Osmanlı düzeninde ulema kendilerini çok önemli bir yerde görürlerdi. Çünkü bunlar kendilerini bir yandan İslâm peygamberinin şeriatinin temsilcileri, bir yandan da «ulülemrin» yani hükümdarın delegesi sayarlardı. Bir yandan padişaha şeriati öğretirler, öte yandan halka «Ulül-emr»e itaatin bir borç olduğunu telkin ederlerdi. Bunlar ne halktılar, ne de kul.