Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ÇIĞLIK Hayır, bağırmadım. Ben bağırmadım. Bağıran ben değilim. Bağırmam için özel bir neden yoktu. Hiçbir gerek. Hiçbir gerekçe. Ben yalnızca gördüm: Üç kişi bir adamı sürüklüyordu. Adam onlarla gitmek istemiyordu. Bir ara ellerinden kurtulup, kendini yolun kıyısındaki hendeğe atmayı başardı. Tam o sırada bir ses duyuldu. Biri bağırdı. Daha doğrusu bir çığlık attı. Bir erkek sesi de olabilirdi bu, bir kadın sesi de. Çığlığı duydum. Ama ne dediğini duymadım. Gel mi diyordu? Kaç mı diyordu. Anlamadım. Bu çığlık üzerine, adamı zorlayanlar ( bir anda hendeğe atlayıp, adamı karga tulumba edip yola çıkartmışlardı) bir an durup çevreyi dinlediler. Demek onlar da duymuştu çığlığı. Ama pek önem vermemiş olmalılar ki, yeniden sürüklemeye koyuldular adamı. Bu ne zorbalık, dedim kendi kendime. Güpegündüz bir adamı sürüklüyorlar ve karşı koyan bir Tanrı kulu yok. Yeniden duydum o çığlığı. Bağıran, sürüklenen kişi değildi. Ben de olmadığıma göre, onu sürükleyen zorbalar da olamayacağına göre nerden geliyordu bu çığlık? Demek çevrede birisi vardı, ama onu göremiyorduk (ne ben, ne onlar). Bu çığlık sanki bana yöneltilmiş bir çığlıktı. Bana orada olduğumu ansıtıyor, adamı kurtarmamı istiyordu. Ama üç hayduta karşı, benim, tek başıma elimden ne gelirdi? Hem suçlu kimdi, güçlü kimdi, bunu bile bilmiyordum. Daha doğrusu suçluları görüyordum. Bilmediğim, görülen, sürüklenen adamın suçlu olup olmadığıydı. Nasıl bilebilirdim? Benimki bir rastlantı. Yalnızca bir rastlantı. Eğer orada olmasaydım görmeyecektim. Bu olayın tanığı olmayacaktım. Ben görmediğime göre başkası da görmeyecekti. Çünkü başkası yoktu. Ama, diyordum kendi kendime, ben burada olmasaydım, o zaman belki bir başkası olacaktı. Her olayın mutlaka bir tanığı vardır. Acaba? Bilmiyorum. Ama öyle olmak gerekir. Sen olmasan, senin yerinde mutlaka bir başkası olur. Bu durumda, o zaten benim yerimde değil, kendi yerindedir. Ben de orada değilimdir. (Çünkü başkasının yerini almayı hiçbir zaman istememişimdir.) O başkası, belki, bağırırdı. O başkası, belki bulunduğu yerden yola inip, sürüklenen adamı kurtarmak için çabada bulunurdu. Ya da senin gibi, böyle çalıların ardına gizlenip olayı izlemekle yetinirdi o başkası da. Ama kimse (o başkası) yoktu. Ne çevrede, ne benim yerimde. Hiç kimse. Sürüklenen adamdan, onu sürükleyen üç kişiden ve tepedeki benden başka. Peki o çığlığı atan? Bilmiyorum. Aşağıda yolda ( bir kez daha yineliyorum) üç zorba ve sürükledikleri adam. Tepemsi bir yerde, çalılıkların ardında ben. Sonra gene o çığlık. Bu kez de irkildiler. Durup çevreye bakındılar. "Nereden geliyor bu ses?" Aralarında bir şey konuştular. Beni görmesinler, çığlığı atanın ben olduğumu sanmasınlar diye, çalılıkların ardına daha bir sindim. Görüp gelselerdi elimde bıçak, ne diyebilirdim onlara? Neyi açıklayabilirdim? Belki, o adamı bırakıp beni götürürlerdi. Ama görmediler. Çok şükür görmediler. Çevreyi bakışlarıyla taradıktan sonra, yeniden sürüklemeye başladılar adamı. Üçe karşı bir, karşı koyuyor, ama imdat istemiyordu. Direniyor, ama ağzını açmıyordu. Garip yaratık! Bu böyle sürmez dedim kendi kendime. Şimdi bir araba geçer, şoför ve yolcular durumu görüp dururlar. Saldırganlar kaçar, adam da kurtulur. Ne yazık ki adam kurtulamadı. Bir araba geçti, ama adam kurtulamadı. Uzaktan, siyah Chevrolet'yi gördüğümde ( yüksekte olduğumdan saldırganlardan ve kurbanlardan önce görmüştüm arabayı), varsayımım gerçekleşeceği için değil, adam kurtulacağı için sevinmiştim. Ama saldırganlar arabayı gördüklerinde tınmadılar bile. Saklanma gereğini ya da adamı aralarına alıp gizlenme gereğini bile duymadılar. Eylemlerini bir çölde, ıssız bir ortamda sürdürür gibi sürdürdüler. Siyah Chevrolet yaklaştı, yaklaştı... Sürüklenen adam, arabaya doğru umutsuzca baktı; ama Chevrolet ( bir dolmuştu) yavaşlayıp duracağına, hızını artırıp geçti gitti. Kuşkusuz şoför ve içindekiler benden daha iyi görmüşlerdi durumu. Kim bilir, ya yolcular durmasını istemediler şoförden ya da şoför durma gereği duymadı. Araba geçip gittikten sonra, o çığlık ( bu kez çok daha uzun ve iç parçalayıcı) duyuldu. Bu kez de anlamadım ne dediğini. Adamı sürükleyenler, yeniden durdular. Yeniden taradılar gözleriyle çevreyi. Aralarında bir şeyler konuştular. Beklediler. Sonra yeniden sürüklemeye başladılar kurbanlarını. Elimde, ebegümecileri kesmek için taşıdığım bıçak, çalıların ardında, yanımda henüz bir kök ebegümeci kesmediğim için boş sepetim, onları izliyordum. Bir an, bu dört kişiden çok çığlığın nerden geldiği ve ne demek istediği çeldi aklımı. Sonra kendimi suçladım: Bu adamı zorla götürüyorlardı ve sen onun yardımına koşmuyorsun. Sonra kendi kendimi akladım: Araba durmadığına, çığlığı atan da ortaya çıkmadığına, adamı sürükleyen üç kişi, araba geçerken bile, olağan bir işi yapıyormuşçasına korkmadan, çekinmeden eylemlerini sürdürdüklerine göre, sürüklenen adam gerçek bir suçlu, onu sürükleyenler ise yasa adamı olmalıydı. Onları önlemek istemeye kalkışmak, suça katılmak olacaktı. İyi ama, yerde sürüklenen, gitmemek için direnen adam suçsuzsa, onu kaçırmak isteyen bu üç kişi yasa adamı değilse? Bu durumda, zorbalığa karşı çıkmam, gücümü kullanmam, adamı kurtarmaya çalışmam gerekmiyor mu? Bu güz günü, tek amacı ebegümeci toplamak olan, bu amaçla bir elinde bıçak, bir elinde sepet, bu tepede, çalıların ardında duran bir adamın yanıtlayabileceği sorular mıdır bunlar? Peki ama, o çığlıkları atan kimdi? FERİD EDGÜ
Sayfa 122 - Bilgi Yayınevi
··
39 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.