Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Türkiye'nin dış politikası Misakı Milli ile saptanmıştır. Türkiye'nin sınırları dışına göz dikmemek, diğerlerinin iç işlerine karışmamak, bütün toplumların kendi kaderlerini saptama hakkını tanımak temel ilkeleri olmuştur. Bu yapıya uygun olarak dost Müslüman devletlerle bir dizi dostluk antlaşması yapılmıştır. 1 Mart 1921, Afganistan ile dayanışma antlaşması. Bunu 25 Mayıs 1928 Dostluk ve İşbirliği antlaşması izlemiştir. Afgan Kralı Türkiye'yi ziyaret de etmiştir. İran'la ilk elçi teatisi 1922'dedir. Dostluk ve Güvenlik antlaşması 22 Nisan 1926'da imzalanmış, bunu 5 Kasım 1932 dostluk antlaşması izlemiştir. İran Şahı Türkiye'yi ziyaret etmiştir. Musul Sorunu'nu hal için Türkiye ile Büyük Britanya/Hindistan İmparatoru ve Irak Kralı arasında İyi Komşuluk İlişkileri antlaşması 5 Haziran 1926'da imzalandı. Ingiltere himayeci devlet olarak katılıyordu. 1916 Hicaz ayaklanmasının baş mimarlarından olan Hüseyin'in oğlu Irak Kralı Faysal, 1931'de Gazi Mustafa Kemal'e hayranlığını bildirerek ve "aynı evi paylaşan iki kardeş olduğumuzu" söyleyerek, Türkiye'yi ziyaret arzusunu gösterdi. Derhal kabul edilen istek 6-8 Haziran 1931'de gerçekleşmiş ve böylece her tarafa, 1919 öncesinin olaylan üzerine sünger çekildiği gösterilmiştir. Afganistan, İran ve Irak'la sürdürülen dostça ilişkiler 8.7.1937 tarihli Sadabad Saldırmazlık Antlaşması'nın imzasıyla ürününü verdi. Böylelikle dünyanın yeni bir genel savaşa gitmekte olduğunun artık herkesçe kabul edildiği bir dönemde bölgede barışı sağlamak için Müslüman toplumların işbirliği gerçekleştirilebilmiştir. Bunun benzerini de Balkanlar da yapmış olan Türkiye, o dönemde bütün Avrupa'da "Barışın en güçlü güvencesi" sayılıyordu. Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler hayli ilginç bir gelişme göstermiştir. Abdülaziz İbn Suud 1926'da Hicaz Kralı ilan edildiğinde bunu ilk kutlayan Türkiye Cumhuriyeti oldu. Davranışın, Hüseyin'in son gününe kadar ara vermediği Türk düşmanlığına tepki olduğu söylenebilir. Ancak Ankara'nın bu tür bir tepkiyi onun kral oğulları Faysal ve Abdullah'a göstermediğine de dikkat etmek gereklidir. İbn Suud rejimi de Mekke Kongresine Türkiye'yi resmen davet ederek, hem bazı Arap çevrelerinin Hilafet'in lağvından beri Ankara'ya yönelttikleri dışlama politikasını delmiş hem de kendi meşruiyeti için ondan destek aramıştır. Türk heyetinin başkanının, resmi sözcü Ummn al Kura'da çıkan demeci bu oluşumu açıkça ortaya koymaktadır: "Bu katılma Türklerle Araplar arasındaki ilişkileri geliştirmeye yarayacaktır. İşin önemi iki yönlüdür. Birincisi, Türklerle Araplar burada (Mekke) ihtilafa düşmüşlerdi, ikincisi ise şimdi yine burada dostluğa dönüyorlar. Ve bütün dünyaya açıklıyoruz ki, bu anlaşma kalplerden gelen bir anlaşmadır." Böylece geçmişe tam bir sünger çekilmiş, 3 Ağustos 1929'da iki devlet arasında dostluk antlaşması yapılmış ve İbn Suud'un oğlu Dışişleri Bakanı Emir Faysal'ın Türkiye'yi ziyareti ile yakınlaşma daha da perçinlenmiştir. 7 Nisan 1937 tarihinde Mısır'la dostluk antlaşmasının imzalanması ve 31 Mayıs-8 Haziran 1937 tarihleri arasında Ürdün Emiri Abdullah'ın (Hüseyin'in diğer oğlu) Atatürk'ün konuğu olması, geçmişin tamamen unutulduğunun en belirgin kanıtlarıdır. Hindistan ile devletten devlete ilişki bulunmadığından bir gelişmeden bahsetmek mümkün değildir. Ancak dinci çevrelerin Kemalist rejimin muhalifi kişileri (Abdülmecit, Rauf Bey, vb…) desteklemekteki ısrarı ve Ankara'nın Hilafet eylemlerine katılmamaktaki kararlılığı bu durumu yaratmıştır. Suriye ve Lübnan ile ilişkiler, Fransız himayesinde olmaları dolayısıyla ister istemez doğrudan doğruya Fransa ile yürütülmüştür. 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması, Lozan Antlaşması bu ilişkileri düzenlemiştir. 30 Mayıs 1926'da Suriye ve Lübnan'la ilgili sorunları düzenlemek için Fransa ile bir dostluk ve iyi komşuluk antlaşması yapılmıştır. Misakı Milli çerçevesinde askıda kalmış olan iki hudut sorunundan Musul işi 1926'da Milletler Cemiyeti'nin arabuluculuğu ile sonuçlanmış ve İngiltere ile anlaşmaya varılmıştı. Suriye hududu işi de (Ya da Sancak veya Hatay sorunu) yine Milletler Cemiyeti Konseyi'nin 29 Mayıs 1937 tarihli kararıyla "Sancak'ın Aynı Varlığı"nın kabulü ile sonuçlanmış ve aynı tarihte yine himayeci Fransa ile bunun nasıl işleyeceği konusunda bir antlaşma imzalanmıştır. Bunun sonucu Hatay'ın bir bağımsız devlet haline gelişi ve Türkiye'ye katılma kararı alması olmuştur. Hem bu yüzden, hem de Kemalist devrimleri karşıtı olan bazı kadroların Suriye'ye yerleşmesi ve bu ülkede Türklerin bir gün orduyla gelip işgal edeceği psikozunun aşılamamış olması, ilişkilerin diğer Arap ülkeleriyle olan düzeye erişmesini engellemiştir. Özellikle Arap dünyası ile mevcut ilişkilerde daima bir Avrupalı Himayeci Devlet'in bulunması Ankara'nın politikalarının çok ihtiyatlı bir çizgi izlemesi zorunluğunu da yaratmıştır.
Sayfa 363 - Boyut YayınlarıKitabı okudu
·
67 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.