Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İngiliz idaresinin olumsuz tesirleri bitmiyordu. Vergilendirme (ve vergi adı altında yapılan hırsızlık) İngilizlerin haraç toplamadaki favori yöntemleriydi. Hindistan sağılacak inek gibiydi. Londra'nın hazinesine akan gelirler Chathamlı Earl tarafından, "Bir ulusun kefareti... cennetten gelen bir hediye," şeklinde tarif edilmişti. İngilizler Hindistan'dan, 1765 ila 1815 arasında her sene, yaklaşık 18 milyon sterlin almışlardı. Fransa'nın Londra'daki büyükelçisi Comte de Chatelet, "Avrupa'da Doğu Hindistan Kumpanyası'nın İngiliz müdürlerinden daha zengin olan birkaç kral ancak vardır," demişti. Genelde gelirin en az yüzde 50'si olan Kumpanya'nın aldığı vergi öyle büyük bir külfet getirmişti ki 18. Asrın sonlarında İngiliz idaresinde olan nüfusun üçte ikisi toprağından ayrılmıştı. Durant, "(vergi] borcu olanlar bir kafese kapatılıyor ve kızgın güneşin altında bekletiliyorlar. Babalar yükselen faizleri ödeyebilmek için çocuklarını satıyorlar," yazmıştı. Vergi ödememek, ödeyene kadar işkence görmek ve sonunda toprağının müsadere edilmesi demekti. Doğu Hindistan Kumpanyası, Hindistan tarihinde ilk defa topraksız ve geleneksel yaşam kaynağından mahrum bırakılmış köylüler ortaya çıkarmıştı. Ne gariptir ki Hindistan'ın geçmişteki hükümdarları idarelerinin para ihtiyacını vergi toplayarak değil bölgesel ve küresel ticaret ağları kurarak karşılamışlardı. Kumpanya'nın açgözlülüğü bu hakim anlayıştan hızla uzaklaşılmasına sebep olmuştu. Yolsuzluk daha önce de Hindistan'da vardı ama İngiliz idaresi altında bambaşka boyutlara ulaşmıştı. Kumpanya Hindistanlıların ödeyebileceğinden çok daha fazlasını istiyordu. Bu durumda vergilerin bir kısmı rüşvet, hırsızlık ve hatta cinayet ile ödeniyordu. Oxford History of India'nın 1923 baskısında da söylendiği üzere herkes ve her şey satılıktı. Hindistan'daki İngiliz idaresini resmen başlattığı kabul edilen 1757'deki meşhur Palaşi Savaşı'nın muzaffer komutanı Robert Clive gibi sömürgeciler açgözlülüklerinden ve yaptıkları yolsuzluklardan utanmıyorlardı. İngiltere'ye ilk defa dönerken yanında, Hindistan'da sömürgecilikle elde ettiği 234.000 sterlin vardı (o zaman Clive'i Avrupa'nın en zengin adamlarından biri yapan bu para bugünkü hesapla 23 milyon sterline tekabül etmektedir). Clive ve takipçileri Hindistan'da yaptıkları yağmalar sayesinde İngiltere'de 'kokuşmuş kasabalar' sarın alabilmişlerdi. Hatta neden daha fazla çalmadıklarını sorguluyorlardı. Clive 1765'te Hindistan'a tekrar gelmiş ve iki sene sonra İngiltere'ye yaklaşık 400.000 sterlin (bugün 40 milyon sterlin) ile dönmüştü. Milyonlarca rupiyi 'hediye' olarak kabul ettikten, her sene haraç topladıktan, boyunduruğu altına aldığı herkesin hazinesinde hoşuna giden bütün mücevherlere el koyduktan ve elindekileri İngiltere'de beş misli fazlasına sattıktan sonra Clive şöyle demişti: "Benim insafıma kalmış varlıklı bir kene; en zengin bankerleri benim tebessümüm için birbirleriyle iddiaya giriyorlar; kapakları benim için açılmış altın ve mücevherlerle dolu sandıkların arasında yürüdüm... Bu ülkenin göz kamaştırıcı zenginliğini ve benim aldıklarımın bu zenginliğin ufak bir parçası olduğunu düşününce kendi insafıma şaşırıyorum." İngilizler de utanmadan, tüm yaptığı ülkeden iyi bir pay almak için uğraşmak olan bu adama, sanki Hindistan'a aitmiş gibi, 'Hindistanlı Clive' ismini takmışlardı. İngilizlerin Hindistan'da yaptıkları hırsızlığın boyutu ve sınırları İngiltere'nin Hindistan sayesinde elde ettiği servete bakılınca görülebilir. Clive hakkında hayatının ayrıntılarının ötesine geçen bir biyografik makale yazan, 19. asırda yaşamış siyasetçi ve tarihçi Lord Thomas Babington Macaulay, Clive'in başarısının harekete geçirdiği geniş çaplı güçlerin bir kısmını şiddetle eleştirmişti (buradan Macaulay'ın İmparatorluğa muhalefet ettiği anlaşılmamalıdır. Kendisi de Doğu Hindistan Kumpanyası'nda farklı görevlerde çalışmış ve Kumpanya için 'dünyanın en muhteşem ortaklığı' demişti). Eleştirilerini, Hindistan'da servet elde ettikten sonra İngiltere'ye dönmüş "naipler" diye adlandırılan Doğu Hindistan Kumpanyası çalışanlarına yöneltiyordu. "Naipler" ifadesini literatüre kazandıran Edmund Burke idi. 1788'de Parlamento tarafından yolsuzluk yapmak ve elindeki gücü istismar etmekle itham edilen Kumpanya'nın Genel Valisi Warren Hastings'e yönelttiği sert ithamlarında bu ifadeyi kullanmıştı. Macaulay "nabob" kelimesinin, sorunlu bulabileceği aristokrasi ve otorite ile ilişkili olan nüvvab şeklindeki Hine unvanının yanlış yazılmış hali olduğunun farkındaydı. Macaulay'a göre naipler, "karanlıktan beslenirlerdi... müthiş bir servet elde etmişlerdi... bu serveti küstahça sergilemişlerdi... bu serveti har vurup harman savurmuşlardı," ve, "sonradan görme olduklarını," ispat etmişlerdi. Dahası, "Taze yumurtadan tut da kokuşmuş kasabalara kadar her şeyin fiyatını yükseltmişlerdi. .. hayatları düklerinkini gölgede bırakıyordu... faytonları Londra Belediye Başkanı'nınkinden daha fiyakalıydı... hatalı yönetilen büyük aileleri ülkeye hizmet edenlerin yarısını yoldan çıkartmıştı... ama güzel atları, onlarca hizmetçileri, Dresden çinisinden tabakları, bolca av etleri ve Burgonya şarapları olmasına rağmen hala düşük seviyeli insanlardı." Hindistan'daki bir İngiliz için para kazanmak hiç de zor değildi. Kumpanya yetkilisi Richard Barwell 1765'de, babasına övünçle, "Hindistan [refaha] giden yolun ta kendisi. Biraz dikkatli olursan ve (işlerin gidişatıyla ilgili) büyük bir aptallık yapmazsan servete erişmek için çok yol var," yazmıştı. Naipler genelde Kumpanyanın işleriyle birlikte hususi ticaretlerini yürüten Kumpanya yetkililerinden oluşuyorlardı. Kumpanyanın bölge üzerindeki tekeli düşündüğünde işleri çok kârlıydı. Yüzde 25 karla iş yapmak kişinin mütevazı olduğunu gösteriyordu. Çok daha yüksek karlar elde ediliyordu. Oğlu Clive'in Hindistan'daki kariyerini yakından takip eden babası ailesinin servet edinmesinin Hindistan'ı yağmalamakla mümkün olduğunu fark etmişti. 1752'de oğluna "idareciliğin ve cesaretin konuşulur hale geldiğine göre şimdi servetini artırma zamanıdır. Ülkeden ayrılmadan önce bu fırsatı iyi değerlendir," yazmıştı. Clive de babasının sözünü dinlemiş, Parlamento'da hem babasına hem de kendisine koltuk satın almış ve soyluluk payesi elde etmişti (bu paye sadece İrlanda'da geçerli olduğu için County Clare'in ismini 'Plassey' diye değiştirmişti). Whig Partisi'ne mensup siyasetçi ve tarihçi Horace Walpole şöyle yazmıştı: "Burada, Leadenhall Sokağı'nda Lord Clive'in malikanesi vardı. Bengal'in sahibi olan tüccarlara ait şirketin sarayı da oradaydı! Bu malikâne de sarayın bir parçasıydı. Hindistan'da tekel kurarak ve ülkeyi yağmalayarak milyonlarca insanı açlığa mahkum etmişlerdi. Kavuştukları refahla öyle bir debdebe içinde yaşıyorlardı ki ülkede adeta bir kıtlığa sebebiyet vermişlerdi. Bu refah yüzünden de her şeyin fiyatını artırmışlardı. Fakirler ekmek bile alamaz hile gelmişlerdi!" 18. asrın ikinci yarısında Kumpanya'da çalışmış olan Cockerell kardeşler, John ve Charles, Cotswolds'un göbeğinde muhteşem bir Hint sarayı inşa ettirmişlerdi. Soğan şeklinde yeşil bir kubbesi olan sarayın içinde şemsiye gibi çatriler, yukarıdan sarkan çajalar, Moğol bahçeleri, yılan figürlü çeşmeler, Surya mabedi ve Şiva lingamları vardı. Ayrıca sarayı koruması için Nandi tanrısı mevcuttu. Cockerell kardeşlerin üçüncüsü olan mimar Samuel Pepys Cockerell (kardeşlerinin aksine Hindistan'a hiç gitmemişti) tarafından tasarlanan Sezincote isimli saray, naiplerin Hindistan'ı yağmalayarak elde ettikleri servetin göstergesi olarak bugün hala ayaktadır. Naiplerin beraberlerinde İngi!tere'ye getirdikleri ve İmparatorluğu İngiliz halkı nazarında gerçek yapan mücevherler Hindistan'a aitti. Bu mücevherler yeni zenginlerin, İngiltere'nin emperyal bir güç haline gelmesinin ve ülkenin değiştiğinin göstergeleriydi. Fakat eski zenginler, yeni zenginlere iyi gözle bakmıyorlardı.
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.