Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Masallar, ilahiler, efsaneler, destanlar, türküler, ninniler, tiyatro, sinema ve edebi eserler: Halk arasında masallar çoktur. Masalların en meşhuru "Hangur" un hikayesidir. Türk mitolojisindeki tepegözü andırır. Demirciliğin dünyaya Kafkasya'dan yayıldığı hakkında ki rivayet ünlüdür. Halk arasında La Fontaine'in kendinden çok önce yazılmış olup da yeniden ve manzum yazdığı masallar tarzında, hayvanları insanlaştıran ve konuşturan yazılar da çoktur. Buna (Tilki ve Keklik) adlı bir Çeçen masalını örnek verelim: Günün birinde aç bir tilki ormanı dolaşırken, bir ağaca tünemiş kekliği görür. Tilkiyi gören keklik çok korkar ve bir çığlık atar; bunun üzerine tilki "Ben kekliklerin gırtlaklarıyla bağırdıklarına inanırdım, ama sen bana gözlerinle bağırdığını gösterdin" demiş. Keklik: "Hayır yanılıyorsun." demiş. Tilki şöyle demiş: "Sen ne dediğini bilmiyorsun, aşağıya gel, ben senin gözlerini kapatayım, eğer gerçekten gırtlağınla bağırırsan, sen haklısın." Tilki "Ben senden korkuyorum" demiş Tilki de "Asla! Geçen yıl senin gibi/eri yememeye karar verdim. Eğer yeminimi bozarsam, uyuzdan öleyim" demiş. Keklik Tilkiye inanmış ve inmiş. Tilki onu bacaklarından yakalamış ve gülerek: "Sen ne kadar aptalsın. Şimdi seni yiyeceğim." demiş. Tilki besmele çekmek için ağzını açınca, Keklik kaçmış. Tilki aptallığına üzülerek ağacın altında beklerken avcıların gürültülerini duymuş. "Bu ne gürültü?" demiş. Keklik de ''Bir şey yok. Kurdu kovalayan öküzlerin sesi" diye cevap vermiş, bu sırada av köpekleri tilkiye saldırmışlar, kuyruğu kopan tilki zorlukla kaçmış. Tilki "Acaba benim atalarım da bir işe başlamadan besmele çekerler miydi? Bir keklik beni aldattı. Artık yaşama zahmetine katlanmaya lüzum yok." demiş. 1865 büyük göçünden soma, Kafkas Şairleri işledikleri metinlerde, içlerindeki burukluğu dile getirirler. Elinizde 1923 yılında Mısır'da ve Çeçence yayınlanmış olan "Dieğastaıiçuoyüxnaşa zamana nazma" adını taşıyan ilahi, bu ezikliği en güzel biçimde anlatılır; Ve vezon deli ho nistq kxoçuş Txo disikxa tlieh da bôtsuş Yöxna zama ledal dötsuş Dtıx!ilalı ıxo bdliex halxa diye başlayan ilahi 22 beyitten oluşur. Bazı beyitlerinden örnekler verirsek: 1- Ey ulu Allah'ım, sen gücü yeterlisin; biz de tek başımıza babasız kaldık. Yönetimi bulunmayan zaman bozulmuş; Tanrım, sen bizi belalardan koru! 2- Soylar birbirlerinden ayrılmakta, aralarında bir uzlaşma bulunmamaktadır; zavallı Nohçoylar hep savaşmaktadırlar. Tanrım, sen bizi belalardan koru! 16- Zaman çok terbiyesizce geldi, bereketini de yitirdi. Dünyada inançsız yaşanmaya başlandı, Tanrım, sen bizi belalardan koru! 21- Lider varken yiğitler de vardı, o yiğitler düzen varken yiğitlerdi. istenince kutsal savaş oluyordu. Tanrım, sen bizi belalardan koru! Halk arasında söylenegelen, gerek kahramanlık gerekse Tanrı sevgisiyle dolu ilahiler oldukça çoktur. Kafkasya ve Çeçenistan'a ait efsaneler oldukça ilgi çekicidir. Bu efsanelerin özelliği, Kafkas ülkelerini dünyanın hiçbir bölgesinin güzelliğiyle kıyaslanamayacak güzellikte ve cennetin yer yüzünde bir benzeri olarak göstermesidir. Kutsal kitaplarda adları geçen velilerin de bu bölge ile yakın ilgisi vardır. Yine bu efsanelerden anlıyoruz ki insanoğlunun güzellik ve güç kaynağı Kafkasya'dadır. İşte, bir çok bakımlardan özellik taşıyan bu efsanelerden bir kaçının özeti: "Kafkas dağları yeryüzündeki dağların anasıdır. Bütün dağlar, yeraltı damarlarıyla Kafkas dağlarına bağlıdır. Allah, bir bölgeyi harap etmek isteyince bu damarlarını birini kımıldatmak suretiyle iradesini yerine getirir." "Allah yeryüzünün sessizlik bulması için ilk işini Kafkasya'da yapmış, Sofoklis adındaki meleğe: "Cennet'ten getireceğin incileri yeryüzüne serp ki dünya sakin olsun." iradesinde bulunmuş. Melek de Cennetten getirdiği incileri Kafkasya'ya serpmiştir." İslam mitolojisinde Kafkasya, Kaf dağı diye meşhurdur, burası dünyanın en esrarlı yeridir. Hatta dünyadan başka bir dünya olarak düşünülür. Kaf Dağı'nın padişahı, şehzadesi, kızı yani prensesi vardır; ihtişamı dillere destandır. Cinleri, perileri cüceleri, devleri, ejderleri masallara konu olmuştur. "Herkes ölecek fakat Hızır (A.S.), kıyamete kadar yaşayan tek varlık olarak kalacaktır. Bunun sebebi de Hızır'ın Derbent bucaklarının Bacırvan köyünde bulduğu hayat suyu (mâü'l-hayat) çeşmesinden su içmiş olmasıdır." "Kur'an-ı Kerim'de adı geçen Hızır ve Musa (A.S.)'nın esrar dolu seyahati ve maceraları Hazar Denizi'nde geçmiştir. Çeçenlerin hayatı destanlarla doludur. Halk doğuştan bilge olduğu için, önemli bir olay karşısında hemen destan oluşturur. Eskilerin söylediği destanlar ezberlenerek nesilden nesle aktarılır. Çeçenler şarkı-türkü söylemeyi seven insanlardır. Yalnız kaldıkları zaman dertlerini, sevinçlerini, istek ve arzularını dağlara dinlenmekten hoşlanırlar. Yollarda, düğünlerde, sevinç zamanlarında, gurbette ve inzivada Çeçen kalbine tercüman olan bir çok halk şarkıları vardır. Bunların kimler tarafından ne zaman yazıldığı bilinmez, fakat kimin dilinde canlanıyorsa onun eseri sayılır, o kadar aşk ve heyecanla söylenir. Bağımsızlık mücadelesinin sesi olan "Gazavat Marşı" bunların en ünlüsüdür. Çeçenler düşmana tekbir getirerek ve bu marşı haykırarak saldırırlardı. O zaman Rusları büyük bir dehşet sarardı. Çünkü bunu okuyarak saldıranlar için ya zafer ya ölüm vardı; geri çekilmek, teslim olmak yoktu. Çeçenlerin ünlü şarkılarından biri de 'Gül şarkısı'dır. Burada imam Hamzat'ın 19 Eylül 1934 yılı, cuma Munzak Camii'nde öldürülüşü üzerine söylenen bir Çeçen ağılından kısa bir bölüm verelim: "Mezarımın üzerine kuruyacak yer yüzü Anne, anneciğim! Unutacaksın sen beni. Yabani otlar dalgalanacak üzerimde Baba, babacığım! Ne de sen özleyeceksin beni. Kara gözlerin yıkanır yaşlar dinince Abla, ablacığım! Artık acı üzmeyecek seni. Ağabey, ancak sen unutmayacaksın hiç. Var gücünle yok say beni. Sen ise durmadan üzüleceksin kardeşim Yanıma uzanıncaya dek. Ey tekmelediğin ölüm taşıyan top! Kızgın döndün. Benim kölemdin oysa! Ya sen kara toprak! Savaş atımın çiğneyip kardığı kara toprak Mezarımı örteceksin. Soğuksun ey ölüm, oysa ben Tanrın ve efendin idim. Yıkılır gövdem yakında toprağa Ruhumsa uçar cennete çarçabuk!" Bu ölüm türküsünde ilgimizi çeken yön karakteristik Çeçen kişiliğini bulmamızdır. Burada, yaşayışı boyunca hiçbir nesneye boyun eğmemesi, sarp dağlara kendi kendisinin efendisi olan, doğuştan binici, iyi kılıç kullanan, keskin nişancı, tok sözlü ve er kişi birinin ölüm karşısında takındığı korkusuzluk üzerinde önemle durulması gerekir. Şiirin bütününe gerçekçi bir dünya görüşü egemendir. Ölümden sonraki dünyanın tasviri yalın olarak göz ününe seriliyor. Biraz sonra ölecek birinin ağzından, sıra ile annesine, babasına, kardeşlerine ve arkadaşlarına ayrılık yakarışında bulunmak, Türk halk edebiyatında örnekleri çokça bulunan bir deyiştir. İşgal kuvvetleriyle devamlı yapılan savaşlar halkın her şeyine sinmiştir. Ninnilerde de bu özelliğe rastlıyoruz. Çocukların bir an önce büyüyerek Ruslara karşı koyması arzusu, ninnilerin ortak özelliğidir. Buna bir örnek verelim: "Yurdu sarmış harp ateşi; Yetiş sende şanlı güne. Silahlanmış erkek, dişi, Savaş benzer bir düğüne. Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah! Uyu yavrum, çabuk büyü, Uyu güzel çocuk, büyü Boş kalmıyor şan meydanı, Her gün bir şeref destanı. İnletiyor, bak, her yanı Savaş benzer, bir düğüne. Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah! Uyu yavrum, çabuk büyü, Uyu güzel çocuk, büyü Teslim sözü gelmez dile, Her Çeçen de taşmış kinle. Şehit düşüyor Savaş benzer düğüne. Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah! Uyu yavrum, çabuk büyü, Uyu güzel çocuk, büyü Yeter, Ulu Tanrı, yeter! Bu hale artık son ver! Düşmanları yerlere ser! Kavuşalım kansız güne! Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah! Uyu yavrum, çabuk büyü, Uyu güzel çocuk, büyü Tiyatro ve sinema olayı ancak son zamanlarda biraz canlanmış görünmektedir. Tanınmış Çeçen dram yazarı Sait Badüyef 1933'de Sunçkale'de Çeçen milli tiyatrosunu kurar. Tiyatroyu halkın ayağına götürmek için çalışmalar yapılır. Tiyatro grupları köyleri dolaşır, temsiller verir. Bunları da binlerce Çeçen seyreder. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, Sovyet-Rusya devrindeki bütün sanat hareketleri gibi tiyatronun da propaganda aracı olarak kullanıldığı görülüyor; mümkün olduğu kadar hürriyet isteyen ve ancak hürriyet havasında gelişen sanata, köstek vurulmuş vaziyettedir eğer milli duygu ve ideallerle yazılmış eserlerin oynanmasına izin verilirse tiyatro ve sinema pek çabuk ilerleyecek ve olgunlaşacaktır. Çeçenistan'da Çeçen dili konuşulduğu halde edebi eserlerin değişik türlerde yazıldığını görüyoruz. Bu dillerin başlıcaları Türkçe, Arapça ve Farsçadır. Bunlardan başka Çeçen-Lezgi grubu dilleriyle yazılan şiir, hikâye ve ilmi eserler oldukça çoktur. Çeçen yazarları arasında önemli olan bazıları şunlardır: Eldarkhanov Taştemir (1908), N. Trubetsko, A. Trompet, Elemanlidi Hottologie, M.D. Çentiev, B.İ.Dalakova, F.G. Ozdoeva, İ.Y.Aliroev. Bunlar çağdaş yazarlardır. Yabancılar için Kafkas dillerini okumak ve konuşmak oldukça zordur; zira dağlar gibi birbirine girmiştir. Mesela (a) ve (i) harflerinin dört türlü, e harfinin altı türlü sesi vardır. Bu yüzden yazılan eserlerin dışarda tanınması güç olmuştur. Bolşevik İhtilali sonrası resmi dil Rusça olduğundan eserler Rusça da yazılmaktadır. 1. Aile, karakter, kadın, misafirperverlik, kıyafet, spor, müzik ve oyunlar, sosyal yaşayış ve atasözleri, düğünler, bayramlar: Çeçenistan'da aile kavramı çok önemlidir. Bir erkek yalnızca bir kadınla evlenir. Birden fazla kadınla evlenmek çok enderdir. Kadın ve erkek birbirlerini görerek, konuşarak ve anlaşarak evlenirler. Erkekler genelde kendi çevrelerinin kızlarını seçerler. Başka köy ve kasabadan kız alıp vermek az görülür. Aile içi evlilik yasaktır. "7 göbek geçme" denilen adet gereğince yakın akrabalarla evlenilmez. Evliliği bile savaş ve tehlike havasında tatmayı, yaşatmayı isterler, bu onlara zevk verir. Bunun için erkeklerin sevdikleri kızları kaçırması geleneği çok yayılmıştır. Evlenecek delikanlı kızı bir çeşme başında, evinin kapısında veya penceresinde bir hamlede kaptığı gibi kucağına alır, sonra uçurumlar kenarından, adeta uçarak yeni 'yuvalarına giderler, dağlara vuran nal sesleriyle silah sesleri, kovalayanların naralarını birbirine karışır. Çeçen erkek kadınlar yüz, beden yapısı, bakımından fevkalade güzeldirler ve benzerleri az bulunur. Boyları uzun olup, konuşma ve hareketleri cevval, neşeli ve şakacıdırlar. Genellikle çok zeki ve kavrayıcı olduklarından Ruslar bunları "Kafkasya'nın Fransızları" diye anarlar. Çeçenler aynı zamanda gayet duyarlı ve hiddetli, hatta bazen de çok haşindirler. Kafkasya'nın en kahraman kavmidirler. Ataerkil esasına dayanan bir aile yapıları vardır. Çerkeslerde sınıf ayrımı olduğu halde, Çeçenler'de sınıf ayrımı yoktur. Bununla beraber dağda ve ovada yaşayanlar arasında bir tabiat farkı görülür. İlk kısma girenler sert, haşin, sinirli ve kavgacı, ikinci kısma girenler biraz daha uysal olurlar. Kan ve soyca aynı kökten yani aynı atadan gelen kümelerin her biri kendi başına bir idare sistemi oluşturmuştur ki, Çeçenler kendi aralarında buna "teyp" terler. Gelenek ve göreneklerin, ananelerin toplumda önemi çok büyüktür. Herkes bu adetlere uymak zorundadır. Göreneklerin etkisi, dinin ve kanunların etkisinden daha üstündür. Çevresinde ayıplanmak ağır bir ceza sayıldığından Çeçenler bu cezaya çarpılmamak için uyanık davranmak zorundadırlar. Elden gelen iyiliği esirgememek, kötülük ve fenalıklardan uzak durmak, büyüklerin sözünü dinlemek, yaşlılara saygı göstermek, zayıflara ve düşkünlere yardım etmek, anane ve adetlerin esasını teşkil eder. Bu konuda Evliya Çelebi şunları kaydeder: "Bu memleket o kadar emn'ü eman içinde idi ki genç ve güzel kızlar ve oğlanlar kadar kıymetli mücevherat ve eşyaları ile köylerden şehirlere, şehirlerden köylere dağlar, dereler içinde tek başlarına geçerek giderler de kimse onlara yan bile bakmaz. Hiç bir zaman haram yemezler ve haram ipek giymezler." Yine Seyahatname'nin başka bir yerinde de: "Bu diyarda yalan, gıybet, mesavi, suizan, kibir, buğz ve atalet yoktur. " diye geçer. Çeçenler gereksiz meraktan nefret ederler. Orada hiç bir kurum bir topluluk veya bir kişinin hareketlerinin gizli bir şekilde izlendiği görülmezdi. Çeçenlerde acı ve sevinç, bunun sonucu olarak da gülme ve ağlama beraber görülür. Çeçenlerin gülmesinde bir ağlama, ağlamasında da bir gülme sezilir. Kendi haklarını korumada son derece sabırlı oldukları gibi, başkalarının haklarına da aynı saygıyı gösterirler. Yalnız Çeçenlerin değil, tüm Kafkasyalıların gelenekleri incelenirse, bu adetlerle hayatta kuvvetli ahlak kurallarının hakim kılınmak istendiği ve bu prensiplerin her türlü saldırılardan korunması için büyük fedakarlıklar gösterildiği anlaşılıyor. Çeçenler şeref ve namuslarına aşırı derecede bağlıdır. Bütün Çeçenistan'da ne sivrilmiş bir zengin, ne de düşmüş bir aile görmek, dilencilere rastlamak mümkündür. Herhangi bir sebeple fakir düşmüş bir aile veya fert toplumdan yardım isterse, toplum bu yardımı yapmak zorundadır. Abdülhak Hamit bu konuda şöyle der: "Vatanıyla ve vatandaşıyla esasen bir şiir." Vatan sevgisi dini bir inanç haline bürünür. "Mabudum Allah hürriyet, mabedim vatan" bu inanç sembolüdür. Aile hayatı İslâm dinine göre düzenlendiğinden , baba, yetişen kızını hemen evlendirir. Kadın hareme kapatılmış asalak biri değildir, hatta ekonomik hayatında erkekten aşağı kalmayan bir rol oynar. Örtünmede aşırı davranma yoktur; fazilet esastır. Genç kızlar hatta kadınlar düğünlerde ve bayram günlerinde erkeklerle beraber dans ederler. Hünerli kızlar pek çabuk evlendikleri için küçükten çalışma yeteneğini kazanırlar. Esas görevleri, ev işlerini görmek, kocanın ve çocukların giyeceklerini dokumak, dikmektir. Güzellikleriyle ünlü olan Çeçen kadınları hem cesur, hem de sportmendirler. Kadın, gayet iyi binici olduğu gibi, gerektiğinde savaşmasını da bilir. Sözlüleri, kocaları, baba ve kardeşleriyle birlikte düşmana karşı yurtlarını savunan ve bu uğurda kahramanlıklar gösteren kadınlar çoktur. Bunlar arasında 1830 Hunzak savaşında bizzat Ruslarla çarpışan Şeyh Şamil'in hanımını sayabiliriz. Uzun süre savaştıktan sonra Ruslar'ın eline düşeceğini anlayan bu hanım iki aylık çocuğuyla beraber kendini kayalardan atmaktan çekinmemiştir. Bir erkek için ailesini boşamak en büyük ayıplardandır. Eşini boşamış bir erkek, ikinci defa kolay kolay evlenemez. Boşanan kadının akrabaları bu adama selam bile vermezler. Vaktiyle Çeçenler yöre memleketlere akınlar yapar, oradan bir çok kimseleri yakalayıp getirirlerdi. Bunlar "köle" olarak efendilerine hizmet ederlerdi, fakat ailenin fertlerinden biriymiş gibi davranış görürlerdi. Hatta çok geçmeden özgür bırakılırlardı, gene esir edilmiş kızlarla evlenirlerdi.Çeçenler arasında hâlâ böyle ailelerin torunları çoktur. Çeçenler'in misafire karşı saygı ve fedakarlıkları o kadar yüksektir ki, rastladığı zaman hiç tereddütsüz öldüreceği hatta bundan dolayı zevk duyacağı bir adam ona misafir gelirse, çağrılmamış olsa bile, bir defa evinin kapısından girmiş bulunursa, güvenlik altındadır, hatta ev sahibi onun uğrunda kendi hayatını feda etmekten çekinmez. Bir evde kadın tek başına da olsa misafiri eve alır, ona gereken saygıyı gösterir ve ikramda bulunur. Misafir için din ve milliyet farkı gözetmezler, onun dinlenmesini sağlarlar. Döneceği zaman yolda tehlike varsa güvenliğe çıkarmayı da ev sahipliği görevleri arasında sayarlar. Bir Çeçen düşmanının cesaret ve yiğitliğini kendi cesaret ve yiğitliğine benzer görüp de kendisine saygısını göstermek isterse onu konuk seçer ve koruması altına alır. Umumiyetle az yemek yiyen ve sofradan yarı aç yarı tok kalkan Çeçenler, bundan dolayı çok sıhhatli ve uzun ömürlü olurlar. Bu rejim sayesinde de vücutları gayet düzgün ve orantılıdır. İnce uzun boylu, geniş omuzlu, kabarık gözlü ve ince bellidirler. Kartal burunları, ateş saçan gözleri vardır. Hareketleri uyumlu değil, serttir. Kemal Paşazade "Tevarih-i Âl-î Osman"ın VIII. Defterinde 26. bölümünde şöyle der: "Sanarsın her biri taştan yontulmuş Gözünün yerine ateş konulmuş." Kıyafetleri de özenilmiş vücutlarına uygundur. Bu kıyafet Kafkasya'ya özgü olan kıyafetin son derece incelmiş ve güzelleşmiş olan çok zarif bir şeklidir. Çizmeler hariç olmak üzere hepsi de kendileri tarafından evde dokunulup dikilen bu kıyafet, başlık olarak bir kalpak ile içte dik yakalı ipek kordon düğmeli cepken, üzerinde uzun etekli göğsü fişekli yün kumaş, bacaklarında ince kumaştan mamûl dar fakat serbest, harekete elverişli bir pantalonla, ayaklarında hafif ve yumuşak bir çizmeden ibarettir. Yolculukta yağmurluk ve başlık kullanırlar. Bütün Kuzey Katkasya erkeklerinin kıyafetleri budur. Kullanış ve estetik noktasından o kadar güzeldir ki Kazaklar ve civardaki diğer milletler tarafından da alınmış, Rus saraylarına kadar girmiştir, hatta Çarların bu kıyafetle görüldükleri de nadir değildir. Kadınlara gelince onların elbiseleri de genellikle göğüs kısmı dar, fakat topuklara kadar inen etekleri kıvrım kıvrım ve geniş olarak yapılırdı, bellerine gümüş tokalı geniş kemer takarlar, elbisenin üzerine parlak ve gözalıcı renkte çuhadan yahut ipekten daracık yelek giyerler, yeleklerin önlerine savatlı gümüşten birçok iri kopça ve toka tutarlar. Erkekler başlarına kıvırcık bol tüylü kuzu derisinden şapkalar giyerler. Büyükler ve tarikat üyeleri bu kalpakların üzerine beyaz sarık sararlar; ucunu arkadan enseye yahut bele kadar sarkıtırlar. Kadınlar başlarına normal zamanlarda bir örtü alırlar; peçe kullanmazlar. Kadınların süsleri mercan kolyelerden, iri saçaklı gümüş küpelerden ve kalın bileziklerle yüzüklerden ibarettir. Saçlar hep uzundur, ayaklarında kendilerinin diktiği hafif, meşin terlikler ya da papuçlar bulunur. Çocukların giyimi de aynı tarzda, fakat daha sadedir. Erkek ve çocukların kıyafetine Çerkeska denir. Çeçenler daha küçük yaştan (12-15) itibaren elbisenin üstünde bir kama taşır ve silahı ancak nefsini müdafaa için kullanmak hakkına sahip olduğunu bilir. Bunun içindir ki bu memlekette silah taşınması yasak olan memleketlerden çok daha az cinayet işlenir. Silaha olduğu kadar ata da pek meraklı olan Çeçenlerde binicilik bir spordur. Bu sporda pek ustadırlar. Bundan başka, koşma, atlama, güreş ve gülle atma gibi sporlar da yaygındır. Çelik çomak oyunları tıpkı Anadolu'daki gibidir. Sırıkla atlama, at ve ip cambazlıklarıyla silah oyunlarında ve dağ sporlarında da çok ileridirler. Köy meydanlarında yahut en yakın sahalarda sık sık hemen her gün atlama, koşma, binicilik ve atıcılık sporları yapılır. Düğün yahut bayram günleri birer spor bayramı gibi geçer. Sporun başlıcası binicilik ve atıcılıktır. Bu sayede her Çeçen daha çocuk denecek yaşta iken kaçanı mutlaka yakalayan bir binici, uçanı bile vuran bir nişancı olur. Şiir, çalgı ve oyun Çeçenlerin hayatlarında büyük bir yer işgal eder. Dine çok bağlı olan Çeçenler Müslümanlığın koymuş olduğu yasaklara rağmen oyun ve çalgıdan vazgeçmemişlerdir. Halk çalgıları arasında deçikpondur, atuhpondur ve akerdeon anılabilir. Değişik şekillerde oynanan Çeçen oyunlarında kadınlar bir tarafta erkekler onların karşısında yer alarak kendilerine eş seçtikleri kızların önlerine giderek dansa davet ederler. Davet edilen kız sıradan çıkıp erkeğin önüne düşer ve oyuna başlar, dans etmeyenler müziğin temposuna uygun bir şekilde el çırparlar: Oyuna çıkan çiftler fazlalaştıkça oyunun figürleri de değişir, Oyunda dönüşler yapıldıkça çiftler değişir, öyle ki erkek kendi önündeki kızı dahi daha öndekine bırakır, kendi arkasındakini önüne almış olur. Kız ve erkek ekseri yüz yüzedir, tempoya uygun bir şekilde kendi kendilerine dönüş figürleri yaparak erkeğin kızı kovalaması şeklinde oyun devam eder. Bu vaziyet kartalın sülünü kovalamasını andırır. Kızlar ve erkekler Avrupa danslarında olduğu gibi birbirlerine tutunmazlar, hatta hafif de olsa hiç temas etmezler. Bazen de erkek veya kız, elindeki "sevgi çubuğu" adı verilen ince bir çubukla, oynamak istediği bir kimseyi ortaya davet eder ve ortada ikisi arasında kısa bir şiir faslı geçtikten sonra oyuna devanı ederler. Oyuna çıkarken karşılıklı söylenen ninilerden birkaç örnek: Sevgi çubuk, aşk çubuk Sevgilime dokun çubuk Sevgilime dokunmazsan Ateşe düşüp yan çubuk Ben de sen de biridik Bahçelerde biten gül idik Şeytan girdi araya Biz böyle değil idik. Oyunların en ünlüleri Kafe, Leperüf ve Lezginka'dır, hepsi de bir hikaye ve efsaneye dayanır. Oyunlar çok hareketlidir. Kafe oyunu, savaş kararı alınan toplantılardan önce oynanır, Leperüf, savaşta yaralanan yeni evli bir gencin öyküsüdür. Doktor genci tedavi ederken hanımı zarif bir şekilde dans eder ve genç hiç acı hissetmez. Lezginka oyunların anasıdır. Çeçen adı da verilir. Şeyh Şamil bu oyunun motiflerine zikir yaparak savaşa gittiği için "Şamil" ismi de verilir. Savaşlarda kahramanlıklarıyla tanınmış bir delikanlı ile komşu kabilelerden bir reisin kızı arasındaki aşk macerasını anlatır. Kız delikanlıya bir sürü şartlar ileri sürer, delikanlı hepsini yerine getirir, ancak kızın arzuları bir türlü bitmek bilmez. Delikanlı bir kartalın aniden bir küçük kuşu nasıl yakaladığını görür ve kararını verir, kızı kaçırır. Bu oyun Çeçenlerin ruhlarının sembolüdür. Çeçenler evlerini taştan ve pek sağlam, iki katlı yaparlar, pencereler küçüktür ve çok zaman yalnız güney tarafındadırlar. Evlerin önünde kalın ağaçlardan direkler üzerine tutturulmuş olan bir eğilimli örtü bulunur. Bu evler kartal yuvalarını andırır. Odaların kapıları direkler, ya da ortadaki avluya açılır. Evlerinin dışlarının güzelliğine ve sıvasına önem verilmez, içerisi beyaz badanalıdır. Evin odalarının biri diğerlerinden çok büyük olur... bu odada şömine bulunur. Silahlar duvara asılır. Oturmak için iskemle kullanılır. Kuş tüyü yatak, yastık ve yorgan yapılır. Çeçen köylerinde savunma yerleri yoktur, bunların savunma vasıtaları ormanlarıdır. Düşman yaklaşınca köyün erkekleri çoluk çocuklarını alarak bu sık ormanlara sığınırlardı. İçlerinde bir çok asırlık olanları bulunan bu büyük gürgen ormanları Çeçenler'in kaleleri demektir, Buddeley'in dediği gibi Çeçenler kılıçla değil, baltayla yenilgiye uğratılmıştır. Zira Ruslar bu ormanları tahrip ettikten sonra, Çeçenler yenilmişlerdir. Ormanı kasten tahrip eden "Avlu"nun meydanında asılır, darağacında bir hafta bırakılırdı. Evlerinin yakınlarında içlerine yiyecek malzemelerinin sakladıkları yeraltı mahzenleri vardır. Çeçenler'in arasında bağımsız soy ve topluluklar vardır. Bu soylar arasında eksik olmaz. "Tarlalar ya bütün soyun, ya da büyük ailelerin malı sayılmıştır. Birçok teyplerin dağlarda özel kale (Çeçence gala)leri bulunurdu. Bu kalelerde her teypin ayrı bir kule (Bav)si bulunurdu. Bu kulelerde Çeçenler komşu kavimlerin saldırılarına karşı koymaya çalışırlardı. Boy büyükleri 2-3 yılda bir toplantıya çağrılırdı. Çeçenler'in kotaşo adını verdikleri bu toplantılarda savaş ilân etme, barış yapma gibi sorunlar karara bağlanır, hukuk kuralları tesbit edilirdi." Görüldüğü gibi burada savunma kalelerinden bahsediliyor. Çeçenler'de kan davası güdülürdü fakat İslam dinine olan derin bağlılıkları bundaki ifratlardan Çeçenleri alıkoymuştur. Öldürenin kurtulma imkânı da vardır. Öldüren, kendisini öldürecek olanın annesine gider, ahiret kardeşi olmak istediğini söyler ve ölüme kadar süren bir dostluk başlar. Türk atasözlerinin benzerlerine Çeçenler'de de rastlamak mümkündür. Birkaç örnek: Bir evi kadın kurar, kadın bozar. Evlilik, kızların daima girmek, kadınların ise bazen çıkmak istediği bir evdir. İyi köyde ayak olup durmaktansa, kötü köye baş olup dur. Misafir gelmeyen yere bereket gelmez. Atına fazla yem verirsen, tekmeyi sana atar. Tuz ekmeği olanın, misafir kapısı ardına kadar açıktır. Diliyle eteğine hakim olan hayatta mahçup olmaz. Manda çalan da iğne çalan da hırsızdır. Gözden giden, gönülden de gider.vb. Düğünler de görülmeye değer. Kız evinde başlayan düğün, erkek evinde biter. Gelin almak için gelenlere kız evinde sofralar kurulur, ziyafetler verilir. Evvela İmam Kur'an'dan ayetler okur, sonra gençler evlilere ve akrabalara hediyeler dağıtır. Sonra cirit oyunları başlar. Yırtık, pırtık kıyafetli adamın biri, kötü topal bir ata binerek kırıtır, türlü şaklabanlıklar yapar. Sonra bir ihtiyar deçikpondur (tahta mızıka) çalar, gençler oynamaya başlar, 90-95 çiftten oyunları çok hoş olur. Evlenen erkeğin evi yakınsa gelin alayı yaya olarak çıkar, uzaksa atlara binilir ve gayet ağır bir yürüyüşle ilerlenir. Gelinin eteklerini genç kızlar tutar. Gelinin önünde mücevherat dolu bir tepsiyi elinde tutan bir erkek, yanda da çeyiz sandıkları gider. Alay, damadın evine varıncaya kadar yolda birkaç defa durur, erkeklerle kadınlar bu duruşlarda dans ederler, semtlerin delikanlıları yol keserek helva tepsilerini bahşiş olarak alırlar. Düğün başlamadan evvel düğünün idare ve düzenini sağlamak için bir tamata seçilir. Halkın neşesini kaçıracak herhangi olayın çıkmasına meydan vermemek bunların vazifesidir. Erkek tarafının ekonomik durumuna göre bu düğün bir gün ve bir gece, yahut üçgün üç gece veya daha fazla devam eder, sofralar daima kuruludur ve herkese açıktır. Gelin, beyinin ve çocuklarının adını kesinlikle vermez. Onları değişik eylerle bildirir. Gelin ve kayınvalide beraber oturur, gelin kaymvalideye mutlak itaatle yükümlüdür. Çeçenistan'da bayramlar (millî ve dini), kendilerine has şekilde kutlanılır. Çok önem verdikleri ve büyük bir neşe ile kutladıkları bayramların başında "çift sürme bayramı" gelir. Bu bayram kutlanmadıkça hiç kimse tarlasını süremez. Bayram şenlikleri, mahallenin en 'yaşlı ve hürmet edilen şahsının evinde verilen bir ziyafetle başlar. Kuşluk vaktine yakın, kürkünü ters giymiş olan ziyafet sahibi ihtiyar önde, halk arkasında, en yakın bir tarlaya giderler. İhtiyar duadan sonra çifte sarılır ve tarlayı bir boy sürer. Bundan sonra eğlence üç gün, üç gece devam eder. Çalgı, oyun, eğlence, yemek içmek israf derecesinde boldur. Ortada yanan büyük ateş yığınının etrafında sabahlara kadar oyun ve eğlenceler devam eder. Gündüz at yarışları yapılır, ödüller verilir. Çeçenlerde mevcut disiplin hükümleri yerine bu bayramında geniş bir hürriyet ve hoşgörü havası hâkim olur.
·
813 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.