Gönderi

"İyi ama şimdi ben onun kapısına hangi yüzle giderim?!." Onun eşiğinde geçen günlerim meğer ne bahtiyar günler imiş de ben orada yalnızca ayaklarım ve sırtm daki ağrının hesabını yapmışım. Meğer oraya dizlerimle bağlanmışım da kalbimle bağlanmayı bilememişim. Ülfetin panzehir olduğunu unutmuş, zehirli yanını görmüşüm. Sırtımdaki yağırlar da, dizlerimdeki sızılar da meğer onun kuytusunda merhem buluyormuş. Şimdi gözümden kan yaşların, boğazıma düğümlenen hıçkırıkların bir yararı yok. Pişmanlığım, bilmezlikten. Değer bilmezlikten ve hakikati bilmezlikten... Okumam yazmam var iken hakikati bilememiştim. Bilmem zikri çekmek beni hamlıktan kurtarmamıştı. Belli ki hakikat henüz bana kapısını açmıyordu. Ömrüm, ecel elbisesini dokuyan çakşırcılar misali gönül kitabına nakış çizmekle geçmişti. Bu ne dert idi, derman bilinmezdi; ya bu ne yare idi zahmı belirmezdi. Kenan ilinde Yusuf'u yitirmiş gibiydim, Yusuf'u bulsam Kenan bulunmazdı. Aşk pazarında canlar satılıyordu da, satılık canımı alan bulunmuyordu. Allah o abdalların magarasında gönül nakşının yalnızca bir desenini kendime gösterince meğer ne hallere düşmüştüm!?... Şeyhim, Sultanım Tapduk Emrem halimi benden iyi bilirmiş ki beni oyalarmış. Oyalarmış ki hamlığımdan kemale ereyim, çiğliğimden pişeyim. Oyalarmış ki içten içe aşk ile dolayım da meşke durayım. Oysa şimdi yanıyorum, hasret ile yanıyorum, bir an evvel izini bulmak, tozuna yüzümü sürmek için yanıyorum. Bir nazarda kalmamak, hasret ile ölmemek için yanıyorum. Bu seferki od da aşk odu, illa ki yanışı hiçbir zamankine benzemiyor. Yakıyor, yakıyor...
Sayfa 222Kitabı okudu
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.