Tarihçi Froude "Tarih, tüm boyutlarıyla incelenmelidir. Gerekli bakış açısını ancak bu şekilde kazanabiliriz" diye yazıyor. Dolayısıyla Şamil hakkında yazarken öncelikle onu yaşadığı zamana yani 19. yüzyılın ilk yarısına, ardından kendi mekanı olan dağlara, daha sonra bu dağları kendi çerçevesine oturtmamız gerekir. Kuzeyde uçsuz bucaksız Rusya stepleri, batıda Karadeniz kıyısındaki Gürcistan ovaları, doğuda nefti yeşil Hazar, güneydoğuda İran ve Osmanlı sınırındaki çorak Anadolu toprakları, Şamil'in çocukluğundan beri İngiltere'nin, Napolyon yönetimindeki Fransa'nın ve Rusya'nın bilek güreşi yaptığı, acımasız, karmaşık, vahşi ve ıssız bir coğrafya... Devletlerin bu bölge üzerindeki güç mücadelesi Kafkasya'dan açık seçik görülebiliyordu. Şamil'in memleketinin güney cephesi İran sınırına dayanıyordu. Bu yakınlıktan ötürü bütün Kafkasya İran'la derin ilişkilere sahipti. Dolayısıyla, öncelikle İran'daki manzarayı yakından incelememiz gerekir.
19. yüzyıl İranı'nda herkesin gözü, Feth Ali Şah'ın üzerindeydi. Baba Han olarak tanınan Feth Ali, o dönemde amcası Ağa Muhammed'in oturduğu Tavuskuşu Tahtı'nın varisiydi. Ağa, idama mahkum ettiği (ancak infazı henüz gerçekleştirilmeyen) iki kölesi tarafından öldürülünce Baba Han yıldırım hızıyla harekete geçti. Amcasının ataletinin doğurduğu ölümcül sonuçların farkındaydı. Kardeşi de dahil olmak üzere taht üzerinde hak iddia eden herkesi bir gecede ortadan kaldıran Baba Han, Tavuskuşu Tahtı'na çıktı. O günden itibaren Şahların Şahı Feth Ali Şah olarak tanınacaktı. Vahşi olduğu kadar aydın, sakin olduğu kadar gayretli, gaddar olduğu kadar cömert biri olan bu adam dikkat çekici bir kişiliğe sahipti. Zevkine düşkün bir hükümdar olmasına rağmen ülkesini Avrupa'daki politika ve ilerlemelerin yörüngesine yaklaştıran ilk isim oldu. Amcası Ağa Muhammed, ülkeyi zulümle idare etmişti. Kaçar aşiretinin hadım reisiydi. Kaçarlar, aslen Fars değil Türk'tü ve Mazenderan ormanlarından geliyorlardı. 18. yüzyılda yozlaşmış seçkinlerden oluşan Safevi hanedanının yerine geçen Kaçarlar, İngiltere'de iktidara gelen, Hanover hanedanının yaptığı gibi Fars kimliğini benimsedi. Bir askeri strateji dahisi olan Ağa Muhammed kana susamış bir mizaca sahipti. (Seçkin bir insanın hayran bir kitle önünde ilk dansa kalkarak baloyu açması gibi) çadırına getirilen esirleri bizzat süngüleyerek savaşı başlatmaya bayılırdı. Bu menfur adam korku nedir bilmezdi. Rivayete göre bir keresinde zafer nişanesi olarak düşmanlarının gözlerinin çıkarılmasını istemişti. Oturmuş kendisine getirilen gözleri sayarken, sadık veziri Mirza Şefi, "Şahım, Allah buna razı olur mu?" diye sitem etmişti. Saydığı gözleri karıştırmamak için hançerini önündeki yığının arasına koyan Ağa Muhammed yavaşça kafasını kaldırıp şöyle demişti: "And olsun ki bir göz eksik çıkarsa, senin gözünle tamamlarım." Vezir, verecek cevap bulamamıştı. 1795 yılında Tiflis'i işgal ettiğinde halka o kadar zulmetti ki Gürcüler, Rusların himayesine razı oldu. Sokaklarda göze çarpan bir ayağı aksak ihtiyar kadınlar, Ağa Muhammed'in askerlerinin yıllar önce zafer hatırası olarak tecavüz edip topal bıraktığı bakirelerden hayatta kalanlardı. Ne babaları unutmuştu yaşananları ne de kardeşleri. Dindaşları olan Rusları sadakatle destekleyen Gürcüler, 1826 yılında yapılan Rus-İran savaşında ve Şamil'le Kafkas aşiretlerine karşı yürütülen uzun mücadelede Rusların yanında savaştı.