Yüzyılımız, devlet, iş çevresi ve işçi sendikaların da, hiyerarşik olarak organize edilmiş bürokrasiler çağıdır. Bürokrasi; insanı ve nesneyi bir tutarak yönetir. Belirli ilkeleri izler, özellikle bilanço, sayıya dökme, maksimum randıman, kâr gibi ekonomik ilkeleri; ve görevlerini gerçekte bu ilkelerle programlanmış bir bilgisayar esasıyla yerine getirir. Kişi; sayılaşır, kendini bir nesneye dönüştürür. Ama ortada açıkça işleyen bir otorite olmadığından yeni insan itaate «zor lanmadığından», kişi gönüllü davranıyor olmanın, yalnızca «akılcı» bir otoriteyi izlediğinin yanılsamasını taşır. «Akla uygun olana» kim karşı gelebilir? Bilgi- sayar-bürokrasisine kim itaatsizlik edebilir? İtaat ettiğinin ayırdına bile varamadıktan sonra kim itaatsizlik edebilir ki? Aynı durum ailede ve eğitimde de söz konusudur, ilerici eğitim kuramlarının çürütülmesi sonucu, çocuğa, ne yapacağı söylenmeyen, buyrulmayan, söylenenleri yapmadığında cezalandırılmayan bir yöntem başgöstermiştir. Çocuk, yalnızca «kendini ifade eder.» Ama yaşamının daha ilk gününden başlayarak ileri yaşlarına dek çocuk, aykırı olmanın, sürüden ayrı kalmanın korkusunu taşıyarak, uyumluluğa yönelik inanılmaz bir saygıyla doldurulur. Ailede ve okulda başlayıp büyük düzenin etkisinde eğitimini tamamlayarak büyüyen «düzen adamı»mn görüşleri vardır, ama inançları yoktur. Kendini oyalayabilse bile mutsuzdur