İngiliz sömürgeciliğine duyulan sempatinin sebeplerinden biri de İngiliz idarecilerin Hindistanlıların işlerine karışmadıkları iddiasıydı. Bununla beraber, bu idareciler Hindistan'ın gelenek ve adetlerinin 'tiksinç ve iptidai' olduğu kanaatindelerdi. Kraliçe'nin 1858'deki Beyannamesi'nde bu kanaat çok açıktı: "Kanaatimiz ve arzumuz odur ki kimse dini inancı veya uygulamaları sebebiyle rahatsız edilmemeli ve baskı görmemelidir. Herkes kanunun koruyuculuğundan eşit ve tarafsız bir şekilde istifade edebilecektir. Bize tiksinç gelse dahi tebaamızdan kimsenin dini inancına ya da tapınma biçimine karışılmaması hususunda idarecilerimizi sıkı sıkıya tembihledik."
İngilizler ne İspanyollar gibi Hristiyanlığı yaymak ne de Fransızlar gibi kültürünü kabul ettirmek arzusundaydı. Bütün mesele maddiydi. Dolayısıyla, Hindistan toplumunu dönüştürmek ya da yeniden şekillendirmek pek de umurlarında değildi. Bununla birlikte, İngiliz ırkçılığının Hristiyanlığın üstün din olduğu saikı ile yapıldığı da bir gerçekti. İngiltere'nin en ateşli Hristiyanlarından William Wilberforce şöyle demişti: "Bizim dinimiz ulu, arı ve cömerttir. Onların dini ise kötü, ahlaksız ve gaddardır."
Birçok İngiliz için emperyalizm, Hindistanlıları 'cehalet, putperestlik ve kötü ahlaktan' kurtarmak için verilen şerefli bir mücadeleydi. Fakat, bu konuda o kadar da istekli değillerdi. Örneğin Portekizliler hızlı bir şekilde Goa'yı Hristiyanlaştırmışlardı. İngilizler ise 1813'e kadar piskopos bile getirmemişlerdi. Jon Wilson, "Hindistan'daki İngiliz idaresinin asıl ve genellikle tek amacı, ülkedeki mevcudiyetini muhafaza edebilmekti," demişti. Birçok kişi için Hindistan bir mücadele sahası değil kariyer basamağıydı. Angus Maddison şu gözlemi yapmıştı: "Köy toplumunda, kast sisteminde, dokunulamaz olanların konumunda, ortak aile sisteminde ya da zirai üretim tekniklerinde esaslı bir değişiklik yapılmamıştır." Tamamen haklı değildi. Aslına bakılırsa, daha sonra göreceğimiz üzere, kast sistemi İngiliz idaresinde, önceki dönemlere göre çok daha sert bir hal almıştı. İngilizler sati (dul kalan kadının, kocasının cenaze töreninde kendisini ateşe vermesi) ve thuggee (Kali Tanrıçası adına hırsızlık yapıp cinayet işleme) gibi gelenekleri sonlandırdıklarını iddia etmektedirler. Halbuki, İngilizler toplumsal düzene sadece işlerine gelmeyen noktalarda müdahale etmişlerdi.
"İngilizlerin sözde toplumsal reformlarına daha sonra değineceğim için burada İngilizlerin yerel uygulamalara büyük bir erdemlilik göstermiş olacaklarını düşündüklerinde müdahale ettiklerini söylemekle yetiniyorum. Hukuk düzeninin ve Hindistan Ceza Kanunu'mın uygulamaya geçirilmesi sırasında İngilizlerin Hindistanlılar hakkında sahip oldukları önyargılar kendilerini göstermişlerdir. Bu önyargılar İngiltere'de terk edilmişken Hindistan'da daha da artarak milyonlarca insanı etkilemişlerdir. Görünürde alakasız gibi durmalarına karşın 2016'da Hindistan'da baş gösteren ihtilafların hepsi aynı kapıya çıkmıştı: Sömürgecilik dönemindeki ceza kanunu. Bu kanunlar ile Hindistan'ın gelişmesi mümkün değildi. İngilizlerin yazdığı ceza kanunundan birkaç örnek vermek gerekirse 377 sayılı kanun ile homoseksüelliğin suç haline getirilmiş olduğundan bahsedilebilir. Ya da slogan atan öğrencilerin gözaltına alınmasını sağlayan bir 'devlere karşı isyan' maddesi vardır. Eşini aldatma konusunda da çifte standart söz konusudur. 'İsyana teşvik' kavramı, 1870'te İngiliz poli rikalarının eleştirilmesini engellemek için kanuna girmiştir. Ceza kanunun 124. Maddesinin A bendine göre 'hükümete karşı asilik göstergesi olabilecek söz, işaret ya da görsel kullanan kişi' isyana teşvik ermek suçuyla tutuklanabilir ve müebbet hapis cezası alabilir. Bu maddeyi yazanlar sömürgeleştirdikleri toplumun fertlerinin ifade hürriyetlerini, böylece ellerinden almışlardı. 1870'te bir İngiliz açık bir şekilde "barışı doğrudan tehdit etmeyen hareketlerin" isyana teşvik kapsamında değerlendirilmemesi gerektiğini söylemişti. Zira, Hindistanlılar için ifade hürriyeti yoktu. 1898'de kanun daha da sıkı hale getirilmişti. İngiltere'dekine göre çok daha sertti. Bunun üzerine Bengal'deki vali vekili, "Kendi milletinden ve dininden olan bir hükümet tarafından yönetilen bir halk için isyana teşvik kanunu yeterli olmayabilir ama yabancı bir yönetimin elinde olan bir ülke için uygun değildir," demişti. İsyana teşvik kanunu Hindistanlı milliyetçileri susturmak için kullanılmıştı. Mahatma Gandi de kurbanlar arasındaydı. Demokrasiye geçmiş olan Hindistan'da hala yürürlükte olması akıl alır gibi değildir. 2016'da Yeni Delhi'deki Cevahirlal Nehru Üniversitesi öğrencilerinin hükmü kesinleşmiş bir teröristin iş birlikçisinin idamını protesto ederken 'devlet karşıtı' sloganlar atmaları üzerine tutuklanmaları, sömürgecilik döneminin hediyesi olan bu kanun yüzünden olmuştu. Hukuktaki sömürgecilik döneminden kalan hükümlere karşı verilen tepkileri haklı bularak milletvekili vasfımla Avam Kamarası' na bu kanunların düzeltilmesi için teklif sundum. Bu hükümlerin kanunlarımızın suiistimal edilmesine sebebiyet verdiğini ve Hindistanlıların anayasal hakları ile ters düştüğünü belirttim. Benim verdiğim teklifte bir kişi sadece şiddete bulaşmış olması kaydıyla isyana teşvikten yargılanabilecekti. Hükümeti eleştiren sözler sarf edilmesi bu kapsamda değerlendirilmeyecekti. Amacım ifade hürriyetini ve hükümeti eleştirme hakkını teminat altına almaktı. Aynı zamanda şiddete açık kapı bırakılmamış olacaktı. 1860'ta uygulamaya konan 'Fıtrata aykırı cinsel ilişkiyi' suç olarak gören 377. madde, modern toplumlarda alay konusu olacak kadar eski terimler kullanmaktadır. Aslında, İngilizler gelene kadar Hindistan kültüründe ve toplumsal uygulamasında eşcinsellik bir tabu değildi. 377. madde yetişkinlerin özel hayatlarında rızaları ile yaptıkları cinsel tercihi suç haline getirerek anayasanın mahremiyet ve haysiyet de dahil olmak üzere hayat ve hürriyet haklarını teminat altına alan 21.maddesine, kanun önünde eşitliği getiren 14.maddesine ve ayrımcılığı yasaklayan 15. maddesine aykırıdır.
377. maddede yapılmasını önerdiğim değişiklik ile eşcinsellik suç olmaktan çıkacaktı. Fakat, BJP partisinin muhafazakar ınillecvekillerin ret oyları ile tasarı meclise bile gelemedi. Bunun üzerine, LGBT eylemcileri Anayasa Mahkemesi' ne başvurarak ilgili maddenin düzeltilmesini talep ettiler. Bu kanunu değiştirmek için daha etkin bir yol izlenebilirdi ama 2014 ve 2015 senelerinde 58 Hindistanlı, bu kanunu ihlal ettikleri gerekçesiyle gözaltına alındılar. Aslına bakılırsa, Hindistan her zaman farklı cinsel kimliklere ve eğilimlere sahip insanların olduğu bir yer olagelmiştir. Hindistan tarihinde ve mitolojisinde cinsel tercihlere karşı önyargı yoktur. Hatta meşhur Mahabharata destanında cinsiyet değiştiren Şihandi, Bişima'yı öldürür. Ardhanarişvara tasvirinde Tanrı yarı kadın yarı erkektir. Yedik ve Puranik edebiyatlarında cinsiyet değiştirenler napumah olarak nitelenirler ve Hindistan tarihi boyunca dışlanmamışlardır (Babürlülerin İslam mahkemelerinde bile). Jain metinlerinde psikolojik cinsiyet ile fıziki cinsiyetin farklı olabileceğine işaret edilerek cinsel kimlik meselesi daha geniş bir şekilde ele alınmıştır. Maalesef, İngilizlerin yazdığı Hindistan Ceza Kanunu, daha önce Hindistan'da suç olarak kabul edilmemiş bir insan davranışını ve insana dair bir gerçekliği suça dönüştürmüştür. Bu durumlara yaptırım getirerek hem cinsiyet değiştirenleri hem de eşcinselleri hedef almıştır. Böylece 2.000 senelik Hindistan kültürü, mitolojisi, tarihi, Puranaları ve yaşam tarzını ihlal etmiştir. Hindistan'ın geleneksel hoşgörüsü ve 'yaşa ve yaşat' mantığı terk edilmiştir. Hindistanlılar için neyin iyi, neyin kötü olduğuna sömürgecilik döneminde İngilizler karar vermiştir. Bharatiya Sanskriti'nin (geleneksel Yedik) savunucularının şimdi yüksek makamlarda, sömürgecilikten kalan uygulamaları savunuyor olması tuhaftır. Hindistan Ceza Kanunu sadece eşcinseller için değil kadınlar için korkulu rüyadır. 497 sayılı madde zinayı suç ilan edip evlilik dışı ilişki için ceza öngörmektedir. Fakat evlilik dışı ilişkide kadın evli ise ceza almaktadır. Erkek ise evli de olsa ceza almamaktadır. Yani, bir erkek karısına ve ilişki yaşadığı adama dava açabilir. Ama aynı durumdaki kadın, kocasına, ilişkiye konu kadın reşit ve bekarsa dava açamaz. Sömürgecilik döneminden kalan bu çifte standart günümüzün koşullarına uymamaktadır. Şunu da belirtmek gerekir ki bu saydıklarımızın hiçbiri artık İngiltere'de suç değildir. Sömürgeciliğin en berbat yönlerinden biri de yarattığı etkinin İmparatorluktan daha uzun ömürlü olmasıdır. Bu adaletsizliklerden sadece İngilizleri mesul tutmak doğru olmaz. Fakat İngilizler bu kanunları öyle bir yerleştirmişler ki düzeltmek neredeyse imkansız. Hindistan Cumhurbaşkanı Pranab Mukherjee bile Hindistan Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girişinin 155. senesinde bu kanunun değişmesi gerektiğini söylemiştir: "Ceza kanunumuz İngilizler tarafından sömürgecilik faaliyetlerine uygun olarak yazılmıştır. Günümüzdeki toplum bilincimizi yansıtacak şekilde değişcirilmelidir ki üzerine inşa edildiği asli değerleri öne çıkartarak medeniyetimizin bir aynası olmalıdır." Bugüne kadar kanunun değişmemesinde İngilizlerin bir suçu yoktur. Fakat İngilizler, bu adaletsiz kanunlar ile bize baskıcılığı miras bırakmışlardır. Hindistan için artık uyanma vaktidir. Canlı ve çekişmeli bir demokraside olması gereken siyasi hareketlilik bu köhnemiş kanunlar ile sağlanamaz.