Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

189 syf.
4/10 puan verdi
·
14 günde okudu
Karşıt okumalarıma bir inceleme ile başladım bu yıla...
Yazardan başlayalım. Günümüzde, kendisinin adını sıkça kullandığı halde, onu pek de okumuş olduğunu sanmadığım bir kitle var. Fikirlerinin tam olarak neye işaret ettiğini kavrayamamış, yüzeysel çıkarımlarla, anakronik yaklaşımlarla bu yazarı bayraklaştıran bu kitle; sorduğumda
Hüseyin Nihal Atsız
Hüseyin Nihal Atsız
'ı bana açıklayamıyordu. Ben, kendisi hakkında belgeseller izlemiş, kısa yazılar okumuştum. Bildiklerim doğrultusunda pek de taraftarı olmadığım fikirlerini bir de yazdıklarından okumak istedim. Dolayısıyla bu okuduğum ilk kitabı oldu. Çeşitli dergilerde çıkmış yazılarından oluşan bir kitaptır. İlk eleştirim, belki de anakronik bir bakış açısıyla yapılmış olacak ama; bahsedilenlerin gerçekten Türk Tarihinin "meseleleri!" olduğunu düşünmüyorum. Elbette "konu edilebilecek" şeylerdir, tartışılması gerekir... Ama pek de büyük ve gerçek sorunların çözümü üzerine neredeyse hiçbir tarihsel çıkarımda bulunamayacağımız şeylerdir. Diğer eleştirilerimi, alıntılarıyla birlikte, dört başlık altında topladım: 1)NE KOMÜNİZMMİŞ ARKADAŞ! "Bir sabah komünist olarak uyanmamız gibi korkunç ihtimali, 3 Mayıs 1944'te birkaç bin meçhul milliyetçi gencin yaptığı asil ve şuurlu hareket önledi. Millet kendisine yapılmakta olan suikastı anladı. Gerçi 3 Mayıs birçok ıstırapların kaynağıdır. Fakat o ıstıraplardan şuur ve saadet doğmaktadır." ~Siyaset okumayı sevmeyenler incelemeyi terk edebilir. Kaldı ki bu kitapla ve bu yazarla ilgili bir incelemede tamamen siyasetten arınmış konuşmak imkansızdır. Gelelim komünizm meselesine. Her kesimin radikalinde rastladığımız net bir yanlışlık var: Farklı fikirler olabileceğini bir türlü anlamak istemiyorlar. İnsanlar bir ekonomik model olarak komünizmi savunabilirler, bu, ülkelerini sevmedikleri, bekasını yıkmak istedikleri anlamına gelmeyebilir. İlle de Sovyet tipi bir komünizmi istemiyor olabilirler. Şimdi günümüzden bakarak Stalin örneğini, onun çektirdiği acıları öne sürecek olanlar, Sayın Atsız'ın yukarıda alıntıladığım sözüne baksınlar, "gerçi 3 Mayıs birçok ıstırapların kaynağıdır." demiyor mu? Her fikrin, her görüşün yanlış uygulamaları vardır ve bu çok doğaldır. 70'lerde ve 80'lerde ülkemizde yaşanan sağ-sol çatışmalarının, bugün uzaktan baktığımızda gördüğümüz gibi, hiç de şiddete dökülmesine gerek olmayan, küçük fikirsel ayrılıklar sebebiyle olmasını kastediyorum mesela. Komünist olunca Rusya'nın güdümüne gireceğimizi düşünenler varsa, liberal olunca Amerika'nın veya İngiltere'nin güdümüne gireceğimizi düşünenler olamaz mı? Enver paşa gibi turancılık yaparsak, hayal dünyasında yiteceğimizi düşünenler olamaz mı? Bu noktada bizim temel sorunumuz, ülke içindeki değişik fikirlere saygımızı yitirmemizdir. Günümüz söylemiyle "yerli ve milli" olan veya "yerlileştirilip millileştirilebilecek", dışarıdan verilen gazlarla yönetilmeyen fikirleri, neden bu kadar şeytanlaştırdıklarını bana açıklayamayan bir güruh fikri gördüm bu kitapta. Yazarın diğer kitaplarında umarım bu sorumun cevabını alabilirim. 2)PADİŞAHIM ÇOK YAŞA! ~Sayın Atsız, Ali Canip Yöntem'in, 1937'de lise kitaplarında geçirdiği "... O aralık, Abdülmecid tahta geçmişti. Bu, her Osmanlı pâdişâhı gibi gafil ve biçare bir adamdı..." sözüne çok kızmış ve terazinin öbür ucundan bir cevap vermiş. Şahsen ben de, Ali Canip'in yaptığı gibi bir tarih yazımına karşıyım. Çünkü bu yazım şeklinde aşırı öznellik vardır. Ama Sayın Atsız'ın cevabı da zıt taraftan ama yine aşırı öznellik içeren bir yazım şeklidir. "III. Selim'e asla gafil denemez. O, büyük ve çok merhametli bir yaratılıştı. Yaş Barışı gibi felaketli bir barış zamanında imzalanmış, fakat o, devleti kurtarmak için sistemle çalışmaktan usanmamıştır." ~Örneğin bu sözünde kendi fikirleri sanki onu görmüş, tanımış gibidir. Görseniz, tanısanız bile göreceli nitelikler hakkında bir söz söylediğinizde tarih yapmış olmazsınız. Olsanız bile, ben bu tarz yapılan tarihe saygı duymuyorum. Ayrıca, 'zamanında şöyle bir talihsizlik yaşandı, böyle bir savaş, şöyle bir kötü anlaşma yapıldı ama tövbe haşa padişahın bunda hiç suçu yoktu.' anlamına gelecek pek çok 'lafı', pek çok padişah hakkında söylüyor. Bu, günümüzde de yapılan bir hatadır. Devlet düzeyinde bir sorun varsa bunun baş sorumlusu devletin başında olan kişilerde neden aranmayacakmış, bana bunu açıklamaları gerekiyor, sevgili Atsızcıların. Bu nevi görüşler, bugün kendilerinin önemli bir kısmının da karşılarında durduğu pek çok iktidar yanlısını beslemiyor mu? Elbette ekstrem sayılacak pek çok durumda baştaki kişi de talihsizliklere uğrayabilir. Ama bütün bunlar o kişinin izlediği yolların eleştirilmesine engel değildir. "Bütün teşebbüslerine ve iyi niyetine rağmen birçok felâketlerle karşılaşması, tarihin ve talihin II.Mahmud'a karşı haksızlığıdır." ~Açıkçası bu sözüne katılıyorum ama yine de, ben bile, 'öznel' olarak katılıyorum. II.Mahmud özelinde eleştireceğim şey, sistemdir. O başına geçene kadar, devlet iyi idare edilmiyordu. Bu süreç onun başına talihsizlikler getirdi. Oysa yazar hiçbir padişahı eleştirmek istemediği için 'kişisel bir talihsizlik' tespitinden öteye gidememiştir. ~II.Abdülhamid hakkında pek çok aklama, yıkama, öznel güzelleme yapmış yazar, ama son cümlesini alıntılıyorum: "Tahttan indirilmese ve aynı otorite ile devleti on yıl daha idare etseydi, Balkan Savaşı çıkmayabilir, Türkiye Birinci Dünya Savaşı'na girmez ve bu suretle imparatorluk kaybedilmezdi." ~Yine anakronik, yani, zamanın şartları düşünülmeden yapılmış bir tespit... Tarihe böyle yaklaşılmaz, 'halamın bıyıkları olsa amcam olurdu' denmez. O zaman biz de kendisine deriz ki, tüm dünyada imparatorluklar idamesi güç hale geliyorken, imparatorlukta sefil köylüler olarak yaşamaktansa cumhuriyetle birer birey olamasaydık halk olarak biz bu durumdan zaten hiç etkilenmeyecektik. Yazarın diğer kitaplarında, en iyi yönetim şeklini mutlakiyet olarak görüp görmediğini incelemek isterim. Zira bu kitapta buna olumlu bir yaklaşım olduğunu gördüm. "V.Mehmed: çok iyi kalpli, iyi huylu, babacan vatansever bir hükümdardı." ~Yani, Sayın Atsız, tüm padişahları öveceğim diye kıvranmana gerek yoktu. Hepsi dünyanın en iyi insanlarıydı deyip geçseydin yahu... Ne gerek var şimdi bu kadar öznel şey yazmaya. "VI.Mehmed: Osmanlı pâdişâhlarının en talihsizidir." ~Yine bir öznel yaklaşım ve 'aman onun ne suçu varcılık' görüyoruz. Bu arada, Vahdeddin'den bahsediyoruz. "Niçin İstanbul'u terkedip de Anadolu'daki millî hareketin başına geçmediği sorulabilir. Sultan Vahideddin, bunu yapamazdı. İstanbul'u bıraktığı takdirde, düşmanlar bu şehri bir daha Türklere vermezlerdi. Şehzadeleri de millî hareketin başına yollayamazdı. İngilizlerin, bunu bahane ederek, kendisini atmaları ve askerî işgal altındaki İstanbul'u siyâsî ve ebedî olarak işgal etmeleri de mümkündü. İstanbul'u ve hanedanı kurtarmak için baskılara katlanarak oturmuş ve Anadolu'da harekata başlamaları için, güvendiği kumandanları göndermiştir. Kâzım Karabekir Paşa'yı kabul edip de bütün ümitlerin genç paşalarda olduğunu söyledikten sonra, Anadolu'ya daha kimlerin gönderilmesini tavsiye edebileceğini sormuş, Kâzım Karabekir, Mustafa Kemâl Paşanın adını söyleyince, bunu memnunlukla karşılamış, zaten kendi yaveri olan Mustafa Kemâl Paşaya büyük güveni olduğu için, onu huzuruna çağırıp konuşmuş ve Anadolu'ya gidip teşkilât kurması için kendisine 40.000 altın vermiştir. Bu paranın büyük kısmı, eskiden beri beslediği yarış atlarını satmak suretiyle elde edilmiştir. Vahideddin, iyi bir binici ve aynı zamanda da fıkıh bilgini idi. Daha sonra millî harekete karşı takındığı tavırlar, hep, İngilizlerin baskısı ile olmuştur. Bunun hiçbir fiilî değeri olmadığını ve İngilizleri yatıştırmak için başka çâre bulamadığını, gurbet yıllarında, büyük kızı Ulviye Sultana söylemiştir." ~Şimdi bu alıntıdaki pek çok sözün, ispatlanamadığı açıktır. Bazı laflar öylesine söylenmiştir. Atsız, öznelliği de aşıp artık yalan söylemektedir. 40.000 altın olayı, bugün de söylenen bir yalandır. Bunun doğru olmadığı pek çok açıdan ispatlanmıştır. Bilimsel olarak da, o gün, o kadar altını, sandıklarla, Samsun'a giden vapura yüklemek, işgal kuvvetlerine görünmeden yapılabilecek bir şey değildir. Bunu pek çok bilim insanı, tarihçi, zamanı inceleyen kişiler açıkça belirtmiştir. Hiçbir muteber veya çapraz kaynakta böyle bir şeyin izine rastlanmamıştır. Padişah, tüm ümitlerin genç paşalarda olduğunu söylerken, (bu arada bunu Atatürk'e söylemiştir. Karabekir'e değil) Anadolu'daki hareketliliğin giderilip İngilizlerin suyuna gidilmesinden bahsetmektedir. Bu arada biz bugün, Sultan Anadolu'ya gitseydi, hareketin başında dursaydı demiyoruz. Duruş sergileseydi diyoruz. Neyse ki Atsız, bu konuda da hükmünü vermiş, ama yazık mecburdu ne yapsın, diyor. İyi tamam. İyi bir binici ve fıkıh bilgini olması da konumuzla çok alakalıymış gerçekten diyorum. "VI.Mehmed'in iki yanlışı vardır: Biri Damad Ferid Paşayı birkaç defa sadrazamlığa getirmesidir. Bunu anlamak güçtür. Çünkü Damat Ferid'den nefret ettiği malûmdur. Onu, İngilizlerin baskısı ile sadrazam yapmış olması mümkündür. Bu Damad Ferid Paşa, zekâsının kıtlığı ve şahsî kinlerini öne atması yüzünden devletin işlerini çıkmaza sokmuş, Sultan Vahideddin'in de felâketini hazırlamıştır." ~'Damad' mı, 'Damat' mı pek karar veremese de 'Ferid'de odaklanmış. Yanlışını söylerken bile aman Sultan ne yapsın gibisinden... Günümüz TV yorumcuları gibi... Neyse sultan aklamaya devam: "İkinci yanlışı İngilizlere sığınmasıdır. Hayatını tehlikede gördüğü için böyle yaptığı muhakkaktır. Hayatı tehlikede olan insanların her çâreye başvurması da tabiîdir. Fakat Osmanoğulları gibi yüzlerce yıldan beri ölümle kaynaşmış ve onu bir sevgili gibi bağrına basmaya alışmış bir hanedanın temsilcisi olarak Sultan Vahideddin'in ölümden korkması kendisine yakışmamıştır. Bununla beraber, bu meseleler, henüz objektif bir tarih görüşüyle incelenmediği için, bugünlük daha kesin bir hüküm verilemez. Şimdiden varacağımız sonuç şudur: Yanlışları ne olursa olsun, Sultan Vahideddin, bir hâin değildir ve olamaz da... Çünkü o bir Osmanoğludur." ~Bir açıdan eşleştiri yapılabilmiş sonunda ama bu da, insanî ölçeğe indirgenmiş. Ben burada özellikle bugünkü Atsızcıların doktrinleri kapsamında şunu söyleyebilirim; e ne oldu, hani kahramanlık, hani yiğitlik, bizde çok önemliydi? Atsız'ın dediği gibi, bazen Can ağır basar. E böyle durumlarda da tarih sizi büyük bir kahraman olarak anmaz. Bundan doğal daha ne olabilir? Ayrıca, Osmanoğlu olmak hain olmaya engel değildir. Bu biraz da neye sadık, neyin haini olduğunuzu ilgilendirir. Osmanlı bir ailedir ve Atsız'ın da kabul ettiği gibi içinden akıl sağlığı yerinde olmayan padişahlar, üyeler çıkmıştır. Neden hain olanı çıkmasın? Halkı değil de ailesini daha çok düşünen neden çıkmasın? Ve kimse için 'Yanışları ne olursa olsun' denmemeli... "Fakat Osmanlı padişahları için şöyle bir liste yapabiliriz: Osman Gazi, Orhan Gazi, I.Murad, Yıldırım Bayazıd, Musa Çelebi, Mehmed Çelebi, II.Murad, Fâtih, II.Bayazıd, Yavuz, Kanunî, III.Mehmed, I.Ahmed, Genç Osman, IV.Murad, II.Mustafa, III.Ahmed, I.Mahmud, III.Selim, II.Mahmud ve II.Abdülhamid, yani 21 tanesi büyük şahsiyetlerdir. Hele bunların da yarısı pek büyük ve şanlı kimselerdir. Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi, Sultan Cem, II.Selim, III.Murad, IV.Mehmed, III.Mustafa, I.Abdülhamid, Abdülmecid, Abdülâziz ve V.Mehmed yani 11 tanesi orta çapta kimselerdir. Meziyetleri kusurlarından üstündür. Bunlar hakkında hüküm verirken yaşadıkları çağın şartlarını göz önünde tutmak gerekir. II.Süleyman, II.Ahmed, III.Osman ve IV.Mustafa yani 4 tanesi, silik şahsiyetlerdir. Padişahlık süreleri pek kısa olduğu için haklarında doğru bir hüküm vermek güçtür. I.Mustafa, İbrahim ve V.Murad, yani 3 tanesi, akıl hastasıdır. I.Mustafa ve V.Murad tahtta pek az kalmışlardır. İlk zamanlar normal ve pek hamiyetli bir pâdişâh olan Sultan İbrahim ise sonradan hastalanmış, sinirleri bozulmuş ve yerine geçirilecek şehzade bulunmadığı için tahtta kalmıştır. Bunların üçü de hasta olduklarından, haklarında normal insanlar gibi hüküm veremeyiz." ~Uzun bir alıntı oldu ama eleştirim o kadar uzun olmayacak. Zaten sıralı bir tam liste verilmiş. Delinin başa geçebileceği sistem veya başa geçme ihtimalinin yüksek olduğu herhangi bir sistem demek ki bozuktur. Şans büyük oranda bu açıdan yanımızda olmuştur. Bu demek değildir ki, hep aynı idare sistemini benimseyelim ve yaşatalım. Kısacası evet, geçmişimize sahip çıkalım, saygıyla analım ama eğrisini, doğrusunu, yanlışını göz ardı etmeyelim. Asıl böyle geçmişten ders alıp geleceği çizebiliriz. 3)OLUMLU BULDUKLARIM "Osmanlı pâdişâhlarından II.Murad zamanında, Hicri 843 te yazılıp tarafımdan yayınlanan bir tarihî takvimde Çengiz, Ögeday, Mengü, Hülegü, Abaka, Keyhaku gibi Müslüman olmayan Çengizli kağanlar rahmetle anılmıştır. Buna göre, XV. Yüzyıl ortalarına kadar Türkiye'de aydınlar arasında bir Tatar düşmanlığı, Çengizli düşmanlığı, Müslüman olmayan Türklere düşmanlık diye bir şey yoktu." ~Umarım bundan sonra da bu şekilde olur. " 'Bu dünyada herkes birçok şeyin câhilidir. Yeter ki kendi işinin câhili olmasın!' " ~Kendisi de bu sözü alıntılamıştır. Kendi yaşamına da tatbik etseymiş keşke. Bu arada inceleme yaparken fark ettim, iyi ki şapkalar kalkmış... "Bir gün onun heykellerini dikeceğimiz muhakkaktır. Ona heykeller de azdır. İstanbul'a onun adını verip meselâ "Fâtih Kent" desek yine azdır. Ona, Türk sanatının, Türk dehâsının eşsiz bir eseri olacak büyük bir heykel mutlaka dikmeliyiz. Ne lazımsa; altın mı, gümüş mü, granit mi, her ne gerekiyorsa bulup, ulu bir heykel dikmeliyiz." ~Son cümlesi abartılı ve saçmadır. Hiçbir heykel için halkın yaşam standardı düşürülmemelidir. Ama Fatih Sultan Mehmet'e saygı konusunda katılıyorum. Yıllarca chp zihniyeti heykel dikiyor diye eleştiren ülkücü tayfa bu alıntıdan bir ders çıkarmalıdır. ~Bir başka olumlu bulduğum görüş ise tüm Türk olan veya Türk yönetici veya Türk unsur bulunduran devlet veya toplulukların bir tek aileymiş gibi görülüp buna göre değer verilmesi isteğidir. Bu başlığın altındaki ilk alıntım buna örnektir ama pek çok kısımda da buna işaret eden şeyler vardır. 4)YANLIŞ BULDUĞUM TEKİL YAKLAŞIMLAR "Irk davalarında coğrafyanın hiçbir değeri yoktur." ~Bence vardır, etkisi %20-70 bandındadır. Hatta zamanı geriye sardıkça yüzde yüze yaklaşır. Bugün bile izole coğrafyalarda bu etki aşırı büyüktür. "Disiplin, körükörüne itaattir ve körükörüne itaatte en büyük yaratıcı şuur gizlidir. Buhranlı anda, ölümün karşısında, tartışmakla hiçbir güçlük çözülemez. İtaat edilen yanlış karar bile, tartışılan doğru karardan daha verimlidir." ~Tamamen yanlış bulmuyorum. Yazarın kendisi de bunları askeri bir bakış açısından alıyor. Ama disiplin denen şey öyle olmalıdır ki, neyin tartışılabilir, neyin olağanüstü koşullar gerektirdiğinden tartışılamaz olduğunu, yine en temelinde tartışarak belirlemiş olmalıdır. İşte o zaman itaat, körü körüne değil kurallar çerçevesinde çizilmiş olur. "Bu iki zayıf delil ile Nâmık Kemâl'i Arnavut yapmak için, insanın muhakkak bir niyeti olması gerekir. Çünkü bir insanın, annesinin babası Arnavut olmakla, kendisinin de Arnavut olması gerekmez. Ambriyoloji ilmine göre o insanda ancak %25 Arnavut kanı var demektir. Eğer Nâmık Kemâl'in annesinin babası gerçekten Arnavut ise, kendisinde dörtte bir nispetinde Arnavut kanı olduğunu kabul ederiz. Fakat kanının dörtte üçü ile kültürünün tamamının Türk olmasını bir yana bırakarak Kemâl'e Arnavutluk kondurmak çok gülünçtür." ~Sonuç olarak doğru ama yaklaşım olarak yanlış buluyorum. Kafatasçı buluyorum. Atatürk, "Ne mutlu Türküm diyene" demiştir. 'Türk olana' demiyor. Birisi kendini hangi kültüre ait hissediyorsa o kültürdendir, burada ırk mevzubahis olmamalıdır. Çoğu Osmanlı padişahının %50 Slav kanı taşıdığını mı iddia edelim yani? Bunlar mesele edilmemelidir. İNCELEME SONU: Beklediğimden yorucu bir inceleme oldu. Sonuç olarak yazarın konu edindiği pek çok şeyin toplumumuzun bir sorunu olduğunu düşünmüyorum. Bunlar bugün kritikliğini yitirmiş şeylerdir. Büyük ihtimalle yazarın kendi zamanında da o kadar sorun edildiyse hata edilmiştir. Pek çok iddiası çapraz kaynaklarca ispat edilmemiş ve bence tarih açısından çok da işlevli olmamıştır. Dünya değişmekte, insanlık değişmekte, doğulu ve batılı fark etmeksizin uygarlık değişmektedir. Oysa bu yazar ve onun fanatikleri için statik bir model muteber durmaktadır. Zamanında büyük devletler, büyük uygarlıklar savaşlarla, fetihlerle, mutlak otorite ile mümkün oluyordu. Bunu yapan insanlara zamanın şartları doğrultusunda saygı duyup yeni insanlık düzeyine bambaşka şartlarla bakmalıyız. Statik, durgun, atalet içinde olmamalıyız. Artık bu çağda, bireyler de önemlidir. Hiçbirimiz koca bir imparatorluğun içinde ama Saray ayrıcalıklarının, imkanlarının trilyonda birine sahip olmadan yaşamayı kabul etmeyiz. Şimdi de belki milyonda birine sahip değiliz ama en azından bir görevli gelip canı istediği için kafamızı da kesemez. Ve en azından mutlakiyet olmayan yönetimlerle bu tarz durumların günden güne iyileştiğini görüyoruz ve göreceğimize dair umut besleyebiliyoruz.
Türk Tarihinde Meseleler
Türk Tarihinde MeselelerHüseyin Nihal Atsız · Ötüken Neşriyat · 20181,830 okunma
··
501 görüntüleme
Mustafa A. okurunun profil resmi
Çok güzel bir inceleme olmuş👏
Emre Uçar okurunun profil resmi
Çok teşekkürler 💥
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.