Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

256 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek
Sohbet buraya geldiğinde, başka konuşalacak şey mi kalmadı, içim daraldı kapatın konuyu lütfen, gibi cümleler duyardım zaman zaman. Büyük ihtimalle sizler de. Ölüm bilinci, maalesef sevdiğiniz birinin kaybıyla insanda gerçek bir yer ediyor. Benim bu konulara yönelmemdeki sebep biraz da insanların tepkileriyle bu konuya pandoranın kutusu gibi davranılması; hem de yaşadığım kayıplar ve bu kayıpların beni ne şekilde etkilediğini gördüğümde manzaranın kayıtsız kalamayacağım kadar berrak olması oldu. Ölüm ve yas hakkında diğer psikolojik konulara oranla daha belirli sayıda dikkate değer kitap bulunması ve farklı yazarlar olsa bile, biraz da edebiyat tutkunluğumdan dolayı Irvin Yalom’un kitaplarından başlamayı tercih etmiştim. Yalom, başarılı bir varoluşçu olmasının yanında gerçek bir yazar ve edebiyatçı. Keyif aldığım estetik bir anlatım şeklinin yanında bir de yeni şeyler öğrenmek bana bir taşla iki kuş gibi geliyor. 7 bölümden oluşan bu kitaptan size hem etkilendiğim yerleri paylaşabilmek; hem de acilen duyulması gerektiğini düşündüğüm yerleri belirtmek için bu incelemeyi yazdım. Belki yer yer de içimi dökmüş olabilirim… 1) ÖLÜMCÜL YARA Irvin Yalom, neden bu nahoş, ürkütücü konuyu seçtiğimi sorabilirsiniz, diyerek ölüm konusuna eğilme nedenini paylaşıyor ilk bölümde okuyucuya. ‘’Gerçekten de son yıllarda kontrollü bakımın, semptom kontrolünün ve düşünme kalıplarını değiştirme girişimlerinin ortaya çıkışı yalnızca bu at gözlüğü takmış bakış açısını şiddetlendirmiştir. Ancak ölüm kaşınır. Hem de her zaman bizimle birliktedir, bazı iç kapıları tırmalar, bilinç zarının hemen altında zorlukla duyulacak şekilde hafifçe uğuldar. Burası endişelerimizin, streslerimizin ve çatışmalarımızın kaynağıdır ve sızıntı yapan çeşitli semptomlar gizli ve kılık değiştirmiş şekilde orata çıkar.’’ Yani, sen hayatın en değişmez hakikatinden ne kadar kaçarsan kaç bu konu elbet senin de kapının zilini çalacak; beni yok sayamazsın diyecektir. Irv’in amacı, bizim ölüme doğrudan bakarken aslında bu dehşeti hafifletmemiz ve hayatımızı zenginleştirmemizden ibaret. Biraz da yazdıkça kendi ölüm anksiyetesini ve yaralarını hafifletmek istiyor elbette. 2) ÖLÜM ANKSİYETESİNİ TANIMA Irv, uykuya dalarken ya da anestezi altında bilincimizi kaybederken ölümü tatığımız söylüyor. Ölüm anksiyetesini uyandıran belirli yaşam olaylarının altını çiziyor. Ciddi bir hastalık, bir yakının kaybı, kişinin güvenliğine yönelik engellenemez bir tehdit, cinsel saldırıya uğramak, boşanmak, soyulmak… Yunan mitolojisindeyse Thanatos (Ölüm) ve Hypnos (Uyku) tanrıları kardeş olarak geçiyor. Varoluşçu yazar Milan Kundera ise ‘’Çoğu insanı ölüm konusunda dehşete düşüren şey geleceğin kaybı değil, geçmişin kaybıdır. Aslında unutma davranışı hayatın içinde her zaman var olan bir ölüm biçimidir.’’ diyerek unutma edimiyle ölümü tattığımızı belirtiyor. Ölüm anksiyetesi düşündüğümüzden daha fazla gündelik yaşamımızın birçok yerine sinmiş bir halde bulunuyor aslında. Mesela çocukların ebeveynleri tarafından tattığı , çocuğum keşke piyano çalsa gibi hepimizin doyduğu o klasiklerin altında bir ölüm anksiyetesi yattığının acilen farkına varılması gerektiğini düşünüyorum. Bence ebeveynler olarak artık arkanıza yaslanın ve kendinizi gerçekleştiremediğiniz zamanları çocuklarınız üzerinden yaşamayı ve çocukları rahat bırakın. Bunu yapamıyorsanız bile ne yaptığınızı artık fark edin ki, onlara anlamlı, ayakları yere basan bir hayat hediye etmenin ilk adımlarını atın. Ve inanın onların gelecekle ilgili hayal dünyaları sizinkinden daha uçsuz bucaksız bir nehir. Çocuğun elinden tutmaksa niyetiniz, bu nehire dalmalarına yardım ve müsaade edin. Yalom, az önce biraz serzenişte bulunduğum ebeveynlerin bu anksiyetesini ‘’ölümsüzlük projesi’’ olarak tanımlıyor bir danışan örneğiyle birlikte. Attım ben de bu tanımı cebime. 3) UYANMA DENEYİMİ Uyanma deneyiminin en büyük kolaylaştırıcısı önemli hayat olaylarıdır, Irvin Yalom’un listelediği ve benim de ekleme ihtiyacı duyduğum olaylar : - Sevdiğiniz birinin kaybıyla duyduğunuz üzüntü - Hayati tehlikesi olan hastalık - Özel bir ilişkinin bitmesi - Büyük doğum günleri (elli, altmış, yetmiş yaş) gibi hayatın dönüm noktaları - Yangın, deprem, sel, cinsel saldırı, terör, savaş, hırsızlık gibi bir felaket travması - Çocukların evden ayrılması (Boş yuva) - İşinizi kaybetmek veya kariyer değiştirmek - Emeklilik - Huzurevine taşınmak - Son olarak daha derin benliğinizden mesaj getiren etkileyici rüyalar. Bir hayat ne kadar yaşanmamışsa ölümden o kadar korkarız, bu yüzden bazen ölümden çok korkan anksiyetik bir yaşlı görsem durup bir anlığına içimdeki hüznü takip ederim. Bu his, sadece heba edilmiş bir hayatın kaybına duyduğum bir hüzün değil; aynı zamanda ölümün hatırlatıcısıdır ve böyle olur muyum diye korktuğumdan olur. Irvin Yalom, varoluşçu bir yazar olduğu için kitaplarında önemli felsefe düşünürlerinden epey bir referans verir ve bu referansların hemen hepsi dart tahtasındaki kırmızı noktaya isabet eder. Bu konuyla ilgili bu bölümde iki kısmı kendime not etmiştim: İlki Nietzsche’nin ‘’Hayatınızı mükemmel hale getirin’’ ve ‘’Doğru zamanda ölün’’ İkincisiyse; ‘’Sessizce sonuma yaklaşıyordum… Kalbimin son atışının yapıtımın son sayfasına kaydedileceği kesindi ve ölüm yalnızca ölü bir adam alacaktı’’ (Sartre’ın özyaşam öyküsünden) Başka bir uyanma deneyimi olarak kitapta dikkatimi çeken kısım: Önemli kararlar. Her seçim bir vazgeçiştir ve her vazgeçiş sınırlılıkların ve geçiciliğin farkına varmamızı sağlar. Yalom bir danışanının hikayesiyle ele alıyor bunu. Danışan uzun zaman önce boşanmış ama yeni biriyle istese de ilişkiye bir türlü başlayamayan bir kadın. Başka bir adamı seçmenin onun için çok zor olmasının nedeni; bunu yaptığında boşanma tamamen gerçek hale gelecek ve hiçbir zaman geri dönemeyecek olmasıdır. Olasılıklar ne kadar daralırsa insan o kadar karanlıkta kalır. Heidegger ölümü bu yüzden ‘’başka olasılıkların olanaksızlığı’’ olarak tanımlıyor. 4) FİKİRLERİN GÜCÜ Ünlü düşünürlerin fikirlerinden kolaj yaptığı bu bölümden en sevdiğim kısımları paylaşacağım. Epiküros, ruhun ölümlü olduğunu, ölümden sonra yaşamaya devam etmediğini iddia eder ve tanrı’nın varlığını inkar etmeden bu görüşü savunur çünkü o dönemde bunu yapmak idamla sonuçlanırdı. Ölümün nihai hiçliğini de ‘’Algılamamızın bile mümkün olmadığı ölümden neden korkalım ki?’’ diyerek savunur. Yani benim olduğum yerde ölüm yok; ölümün olduğu yerde ben yokum diyor. Rus roman yazarı Nabakov ise ölümden sonraki boşlukla doğumdan önceki boşluk birbiriyle aynıdır görüşünü savunuyor. Varoluşumuz ona göre iki karanlık sonsuzluk arasındaki kısa ışık yarığından ibaret. Irvin Yalom’a bir okuru, gönderdiği mail’in bir yerinde ‘’Sonu olmayan varoluş fikri benim için sonlu varoluş fikrinden çok daha ürkütücü’’ demiş. Bu da bana ünlü Türk düşünürümüzün bir sunucuya verdiği şu yanıtı hatırlattı. youtube.com/watch?v=Uf_4g7n... Orta çağ’da bir tiyatro oyunu olan ‘’Everyman’’ ‘in dalgalanmayla ilgili mesajı: İyi davranışlar insana ölümüne kadar eşlik eder ve dalgalanarak sonraki kuşaklara aktarılır. (Bu oyuna kitapta yer yer değiniliyor.) Freud’un, faniliğin anlamının azaltılmasını nasıl reddettiğini hatırlatıyor. ‘’… hatta dünya üstündeki bütün canlı hayatın biteceği jeolojik bir çağ bile gelebilir; ama bütün bu güzellik ve mükemmelliğin değeri, yalnızca bizim duygusal hayatlarımız için taşıdığı anlamla belirlendiği için bizden sonra da var olması gerekmez.’’ Son olarak bu bölümü Schopenhauer’un ölmeden önce yazdığı son üç varoluşsal denemesiyle bitiriyorum. ‘’Sahip olduklarımız’’ : bitmek bilmeyen bir zenginlik istenci, malların bize sahip olduğu nokta. ‘’Başkalarının gözünde temsil ettiklerimiz’’ : kaygılarımızın yarısı burdan oluşuyor ve bu dikenlerin acilen üstümüzden atılmasını teklif ediyor. Ve ‘’ne olduğumuz’’ : Hayat kalitemizin deneyimlerimizle değil; onları algılayış şeklimizle ilgili olduğunu savunan görüş. Bu görüş, aynı zamanda son dönem popüler olan bilişsel davranışçı terapi (BDT) ekolünün de köklerini oluşturuyor. Bunun gibi birçok ünlü düşünürün ölüm anksiyetesiyle nasıl baş ettiğine şahit olmak, yalnız olmadığımızı gösterirken; bu kederin, unutulmaz sözlerle nasıl da birer sanat eserine dönüştüğü ayrı bir gerçektir. Yas, mutlaka yaratıcılığı artırır. Sezen Aksu’nun sevgilisini kaybettiğinde apar topar yazdığı ‘’Yas’’ şarkısı, Gülçin Ergül’ün sevgilisini kaybettiğinde çıkardığı ‘’Gökyüzü çağırdı aşkı’’ şarkıları aklıma geldi bunları yazarken. Sezen’in o dönemde şarkıyı söylemeye cesareti olmadığı için Levent Yüksel’e verdiğini okumuştum bir yerde; Gülçin’in de şarkının klibi çekilirken defalarca ağlama krizi yaşadığından setin sürekli durdurulduğu, devamlı makyajının tazelendiği ve ekibinin uzun süren bir çekim geçirdiğini duymuştum. Ama gelin görün ki iki şahane sanat eseri çıkıyor burdaki iki acıdan da. Ben, hayatın bu tarafını sanata yansıtmayı hem iyileştirici, hem de çok karakteristik buluyorum. Çünkü bu acılar çok şahsi ve çok derinlerdedir, bu yüzden yasınızı nasıl tuttuğunuz sizin dünyanız ve yaratıcılığınızla ilgilidir. Sahici duygularla yapılmış bir eserin ise; insan hayatında etkileyici bir yer bulmaması mümkün değildir diye düşünüyorum. 5) FİKİRLER VE İLİŞKİLER YOLUYLA ÖLÜM KORKUSUNUN ÜSTESİNDEN GELMEK Hayatta anlamlı ve altı dolu ilişkiler kurmak, zor zamanlarda bu dönemin üstesinden gelmek için güçlü kaynaklardır. Bu ilişkiler millerce uzaklıktan devam etse bile var olan bir ilişki insanın içini sıcak hissettirebilir. Böyle derin bağlara sahip olmanın ölüm korkusuna da iyi geldiğini belirtiyor yazar bu bölümde ve yalnızlığın ölüm korkusunu tetiklediğinden bahsediyor. Yalnızlığı sıradan ve varoluşsal diye ikiye ayıran Yalom, sıradan yalnızlığı sevilmeme, utanç, reddedilme gibi hepimizin bildiği duygularla hatırlatırken; varoluşsal yalnızlığın daha derin bir yalnızlık olduğunu, kişi ile diğer insanlar arasında kapanmaz boşluktan kaynaklandığını söyler. Aslında kendimize ait o dünyanın kimse tarafından bilinemeyeceğine ve hayatımızın bir gün yok olacağını kastediyor. Tabii bu uyanışın daha çok yaşlandıkça gerçekleştiğini de belirtiyor. - Burda bir itiraf parantezi açmak gerekirse; bu konular ilgimi çektiği için kendi adıma bu uyanışın biraz daha erken gerçekleşmesine emek veriyorum diyebilirim. Kendi kayıplarıma kederlenmeye ve yasımı yaşamama müsaade etmeye özen gösteririm. Ölüm anksiyetemin, ortalama sağlamlıkta olan her insan kadar var olduğuna inanıyorum ancak benim için daha önemlisi bu yasları yaşarken; kendimi daha yakından tanıdığım yeni yerlerim olduğunu görüyorum ve bu da beni heyecanlandırıyor. - Yakın ilişkilerin gelişmesinde kendini açmanın kalıcı etkileri olduğunu savunan Yalom’a göre bir kişi risk alıp kendisiyle ilgili gizli bir bilgiyi açarken karşısındaki de aynı şekilde pas verirse – kişi ne kadar kendi olursa- arkadaşlık derinleşir ve böyle bir yakınlığın varlığıyla da bütün rahatlama biçimleri, bütün fikirler daha da anlamlanır. Ardından yazar, pişmanlığın değerine vurgu yapıyor ve bence kitaptan herkese en çok paylaşmak istediğim yer burası oldu. Pişmanlık genelde telafi edilemez üzüntüleri çağırıştırsa da doğru yaklaşıldığında uyanma deneyimidir ve onarıcıdır. Yaşadığım hiçbir şeyden hiçbir zaman pişman olmadım cümlesi kadar daha gerçeklikten uzak bir cümle hayatımda duymadım. İnsanın kendisine hata yapma payı vermemesi ve devamlı bir yürüyen gurur direği gibi gezme çabası bana çok acıklı geliyor. Irvin Yalom ise kendisine ve hastalarına bir yıl, beş yıl içinde meydana gelebilicek pişmanlıklarını sorup; yeni pişmanlıklar duymadan nasıl yaşayabileceğini soruyor genelde. Zaten terapiyi terapi yapan temel anlardan biri de budur; bu kötü olay yaşandı ama bundan sonra neyi farklı yapabilirim? Burdan alabileceğim ne var? Bu düşünme şeklini beyine eğittiğiniz zaman; günlük hayatta yaşadığınız nerdeyse tüm talihsiz, karanlık olayları gelecekteki aydınlığa çevirmiş olursunuz. Yazar, acı çekilen ve yasla kederlenilen özel anlarda dikkatimizi dağıtmadan, o acıyı tamamen hissetmeye kendinizi bırakın diyor. Çünkü uyanmanın, farkındalığın ancak güneşe doğrudan, cesurca baktığımızda gerçekleşebileceğini savunuyor. Ve o uyanma gerçekleştiğinde bu deneyimin bizi daha hayat dolu bireyler yapacağını; her şeyi en derin şekilde sevmeyi sağlayacağını ve başkaları için gerçek bir şefkat duymaya başlayacağımızı göstermek istiyor. 6) ÖLÜM FARKINDALIĞI Potansiyellerimizi gerçekleştirdiğimiz bir hayat tamamlamak için ölüm farkındalığına erişmemiz gerektiği hatırlatıyor kitabın bu bölümü. Bu zaten kendi özel hayatımda da zaman zaman durup üzerinde düşündüğüm bir konuydu. Yalom burda ölümle kişisel olarak başa çıkma yollarını anlattıktan sonra akıl hocalarına -Rollo may, Jerome Frank ve John Whitehorn- ve onlardan edindiklerine değiniyor. Dr. Yalom’un bu bölümde, ölümden sonraki hayata kesin olarak inanmadığını ve ahlaklı, erdemli bir insan olmak için dini herhangi bir inanca ihtiyaç duymadığını açıkça görüyoruz. Faniliğin değersizleştirildiğini ve reenkarnasyon gibi ölümsüzlük inançlarıyla ölümden kaçıldığına ben de katılıyorum. Ayrıca materyalistlerin moleküller halinde var olmaya devam edeceğimiz düşüncesi ise bana sadece buz gibi bi rahatlama veriyor, pek bir anlamı olmayan cılız bir rahatlama hissediyorum. Dr. Yalom dini inançların insanların hayatında ölümle baş etme biçimi olmasını reddetmiyor; fakat ölümün etkisizleştirilmesine karşı çıkıyor. Bu dini inançların, reenkarnasyon gibi fikirlerin ölümün etrafında gezip asıl anlamından bir kaçış yolu olduğunu savunuyor ve ben de bu konuda çok mütereddit hissediyorum kendimi yıllardan beri. Beynin işlevi sona erdiğinde ona ait her şeyin son bulacağı düşüncesine teslim olmak bazen daha akıllıca geliyor ama hangi gönül öylece kabul edebilir ki bunu? Bilemiyorum… 7) ÖLÜM ANKSİYETESİYLE UĞRAŞMAK: TERAPİSTLERE TAVSİYELER Bu bölümü, psikolog/psikiyatr olmayan arkadaşların da okumasını tavsiye ederim çünkü yazar, ölüm anksiyetesi konusunun terapideki yerini özel terimlerden arındırırarak; herkesin okuyabileceği sade bi dille anlatıyor. Tavsiyelerden benim seçtiklerime gelecek olursak; bir danışanın anlattığı zalimce bir olaya yakınlık duyabilmek ve onunla yol katedebilmek için terapistin de karanlık yanlarını açmaya müsait olması gerektiğini söylüyor. Rüyalar konusunda genç terapistleri eleştiren yazar, büyük uyanışların bu rüyalarla birlikte gerçekleştiğini söylüyor. Yalom ve birçok varoluşçu, genç terapistlerin seanslarda rüya çalışmamalarını eksiklik olarak değerlendiriyor; çünkü birçok korku ve kaygı bize rüya yoluyla kendini hatırlatır, kafanı ne kadar çevirirsen çevir ordadır. Şahsen seans alıyor olsaydım ve danışanım bana bir rüyasıyla gelseydi; asla o anlarda sessiz kalmazdım. Kitabın bu bölümünde rüyaların önemini daha açıklayıcı şekilde ele alıyor. Son olarak; terapistin de kendi hayatından kesitleri ancak ve ancak danışanın o sırada anlattığı çıkmaza bir katkısı olacaksa açması gerektiğini öne sürüyor. Terapist bunu yaptığında terapötik ilişki de daha sağlamlaşıyor, gerçek bir yoldaşlık başlıyor. Bu yüzden bunu kendi aldığım varoluşsal terapide de tecrübe etmiş biri olarak; dikkatli bi şekilde terapistin de kendini yer yer açması gerektiğine gerçekten katılıyorum. SON SÖZ – EKLEMEK İSTEDİKLERİM Ölüm konusu hayatımda gitgide günlük bir yere dahil oluyor, o sanki hep bir cebimde taşıdığım ara ara kafasını çıkartan; acı sözleri olan dürüst bir dost benim için. Birinci derece yakınını kaybetmiş bir arkadaşım bana bir keresinde ‘’Uğur, ben artık yediğim yemeğin bile lezzetini daha çok alıyorum biliyor musun’ demişti. Bu sözü hiç çıkmadı aklımdan, aslında burdaki incelemede konuştuğumuz her şeye örnek bir deneyimini paylaştı arkadaşım benimle. Yaşadığımız kayıpların yasını tutmaya ne kadar alan açarsak; hayatın da bize o kadar refah sağlayacağını görüyorum ve sesim sözüm yettikçe, yasını yaşamadığına şüphe ettiğim kayıp yaşayan birini gördüğümde bunları söylemekten çekinmiyorum, orda olmaktan da çekinmiyorum. Bana bazen ‘’Ben böyle bir kayıp yaşamadım, ona nasıl destek olacağımı bilemiyorum, ne diyeceğimi bile bilmiyorum, bugünlerde geçecek ya da kuru bir başın sağ olsun mu diyeceğim?’’ diye soranlar oluyor. Onlara da şunu söylüyorum; yaşanılan kayıp her ne olursa olsun, destek olmak istediğiniz kişi sizinle konuşmak istemese bile beraber susmayı da teklif edebilirsiniz. Hiçbir kelimeye ihtiyaç duymadan da acı yaşayanın yanında var olmak bazen desteklerin en anlamlısı ve güçlüsü olabilir. Hiçbir dost veya hiçbir terapist bu acıyı o kişilerin kalbinden söküp alamaz zaten, yapılabilicek tek şey o yarayı bir yol bulup paylaşmaktır. İncelemeyi Irvin Yalom’un bu kitapla ilgili umudunu anlattığı son sözüyle bitiriyorum: ‘’Bu kitabın kasvetli bir kitap olmasını istemiyorum, insani durumumuzu- faniliğimizi, ışıktaki kısa süremizi- kavrayarak, ama gerçekten kavrayarak her anın tadını çıkarmakla ve sırf var olmanın keyfini sürmekle kalmayıp kendimiz ve bütün insanlar için duyduğumuz şefkati artırmayı umuyorum.’’ *Dün gece tamamladığım incelememi bugün vefat eden amcamın ve geçen yıl kaybettiğim yengemin anısına adıyorum, dilerim okuyanlarınıza iyi gelsin; ayrıldığımız tüm sevdiklerimiz huzurla uyusun.
Irvin D. Yalom
Irvin D. Yalom
Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek
Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek
Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek
Güneşe Bakmak Ölümle YüzleşmekIrvin D. Yalom · Pegasus Yayınları · 20172,172 okunma
·
437 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.