Düş İçinde Düşle ArayışÖncelikle şunu belirtmek isterim ki, kitabın büyülü gerçekçilik ya da postmodern edebiyatın güzel örneklerinden olduğuna ve bu akımları ne derece yansıttığına dair güzel değerlendirmeler yapılmıştır/yapılacaktır düşüncesiyle bu konulara değinmeyeceğim. Edebi türler okuyucusu olarak kurgu ve işleyiş bakımından çok beğendiğimi ifade etmek isterim yalnızca.
Fikri bakımdan varoluş felsefesini ya da epistemolojisini yeterince yansıtamadığına dair yorumlara katılmıyorum. Evet, eserde Descartes felsefesinin etrafında bir kurmaca kurmuş olsa da kurmacanın fikri tezahürlerinin tamamen yazarın varlığa ve bilgiye bakış açısının şekillendiği yerden kaynaklandığını düşünüyorum. O yer de, kadim kültürel öğelerin ve tasavvufun içkin olduğu “Divan Edebiyatı” felsefesi oluyor kanaatimce.
Örneğin kitabın pek çok yerinde bilmenin ya da bilginin “keşfetmek (okumak)” suretiyle elde edilebileceğini okuyoruz ki bu beşeri sistemle okuma değil, peygamberi bir okuma olan ümmiliktir. İnsanı, börtü böceği, dünyayı, kainatı okumaktır. Ben bilgiyi deneyimle mi elde ederim ya da var olan bilgilerim deneyim ürünü müdür yoksa varlığımla mı gelir ayrımı yok kitapta. Gördüklerim/bildiklerim velev ki gerçek olmasın benim dünyaya geliş amacım bir "arayıştır" ve ben bilmeyi kutsal kabul ediyorum. Varlığın bilgisini “ister gerçek olsun ister düş” ben bu dünyada arıyorum. Çünkü benim aklım bu dünyayı tahayyül edebiliyor. Dolayısıyla ben, akli melekelerimin tahayyül ve idraki nispetinde öğrendiklerimi tartıp işlemekle mükellefim vurgusu var. Bu noktada da “arayabilme” kabiliyetine değiniyor yazar;
"..bir hazineyi sessizce arıyorlardı. Hazine onları bir mıknatıs gibi kendine çekiyor, ama pusulaları olmadığı için onlar bu çekimin yönünü kestiremiyorlardı. Aradıkları şey hem her yerde hem de hiçbir yerdeydi. Kim bilir belki de içinde ilerledikleri karanlık sis, bu çekimin kendisiydi." bu alıntı, Hayalî’nin
-Cihân ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler
(Dünyayı süsleyen varlık (Yüce Allah), yine bu cihan içindedir, ama (insanlar) aramasını (arayıp bulmasını) bilmezler. Tıpkı denizin içinde olup da denizi bilmeyen, tanımayan balıklar gibi.)
Harâbât ehline dûzah azâbın sorma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler
Şafak gûn kan içinde dâğını seyreyler âşıklar
Güneşte zerre görmezler felekte ayı bilmezler
Hamide kadlerine rişte-i eşki takup bunlar
Atarlar tir-i maksudu nedendir yayı bilmezler
Hayâlî fâkr şalına çekenler cism-i uryânı
Anınla fahrederler atlas ü dîbâyı bilmezler
şiirinin özeti gibi değil mi?
Yönünü tayin edemeyen ve kör karanlıkta kalan arayıcıya etrafına bak, gör, yaşa, büyük düşünemiyorsan küçük düşün ama düşün. Miskin olma! mesajı vererek başlıyor kitaba zaten.
Yine başka bir örnek olarak, dilencilerin başı Hınzıryedi ve onu gizlice domuz eti yerken yakalayan dilenci arasındaki diyaloğu inceleyelim.
-"Allahumme ya Vedud”
-"Gözünü bağla, dilini tut"
Dilenci, pirinin günah işlediğini gördüğünde başımız böyleyse biz yandık diyerek dua ediyor. Kısaca Allah’ım bizi sevginden mahrum etme ( Vedud: çok seven anlamındadır) anlamı çıkarılabilir. Piri ise ona senin bu isteğine giden yol etrafına kör sağır olmandır. Sen kendi derdinle hemhal ol, ona çare ara. İnsanların kusurlarında gözün, kulağın olmasın diyor. Etrafına kör sağır olmak kolay değildir. Nitekim bu noktada Hızır-Musa örneği açıklayıcı olmak açısından verilebilir sanırım.
Normalde bilginin aranıldığı ancak yazarın aramadığı iki yere de değineyim. Medrese ve Harabeler. Medresede aramıyor çünkü orada akıl-mantık-inanç-felsefe vardır ama gelenekçilik olarak vardır. Özellikle kitabın kurgusunun geçtiği dönemde salt taklitçilik vardır diyebiliriz (İstisnalar olabilir tabi ki). Kişinin gelişimi yine kendi kabiliyetine bağlıdır bir nevi. Yani hayatımı idame edebileceğim bilgiyi alırım oradan ancak. Harabeler değildir. Çünkü harabat ehlinin normal insanların aksine bir yaşam telaşı olmadığı için hayatı, oluşu, bozuluşu izleyebilirler. Ancak bu okuma onları uzlet hayatına yöneltir. Haliyle dünyaya tamamen sırt çevirip miskinlik yapanla dünyayı bir güç ve iktidar merkezi haline getirenlerin bilginin hamili olamayacağı, onun koruyucusunun ona şahitlik eden ve onunla birlikte var olabilenlerin olacağını vurguluyor. Tüm bunları da düş içinde düş olan iki karakter üzerinden bizlere sunuyor yazar.
Kısa özet olarak ifade etmek gerekirse,
amaç: keşfetmek, aramak
yol: kör, sağır olarak şahit olmak, izlemek
sonuç: o da senin sorunun..
Benim farkına varamadığım şeyler de vardır muhakkak. Benim terazim şimdilik buna yetiyor diyelim. Selametle..
Teşekkürler https://1000kitap.com/bidunyakitapgrubu