Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Onın bizzat Brahmayla aynileştiğini gördük. Bunu, öğretisi bu noktada da da­ha pekçokları gibi (biçimdeki büyük farklılıklara rağmen) temelde hint geleneğiyle ay­ nı olan İslam maneviyatından (esoterisme) aldığımız bir ifadeyle, "Ulvi Özdeşlik" ola­rak adlandırabiliriz [Guenon, vahdet-i vücud ve ayn-i cem' mefhumiarmlifade etmek üzere "identite supreme" demektedir] . Bu özdeşliğin tahakkukuna Yoga, yani varlık ve llahi tlkenin (ya da, eğer terci e il�orsa, Küllinin) derin ve özsel birleşı:ıesi vası­ tasıyla ulaşılmaktadır. Sonuçta foga kelime manası, oryantalistlerin veya teoso­ fıstlerin ileri sürdüğü hepsi birbiri� abes sayısız yoruma karşın, sadece ve sadece "birlik"ten ibarettirl . Bu tahakkukun bir "imal" gibi ya da, Shankaracharya'nın ifade­ slYJe:""önceden mev'cut olmayan bir netice hasıl olması" gibi anlaşılmaması gerektiği- ' işte bu yüzden, insanın hayat merkezinde Brahmanın mukim olduğu söylen­ miştir ve bu bilaistisna bütün insanlar için geçerlidir, yoksa yalnızca fiilen "birleş­ miş" ya da "kurtulmuş" olanlar için değil. ("Birleşmiş" ve "kurtulmuş" kelimeleri aynı mefhumun iki farklı vechesine işaret etmektedir; birincisi ilkeye, ikincisi zuhur ya da mukayyed varoluşa nisbetle tahakkuku ifade eder) . Bu hayat merkezinin kal­ bin (hridaya) en küçük karıncığına (guha) karşılık geldiği analojik olarak kabul ni de belirtmeliyiz; zira bahis mevzuu birlik, burada kasdettiğimiz manada fıilf olarak tahakkuk etmemiş olsa bile, kuvve olarak daima mevcuttur. O halde tahakkuk, birey­ sel varlığın (çünkü ancak onun açısından bir "tahakkuk" sözkonusu edilebilir) yaka­ zaya ulaşması, gerçek ve ezelf olanı yakinen idrak etmesidir sadece. 32 · VEDANTA'YA GÖRE İNSAN VE HALLERİ edilmektedir, fakat kelimenin gündelik manasındaki kalple, yani aynı ismi taşıyan fizyolojik uzuvla karıştırılmamalıdır bu; çilnkü sözkonusu merkez sadece cismani bireyliğin değil, kendi sahasında (her ne kadar bu sahanın tamamı bile Varoluşun sadece tek bir derecesinden ibaret olsa da) sonu-belirsiz olarak yayılabilecek bütün­ sel bireyliğin merkezidir ve cismani cihet bütünsel bireyliğin ancak belli bir bölümü, (hatta biraz önce ifade ettiğimiz üzere çok sınırlı bir bölümüdür. Kalp hayatın mer­ ezi olarak düşünülmektedir ve bütün geleneklerde hayat gücüne (vitalite) çok özel ir tarzda bağlı olduğu kabul edilen kan dolaşımının fizyolojik merkezidir gerçekten. a merkez sayılmasının bunun ötesinde sebepleri de vardır: Kavramın atapçada·­ ki manasıyla "Akl-ı Küll"ün bireyle ilişkileri açısından, sembolik olarak ve daha üst bir seviyede de merkezdir. Ayrıca, Aristo da dahil olmak üzere yunanlıların bile kal­ be aynı işlevi atfettiğini ve onu, modernlerin genellikle yaptığı gibi duygunun değil, aklın (tabiri caizse) ikametgahı olarak gördüklerini de kaydetmeliyiz. Beyin aslında "zihin'', yani istidlal! düşüncenin aracından ibarettir ve bu sebeple de, daha önce işaret ettiğimiz bir sembolizm uyarınca kalp güneşe, beyinse aya tekabül etmekte­ .dir- o halde, kalbi bütünsel bireyliğin merfü�zi-olaraK tarff e-tmeklekurduğumuz analojiyi bir özdeşleştirmeyle (assimilation) karıştırmamak gerekir. Kalbin bu iki manası arasındaki (analoji imkanının istinad ettiği) mütekabiliyet hiçbir açıdan tesadüfı değildir gerçi; tam aksine, kamil manada temellenmiştir. Fakat hiç kuşku yok ki çağdaşlarımızın alışkanlıkları, bunun derin sebeplerini anlayamamalarını sağlayacaktır. "Brahmanın makamı" (Brahma-pura), yani sözünü ettiğimiz hayat merkezi "bir lotüs, içinde esirin (Akasha) doldurduğu bir oyuk (dahara) bulunan bir evdir. Bu evde barınanı aramak gerekir ve arayan bulacaktır2 " . Bireyliğin merkezinde mu­ kim olan, en zahiri manada duranların zannedebileceği gibi sadece esirfunsurdan ibaret değildir. Zira esirlunsur, diğer dört mahsus unsurun ilkesi olarak, ancak cis­ mani alemle ilişkilidir. Bu mahsusat aleminde ilke işlevi yüklenmektedir gerçi; ama, tıpkı bu alemin kendisinin de tamamen jzafı olması gibi, tamamen izafı bir mana­ da. Ve yapılması gereken de bu izafı manayı analojik olarak farklı bir seviyeye oturtmaktır. Aslında metinde esirin zikredilmiş olması, sadece bu, "bağlam değiştir­ meye" (transposition)X bir "dayanak" (support) sağlamak üzeredir ve zaten metnin sonunda da bu açıkça vurgulanmaktadır: Şayet bahsedilen başka bir şey olsaydı, aranmasına gerek olmazdı. Ayrıca "oyuk" ve "lotüs"ün sembolik olarak anlaşılma­ sı gerektiğini de ilave edelim; çünkü cismani alemin hudutlarını aştığımız andan iti­ baren, diğer cihetler mekan kaydıyla kayıtlanmadığı için, böyle bir mekan belirle­ mesini lafzi manada düşünme imkanı kalmaz. Hatta sözkonusu olan sadece "yaşayan nefs" Uivatma) , yani kendiliğin hayat için­ deki tecellisi bile değildir. Bu tecelli, halini (etat) belirleyen kayıtlardan biri olarak has­ saten hayat vechesinden ele alınan beşeri bireyde gerçekleşmekte ve onun diğer bütün cihetlerinde de geçerli olmaktadır. Ama aslında metafizik olarak, bu tecelli, ilkesi olan kendilikten ayn mütalaa edilmemelidir: Kendilik cüz'! varoluş sahasında (dolayısıyla vehmi tarzda) jiva olarak görünse bile, aşkın gerçeklikte Atmadır. "Kalpte mukim olan Atma bir pirinç tanesinden daha küçüktür, bir arpa tanesinden daha küçük, bir hardal İNSANIN HAYAT MERKEZİ · 33 tanesinden daha küçük, bir dan tanesinden daha küçük, dan tanesinin içindeki tohum­ dan daha küçüktür; ve kalpte mukim olan Atma aynı zamanda (kesif zuhur sahası olan) dünyadan daha büyüktür, (latif zuhur sahası olan) atmosferden daha büyük, (biçim-dı­ şı zuhur sahası olan) gökten daha büyük, bütün bu alemlerin toplamından daha büyük­ tür (yani kayıtlanmamış olduğu için her türlü zuhurun ötesindedir)3". O halde (daha ön­ ce işaret ettiğimiz üzere, bir nesnenin aynadaki yansısının nesnenin aksi yönde olması gibi, aksi yönde uygulanması gereken) analoji mucibince, ilkesel seviyede ilk ya da en büyük olan, zuhur seviyesinde -en azından görünüşte- sonuncu ya da en küçük olma­ lıdır!. Bu kuralı daha anlaşılır kılmak için matematik sahasından bir misal vermek gere­ kirse, geometrik noktanın nicelik açısından hiç olduğunu ve mekanda hiçbir yer işgal et­ mediğini, fakat aynı zamanda da bütün mekanı var kılan ilke olduğunu ve mekanın, gerçekte, noktadaki kuvvelerin inkişafından başka bir şeye dayanmadığını hatırlatalım5. Çokluk açısından değerlendirildiğinde aritmetik birimin en küçük sayı olması ama tüm diğer sayılan bilkuvve ihtiva ettiğinden ve tüm sayılar dizisi aslında ancak onun sonu­ belirsiz yinelenişi vasıtasıyla oluşabildiğinden, bütün sayılann ilkesi olarak, en büyük olması da aynı hakikate dayanmaktadır. "Birlik" (Union) tahakkuk etmediği müddetçe, "kendilik" bireyde ancak kuvve olarak vardır6 ve bir tohuma benzetilebilmesi de bu se­ bepledir; fakat birey de dahil olmak üzere tüm zuhur ancak onunla varolabilmektedir ve bütün gerçeklikliğini "kendilik" özüne iştiraktan alır; ve "kendilik", bütün eşyanın yegane ilkesi olarak, tüm varoluşu sonsuzca aşar. "Kendilik" bireyde kuvve olarak (potentiellement) mevcut ve "Birlik" (Union) tahak­ kuktan önce ancak imkan olarak (virtuellement) var derken, sadece ve sadece birey açı­ sından konuştuğumuz aşikar olmalıdır. Hakikatte "kendilik" hiçbir anzilikten hiçbir şekil­ de etkilenmez, çünkü her türlü kaydın özsel olarak ötesindedir; "baki fıililik"i (permanen­ te actualite) içinde hiçbir tahavvüle uğramadan daima aynıdır ve dolayısıyla da, zatında hiçbir şey kuvveden ibaret değildir. Aynca "kuvve" (potentialite) ve "imkan"ı (possibili­ te) iyi ayırdetmemiz gerekiyor: Birincisi belli bir inkişafa kabiliyetli olmayı ifade etmekte­ dir ve mümkün bir "fıilileşme"yi varsayar, bu sebeple de ancak "oluş" (devenir) ya da zuhur açısından sözkonusu edilebilir; halbuki ilkesel ve zuhur-etmemiş hallerinde, imkanlar hiçbir "oluş" kabul etmez ve öyleyse, asla bilkuvve olarak değerlendirilemezler. Sadece birey sözkonusu olduğunda, onu aşan bütün imkanlar kuvve olarak belirmekte­ dir; zira kendini -sanki kendisine dayanarak varolabiliyormuş gibi- "tefrik"ı'' tarzda (en mode separatif) gördüğü ölçüde, ulaşabileceği herşey ancak bir yansıdır (abhasa) , yoksa imkanlann aslı değil. Ve bu yansı bir vehimden ibaret olsa bile, yine de diyebiliriz ki imkanlar birey için daima bilkuvve kalacaktır, çünkü bireyliğini muhafaza ettiği sürece imkanlara ulaşması asla sözkonusu değildir ve imkanlar tahakkuk ettiği andan itibaren de, "Kurtuluş" bahsinde daha geniş olarak açıklayacağımız üzere, aslında artık hiçbir bi­ reylik kalmamıştır. Ancak burada , tamamen vehmi olduğunu ifade etmekle beraber, ken­ di seviyesinde sahip olduğu gerçekliği yadsımadığımız bireysel bakış açısının üzerine çık­ malıyız. Yani bu noktada bireyden bahsettiğimiz takdirde bile, onu ancak gerçekliğin yegane kaynağı olan ilke karşısındaki özsel bağlılığına nisbetle ve varlık cümlesiyle -is­ ter mücerred (virtuel) ister müşahhas (effectif) olarak- büulnleştiği ölçüde konu ediyor olacağız. Çünkü metafizik, herşeyi muhakkak ilkeye bağlar ve ilke de "kendilik"tir. 34 · VEDANTA'YA GÖRE iNSAN VE HALLERi Hayat merkezinde fiziksel açıdan esir, psişik açıdansa "yaşayan nefs" mukimdir. Her iki açı da bireysel imkanlar sahasını aşmaz. Ama metafizik açısından, ki hepsinden önce o gelir, hayat merkezinde ilkesel ve kayıtlanmamış "kendilik" bannmaktadır. Yani kendilik gerçekten de "Akl-ı Küll"dür (Atma) ve Akl-ı Küll de hakikatte "Yüce Düzenle­ yici" Brahmadan başkası değildir. öyleyse hayat merkezinin Brahma-pura olarak adlan­ dmlması tamamen isabetli olmaktadır. İnsanın içindeki tecellisi açısından ele alınan Brahma, -ki aynı şekilde varlığın diğer bütün hallerine göre de ele alınabilir,- Purusha olarak adlandmlmaktadır; çünkü bireyliğin içinde (tekrar hatırlatalım ki burada cismani cihetle sınırlanmış bireylik değil, bütünsel bireylik bahis mevzuu edilmektedir) bir şeh­ rin (puri-shaya) içinde olunduğu gibi sakin ya da mukimdir ve pura, kelime olarak şe­ hir manasına gelir7.
·
57 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.