Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

1062 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
8 günde okudu
Galiba okuduğum en iyi roman.
## Spoilersız inceleme## Tolstoy’un rus burjuvazisi içerisindeki karmaşık ilişkiler üzerine yazdığı tutkunun birçok farklı açısından gösterilmiş aşk temelli fakat aile, din, toplum, savaş gibi hayatın her alanından birçok farklı konuya değindiği dopdolu bir roman. Her birisinin bir kimliğe sahip olduğu, tabiri caizse yaşayan ve düşünen birçok farklı karaktere ev sahipliği yapan kitap bu karakterleri bir araya getiren ortam ve olaylar konusunda da oldukça doğal. Karakterlerin yaşıyormuşçasına hissettirmesinin en önemli nedenlerinden birisi her bir farklı ilişkide kendi düşünce yapılarına ve tecrübelerine uygun hareket etmeleridir ki, kitap bunu oldukça iyi başarıyor. Normalde dürüst, sıcakkanlı ve sakin kişilerin yeri geldiğinde küstah, bencil ve fütursuzca yalan söyleyebilecek cesarete sahip kişilere dönüştüklerini görebilmemiz çokça gerçekçi ve doğal bir şey. Karakterlerin değişken pozisyonlarını farklı perspektiflerden görmek de yazar tarafından oldukça etkileyici resmedilmiş. Meydana gelen bir olayı ilk deneyimlediğiniz kişi açısıyla baktığınızda oluşturduğunuz yargının olayda başrol alan karakterin perspektifine geçince yoğun bir empati duygusuyla tamamen değişebileceğine şahit olabileceğiniz bir kitap; ki bu bence oldukça saygı uyandırıcı, kitabın üzerine çok fazla düşünüldüğünün bir kanıtı. Kısacası kitap sizi hayatın her alanından birçok konuda etkileyici, gerçekçi ve “canlı” karakterler eşliğinde duygu ve akıl ile dolu yolculuklara çıkaran bir başyapıt. ## Spoilerlı Konstantin Levin incelemesi ## Kitapta ele alınması gereken birçok farklı (Anna, Levin, Vronskiy, Aleksey Aleksandroviç, Stepan Arkadyiç, Sergey İvanoviç gibi) karakter var, büyük çaplı bir inceleme yazmamız gerekirse bütün bu karakterleri ayrı olarak ele alıp ardından birbirleriyle ilişkilerini irdelememiz gerekir. Fakat ben bugün buna kalkışmayıp, kendimce en etkileyici bulduğum karakter olan Konstantin Levin’i irdelemeye çalışacağım. Levin, yapıtın başında bize güçlü, saygılı, sessiz ve sakin, biraz da “basit” birisi olarak tanıtılıyor ki, ilerde bahsedeceğim evrelerde basit olması daha değerli bir hale gelecek çünkü basitlik gerçekliktir. Levin Kiti’yle olan çetrefilli aşk macerasında başarısızlığa ulaştığı zaman (Kiti tarafından Vronskiy için reddedildiği zaman) Levin hayatında “amaç” olarak belirlediği şeyi değiştirmek zorunda kalıyor. İnsanlar için amaç gibi kutsal olguları bir anda yok etmek yıkıcı olabilir, mantıklı ve gerekli olan bunları aniden kaldırmak yerine farklı kılıflarda giderek azaltmaya çalışmaktır. Levin de bunu yapıp, “Kiti” ile beraber bir aile kurma amacını ileride olacak ailesi için uygun bir ortam hazırlamak amacına çeviriyor ve bunun için çiftlik konularıyla uğraşmaya başlıyor. Ya da belki de, yalnızca kendisini teselli etmek için bir uğraş alıyor ki, bunu bilmek oldukça zor (veya benim kaçırdığım bir nokta var :? ) İlerleyen süreçte fikirlerinin değişmesi ve Kiti’yi affetmesi ile, ki aslında ona olan sevgisinin pek azalmadığını görüyoruz, hayatının aşkıyla beraber olma şansı buluyor. Hayal ettiği duruma ulaştığı zaman önünde birçok farklı sorun fark ediyor. Bunlardan ilki, Kiti’nin ilk başta onun yerine Vronskiy’i seçmesi, Vronskiy’i kaybettikten sonra sanki son çare olarak Levin ile evlenmesi gerçeği. Fakat bu sorun, Levin’in Kiti’nin samimiyetine ve sözlerine inanması ile son buluyor ya da üstü örtünüyor (İleride Veslovskiy ile Kiti’nin arasındaki ilişkide ortaya çıkan kıskançlık duygusundan bu daha açık hale geliyor.) İkincisi, hayal ettiği aile yaşantısının tam olarak karşılığını bulamamış olması. Kiti’yle olan evliliği düşündüğü gibi romantik ve huzurlu bir ikili ilişki olmaktan çok, bol bol duygu kırılmalarının olduğu, farklı kişilerin müdahelesi ile çatışmaların çıktığı fakat bazen de düzelmelerin olduğu inişli çıkışlı bir “harp” ortamına dönüşebiliyor. Bunu günlük hayatımızda da görebiliriz ki, günün her saatini birbiriyle geçiren insanların aralarındaki aşk ne kadar fazla olursa olsun birbirlerinden sıkılabileceği ya da farklı duygusal yüklerini birbirlerine boşaltabilir. (Vronskiy ve Anna’nın ilişkilerinde bile bu gerçekleşiyor.) Ve en önemli, üçüncü sorun. Levin’in amaçsızlığı. Bu zamana kadar hayat amacı olan Kiti’yle evlenme ve mutlu bir aile yaşantısı kurma amacı nispeten gerçekleşmiş olan Levin, kuvvetli bir boşluğa düşüyor. Bu zamana kadar üstünü örttüğü varoluşsal şüpheleri tekrar ortaya çıkıyor. Hayatının büyük bir çoğunluğunda inançsız ve “güçlü” bir tutum sergileyen Levin abisi Nikolay Levin’in gittikçe çöküşü ve ölüm gerçeği ile yüzleşmesinden sonra daha “depresif” bir hale geliyor. Öyle ki, hayatındaki en önemli olaylardan birisi olacağını sandığı çocuğuna bile tam olarak bir sevgi besleyemiyor, daha çok tiksinme, merhamet ve acıma ile karışık bir duygu haline giriyor. Burada Tolstoy aslında genel bir psikolojik çıkarım yapmış olabilir diye düşünüyorum. Çünkü annenin aylarca karnında taşıdığı ve doğurduğu varlığa karşı doğal bir sevgi beslemesi mümkünken baba için böyle bir şey en azından Levin için gözükmüyor. Daha çok bebeğin doğduğu ilk andaki zayıf, savunmasız, muhtaç halinden doğan bir acıma ve koruma duygusu söz konusu. Bu duygular ile devam eden süreçte çocukla yakınlaşan ebeveyn en sonunda yapay bir “sevgi” oluşturmuş oluyor ve yaşamına devam ediyor. Fakat Levin’in sandığı gibi doğuştan bebeğe bir sevgi hissi çoğunlukla söz konusu olmuyor, olamıyor. Levin’in varoluşsal sancılarına gelince, burada Tolstoy (yazarın kendisi) ile Levin arasında açık bir benzerlik görüyoruz. Yazarın “İtiraflarım” isimli kitabında net olarak açıklanan bu inanç ihtiyacı problemi aynı şekilde Levin üzerinden de anlatılıyor. Levin de Tolstoy gibi ölümün varlığının bilinmesinin bile getirdiği yok oluştan kurtulmak için en akılcı yolun intihar olduğuna kanaat getiriyor fakat duyguları, vicdanı buna izin vermiyor. Etrafından intihara araç olabilecek her şeyi uzaklaştırıyor, rutin olarak severek gittiği av seyahatlerine bile silah taşımaktan korktuğu için çıkmıyor. Sürecin devamında Levin akıl ile hiçbir sonuca varılamayacağını, yalnızca akıl ile hayat için bir anlam oluşturulamayacağına kanaat getiriyor. Burada Levin Tolstoy’un aksine yalnızca ihtiyaç duyduğu veya hayatın bir anlamı olmak zorunda olduğunu düşündüğü için Tanrı’ya inanmıyor, ya da bu düşüncelerini örtecek başka bir düşünce geliştiriyor. Levin’e göre ruhunun içindeki (bir bakıma fıtratındaki) iyilik olgusu ile Tanrı vahyi arasındaki uyum Tanrı’nın varlığına delil olmaktadır. Burada Levin’in bir bakıma fideist bir tavır sergilediğini görüyoruz. Tanrı’yı sezgi, fıtrat ve vicdan ile açıklarken bu konuda aklı tamamen yok sayıyor. Tanrı’nın varlığına inandıktan sonra da artık hayatını idame ettirebilecek kadar bir anlam elde etmiş oluyor ve yaptığı her eylem ile iyilikten anlamlı bir şevk duymaya başlıyor. Fakat burada iki farklı sorun ortaya çıkıyor. Bunlardan ilki Levin’in de üzerinde durduğu fakat umarsızca yok saydığı “farklı dinler” konusu. Levin bir Tanrı’nın varlığını kabul ederken onun vahyini de delillendirme aşamasına dahil ediyor, yani onun bir deist olduğundan bahsedemiyoruz. Yani Tanrı’nın gönderdiği bir vahiy söz konusu ki, Levin burada statik olarak Hrıstiyanlığı kabul ederek diğer dinler hakkında herhangi bir karar verme hakkına ve olanağına sahip olmadığını düşünüyor. Tanrı birse vahyi de bir ve çelişmez olmalıdır ama Levin burda ne Hrıstiyanlık hakkında doğrulayıcı ne de diğer dinler hakkında yanlışlayıcı bir argümantasyondan kaçınıyor. Tanrı’nın varlığı ile ontolojik sorgulamalara girmişken aklın varlığını yok sayması belki de kabul edilebilir, fakat olgusal olarak bilinen ve gözlemlenebilen akli zemindeki dinleri sorgulamaktan kaçınması yanlış bir yöntem diye düşünüyorum. İkinci olarak da, sezginin doğruluğu problemini sunmak istiyorum. Levin’in içerisindeki iyilik olgusunun Tanrı’nın gönderdiği vahiy ile uyması bir delil olmak zorunda değildir çünkü Levin’in içerisindeki iyiliğin hayat tecrübelerinde toplum veya başka kaynaklar tarafından verilmeyip doğuştan nedensellik dışında bir etken tarafından verildiği kanıtlanamaz. Kişinin içerisindeki sezginin saflığı ve doğruluğu kesin değildir, bunlar pek tabii belli etkileşimler sonucunda kirlenmiş olabilir. Ki kişi, din ile karışmış bir toplum içerisinde yaşıyorsa illa ki bu dini değerleri içerisinde taşır, bu etki sonradan kazandırılmıştır ve fıtrat ile alakalı olmak zorunda değildir. Aklıma kitabı okur okumaz gelen bu iki sorunun cevapsız olmadığına inanıyorum. Herhangi bir destekleyici veya çürütücü düşünceleriniz varsa belirtirseniz bu konu hakkında konuşmaktan memnun olurum.
Anna Karenina
Anna KareninaLev Tolstoy · Türkiye İş Bankası Yayınları · 201939,1bin okunma
·
116 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.