Kafkasya, tarihi boyunca birçok ırkın beşiği ve mezarı oldu. Sanskritçe' den gelen "Kafkasya" kelimesi beyaz, karlı dağlar anlamına geliyor. Elbruz ve Kazbek'in karla kaplı zirveleri, Kafkas berzahı boyunca uzanan sıradağların üzerinde parlar. Bu dağ silsilesi, işgalcilerin önünde adeta doğal bir engel bir kale gibi yükselir. Bölgeyi işgale gelen yabancılar, mağlup ordular ve göçebe aşiretlerin hepsi bu zirvelerin ardındaki vadilere uzanan geçitleri aşmayı denedi. Bazıları başardı, bazıları yolda hayatını kaybetti, bazılarıysa vazgeçti. Ancak hepsi arkalarında bir iz bıraktı. Bölgedeki lehçelerde, yer isimlerinde, inançlarda, efsanelerde, zırhlarda ya da Hevsurlar gibi sarı saçlı insanlarda bölgeye yolu düşenlerin yankılarına rastlamak mümkün. İskitler, Medler, Farslar, Cenevizliler, Yunanlılar, Moğollar, Kalmuklar, Kürtler, Ermeniler, Türkler, Osetler ve daha birçoklarının karışımından oluşan Kafkas halklarını kimse çözemezdi. Rivayete göre, Tiflis pazarında yetmiş farklı dil konuşuluyordu. Plinius'un aktardığına göre Romalılar, Kafkasya'daki işlerini yürütmek için yüz otuz dört tane tercüman çalıştırıyordu. 10. yüzyıldan itibaren Slav işgali başladı. Sviatoslav ve Moskova knezlerinin liderliğindeki Slav orduları, Hazar Denizi ile Don Nehri arasındaki bütün bölgeyi işgal etti. Ancak daha sonra bölgeye gelen Arap ordularına mağlup oldular. Araplarsa 1387 yılında Kafkasya üzerine yürüyen ve karşısında hiçbir millet ya da hükümdarın tutunamadığı Timur'a yenik düştü. Yaşanan savaşlar, 16. yüzyıla kadar böyle dalga dalga sürdü. Ta ki savaş meydanında sadece üç taraf, yani İran Şahı, Osmanlı Sultanı ve Rus Çarı kalıncaya dek. Ancak bu koşullarda dahi bölgede yaşayan farklı aşiretler, kendi yaşam tarzlarını korudu. Bazen mücadele eden, bazen geriden izleyen aşiretler, mesafelerini ve özgür ruhlarını muhafaza etti. Ancak 19. yüzyılda Şamil'in idaresi altında yekvücut bir Müslüman kuvvet olarak birleşen Kafkas halkları, Şeyh ile Çar, Hilal ile Haç arasındaki meseleyi neticeye kavuşturacaktı.
Valerian Zubov'un küçük düşürücü ricatından sonra Kafkasya'yı ele geçirmek için kaydadeğer bir hamle yapılmadı. Ancak II. Katerina'nın torunu Çar 1. Aleksandr, ülkesinin sınırlarını genişletmeye karar verince işler değişti. Kendini dev aynasında gören babası 1. Pavel, büyük hayranlık duyduğu Napolyon'la Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşma planları yapmıştı. Aklındaki proje için çoktan Don Kazaklarını ayırmıştı. Doğunun tamamını hakimiyet altına almak için ilk başta Hindistan'ı işgal edeceklerdi. Ancak saray mensupları tarafından boğularak öldürülünce bu planlar akamete uğradı. Daha makul biri olan oğlu Aleksandr'ın gözü o kadar yükseklerde değildi. Kısa süre önce ilhak ettikleri Gürcistan' daki Rus mevzilerini tahkim etmek ve Kafkasya'yı ele geçirmek onun için yeterliydi. Ordularının başında Napolyon'a karşı zafer elde eden Aleksandr, 1814 yılında Paris müttefikler tarafından işgal edildikten sonra Rusya'ya döndü (Askerleri, Rusça'da "çabuk", "hızlı" anlamına gelen "bistro" kelimesini arkalarında hatıra bıraktı. Dev gibi cüsseleriyle Slav askerleri, yemek yedikleri lokanta ve sokak tezgahlarındaki çalışanları, "bistro" yani "çabuk" diyerek taciz ederlerdi. Fransızların da diline giren bu kelime, hızlı servis yapan, sade lokantalar için kullanılır oldu). Borodino' daki gibi destansı zaferler kazanan Çar ve generalleri, Kafkasya'yı ele geçirme konusunda pek bir sıkıntı yaşayacaklarını düşünmüyordu. İmparatorluğun tamamlanması için bu adım gerekliydi. Yıllar süren toprak kazanma çabaları sonunda nihayete erecekti. Profesyonel askerlerin gözünde, giriştikleri mücadeleleri noktalamak için oldukça münasip bir seferdi. Ancak Rusya, bir kez daha karşısında sarp dağların ve balta girmemiş ormanların himaye ettiği, gerilla yöntemlerinde ustalaşmış çetin bir düşman buldu. İnat eden Rus generaller, acımasızca misilleme yapmaya karar verdi. Yerli halk darmadağın edilecek, köyler ve mahsuller yok edilecek, su kuyuları doldurulacak, meyve ağaçları kesilecek, üzüm bağları ezilecekti. Kafkasyalılar dize getirilecekti. Kimseye merhamet gösterilmeyecekti (zaten savaşçıların merhamet dilendiği de yoktu). Sefer, daha fazla gecikmeye mahal vermeksizin nihayete erdirilecekti. Yüce Tanrım! Bu Tatarlar ne kadar küstah insanlardı. 1816 yılında Güney Orduları Komutanı olarak atanan ve Kafkas cephesinin başında olan General Yermolov böyle söylüyordu. Kafkasyalılar, ona Moskova Şeytanı diyordu. Askerleri gibi yerel halk da ona korku ve hayranlık besliyordu. Askerleri onu Batuşka yani babacık diye görüyorlardı. Dev cüssesi, gür sesi ve sert mizacıyla Yermolov, Rus efsanelerinde anlatılan, kocaman atlarının üzerinde steplerden ve bataklılardan gelip savaşlarda destan yazan, silahlarını yıldırım gibi sallayan ve sesleriyle yeri titreten Bogatir adlı devlerin ete kemiğe bürünmüş hali gibiydi. Mihail Yermolov da aynı efsanevi havaya sahipti. 1777 yılında dünyaya gelen Yermolov, Suvorov'un emrinde savaştı. Austerlitz'te albaylığa yükselen Yermolov, Avusturya ordusunda Fransızlara karşı mücadele etti ve Napolyon Savaşları'nda üstün hizmet gösterdi. 1814 yılında müttefikler Paris'i işgal ederken Rus ve Prusya birliklerine komuta ediyordu. Yermolov'un kabiliyetini takdir eden Çar I. Aleksandr, saraydaki birçok üst düzey general yerine onu Kafkas orduları komutanı olarak görevlendirdi ve İran Şahı Feth Ali'nin sarayına elçi olarak atadı. Çarın çevresindeki bütün subaylar, Yermolov'un atanmasını kendilerine yapılmış bir hakaret olarak gördü. O andan itibaren Yermolov, iki cephede birden mücadele etmek zorunda kalacaktı. Bir yandan ülkesinin düşmanlarıyla savaşacak, diğer yandan memleketinde ellerine geçen her fırsatta kendisine saldıran düşmanlarıyla mücadele edecekti. Onu çekemeyen insanları genellikle umursamayan Yermolov, onları sinek vızıltısı gibi görüyordu. Ancak bazı zamanlarda canavar gibi kükreyip düşmanlarına öyle bir tokat indiriyordu ki kimse bir müddet sesini çıkaramıyordu. Sarayda yabancı unsurlara tahammül edemiyordu. O, tam manasıyla bir Rusya aşığıydı. Bogatir ya da onu seven mujik (köylü) askerler kadar milli bir şahsiyetti. Askerlerine daima zaman ayıran Yermolov, kamp ateşinin yanına oturup onlarla birlikte lahana çorbası kazanına kaşık sallardı. Sivri dilli Yermolov, St. Petersburg'daki saray ahalisine de laf dokunduracaktı: Hizmetleri karşılığında ne gibi bir mükafat istediğini soran Çar'a şöyle cevap verdi: "Alman olarak doğmak. Çünkü o zaman istediğin her şeyi alabilirdim." İnceden bir iğneleme içeren bu söz yıllar geçse de etkisini yitirmeyecek, yüz elli yıl sonra dahi geçerliliğini koruyacaktı. Yaşadığı tecrübeler, Asyalılar tarafından saygı görmek istiyorsa boyun eğmeyenlere acımasız davranması gerektiğini göstermişti. Zalim davranışlarının altında Çar'ına sadakati ve ülkesine bağlılığı yatıyordu. Ordusunu arkasına alıp Kafkasya'da kendi sancağını dalgalandırmak ve Çar'a başkaldırmak istediğini söyleyen saraydaki düşmanlarının iddialarının aksine kendini yüceltmek için değil, Rusya uğruna mücadele ediyordu. Birkaç yıl önce insani ilkeleriyle övünen I. Aleksandr, Yermolov'un uyguladığı işgal yöntemlerine öfkelenince kudretli komutan şöyle cevap vermişti: "Adımın yaydığı korkunun, sınırlarımızı zincir ya da kalelerden daha iyi korumasını arzuluyorum." Dağlılara karşı Asya'nın acımasız işgal yöntemlerini kullanmaya devam eden Yermolov, esirlerinin kulaklarına demir çubuk sokuyor, kendisine direnen köylerdeki kadınları mezata çıkarıyordu (Güzel bir tanesiyle kendisi evlendi). İşgalin Ruslar arasında yol açtığı coşkuyu paylaşan Puşkin, "Boynunu eğ Kafkasya, Yermolov geliyor" diye yazıyordu. Kalan İran nüfuzunu da bastıran Yermolov, Rusya'nın kazanımlarını da sağlamlaştırdı. Son derece kararlı olan komutan, Kafkasyalılarla kendi anladıkları dilden mücadele ediyordu. "Tevazu, Asyalılar için bir zayıflık alametidir" diyordu. "Ben, insani saiklerden katiyetle uzak duruyorum. Bazen bir kişiyi idam etmek, yüzlerce Rus askerinin hayatını kurtarır." Yine de I. Aleksandr, Yermolov'un zalimane uygulamalarından hoşlanmıyordu. II. Katerina tarafından torununun öğretmeni olarak görevlendirilen La Harpe'den etkilenmişti. Katerina, La Harpe'nin Romanov mutlakiyetçiliğine karşı daha liberal, Avrupai bir etki uyandıracağını düşünmüştü. Latif ve maneviyatına düşkün biri olan Aleksandr, sömürge yayılmacılığı konusunda zaten isteksizdi. Şüphelerine yenik düşen Çar, valisine merhamet göstermesini tavsiye ediyordu. Ancak ne gaddarlık ne de merhamet baskın gelecekti. Çar Aleksandr, Azak Denizi kenarındaki Taganrog şehrinde esrarengiz bir şekilde hayatını kaybettiğinde, ardında tahta çıkacak bir evlat bırakmamıştı. Kardeşi ve veliahdı Polonya Valisi Grandük Konstantin, kardeşi Nikola lehine tahttan çekildi. Bu görevi kutsal bir emanet olarak gören Nikola, istemeyerek de olsa tahta çıkmayı kabul etti. 1825 yılının Aralık ayında Çar ilan edildi. Haberin Kafkas illerine ulaşması birkaç haftayı buldu. Ancak Komutan Yermolov, askerlerine Konstantin'e sadakat yemini ettirmişti. Bu adımı Yermolov'un küstahlığı ve anarşist niyetlerinin kanıtı olarak gören Nikola kimseyi dinlemedi. Zaten sarayda Yermolov'un hatasını savunmaya çalışan pek kimse de yoktu. Bir zamanlar saraydan bağımsızlığını ilan etmeye çalışan Kazak başbuğları gibi bu zalim adamın Kafkasya'da kendi sancağını dalgalandırıp güneyi kendi başına yönetmek istediği belliydi. Bir an önce başkente geri çağrılmalıydı. O kadar esip gürlemesine rağmen aşiretleri dize getirmeyi de başaramamıştı. Bilakis Dağıstan açıkça başkaldırıyordu. Eğer Çar'ın isteklerini yerine getiremiyorsa, bunu yapacak başka biri bulunabilirdi. Nikola, güneyde bir zafer turu atıp Titlis'te bir fatih gibi karşılanma hayalleri kurmaya çoktan başlamıştı. Bu hayaller için henüz erken olduğu söylendiğinde büyük hayal kırıklığına uğradı ve bunu şahsına yapılmış bir hakaret olarak kabul etti. l. Nikola, 1827 yılının Mart ayında Kont Paskiyeviç'i Kafkasya başkomutanlığına atadı ve büyük bir öfkeyle Yermolov'u görevinden azletti. Nikola, şahsen hoşlanmadığı kişilere, özellikle demokratik görüşlere sahip olduğundan şüphe ettiği insanlara alicenap davranmazdı. Yaşlı kurt, iddia ettiği gibi Cengiz Han'ın soyundan geliyor olabilirdi. Kendisini çok seven askerlerine mesafeli durmaz, aksine onlardan biriymişçesine yakın davranırdı. Sadeliği ve mujikler üzerindeki gücü, Nikola'nın hiç de aşina olmadığı şeylerdi. Almanları andıran tavrıyla katiyen doğruluktan ayrılmazdı. Kendisine yağcılık yapan kaypak ve dalkavuk askerlere hiç taviz vermezdi.
Yermolov, şöhretinin doruğuna ulaştığı Kafkasya'dan kiralık bir arabayla ayrıldı. Kimse, daha iyi bir şeyler ayarlama zahmetine girmemişti. Yetkililerin gözünde herhangi bir değeri kalmamıştı. Kendilerini terk edilmiş hisseden askerler, komutanlarına reva görülen muameleye o kadar içerlemişlerdi ki nerdeyse isyana kalkışacaklardı. Komutanlarının gidişini yaşlı gözlerle izlediler. Gece gündüz sırtından çıkarmadığı eski paltosuna sarılmış (gücünün doruğunda olduğu günlerde dahi yatak yorgan aramazdı) arabada oturan Yermolov kaderini metanetle kabullenmişti. Tiflis'ten kuzeye doğru giden araba, Yermolov'un inşa ettirdiği Gürcü Askeri Yolu boyunca ilerledi. Tek bir Kazak bölüğü dahi arabasına refakat etmiyordu. Yaptırdığı kalelerden hiçbiri yanlarından geçen Yermolov'u top atışıyla selamlamadı. Subaylara çoktan emir gitmişti: Artık Başkomutan, Paskiyeviç'ti. Gözden düşen ve geri çağrılan Yermolov'un bir hükmü kalmamıştı. O, karanlığın içinde yok olmaya yüz tutan bir gölgeydi sadece. Tıpkı şanlı günleri gibi dağlar da geride kalmıştı. Araba, ıssız ufuklara doğru yol alıyordu. Koca bir hiçlik onu bekliyordu. Kafkasya'da geçirdiği yıllarda kazandığı bütün zaferler, yaşadığı tüm olaylar, sürgüne gönderildiği küçük bir taşra kasabası olan Orel'de noktalanacaktı. Kendini savunma zahmetine bile girmedi. Belki de gelecek nesillerin gözünde Rus tarihinin en kudretli şahsiyetlerinden biri olacağını biliyordu. Hem Çar Nikola'dan hem de onu çekemeyenlerin düşmanlıklarından daha uzun yaşadı. Hayatının son günlerinde itibarı iade edilen Yermolov, büyük övgüye mazhar oldu. Son nefesine kadar Bogatir efsanesini yaşatan Y ermolov, 1861 yılında Moskova'da hayata gözlerini yumdu. Kısmen de olsa Kafkasya'yı dize getirmeyi başaran ilk isimdi. Bölgede bir dizi kale inşa ettiren Y ermolov, aynı zamanda Gürcü Askeri Yolu'nu da yaptıran kişiydi. İran ve Tatar hanlıklarını Rus topraklarına kattı. Ancak derin hasarlar bırakan yöntemleri, kibri ve acımasızlığı, 1826 yılında çıkan İran savaşına zemin hazırladı. Dağıstan ve Çeçen illerinde şiddetli düşmanlığın ve Müritçiliğin yeniden canlanmasına yol açtı. Askeri tarihçi
J. F. Baddeley, Yermolov'un Kafkasya' daki başarılarını şu kelimelerle özetler: Rusların gözünde Yermolov'un üstün başarısı, Rus hakimiyetinin bağımsız ve yarı bağımsız devletleri kapsayacak şekilde bütün Kafkasya'ya, Asya'da İran ve Osmanlı'nın kuzey sınırlarına kadar yayılması gerektiğini daha en başından fark etmiş olmasıydı. Ancak bu amaca ulaşmak için benimsediği yöntemler, en hafif tabirle tartışmaya açıktı. Ancak ne Yermolov'un kudreti ne de ardından bölgeye gönderilen muazzam ordular, Kafkasya'yı kısa sürede ele geçirmeye yetecekti.