma, Apollo'ca olmayan çevrelerden gelen düşman düşünceli Daimonların işidir. Bu yüzden, bu aşırılık, bu ölçüsüzlük Apollo öncesi çağın, titanlar çağının, barbarlık ülkesine özgü nitelikler sanılmıştır. İnsanlara duyduğu titanca sevgi yüzünden, akbabaların Prometheus'u didik didik etmesi gerekliydi. _Apollo, Dionysos'ca olmadan yaşayamadı. Nitekim "titanca", "barbarca" olanlar da Apollo'ca olanlar gibi gerekliydi. Bütün güzellik ve ölçülülüğüyle tüm varlığı bilginin, acının örtülü kalan temeline dayanıyordu. Biraz düşünelim, bu daimonca halk türküsü karşısında, pek derin düşlerle, harp denen çalgıdan çıkan seslerle, Apollo'nun yüce sanatçısı neyi dile getiriyor _Boş yere arıyoruz, güçlü dallar vermiş tek bir kökü, toprakta verimli ve sağlıklı bir parçayı; her yerde toz, kum, donma ve sararma. _Seni istiyorum. Sen bilinmeye değersin. _Yalnızca bilen kişi erdemlidir. _Senin için en iyi olan, tümden ulaşılmayandır. Doğamamak için, varolmamak için, yok olmak için. İkinci en iyi de senin şimdicek ölmendir. _Estetik konusunda mantığa değil de gözlemin kesinliğine dayanırsak çok kazancımız olur. Çünkü sanatın gelişimi biri Apollo'ca, biri Dionysos'ca olan iki yönlülük içerir. Bu karşıtlığın savaşını sürdürmek için kaynaşırlar. Hellen istenci, usu aşan yaratıcı eylemi dolayısıyla, bunları kendi aralarında birliğe ulaştırmıştır. Bu birlik sonunda eski tragedyanın Dionysos'caApollo'ca olan sanat yapıtlarını yarattı. _Lucretius'a göre düşte, insan tinlerinin karşısında, görkemli tanrı biçimleri belirir. Düşler ülkesinin güzel görünümü içinde her insan yetkin bir sanatçıdır. Bu düşler ülkesi, bütün biçimlendirici sanatların bir tasarımıdır. _Felsefecide, içinde yaşadığımız, varolduğumuz gerçekliğin arkasındaki önsezi bulunur. Bilge, varoluşun gerçekliği içinde, nasıl davranırsa davransın, bir sanatçı gibidir, düşün gerçekliği karşısında kendinden geçen bir kimse de öyle davranır. Kimileri, belki de benim gibi, arada bir anımsanan düş korkularının korkunçluklarının içinde yüreklenir, sonucu yeniden elde edebilmek için: "o bir düştür, onu sürekli olarak görmek isterim" derler. Birtakım kimseler bana, bir düş ile onun nedenlerini çok defa gördüklerini ve yaşadıklarını anlatmışlardı. Onlar iç evrenimizi yansıtan düşü kendi özünce yaşamışlardır. _Düşler, Apollo'nun kişiliğinde açıklanmıştır. Görsel sanatların tanrısı olan Apollo, bilgelikler öğreten bilici bir ışık tanrısıdır. _Apollo'nun bilgelik dolu Sessizliği ve gözü, kaynağına uygun nitelikte, "güneşli" olmalı, çünkü kızgın, hınçlı bakışlarında bile görünümünün yumuşaklığı vardır. Schopenhauer, ilgi çekici bir anlamda, Apollo'dan söz açar, onu Maja'nın örtüsü içinde yakalanan insan diye niteler. "Uçsuz bucaksız, ölgün bir denizde dağlar yükselir sudan, sonra batar, uğuldar, bir kişi oturur kayıkta, yükselip alçalan güvenle bağlanan bu kara yolculuğa. İşte böyle durur acılar evreninin ortasında sessiz kişi de, güvenmiş, dayanmış birey olmanın ilkesine." Kendine sarsılmaz bir güven duyan kişinin bu sessiz duruşunun en yüksek anlatımını özünde bulan Apollo'dan söz edilseydi, ancak o zaman Apollo birey olma ilkesinin görkemli, tanrısal açıklanışı olarak gösterilebilirdi. Onun bakışlarından "görünüm"ün bütün sevinç ve bilgeliği doğmakta; tüm güzelliğinden çıkmaktadır, diye bize anlatılırdı. _Dionysos'ca olmanın büyüsü altında, sevince kapılarak, birbirine diş bileyenler, yabancılaşanlar, yitirdiği oğlu ile buluşunca sarmaş dolaş olan bir insan gibi, birbiriyle kaynaşır. Çiçeklerle, çelenklerle donanır Dionysos'un arabası, arslan, kaplan koşulur boyunduruğuna. İlk boylar, baş döndürücü içkilerin etkisiyle; şarkılar okuyup, andıkları Dionysos oyunlarında aşırı taşkınlık içinde kendinden geçer. Ya bilgisizlikleri ya da alıklıkları yüzünden böyle olayları "halk hastalığı" diye alaya alan kendi sağlıklarını koruma duygusuyla için kapanıp kalan kimseler de vardır. Beethoven'in “Sevincinin resme dönüştürülmesi, onun düş gücüyle milyonca insanın kendinden geçip toz duman içinde kalışı, işte Dionysos'ca olana da ancak böyle yaklaşılabilir. Bütün düşmanca sınırlamalar kalkar ortadan, istekler aydınlığa kavuşur. Şimdi, İncil'deki evrenlerin uyumunu; herkes kendine en yakın olanla birleşerek, barışarak, kaynaşarak değil, bir olarak yaşar; İnsan kendini, yüksek bir topluluğun üyesi olarak, koyar ortaya, türkü söyler, oynar. Doğaüstü bir anlam çıkar insandan. İnsan kendini Tanrı sanır, geçer kendinden yükselir düşte dolaştığını gördüğü tanrılar gibi. Kişi sanatçı değildir, bir sanat yapıtı olmuştur artık, bütün doğanın bir sanat gücüdür, temel Bir'in en yüce kıvancına ulaşmak için. _Bir eski söylence vardır: Hani kral Midas, uzun süre Dionysos'un yoldaşı Silen'in ardından giderek ormanda avlanmış, onu tutamamış. Önünde sonunda Silen'i ele geçirdiğinde, insanlar için en iyinin, en çok yeğ görülenin ne olduğunu ondan sormuş. O da olduğu yerde, sessiz, kımıldamaksızın durmuş. Kralla didişmiş. Sonra çınlayan bir gülüşle söze şöyle başlamış: ey zavallı, bir günlük kuşak, gelişigüzelliğin, acı çekişin çocukları, ne dayatıp durursun sence duyulması gerekmeyen, en yararlı olanı açıklayayım diye? Senin için en iyi olan, tümden ulaşılmayandır. Doğamamak için, varolmamak için, yok olmak için. İkinci en iyi de senin şimdicek ölmendir." _Sanatta "salt" ile karşılaştığımız yerde, Apollo ekininin en yüksek etkisini arayıp bulabiliriz. Bu etki her zaman bir titan devletini yıkacak, bu korkunç devi öldürecek durumdadır, bu etkinin çok güçlü kuruntu yansımalarına, sevinç dolu sanılarla, bir evreni gözlemlemenin korkunç derinliğine, acıya katlanmaya çok eğilimli olması, dayanılabilecek bir üstünlük taşıması gerekir. _Homeros'ca olan "özlülük", Apollo'ca sanının kavranılması yolunda yüce bir başarıdır. Anlatılamayacak oranda, yücedir Homeros. O, Apollo'ca olan bir ulus ekininin içinde tek kalmıştır, bir ulusun düş kurma gücünün işlemesinde, doğanın biricik düş sanatçısı olmuştur. _Yaşamın biri uyanık, biri düşlere dalan iki yarımından kesinlikle söz edildiğinde, birincisi ötekilerle karşılaştırılmaz biçimde, daha çok, beğenilmeye değer görünür, daha önemli, daha üstün, daha yaşanmaya yaraşır, daha yaşanmış gibi gelir. _Biz, görünüşü zaman, uzam, nedensellik ilkeleri içinde sürekli bir oluş, gerçek bir yok oluş, başka deyimle deneysel gerçeklik olarak algılamalıyız. Çünkü bütün bunları görünüş içinde kavrar ondan oluştururuz. _Salt sanatçıda, salt sanat yapıtında bulunan, sevinç vardır, "görünüşün görünüşü" de yalnız budur. Raffaello bu olayı, görünüşün Apollo'ca temel örneğini bize gösterdi (Transfiguration). Bu tabloda "görünüş" sonu gelmez çatışmanın; nesnelerin atasının bir yansımasıdır. Bu görünüşten, tanrısal çiçek kokusu gibi, düşe benzeyen yeni bir görünüş evreni yükselir, ilk görünüş içinde açılmış gözlerin ışıldayan bakışları, bu görünüş evreniyle ilgili bir nesne görmez, orada kendini vermiş kişi, acısız, derin bir sezgiye kapılmıştır. Biz burada, en yüksek sanat aktarımı içinde, Apollo'ca güzellik evrenini, onun temelini, Silen'in korkunç bilgeliğini gözlerimizin önünde bulur, onun karşıt gerekliliğini sezgiyle kavrarız. Apollo, tanrılaştırılmış biçimi olarak yeniden karşımıza çıkar. Çözümü görünüşe bağlı olan temel Bir'in sonsuz, ulaşılmış ereği gerçekleşir: Apollo, bize, yüce davranışlarla bütün acı evreninin neden gerekli olduğunu gösterir, birey bu acı yüzünden kurtarıcı düşünceyi yaratmaya itilir. Bu birey, denizin ortasında çalkanan kayığında oturmuş, sessiz sessiz, kendini gözlemlemeye kaptırmış gider. ********* ********* İYİNİN VE KÖTÜNÜN ÖTESİNDE _Konuşulmayan tüm gerçekler, zehirler. _Aşkla yapılan daima İyi’nin ve Kötü’nün ötesinde gerçekleşir. _Onu kendi yanına çekmek mi istiyorsun? Onun önünde şaşır. _Pençeleri kötürüm olduğu için kendilerine iyi diyenlere gerçekten çok gülerdim. Zerdüşt _Aşkta ve intikamda kadın, erkekten daha vahşidir. Aşk ve nefretin yer almadığı oyunda, kadın orta dereceli bir oyuncudur. Kadın büyülemeyi unuttuğu ölçüde, nefret etmeyi öğrenir. Aynı duyguların erkekteki ve kadındaki hızları farklıdır: bu yüzden erkek ve kadının birbirlerini yanlış anlamalarının sonu gelmez. Erkekler şimdiye dek kadınlara, yükseklerden yolunu şaşırıp da omuzlarına konmuş kuşlar gibi davranmışlar. Daha narin, daha kolay incinebilir, daha vahşi, daha kaprisli, daha tatlı, daha ruhla dolu bir şey gibi - öte yandan kafese konulup uçmaması gereken bir şey gibi. _Küçümsediğin sürece nefret etmezsin ancak daha değerli bulduğunda nefret edersin. _Kendini hor gören kişi, hor gören biri olduğu için, daima saygı da görür kendinden. _Büyük insanları büyük insan yapan şey, büyük duygular değil de büyük duyguların süresidir. _Beklediğin bir şey, anca sen onu beklediğini unuttuğun zaman gerçekleşir. Bu hayatın; sen bakarken soyunamıyorum deme şeklidir. _Öylesine soğuk, öylesine buzlu ki, ona dokunan insanın parmağını yakıyor! Onu tutmak için uzanan bütün eller geri çekiliyor! İşte tam da bu yüzden çok kişi, onun kızgın olduğunu düşünüyor ya. _Delilik bireylerde enderdir - gruplarda, partilerde, halklarda, çağlarda ise kuraldır. _İnsan yalnızca arzusunu sever, arzuladığını değil. _Büyük bir şeyin peşinde olan insan, yolda karşılaştığı her şeyi bir araç sayar. _Ahlaksal olan diye bir şeyden bahsedilemez, ancak olayların ahlaksal bir yorumundan bahsedilebilir. Bir hamamböceği öldürürsen kahraman, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. Ahlakın estetik standartları vardır. _Yükseldikçe uçma bilmeyenlere daha küçük görünürüz. Yükselmek için yalnız kendi gücünüzü kullanın, başkasının sizi yükseltmesine fırsat vermeyin. _Canavarlarla savaşan kişi, kendi de canavar olmamaya bakmalıdır. Ve uzun süre uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar. _Her felsefe, bir felsefeyi de saklar; her düşünce bir saklantıdır, her sözcük bir maske. _Öğrenmek değiştirir. Yalnızca yaşatmakla kalmayan tüm gıdaların yaptığını gibi. _Büyük şeyler büyükler içindir, uçurumlar derinler için, narinler ve ürperti hassaslar için, ve genel olarak ve kısaca, nadir olan ne varsa enderler içindir. _İdealine giden yolu bulamayan insan, ideali olmayan insandan daha boş ve utanmazca yaşar. _Kimi tavuskuşu tüm gözlerden gizler kuyruğunu ve gururum der ona. _Diyorsunuz ki savaşı kutsal kılan şey iyi bir davadır. Ben size derim ki her davayı kursal yapan şey iyi bir savaştır. _Şimdiye kadar keşfedilmiş zeka türlerinin içinde içgüdü, en zekisidir. _İdealine erişen, idealinin ötesine de geçmiştir. _Erkeğin olgunluğu, çocukken oyun oynarken sahip olduğu ciddiyeti yeniden bulmaktır. _Bana yalan söylediğin için değil, bir daha sana inanmayacağım için sarsıldım. _İntiharı düşünmek güçlü bir avunma aracıdır: bu düşünce sayesinde bazı kötü geceleri atlatmak mümkündür. _Denizde susuzluk çekerek ölmek korkunç birşeydir. Susuzluğunuzu bir daha gideremeyeceği kadar tuzlamak zorunda mısınız hakikatinizi? _İstemeye istemeye, ana ve babalar çocuklarını kendilerine benzer hale getirirler. -buna "eğitim" deniyor _Herkese hitap eden kitaplar daima pis kokan kitaplardır. Küçük insan kokusu sinmiştir üzerlerine. Halkın yiyip içtiği, hatta ibadet ettiği yer pis kokar. Temiz hava solumak isteyen kiliselere gitmemeli. _Övgüden hoşlanmak, bazı insanlar için, yalnızca kalp inceliği¬dir - ve ruh boşluğunun tam zıddıdır. _Hristiyanlık, vazgeçme demektir. İÖgürlükten, gururlu her şeyden ve köleleştirme, kenini sakatlamadır. _Baştan çıkarıcı, çekici, zorlayıcı, yıkıcı olana tekinsiz geçitleri vardır; mantığın ve düz çizgilerin doğuştan düşmanıdırlar: yabancı, egzotik, olağanüstü, yamuk olanı, kendisiyle çelişik olanı arzularlar. _Nesnel insan bir iş aletidir, özen gösterilmesi ve saygı duyulması gereken pahalı kolay kırılabilen ve bozulabilen bir ölçme aletidir _Güneşin yanında yerleri tahmin edilebilecek sayısız karanlık gök cisim vardır, - onları hiçbir zaman göremeyeceğiz. _Bilmem hangi temelsiz kuruntu, sizi zırva bir umuda sürüklüyor. _Büyük bir adam mı? Ben hala kendi idealini canlandıran bir oyuncu görüyorum yalnızca. _Bilen kişi, kolaylıkla tanrının hayvan postuna girmiş hali olarak uyumsayabilir kendini. _Duyguda, beğenide, tavırlarda, kısacası sözlüğün akla gelebilecek tüm anlamlarında bir -Fransız eseri ve buluşudur, Avrupa şerefsizliği ve modern fikirlerin sıradanlığı- ise İngiltere'ye aittir. _Rüyada yaşantıladıklarımız, onları sık sık yaşantılıyor olmamız koşuluyla, sonunda "gerçekten" yaşantılanmış herhangi bir şey gibi, ruhumuzun toplam bütçesine dahil olurlar: bunun sayesinde daha zengin ya da daha yoksun oluruz, gereksinimlerimiz bir artmış ya da bir azalmıştır, ve sonunda güpegündüz ve uyanık zihnimizin en neşeli anlarında bile, birazdan rüyalarımızın alışkanlıklarıyla yönetiliriz. _İçgüdüsel olarak susmak ve susarak gizlenmek için konuşmaya ihtiyaç duyan, konuşmaktan kaçmaktan yorulmayan biri, dostlarının kafalarında ve kalplerinde kendisinin yerine bir maskesinin dolaşmasını ister ve teşvik eder; tut ki istemiyor, günün birinde orada yine de kendisinin bir maskesi bulunduğuna uyanacaktır, - ve bunun böyle iyi olduğuna. Her derin tinin bir maske ihtiyacı vardır: dahası, her derin tinin etrafında bir maske sürekli büyür, onun her sözcüğünün, her adamının, verdiği her yaşam işaretinin sürekli yanlış, yani yüzeysel yorumlanışı sayesinde. _En iyisi çekilin kenara! Kaybolun ortadan! Sizi tanımasınlar diye takının maskelerinizi ve inceliğinizi.! Ya da biraz korksunlar diye.! Bahçeyi de unutmayın sakın, altın parmaklıklı bahçeyi.! Etrafınızda da insanlar bulunsun, birer bahçe gibileri, -ya da akşam vaktinde, gün çoktan bir anıya dönüştüğünde suların üstündeki müzik gibileri: - iyi yalnızlığı seçin, özgür, bile isteye, hafif yalnızlığı, size de herhangi bir anlamda hâlâ iyi kalma hakkı veren.! Nasıl da zehirli, nasıl da kurnaz, nasıl da fena kılar açık şiddetle sürdürülemeyen her uzun savaş.! Nasıl da kişisel kılar uzun bir korku, uzun süre dikkat kesilmek düşmanlara, olası düşmanlara.! _Eğer insan, korkunun nedeni olan tehlikeyi ortadan kaldırabilirse, aynı zamanda bu ahlakı da ortadan kaldırmış olacaktır. O artık gerekli olmaktan çıkacak, bir daha kendi kendisini gerekli göremeyecektir. Her kim, günümüz Avrupa'sında hakim olan bilinci inceleyecek olursa binlerce ahlak katı ve saklı kovuğundan daima aynı buyruğu çekip çıkaracaktır, sürünün korkaklığının buyruğudur bu. "Bir gün, korkulacak bir şeyin kalmamasını diliyoruz!" Bir gün. İşte o güne giden yol ve istem, şimdilerde, günümüz Avrupa'sının tamamında "ilerleme" olarak adlandırılıyor. ________ _ _Önsöz_ _Nietzsche’nin her yazdığı stratejiktir. Bir meydan savaşının nasıl kazanılabileceğine, bir düşmanın nasıl yenilebileceğine yöneliktir. Bir sorunun nasıl çözülebileceğine… Çünkü Nietzsche’nin her yazdığı perspektiflidir. “Belirli bir açıdan bakınca nasıl görünüyor? diye düşünür, bir konuyu ele aldığında. Oruç Aruoba _Bütün büyük şeyler, kendilerini insanlığın yüreğine yazdırabilmek için devasa büyüklükleriyle, korku salıcı ucube anıtlar olarak dolaşmalı önce: İşte bu ucube anıtlar dogmacı felsefeydi. Örn, Avrupa’daki Platonculuk. Gelmiş geçmiş hataların en kötüsü, en uzun süreli yıpratıcı olanıdır. Hıristiyanlık halkın Platonculuğudur. Yayı gevşetecek iki büyük çaba şimdiden gerçekleştirildi; bir kez Cizvitlerce, ikincisi demokratik aydınlanmayla. _Diyelim ki hakikat bir dişidir-, tüm felsefeciler dogmacı oldukları sürece, dişileri anlamada güdük kalmıyorlar mı? Bir yosmayı elde etmek için uygunsuz bir yol değil mi? Bugün her çeşit dogmacı, acıyla, yüreğini burkulmuş, boynu bükük dikilip durmakta! Tüm dogmacılar yığılmış yere, kalkamıyormuş; dahası, son nefesini vermekteymiş. Felsefedeki tüm dogmalaştırmalar, onca ağırbaşlı onca kutsal bir hava yaratsa da, soylu bir çocukluk ve toyluktan öte bir şey değil. Dogmacıların yaptıkları kör inançlardır. Dogmacıların felsefesi, şu bin yılın umudu olarak kalsın, tıpkı astrolojinin gibi; onun da uğruna nice nice buluşlarla göz nuru dökülmüştü. Asya ve Mısır’daki büyük mimari stilleri ona ve onun “yeryüzü ötesi” savlarına borçluyuz. Sils – Maria, 1885 _____ _Felsefecilerin önyargıları üzerine_ _Şu belalı Hakikatperestlik, karşımıza çok büyük sorunlar çıkardı. İnancımız sarsıldı, sabrımızı yitirdik, dönüverdik sırtımızı. Nedir bu içimizde “hakikati” isteyen? _Bir şey kendi karşıtından nasıl kaynaklanabilir ki? Hatadan hakikat nasıl doğar örneğin? Ya da çıkarcılıktan çıkara dayanmayan davranış? Böylesi kaynaklanma olanaksız. Kim bunu düşlerse budaladır. En yüksek değerdeki şeylerin bir başka kaynağı, kendi kaynağı olmalı, kendi başına’ şeyde - işte burada olmalı onların temeli. Aşağılık dünyadan türetilmiş olamazlar. _Metafizikçilerin temel inancı, değerlerin karşıtlığına olan inançtır. En dikkatlilerin bile aklına eşikte durup düşünmek gelmemiştir kuşku duyuyoruz deseler de. Yeni bir felsefeci türünün gelişini beklemeli, kendinden öncekilerle zıt eğilimleri olan. _İnsan “Her şeyin ölçüsü" değildir. Belirgin olan, belirsiz olandan daha fazla değerli olacaktır, görünüş “hakikat"ten daha az. Değer biçmeler, yalnızca yüzeyde değer biçmelerden fazla bir şey olmayacak. Bizim gibi varlıkların kendilerini korumaları icin belki kesinlikle gerekli belli bir tür (budalalık). _Yanlış yargılardan vazgeçme, yaşamdan vazgeçme, yaşamı yadsımadır. Hakikat olmayanı yaşam koşulu olarak tanımak: Elbette bu, alışılmış değer duygularına tehlikeli biçimde karşı çıkmak demek ve buna kalkışan felsefe, yalnızca bununla bile kendini iyinin ve kötünün ötesine koyar. _Filozoflar ne denli sık ne denli kolay yanlışa düşüp yollarını şaşırıyorlar, çocuksulukları, yeterince namusluluk göstermiyorlar. Hepsi birden düşüncelerinin sanki soğuk, saf, tanrısal çarpıtılmamış bir diyalektiğin kendi kendine gelişmesiyle keşfedilip elde edildiği havası yaratıyorlar. Oysa, apansız rastlanan bir düşünce, bir vahiydir, ayıklanıp soyutlanmış bir yürek tutkusudur, onlar tarafından iş işten geçtikten sonra savunulur; topu da, öyle görülmek istemeyen avukattırlar, Hakikat diye vaftiz ettikleri önyargılarının kurnaz savunucuları - ve bunu üstlenecek vicdan yürekliliğinden çok uzakta, bir düşmanı ya da bir dostu ya da bir küstahı hakikatle dalga geçmesi için uyarma gibi iyi bir cesaret zevkinin çok uzağında, kurnazca ikiyüzlülük katılığı kadar usluluğu yaşlı Kant’ın, bizi diyalektiğin gizli yoluna çeken; bu yol, doğrusu bu yanlış yol. Bu oyun, ahlakçıların ince hilelerini gözlemeyi bir parça bile eğlenceli bulmayan biz zor beğenenleri gülümsetiyor. _Şimdiye kadar ki her büyük felsefe şöyle ola gelmiş: Yazarının gönüllü itirafı ve bir çeşit istem dışı, kayda geçirilmemiş bellek, her zaman bütün bitkilerin kendisinden geldiği asıl yaşam tohumunu oluşturması. _Her dürtü güç tutkunudur: Ve böyle olarak felsefe yapmaya çabalar. _Gelecek vaat eden genç işçinin iyi bir kimyacı olarak ortaya çıkması önemsiz bir konudur. Şu ya da bu olması onun en olduğunu göstermez. Felsefede durum tümüyle tersinedir; kişisel olmayan hiçbir şey yoktur. Felsefecinin ahlakı, onun kim olduğuna karar verdirecek tanığıdır. _Filozoflar ne denli gönlü kara olabiliyor! Epikür’ün, Platon ve Platonculara layık gördüğü zehir zıkkım şakadan daha ağırını bilmiyorum: Onları “Dionysisos’un şakacısı”, yani tiranın adamı, çanak yalayıcısı diye adlandırdı. Şöyle de demek ister; “Tümü de oyuncudur onların, sahici hiçbir şey yoktur onlarda.” Bu sonuncu anlam, gerçekten, Epikür’ün Platona attığı çamurdur: Muazzam bir biçimde çileden çıkmıştır. _Doğanın ölçüsüne göre yaşamak mı istiyorsunuz? Ey siz soylu Stoacılar, ne de aldatıcı sözler böyle! Doğa gibi bir varlığı düşünün, ölçüsüzce savursun, ölçüsüzce kayıtsız, amaçsız ve niyetsiz, acımasız ve adaletsiz, hem bereketli hem kısır hem de kesin olmayan; bir güç olarak kayıtsızlığın kendisini düşünün - bu kayıtsızlığın ölçüsüne göre nasıl yaşayabilirdiniz? Yaşamak -bu, kesinlikle doğadan başka bir şey olmayı istemek değil mi? Yaşamak, değerlendirmeyi, tercih etmeyi, haksız olmayı, sınırlı olmayı, farklı olmayı istemek değil mi? Yasalarınızın esaslarını doğadan devşirdiğinizi, kendinizden geçercesine coşkuyla savunsanız da, burada tersine bir şey istiyorsunuz; sizi gidi müthiş oyuncular, kendi kendilerini kandıranlar siz! Kibriniz, doğayı, hem de doğanın kendisine ahlakınızı, idealinizi katmak, dikte etmek istiyor: doğanın “Stoanın ölçüsüne göre” olması gerektiğini talep ediyorsunuz; bütün varlığın yalnızca kendi kafanıza göre olmasını diliyorsunuz – Stoacıların bitmeyen müthiş övünme ve genelleştirmesi olarak! Bütün hakikat aşkınızla, kendinizi böylesine uzun süre, öylesine inat ve hipnotik katılıkla doğayı yanlış, yani Stoacı açıdan görmeye zorluyorsunuz, artık onu, bir daha başka türlü göremeyinceye dek - bilmem hangi temelsiz kuruntu, sizi zırva bir umuda sürüklüyor. Çünkü kendinize zulmetmeyi biliyorsunuz. Stoacılık kendi kendine zulümdür-, öyleyse, doğaya da zulmedilebilir, çünkü Stoacı da doğanın bir parçası değil mi? Bu eski ve hiç bitmeyen bir hikaye: Eskiden Stoacılarla ortaya çıkan, felsefe kendine inanmaya başlar başlamaz, bugün bile sürüyor. Kendi kafasına göre bir dünya yaratıyor, bu dünya başka türlü olamıyor; felsefe bu zulmedici etkinin kendisidir, en yüksekteki ruhsal güç istemi, dünyayı yaratma istemi. _Hakikat istemi, bu metafizikçinin yitip gitmiş konumunu koruma hırsı, gerçekten işe karışabilir bir avuç dolusu “kesinliği”, bir araba dolusu güzel olanaklara tercih eder. Ama bu nihilizmdir, umudu kesik, öylesine yorgun ruhun işaretidir: _Kant, ilkin, özellikle kendi kategoriler tablosundan gurur duyuyordu, elindeki bu tabloyla şöyle dedi: “Metafizik adına girişimde bulunulabilecek en zor şeydir bu” İnsanda yeni bir yeti, sentetik a priori yargılar yetisi keşfettiği için gurur duyuyordu. Bunda kendini aldattığını kabul edelim. İlk ve en öndeki düşçü yaşlı Kant’tı. “Yetinin yetisiyle” demişti. Ya da en azından bunu demek istemişti. Ama bu yanıt mı? Açıklama mı? Yoksa salt sorunun bir tekrarı mı? Niçin uyku ilacı uyku verir? “Yetinin yetisiyle” diye yanıtlıyor Moliere’de doktor: Oysa, bu tür yanıtlar komediye aittir, artık şu Kantçı soruyu, sentetik yargılar a priori olarak nasıl olanaklıdır? Bir başka soruyla geliştirmek zamanı geldi: söylenenler yalnızca yanlış yargılardır. Ama onların doğruluğuna olan inanç, doğal ki, yüzeydeki bir inanç, yaşamın perspektif optiğine ait, görünüşten kalkan dayanak olarak zorunludur. Bütün ulusların politik karanlık insanları hoşnuttular; karşı konulamaz duyumculuğa karşı bir panzehir vardı ellerinde. _Kopernik, tüm duyulara karşı, dünyanın yerinde durmadığına bizi inandırdı; “değişmeden duran” dünyanın en son şeylerine, “töz”e, “maddeye, yeryüzü kalıntısına, atom parçacığına inancımızdan vazgeçmeyi öğretti: Yeryüzünde şimdiye dek duyulara karşı kazanılan en büyük zaferdi. Savaş açmalı, acımasız bir bıçak savaşı, “atomcu gereksinmeye” karşı; kimsenin kuşku duymadığı alanlarda hala tehlikeli bir kalıntı olarak yaşamasını sürdüren daha ünlü “metafizik gereksinmeye” olduğu gibi: bir başka atomculuğu da ortadan kaldırmalı, yani, Hıristiyanlığın en uzun sürede ve en iyi öğrettiği ruh atomculuğunu. _Psikoloji, ruh ideası çevresinde şimdiye dek, tropik bir orman bereketiyle yeşeren kör inançlara son vermek istediğinde, sanki kendini yeni bir vahşiliğin ve güvensizliğin içine atıyormuş gibidir. _Henüz beş ya da altı kafa, fiziğin de bir dünya açıklaması olmayıp yalnızca bir dünya yorumu ve düzenlemesi olduğunu (bize göre! söylememize izin verilirse) yavaş yavaş anlamaya başlıyor. _Fizyolojiyi temiz bir vicdanla izlersek, duyu organlarının idealist felsefe anlamında görüntüler olmadığını kabule zorlanırız. Öyle olsaydı, onlar birer neden olmazlardı! _Şu, sözcüklerin ayartmasından kurtulalım artık! Halk bilginin bir sonuç bilgisi olduğuna inana dursun, filozof kendine seslenmelidir: _Benim için dolaysız kesinlik yoktur. _Kim metafizik soruları yanıtlamaya kalkarsa, hemen bir tür bilgi sezgisine başvurur. Düşünüyorum ve biliyorum, bu en azından doğru” diyen biri gibi. _Bir kuramın çürütülebilir oluşu hiç de küçümsenir bir çekicilik değildir: Kesinlikle bu albeni incelmiş kafaları kendine çekiyor. Yüz kez çürütülmüş “özgür istem” kuramı, sürüp giden varlığını, yalnızca bu albeniye borçlu görünüyor-; tekrar tekrar, kendini, onu çürütecek denli güçlü hisseden biri çıkıp geliyor. _Schopenhauer, felsefecilerin yapmaya alıştığını yaptı: Yaygın bir önyargıyı uyarladı ve abarttı. Felsefeciler “istem"i sanki dünyanın en iyi bilenin şeyiymiş gibi söz konusu etmeye alışmışlar. Schopenhauer, “istemin bilindiği anlayışını getirdi._ İstem her şeyden önce, karmaşık bir şey, yalnızca sözde kalan birliğe sahip. Öyleyse bir kez olsun ihtiyatlı olalım, “felsefi olmayalım. Her isteme aktında buyurucu bir düşünce vardır, -bu düşüncenin “istemeden koparabileceğine inanmamalı, sanki geriye isteme kalırmış gibi. İsteme, yalnızca duyum ve düşünme karmaşası değil, bir duygusallık aslında, buyruğun duygusallığı, isteyen insan, kendi içindeki boyun eğecek ya da boyun eğeceğine inandığı bir şeye buyurur. Aynı zamanda hem buyurucu hem boyun eğiciyiz, Diğer yandan bu ikiliği göz önüne almayıp kendimizi sentetik “ben” kavramıyla aldattığımız sürece, bir dizi yanıltıcı sonuçlar çıkar. istemede bulunan, isteme ve eylemin nasılsa bir olduğuna inanır-, başarıyı, istemenin gerçekleşmesini, istemenin kendisine bağlar, Burada olup biten, iyi kurulmuş hem mutlu devlette olup bitendir, yönetici sınıf, kendini devletin başarısıyla özdeşleştirir. Bu tür istemde, buyurmak ve boyun eğmek, söylemiş olduğum gibi, birçok ‘ruhtan’ oluşan toplumsal yapının temelindedir. **********************
·
831 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.