Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Genelde Türkiye'de haritaya bakma alışkanlığı yoktur. İlkokul ve ortaokul yıllarının dersleri arasında haritaya bakılır ve ondan sonra bir daha da harita ortaya çıkmaz. Neyse ki, son zamanlarda büyük gazeteler kupon karşılığında atlaslar dağıtmaya başladılar ve bizler de evimizin bir köşesine sakladığımız bu atlaslar aracılığı ile biraz biraz haritalara bakar olduk. Yalnızca televizyonda akşamları hava raporu verilirken haritalarla karşılaşıyoruz. Bunun dışında, salonlarda, evlerin köşelerinde veya duvarlarda pek harita göremezsiniz. Dünyayı gösteren küçük küreler ise hemen hemen hiç karşımıza çıkmıyor. Bürolarda vazolar, çiçekler yer kaplarken, haritalara ve kürelere yer kalmıyor. Böylece biz de haritalara, kürelere bakmayan bir toplum olarak yaşayıp gidiyoruz. Dünyayı sarsan önemli siyasal ve sosyal olaylar gündeme geldiğinde hemen bir haritaya baksak olayın gerçek nedenlerini ve değişik boyutlarını görebileceğiz ama bu alışkanlık bir türlü bizim yaşantımıza giremedi. Yugoslavya'da iç savaş var. Herkes Sırpları suçluyor Hırvatları ve Boşnakları öldürüyor diye. Ama kimse, bu olayın arkasında Almanya olabileceğini başlangıçta söyleyemiyordu. Haritayı alıp şöyle bir baktığımızda, Avrupa'nın ortasında birleşme sonrasında dev bir ülke haline gelen ve endüstrisi Avrupa'nın üç misli düzeye ulaşan Almanya'nın Akdeniz'e inmek istediğini, eski Avusturya - Macaristan imparatorluğunun eyaletleri olan Slovenya ile Hırvatistan'ı kendi egemenlik alanı içine almak için çaba gösterdiğini, büyük endüstri üretimini, Dalmaçya kıyılarından deniz yolu ile tüm dünya ülkelerine dağıtmak ve satmak istediğini görebiliriz. Almanya'nın egemenlik girişimi, Hitler'in çizgisini izlemektedir. Hitler'in silah zoru ile kurmak istediği imparatorluğu günümüzün Almanya'sı mark ile kurmak yolundadır. Doğu blokunun çökmesi ile beraber, Almanya orta Avrupa'da kendisine bağlı bir birlik kurmaktadır. Macaristan, Polonya, Avusturya, Çekoslovakya, Slovenya, Hırvatistan artık Alman birliğinin eyaletleri olma yoluna girmiştir. Alman egemenliğinin karşısına ise eski Osmanlı egemenlik alanı çıkmaktadır. Nitekim, bugün Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar oluşan büyük alanda bir Türk egemenliği gündeme gelmiştir. Türkiye günümüzde hem Bosna'da, hem Karabağ'da hem de Orta Asya'da vardır. Kıbrıs'ta ise eskiden beri vardır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla beraber siyasal otorite boşluğunun belirdiği bölgelerden birisi de Kafkasya'dır. Bu nedenle, Kafkasya Türkiye için çok önem kazanmıştır. Sovyetler Birliği varken, Türkiye'nin sırtını döndüğü ve yok saydığı Kafkasya günümüzde tüm boyutları ile Türkiye'nin gündemine girmiştir. Türkiye'nin şimdiye kadar yok saydığı bu bölge artık her yönü ile ağırlığını duyurmaktadır. Haritadan Kafkasya'ya doğru baktığımızda, bu bölgenin Türkiye'nin kuzeyinde yer aldığını ve kapı komşumuz olduğunu kolaylıkla görebiliyoruz. Ama ne kentleri, ne halklarını ve ne de konumunu biliyoruz. Kafkasya'daki ülkeleri, halkları ve siyasal yapılanmayı bile doğru dürüst anlatabilecek kaç kişi vardır Türkiye'de? Bütün bunlar yıllarca sırtımızı dönerek yaşadığımız içindir. Balkanlardaki kentleri ve ulusları çok iyi tanırız. Orta Doğunun halklarını ve yapılanmasını da iyi biliriz, çünkü buralar uzun süre Osmanlı'nın toprakları olmuştur. Ne var ki, Kafkasya'nın büyük çoğunluğunun Müslüman olmasına ve Türk asıllı boyların bu bölgede yaşamasına karşın, Osmanlı İmparatorluğu bu bölgeyi kesin olarak sınırları içine almamıştır. Zaman zaman dolaylı egemenlikleri görülmekle beraber, gözü hep Avrupa'da olan Osmanlılar sırtlarını Kafkasya'ya dönmüşler ve Avrupa'nın ortalarına kadar giderek bu bölgeleri fethetmeğe çalışmışlardır. Fatih, İtalya'yı alarak yeniden bir Roma İmparatorluğu kurmak istemiş, Kanuni ise Avrupa'nın tümünü kendi egemenliği altına almak çabası içinde olmuştur ama hiçbir Osmanlı imparatoru, Kafkasya'yı tam olarak kendi sultasına almak istememiştir. Osmanlıların geleneksel tavrı Türkiye Cumhuriyeti döneminde de görülmüştür. Anadolu halkının önemli bir kısmı Kafkasya'dan gelmesine karşılık, Anadolu halkının batıya dönük olan yüzü geriye dönmemiştir. Türklerin tarihinde var olan geleneksel biçimde uygarlığı arayış, Cumhuriyet döneminde de sürmüştür. Sanki Türkler Asyalı olduklaırnı kabul etmek istemiyormuşçasına Avrupa'ya yönelmişlerdir. Ne zamanki, dünya dengesi değişmiş ve artık Avrupa kapıları Türklerin yüzüne kapatılmaya başlanmış; ne zaman ki, Sovyetler Birliği dağılmış ve Adriyatik'ten Çin Seddi'ne Türk egemenlik alanından söz edilmeğe başlanmış, Türkler yavaş yavaş yüzlerini geriye çevirmeye ve etraflarını tam olarak görmeye başlamışlardır. Türklerin, daha doğu sınırlarının Ermenistan ve Gürcistan ile ortak olduğunu görmeleri bile yenidir. Karabağ sözünü, Nahcivan bölgesini ise yaklaşık iki yıldır biliyoruz. Daha önceleri Karabağ ile Nahcivan'ın nerede olduğunu sorsalar birçok kimse haritada gösteremezdi. İşte, Türkiye'den Kafkasya'ya doğru şöyle bir bakıldığında önemli derecede bilgisizlik ve ilgisizlik göze çarpmaktadır. Bu durum yavaş yavaş aşıldıkça, Anadolu insanının Kafkasya'ya yönelmesi ve Anadolu ile Kafkasya arasında yakınlaşmanın kurulması çok daha kolay olacaktır. Stalin döneminde çizilen bölge haritası da Türklerin Kafkasya ile bağlantısının kesilmesine neden olmuştur. Bırakınız, Kuzey Kafkasya'yı, Güney Kafkasya ile Türkiye'nin bağlantısını kesmek için, Ermeni sınırı İran'a kadar indirilmiş ve harita üzerinde Türkiye ile Azerbaycan sınırı bıçak gibi kesilmiştir. Rus egemenliği Türk dünyasının parçalanmasına dönük olmuştur ve bölgede yayılmacı bir politika izleyen Ruslar, Sovyetler Birliği döneminde tüm bölgelere olduğu gibi Kafkasya'ya da yerleşmişlerdir. Bugün Kafkas ülkelerinde önemli derecede Rus azınlıkları yaşamaktadır. Bu gerçek ortada olduğu sürece Rusya'nın Kafkasya'dan hemen vazgeçmesi düşünülemez. Kafkasya, dağlık ve ormanlık yapısı ile, yeraltı zenginlikleri ile Orta Asya ve Orta Doğu arasındaki kapı konumu ile, Türkiye açısından son derece önemli bir konuma sahip bulunmaktadır. Türk halkı bu gerçeği yeni yeni anlamakta ve ülkemizde yeni başlayan dışa açılma dönemi Kafkasya'da da gündeme gelmektedir. Böylesine bir açılımda Kafkas asıllı Anadolu halkının önemli bir işlevi doğmaktadır. Atalarının geldiği bu bölgelere eğilmek ve yardımcı olmak. Şimdi yaşadıklarını Anadolu ile Kafkasya arasında yeni başlayan yakınlaşma kısa zamanda olumlu sonuca ulaşabilir. Aksi takdirde, Türkiye'nin Balkanlara, Karadeniz'e, Orta Asya'ya ve Orta Doğu'ya açılım döneminde Kafkasya geride kalabilir ve Osmanlılar döneminde olduğu gibi Kafkasya'ya hiç sıra gelmeyebilir. Artık Türk dış politikası belirlenirken, Kafkasya bölgesine de ağırlık verme zorunluluğu vardır. Kafkasya'nın nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman ve Türk olmasına karşın, bu bölge hiçbir zaman Osmanlı yönetimi altına girmemiştir. Bırakınız Kuzey Kafkasya'yı, nüfusunun yüzde yüze yakını Türk ve Müslüman olan Azerbaycan bile Osmanlı sınırları dışında kalmış ve tümüyle bir Türk kenti olan Bakü hiçbir zaman Osmanlı bayrağı altında yönetilmemiştir. Tüm bunlara rağmen Kafkasya her zaman için Osmanlı'nın ve Türkiye Cumhuriyeti'nin gündeminde olmuştur. Rus saldırılarından kaçan Kafkasyalıları Osmanlı yönetimi imparatorluğun kritik bölgelerine yerleştirmiş ve devletin çeşitli kademelerinde onlardan yararlanmıştır. Osmanlı ordularının zaferlerinde Kafkas birliklerinin çok önemli rolleri olmuştur. Aynı şekilde, Türkiye Cuınhuriyeti'nin kuruluşunda da Kafkasyalılar önemli görevler üstlenmiş ve Kuvayı Milliye hareketinin başarıya ulaşmasında büyük katkılar sağlamışlardır. Tarih boyunca Rusya'ya karşı savaşarak önemli bir birikim kazanan Kafkasyalılar daha sonraki dönemlerde Türklerin zaferlerine büyük ölçülerde yardımcı olmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan Azerbaycan'da ve Batı Trakya'da kurulan Türk Devletleri'ni, Kafkas asıllı Türkler yaratmışlardır. Kafkasya deyince Türkiye'de akla Şeyh Şamil ve İmam Mansur gelmektedir. Bu önderlerin Ruslara karşı uzun süren savaşlarında Kafkasya'da bir halk öne çıkmaktadır: Çeçenler. Rusların Kafkasya'yı işgaline karşı uzun süren bir direnişi gerçekleştiren bu kahraman halk, günümüzde gene bir bağımsızlık savaşının içine girmiştir. Sovyetler Birliği'nin dağılması ile beraber ortaya çıkan milliyetçilik cereyanları bu halkı da harekete geçirmiştir. Üç yıl önce, Sovyet Cumhuriyetleri ile beraber Çeçenler de bağımsızlıklarını ilan etmişler ve Rusya Federasyonu içinde kalmak istemediklerini bütün dünyaya duyurmuşlardır. Çeçenlerin bu girişimi daha sonra Tatarları da etkilemiş ve bu iki Cumhuriyet, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra yeniden kurulmak istenen Rusya Federasyonu ile ilgili anlaşmalara katılmamışlar ve bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir. Çeçenlerin bu bağımsızlıkçı tutumu diğer Federasyon üyesi cumhuriyetleri de etkileyince günümüzde Rusya Federasyonu'nun durumu tartışılır bir konuma gelmiştir. Çeçen Cumhuriyeti, kurulduktan ve bağımsızlığını ilân ettikten sonra Rusya Federasyonuna katılmamış; böylece bağımsız bir devlet olduğunu dünyanın önünde sergilemiş olmasına rağmen, diğer ülkeler tarafından tanınmamıştır. Çeçenlerin özel çabaları ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Çeçen Cumhuriyeti birbirini tanımıştır. Şimdi sıra diğer Türk Cumhuriyetlerinin tanımasındadır. Yeniden yapılanma döneminde Rusya ile daha yakın bir ilişki içine giren Türkiye bile yanı başındaki bu cumhuriyeti resmen tanıyamamıştır. Üçyüz yıllık bir zaman süreci içinde Kafkasya göçlerinde önemli bir Çeçen topluluğu Anadolu'ya gelmiştir. Bugün onların yüzbin civarında torunu ülkemizde yaşamaktadır. Türkiye'deki Çeçenler baba vatanlarındaki gelişmelere karşı kayıtsız kalamamışlar ve resmi ilişkilerin kurula­madığı bir dönemde, davet üzerine gayri resmi bir heyet olarak Çeçen Cumhuriyeti'ni ziyarete gitmişler ve bağlantı kurmuşlardır. Kafkasya dünü ve bugünü ile Yakın Doğunun önemli bir bölgesidir. Başlangıçtan beri Kafkasyanın jeopolitik cazibesine kapılan milletler özellikle Ruslar buraya koşmuşlar, arzularına kavuşmak, yerleşmek için Kafkasya etrafında pervaneler gibi dönüp dolaşmışlar, dövüşmüşlerdir. Bu bölgenin asırlar boyu süren tarihinde çok çeşitli olaylar vardır. Kafkasya'nın tam kilit noktasında olan Çeçenistan, bu saldırılara her zaman maruz kalmış ve savaşmıştır. Çeçenistan, aynı zamanda üç büyük devletin çıkarlarının çarpıştığı yerdir. Rusya, Almanya ve İran. Bu bölge kimin olursa, o, diğerlerine karşı üstün olacaktır. İşte bu yüzden Çeçenistan, aralıksız devam eden savaşlara her dönemde sahne olmuştur. Çeçenler, üç yüz yıl Ruslara karşı kahramanca savaşmış, ama sonunda ne yazık ki yenilmiş, esir olmuş ve göç etmek zorunda kalmışlardır. Bugün içinde bulunduğumuz olayları ve gelecek günlerin doğuracağı sonuçları kavrayabilmek için geçmiş günlerin tarihini bilmek gerekir. Yeterli bir çalışma için zamanımız olmamıştır. Zira konunun genişliğinin yanı sıra, elimizde belli başlı kaynakların olmaması, bilgilerin bir hayli kabarık olmasına rağmen dağınık bir halde bulunması verimli bir çalışma yapmamızı engellemiştir. Çeçenlerin her gün dünya basınına konu olması nedeniyle Çeçenler ve Çeçenistan dünya kamuoyunun ilgi odağı haline gelmiştir. Biz de "KAFKASLILAR DERNEĞİ" olarak kıt kaynaklarımıza karşın bu kitabı hazırlayarak kamuoyunu aydınlatmayı bir görev bildik. Türk kamuoyuna, alanındaki bu ilk eseri saygı ile sunuyoruz. KAFKASLILAR DERNEĞİ
·
50 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.