Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Kırım Hanları, büyük Moğol İmparatorluğu'nun Avrupa'da ka­lan son parçasıydı. Cengiz Han'ın soyundan geliyorlardı ancak başkentleri Bahçesaray'daki saray ve bahçeler gibi onlar da bozul­maya yüz tutmuştu. Yine de sade ama asil bir hayat sürüyorlardı. Servet biriktirmek törelerine aykırıydı. Bir elbise, bir kılıç ve bir at Han'a yeterdi. Han'ın kızları, en fakir ama en cesur ve müm­taz asilzadeyle evlendirilirdi. Gelinin çeyizi sayesinde damadın zenginleşmesi sağlanırdı. Dokuz kere dokuz sisteminde, Moğol mirasını görmek hala mümkündü. Çeyiz düzülürken daima bu sisteme riayet edilirdi. (Dokuz, kutsal bir sayıydı.) Dokuz çarpı dokuz kürk, dokuz çarpı dokuz urba, dokuz çarpı dokuz yatak, dokuz çarpı dokuz altın ve gümüş işlemeli yastık, dokuz çarpı dokuz Çin ipeğinden yatak örtüsü ve dokuz çarpı dokuz kürk yatak örtüsü... Çeyiz, çoğunlukla yatak takımından oluşurdu. Hanın sarayının ihtişamı, kullanılan gösterişli malzemelerden çok mekanın zarif düzenlemesinden kaynaklanıyordu. Bahçesaray'ın çiçek açmış bahçelerinde bülbüller öterdi. Sedeften çeşmeler vardı. Harem ve cami, dünyevi ve ilahi aşk iç içe geçmiş gibiydi. Hala ayakta olan hanların türbeleri, zarif bir keder havası yayar etrafa. Sadece Doğuluların özünü yakalayabildiği, insanın aklını başından alan bu hüznün tadına varan Batılılar bir ömür onun peşinden koşar. Bahçesaray, birden çıkar insanın karşısına. Tepeyi aşınca, köhne tezgahların dizildiği pazar yeriyle uzunca bir yol ve şehre hakim konumdaki Hanın sarayı görünür. Dünyevi ve ilahi aşk: mezarların yanında odalıkların çile çektiği bahçeler. Saray, Kırım Savaşı sırasında hastane olarak kullanılmıştır. Ancak daha ziyade, Puşkin'in Bahçesaray Çeşmesi adlı şiirine ilham veren Po­lonyalı bir kontesle bir Tatar Hanının aşk hikayesiyle hatırlanır. Bu aşk serüvenine dair farklı rivayetler vardır. Hanların üzerine titrediği üç Hristiyan esirin aşk hikayeleri, zamanla iç içe geçmiş­tir ve günümüzde çoğunlukla karıştırılır. Bu hikayelerin ortak noktası, hanımların dinlerine sıkı sıkıya bağlı olması ve Moğol sevgililerinin bu durum karşısında gösterdiği hoşgörüdür. Ko­şullar ne kadar zorlu olursa olsun eşlerine bağlılıklarını bir an olsun kaybetmeyen Kırım hanları, bilhassa eşlerinin dini endişe­lerine özen gösterdi. Hatta hanedan mensuplarından biri, İskoç eşinin ailesini ziyareti esnasında Presbiteryenliği kabul edecek kadar ileri gitti. Kırım'da karşılaştığı sarışın güzel Neilson'a deli gibi aşıktı. Neilson'un Kırım'da ne yaptığı tarihi kayıtlarda yer almıyor. Belki de, gelecekte Çar 1. Nikola adıyla tahta çıkacak torununa bakması için II. Katerina tarafından görevlendirilen Lyon Hanım gibi Neilson da hanedanın bebeklerinden birine bakmak için bölgede bulunuyordu. Tatar damadın uzun Çin tarzı bıyıkları, sarığının tepesinde parlayan elmas tuğu, rehber­lerinin sade ekose kıyafetleriyle mukayese edildiğinde insanların gözünü alan sırmalı kaftanı ve Asyalı zarafetiyle İskoçya yayla­larında dolaştığını hayal ediyorum ya da papazın evinde genç eşiyle papazın arasında oturmuş, bir yandan çayını içerken diğer yandan İncil'den bazı bölümleri tartıştığını. İlk başta ayrı dünya­ların insanıymış gibi görünen bu çift, daha sonra Kırım'a döndü ve ömürlerinin sonuna kadar Karadeniz'in kıyısındaki bir saray­da mutlu mesut yaşadı. Bahçesaray'ın gül ve bülbüllerinin arasında, başka bir Hristiyan gelinin ruhu daha dolaşır. Dilara Bikeç'in sekiz köşeli bir me­zar taşında yer alan solmaya yüz tutmuş altın yaldızlı kitabede şöyle yazar: BURASI, ŞAHİN GİRAY HAN'IN SEVGİLİ EŞİ DİLARA Bİ­KEÇ'İN MEZARIDIR. ÖLÜM TARİHİ 1753. HRİSTİYANDI. Bu mezarın yakınlarında Bahçesaray Çeşmesi, namıdiğer gözyaşı çeşmesi yer alıyor. Özenle üst üste yerleştirilmiş kurnaları, günü­müzde artık aşınmış ve sudan mahrum kalmış. Ağır ağır dolan kurnalardan taşan damlalar, kederli Hanın müteveffa Hristiyan eşinin ardından döktüğü gözyaşlarını hatırlatıyor. Dilara Bikeç, Hanın gönlünü kazanmadan önce haremde yaşayan Gürcü bir köleydi. Hanla evlendikten sonra Dilara, sahip olduğu dini has­sasiyetler yüzünden büyük sıkıntılar yaşadı. Han eşine ibadet hürriyeti sağlasa da nafile... Dilara bir türlü evliliklerini kabul­lenemiyordu. Dinine o kadar bağlıydı ki yatak odasının duvarını süsleyen hilalin üstüne bir haç işlettirmişti. Çektiği çileyi sonsuza kadar unutturmayacak bu hatıra saadetlerine gölge düşürüyor­du. Hayatının baharında vefat eden Dilara'nın kaybı eşini mah­vetti. Ancak çeşmenin gerçekten de Dilara Bekiç'in hatırasına mı yoksa başka bir Hristiyan kadın olan Maria Potocka için mi yap­tırıldığı konusunda bazı şüpheler mevcut. Yas tutarken dinmek bilmeyen kederleri ve inşa ettirdikleri şiir gibi anıtlarla hanlar, dünyanın her yerinde eşini kaybetmiş kocalar için örnek teşkil ediyor. Bahçesaray'ın bugün dahi hüzünlü havasını muhafaza et­mesine şaşırmamak gerek. Böyle aşk acıları arkalarında silinmesi mümkün olmayan izler bırakır. Kırım hanlarının konumu yüzyıllar içinde gerilese de bütün Asya, kutsal kabul edilen altı at kuyruklu sancaklarına saygı gös­terirdi. Türkler, Rus işgali tehdidine karşı güçlü bir kale göre­vi gören Kırımlılara büyük ihtimam gösterirdi. Yine de güçten düştüklerinin farkında olan Tatar beyleri, ilişkilerinde oldukça alıngan bir tutum takınırdı. İstanbul'a resmi ziyarette bulunan Devlet Han'a kendisine verilen özel değerin nişanesi olarak ne istediği sorulunca, maiyetiyle birlikte ayrılmaya hazırlanan Han sadrazamın başını istemiş. İstediğini vermekten başka çare yok­muş. Herkesin itibarının muhafazası adına sadrazamın sarıklı başı kılıçla gövdesinden ayrılmış. .... 1777 yılında bölgenin kaderi mühürlenmişti. Moskova' dan yola çıkan Mareşal Suvorov, askerleriyle güneye doğru ilerliyordu. 1783 yılında Kırım'ın tamamının Rusya tarafından ilhak edil­mesiyle birlikte Potemkin, Han'ın topraklarını ve Karadeniz'in asmalarla kaplı sahillerini, Çariçesi'nin ayaklarına sermişti. Katerina'nın emperyalist iştahı artık daha da kabarmıştı. Kırım'ı ele geçiren Çariçe gözünü yeni ufuklara dikmişti. Kafkasya ne­den olmasın diye düşünüyordu. Gönül eğlendirdiği bir dizi genç sevgiliden sonra (Hiçbirine imparatorluğunu unutacak kadar kendini kaptırmadı) son gözdesi yirmi beş yaşındaki Kont Pla­ton Zubov'u seçti. Birlikte Yunan İmparatorluğu'nu Rusya'nın kontrolü altında yeniden canlandırmayı planladılar. İstanbul ve hatta belki Hindistan ele geçirilmeli; Haç, Hilal'e üstün gelme­liydi. Bu garip çift, Tzarskoe Selo'nun (Çarın Köyü) camlarla kaplı küçük bir odasına kapanmış plan yapıyordu. Aşkın en gü­zel günlerini yaşayan Katerina, burayı inzivaya çekilebileceği bir yer olarak tasarlamıştı. Kendisini çariçeden ziyade bir kadın gibi sadece bu ihtişamlı sarayda hissediyordu. Bu oda İkinci Dünya Savaşı'na kadar Katerina'nın bıraktığı gibi muhafaza edilmişti. İki muhteşem salon arasına yerleştirilen eflatun renginde cam sütunları yatağın uzunluğunu yansıtıyordu. Romantik bir man­zara yakalamak umuduyla bu odaya doluşan meraklı turistlerin eflatun aynadaki yansımalarını hatırlarım. Biz de o dönemden bir sahne görebilmek için dikkat kesiliyoruz: Geçkin yaşına rağmen hala görkemini koruyan "Kuzeyin Semi­ramisi" Çariçe ve o tıfıl, kristal bardaklarla çay içiyorlar. Yanla­rında bir semaver var. Katerina, çay tabağına bir kaşık vişne re­çeli koyuyor. Samur kürkünden yatak örtüsünün üzeri, harita ve kağıtlarla kaplı. Katerina'nın yüzünü yalamak için üzerine atla­yan şımarık tazılar, kağıtları dağıtıyor. Aynalardan birine, devâsa bir Kafkasya haritası yapıştırılmış. Katerina, tombul parmakla­rıyla haritaya işaret ediyor. Zubov'un gözleri hayranlık ve coşku içinde açılıyor. Kafkasya'ya hücûm edecekler. Valilik karargahı Tiflis'e kurulacak. Doğu'ya hakim olmak için İran hizaya getiril­meli ve Bab-ı Ali alınmalı... Haç, Hilal'e üstün gelmeli... Kateri­na sevinçle başını sallıyor. Bu cüretkar delikanlının emperyalist ihtiraslap, Çariçe'yi oldukça memnun ediyor. Mareşal Suvorov'un emrinde Polonya ve Osmanlı seferlerinde rüştünü ispatlayan Platen'in bebek yüzlü kardeşi Valerian, İran­lılara ait Kafkas illerini ele geçirmek ve bu bölgenin valisi olmak için ordusunun başında yola çıktı. Boru sesleri eşliğinde güne­ye doğru ilerledi. İran'la birlikte hareket eden sınır illeri, aşiret reisleri ve Kafkas hanları tarafından iyi, hatta dudak bükülerek, karşılandı. Kafkas halkları böylesiyle hiç karşılaşmamıştı. Bu peynir suratlı çocuk mu onları dize getirecekti? Yönetici ve bey­lerin kendi aralarında gizlice konuşmak istediklerinde kullandığı ve sadece birkaç kelimesi bilinen "Avlanma Dili" Çakobsaca bir şeyler söyleyip alay ediyorlardı. Kendilerini müthiş bir avın bek­lediğini düşünen yerli halkın keyfi yerindeydi. İnsan avı bekle­meye değerdi. İran toprağı olan Derbent, kilit öneme sahip limanından do­layı Rusların ilk hedefiydi. Şehri, fazla direnişle karşılaşmadan ele geçirdiler. Güneydeki Bakü de Rus silahlarına boyun eğdi. Kaydadeğer bir ordu toplayan İranlılar, cepheye yaklaşık sek­sen tane fil getirmişti ancak çok geçmeden geri çekilen İranlı­lar, anlaşma yoluna gitmeyi tercih etti. Rusya'yla çatışmanın ve Kafkasya'yı elde tutmaya çalışmanın ne anlama geldiğini iyi bili­yorlardı. Genç Zubov, daha yapması gereken işin büyüklüğünü anlamadan askerleri bir bir dökülmeye başladı. Görünmez bir ordu askerlerini avlıyordu. Kafkas aşiretleriyle mücadeleye tu­tuşamadan talihi döndü. Çariçe hayata veda etmişti. Annesinin gözdelerinden kurtulmayı amaçlayan Çar 1. Pavel, Valerian'ı geri çağırdı. Müstakbel vali, bölgeden bir an önce kaçmak isteyen or­dusuyla birlikte anında yola çıktı. Avar, Lezgi, Çeçen ve Kabar­dey aşiretlerinden oluşan korkunç bir grup, akın akın dağlardan gelip Ruslara çullandı. Ruslar, Kafkasya'yı işgal planlarını bir kez daha rafa kaldırmak zorunda kalmıştı.
138 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.