"Kendilik" ve "Benlik" Arasındaki Temel Ayrım
Vedanta'nın beşer varlığına dair öğretisini layıkıyla kavrayabilmek için, her Vşeyden önce, (sadece insanla sınırlanmayıp) bizatihi Varlığın ilkesi olan "kendilik" ve cüz'f (individuel) "benlik" arasındaki ayrımın mümkün olduğu kadar berrak bir şekilde ortaya konması gerekir. "Kendilik" terimini kullanırken aynı kelime ye müracaat eden, fakat -hemen herzaman tümüyle yanlış anladıkları- Doğu ıstılah larıyla ancak Batı'ya has ve tamamen batıl (fantaisiste) mefhumları kasdeden bazı akımlarla hiçbir anlayış ortaklığımız bulunmadığı izahtan vareste olmalıdır. Bu akım lar sadece teosofızmle de sınırlı kalmamaktadır, Batı zihniyetine hitap edebilmek ba hanesiyle Vedanta'yı topyekün tahrif eden bazı güya-doğulu öğretiler de aynı kapsa ma dahildir ve onlar hakkındaki değerlendirmelerimizi daha önce dile getirmiştik. Bir kelimenin suistimal ediliyor olması, kanaatimizce, ona başvurmaktan vazgeçmek için yeterli bir sebep değildir, en azından ifade kabiliyetine aynı ölçüde sahip bir başka ke limeyle değiştirilemediği sürece böyle olmalıdır ve buradaki durum tam da budur. Ay rıca, şayet bu konuda fazla incelmiş bir hassasiyet gösterecek olsaydık kullanabilece ğimiz pek az kelime kalırdı, çünkü herhangi bir filozof tarafından anlamı şu ya da bu nisbette bozulmamış bir kelime bulmak hiç kolay olmayacaktır. Kullanım haricinde bı rakmayı düşündüğümüz kelimeler sadece, konumuzla hiçbir ortak noktası bulunma yan mefhumlar için özellikle üretilmiş olanlardır: Mesela m1:1htelif felsefi sistemler için imal edilmiş özel terminolojiler ya da okültistlerin ve diğer "neo-spritüalist"lerin keli me haznesine mahsus tabirler. Ancak bu sonuncular (büyük bir yüzsüzlükle ve içe riklerini kesinlikle anlamadan) kadim öğretilerden çeşitli lafızlar intihal etme alışkan-
lığına sahiptir ki, böyle durumlarda kelimeyi -asıl manasını tasrih ederek- kullanma yı sürdürmekte tereddüt göstermemekteyiz.
"Kendilik" ve "benlik" tabirleri yerine "kişilik" [personnalite; müellifin sahip ol madığı "hüviyet", yani "o"-luk kelimesi yerine kullanılmaktadır] ve "bireylik" (indi vidualite) kavranılan da kullanılabilirdi; fakat bu takdirde bir ihtiyat kaydı düşmek ge rekecektir, çünkü "kendilik" -az sonra açıklayacağımız üzere- "kişilik"ten daha fazla bir şey olabilmektedir. Terminolojilerini karmakarışık hale getirmekten zevk aldığı an laşılan teosofistler, kişilik ve bireyliği olması gerekenin tam tersi şekilde tanımlarlar: tlkini "benlik", ikincisiniyse "kendilik"le özdeşleştirirler. Halbuki onlardan önce (hat ta Batı'da bile) bu iki terim arasında herhangi bir ayrım yapıldığında kişilik daima bi reyliğin üstünde mütalaa edilmiştir ve bu sebeple biz de iki tabir arasındaki normal ilişkinin böyle olduğunu ve bu şekilde muhafaza edilmesinde fayda bulunduğunu söylemekteyiz. Bu ayrım mesela skolastik felsefenin meçhulü olmamıştır. Ancak yine de, skolastikler bu ayrımın sahip olduğu metafizik kıymeti tam olarak idrak etmiş ve
tüm şümul ve derinliğiyle ortaya koymuş gözükmemektedir. Zaten skolastik felsefe de bu durum, hatta Doğu öğretilerinin bazı kısımlarıyla en çarpıcı benzerlikleri taşıdı ğı noktalarda bile, çok sık karşımıza çıkar. Herha!ükarda, metafizik manada "kişilik"in modern filozofların sık sık "insan teki, kişi" (personne humaine) olarak andığı şeyle hiçbir alakası yoktur. Filozofların bahsettiği aslında bireylikten başka bir şey değildir. Ayrıca, münhasıran insana mahsus olan da bu bireyliktir sadece, yoksa kişilik değil.
öyle anlaşılıyor ki batılılar (kavrayışlarını içlerinden çoğunun gidebildiğinden daha uzağa götürmek istediklerinde dahi) kişiliği ancak bireyliğin yüksek yönü ya da basit bir genişlemesi olarak idrak edebiliyorlar!. Bu yüzden de, saf metafizik seviyesine ait herşey idraklerinin tamamen ötesinde kalmaktadır.
"Kendilik" müteal ve baki (permanent) ilkedir ve zuhur etmiş varlık (mesela beşe re ait varlık) onun geçici (transitoire) ve arızi bir tahavvülünden (modification), -az sonra daha geniş olarak açıklayacağımız üzere- ilkeye hiçbir şekilde tesir edemeyecek bir arazından (mode) ibarettir. "Kendilik" asla cüz'ileşmiş (bireyleşmiş) değildir ve za ten cüz'ileşemez de; zira saf Varlığın zorunlu nitelikleri olan sonsuzlμk ve değişmezlik muvacehesinde, onu "kendinden başka" kılacak hiçbir ayrımlanma (particularisation) mümkün değildir. Kendinde taşıdığı sonu-belirsiz (indefini) imkanları inkişaf ettirir sa dece, çünkü kendi zatında mahiyeti itibarıyla değişmezdir. Bu inkişaf bir dereceler sa yısızlığı (indefinite) boyunca kuvvenin izafi olarak fiile dönüşmesiyle gerçekleşmekte dir ve sözkonusu dönüşüm ilkenin asli bekasını hiçbir surette etkilemez, zira dönüşüm ancak izafi bir niteliktedir ve çünkü inkişaf, zuhur yönünden ele alındığı ölçüde (ki baş ka türlü herhangi bir ardışıklık sözkonusu edilemezdi) aslında sadece tek bir hamleden ibarettir ve mükemmel bir eşzamanlılık arz etmektedir; öyle ki belli bir tarzda mümkün (virtuel) olan, "ebedi şimdi" (eternel present, an-ı daim) içinde muhakkak gerçekleş miştir. Yani zuhur açısından şöyle söyleyebiliriz: "Kendilik", taşıdığı imkanları bütün tahakkuk cihetlerinde (mode) inkişaf ettirir; bu cihetler sayısızdır (en multitude indefi nie) ve herbiri, varlık bütünü (etre integral) içinde farklı bir hal (etat) teşkil eder. Bu sayısız hallerden sadece biri, kendisini tanımlayan çok özel varoluş kayıtlarının hük mü altında, varlık bütününün beşeri bireylik/cüz'ilik dediğimiz kısmını ya da -daha özenli bir ifadeyle- özel belirlenimini oluşturmaktadır. O halde "kendilik", varlığın bü tün hallerinin kendilerine mahsus sahalarda varolabilmesini sağlayan ilkedir. Sadece beşeri varlık gibi cüz'ileşmiş haller ya da cüz'l-ötesi zuhur halleri (etats manifestes) de değildir sözkonusu olan, hiçbir zuhur tarzına sahip olmayan bütün imkanlan (ve ayn ca, ilkesel olarak, zuhur imkanlannı) şamil olan la-zuhur hali (etat non-manifeste) de -"varolma" kelimesi onun hakkında uygunsuzluk taşısa da- "kendilik" ilkesine daya narak varolmaktadır. Fakat "kendilik", kendisinden başka hiçbir şeye dayanmaz ve hiçbir ilke, kendiliğin bölünmez bir bütünlük arz eden mahiyetinin dışında varolamaz2 .
"Kendilik", şimdi yapmış olduğumuz gibi bir varlıkla ilişkisi açısından ele alın dığı takdirde, tam olarak "kişilik"tir. Öyle ki kelimenin kullanımını sınırlayabilir ve "kendilik"i, tıpkı "ilahi Kişilik" İshwaranın külli zuhurun ilkesi olması gibi, zuhur hallerinin ilkesi kabul edebiliriz ya da mütenasib olarak (analogiquement) kullanı mı genişletebilir ve "kendilik"i zuhur etmiş ya da etmemiş bütün varlık hallerinin il kesi sayabiliriz. O halde kişilik, sanskritçede Atma yahut Paramatma olarak adlan dırılan ve bizim -daha iyi bir terim bulunmadığı için- "Esprit Universel" (Akl-ı Küll) diyeceğimiz ilkenin dolaysız, ilk ve ayrımlanmamış taayyünüdür. Ancak bu "esp rit" [yunanca nous ya da almanca geist gibi: Ruh, kalbde mukim olan istidlal-ötesi akıl, icmal akıl] kelimesi Batı felsefelerinin mefhumlarına ait hiçbir şeyi kesinlikle çağrıştırmamalı, özellikle de (bu noktada modernler hemen herzaman, tamamen bi linçsizce bile olsa, kartezyen düalizmin etkisi altında kalmayı sürdürdükleri için) "madde"nin bir mütenazırı (correlatif) olarak anlaşılmamalıdır3. Hakiki metafizik, burada tekrar belirtelim, "spritüalizm" ve "materyalizm" zıtlığı türünden bütün te zatların tamamen ötesindedir ve böylesi mevhum zıtlıkların doğurduğu (çoğu za
man tümüyle sun'0 özel meselelerle suret-i katiyyede meşgul olmayacaktır.
Atma herşeyde mündemiçtir ve herşeye nüfuz etmektedir, herşeyi kuşatmakta ve herşeyde içerilmektedir. Zira herşey onun anzl tahavvülleri (modification) makamın dadır ve bu tahavvüller, Ramanuja'nın ifadesiyle, "Akil yahut gayri-Akil bir tabiatta ol malan farketmeksizin, bir manada onun bedenini (kelime tamamen analojik bir tarzda kullanılmaktadır) oluşturur" . Akil yahut gayri-akil, yani -batılı mefhumlara göre konu şacak olursak- "manevi" (sipirituel) ya da "maddi" (materiel) herşey onun "beden"idir, çünkü bu farklılık sadece zuhura ilişkin olup kayıtlanmamış ve zuhur-etmemiş ilke na zarında hiçbir şey ifade etmez. Bu ilke, hangi halde (mode) olurlarsa olsunlar varolan herşeyin "Aşkın Kendilik"idir (Paramatmanın lafzi karşılığı budur) ve külli manadaki Varoluş derecelerinin sonu-belirsiz çokluğu (multiplicite indefinie) boyunca da, Varolu şun ötesinde, yani ilkesel la-zuhurda (non-manifestation principielle) da "aynı" kal
makta, "kendi" olmayı sürdürmektedir.