Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

320 syf.
10/10 puan verdi
Kış geldiyse bahar çok uzakta olabilir mi?
“Neden beni denizin bile kuruduğu bir yerde dünyaya getirdiniz?” Çin edebiyatında Kültür Devrimi arka planı taşıyan kitaplar yeni bir şey değil. Öncesinde de bu konuyu ele alan birkaç kitap okumuştum. Ancak çok az sayıda kitap bu dönemde Sincan sınırları içindeki yaşamın bir portresini önümüze koyuyor. Hiç kuşkusuz bu kitap Wang Gang'ın İngilizce'si. Kalkedon yayınevi bu konuda çağdaş yazarların (Tie Ning'de dahil) kitaplarını dilimize kazandırarak gerçekten kutlu bir iş yaptılar. Bu kitabın sayılı dillere çevrilmiş olduğunu görmek -ki aralarında Türkçe'nin de olması- gerçekten sevindirici.Yayımlandığı anda Çin'de büyük ilgi görmüş ne var ki Türkiye'de yeteri kadar ilgi görmedi. Ne kötü. Hâlbuki sahiden okunmaya değer bir hikaye. Hiç yere şişirilmiş kitapların aksine bu romanın şimdiye kadar okuduğum en iyi roman olduğunu düşünüyorum. Yazarın esprili dili beni gerçekten hikayenin bağımlısı yaptı. Hikaye, Kültür Devrimi'nin en karanlık döneminde Çin'in uzak batı eyaleti Sincan'ın başkenti Urumçi'de yaşayan on iki yaşındaki Aşk Liu'nun gözünden anlatılıyor. Annesi, onun şimdiye kadarki en büyük projesi olan bir hava saldırısı sığınağı tasarlamakla meşgulken babası aynı sıralarda başka bir bölgede hidrojen bombasını test ediyor. Bu süreçte iki ebeveyninin ilgisinden yoksun bir şekilde yaşamını sürdüren Aşk Liu (Liu Ai), hayat yolunda elinden geldiğince kendi başına ilerlemek zorunda kalıyor. Yalnız bir iklimin hüküm sürdüğü yaşantısında birçok şeyi sorgular. Neredeyse ikliminden ve konumundan nefret ettiği Urumçi'de doğmaya varana kadar... “Büyürken, karlı tepeleri ve gökyüzünü boş gözlerle seyredip nerede doğacağımızı neden seçemediğimizi düşünürdüm. Neden Urumçi'de doğmuştum; Mayısta hatta Haziranda bile hâlâ kar yağan ve zeminin bir bataklığa dönüştüğü bu yerde...” Kırsalda yaşayan ve pek çok şeyden mahrum büyüdüğünü iliklerine kadar hisseden biri olarak bu satırları okurken Aşk Liu'nun doğduğu yere olan nefretini sonuna kadar anladığımı hissettim. Orada doğmak senin seçimin olmamasına rağmen diğer insanların zorbalıklarına ve büyüklenmelerine maruz kalırsın. “Nanjing'deki insanların seni farklı gördüğünü keşfediyorsun. Tenin daha kalın, aksanın insanları güldürüyor. Hatta Urumçi'nin bir şehir olduğunu söylediğinizde bile hâlâ ”Okula atla gidiyorsunuz değil mi?” diye sorabiliyorlar.” Yine Aşk Liu'nun dediği gibi, bir yerde doğmaya zorlanmak kadar trajik bir şey yoktur. Bir kez doğduğunuzda her şeye zaten karar verilmiştir ve hiçbir şey artık değişemez. Aşk Liu, ergenlik çağında - ki onun kişiliğinin yeni yeni şekillendiği böylesi hassas bir dönemde- aynı zamanda Kültür Devrim'inin en coşkulu ve abartılı olayların yaşandığı zamandır. Halka açık infazlar ve intiharlar o dönemde bu kırsal yerde halkın tek eğlencesidir. Bu eğlenceye çocuklar da dahil edilir. Çünkü o dönemde tüm bu vahşet normalleştirilmiştir. Devrimin dehşeti Urumçi'de yaygın bir olay haline geldiğinden, Aşk Liu ve arkadaşları gibi küçük çocuklar bile karşı-devrimci faaliyet sürdürme şüphesinden veya bir zamanlar arkadaş olarak kabul ettikleri kişileri ihbar etme baskısından hiçbir şekilde kaçamazlar. “Bizdeki çocukları bir idamdan daha fazla heyecanlandıran bir şey yoktu. Rus tiyatro yönetmeni Vsevolod Meyerhold insanların tartışmalarını izlemeyi sevdiğini söylemişti ama biz, insanların idam edilmesini seyretmeyi seviyorduk. Acımasızlığımız nereden geliyordu? Gökten mi düşmüştü? Böyle mi doğmuştuk? Başkan Mao'nun sözleriyle, hayatınız boyunca sadece bir idam seyretmek zor değildir, fakat idam dışında bir şey seyretmemek ise gerçekten zordur.” Aşk Liu'nun sözde entelektüel olan ebeveynleri bile evde âdeta birer Mao'dur. “Aşk” adını vermekten çekinmedikleri biricik oğullarını dövmeye kadar öfke kontrolü sorunları yaşarlar. Sanırım Çinli ebeveynler fazlasıyla katı. Küçük olmasına rağmen ailesinin sert dayaklarına maruz kalan Aşk Liu'nun hikayesini okurken Çinli arkadaşım Yang'ı hatırlamadan edemedim. Bana tek çocuk olmasına rağmen küçükken ailesinin özellikle de babasının onu çok sert dövdüğünden bahsetmişti. Çok fazla dayak yemesine rağmen babasının aslında bunu onun “iyiliği” için yaptığını bir nevi onu eğittiğini söylerdi. Tıpkı Aşk Liu'nun babasının onu aslında “korumak” için “dövmesi” gibi. “Dövmek” gibi insana her açıdan kaba bir şeyleri çağrıştıran bir kelime nasıl olur da “iyilik” ve “korumak” gibi yumuşak ve uçucu hafiflikte hisler veren kelimelerle aynı anlamlara gelebilir? Bu açıdan da romanın Çin aile yapısını ve toplumsal değerleri olduğu gibi yansıttığını düşünüyorum. İlk gençlik yılları böylesine yalnız geçen Aşk Liu'nun yüreğini ısıtan ve zihnindeki boşlukları dolduran tek bir kişi bile yoktur. Ta ki güçlü kolonya kokusu, batılı tavırları ve tam bir beyefendi havası veren şık giyimiyle centilmen İngilizce öğretmeni İkinci Ödül Wang (Wang Yajun) okula gelinceye kadar. Aşk Liu, her açıdan bu kişiye tapar. Onu putlaştırır. Çünkü İngilizce öğretmeni, onun içten içe sahip olmak istediği daha doğrusu bir gün kendisinin de olmayı dilediği o ideal kişinin ta kendisidir. Hikayede en dokunaklı olan yine ikisinin arasında gelişen ilişkinin sıcaklığıdır. İlişkileri derinleştikçe Aşk Liu'nun gözleri, putlaştırdığı ve onu her zaman mükemmellik taşına oturttuğu bu kişinin bile karşı karşıya kaldığı mücadelelere açılır. İngilizcenin ortak bağıyla bu iki arkadaş, acı ve soğuk devrimin insanlık dışılığından korunmak için birbirlerine sığınırlar. Onlarınki kuşaklar arası arkadaşlıktır. Bu yönüyle de benzersizdir. “İkinci Ödül Wang, o günlerde bir misyoner gibiydi, sadece dini İngilizceydi.” Aynı zamanda İkinci Ödül Wang, Aşk Liu için tüm bu saydığım şeylerden çok daha değerli bir şeye sahiptir. Tüm Urumçi'deki tek kopya olduğu söylenen Çince-İngilizce sözlüğü odasında muhafaza eder. Aşk Liu için bu sözlük her şeyden değerlidir. Çünkü onu özlemini çektiği yeni bir dünyaya doğru götürecektir. “Benim için bu sözlük kadar karşı konulmaz olan başka bir kitap düşünemiyorum. Bana diğer kitaplardan daha fazla bilgi, daha doğrusu neşe getirdi. Sözlükteki kelimeleri yeniden düzenlesem bütün dünya önüme açılır.” Öğretmeni sayesinde İngilizce ile tanışan Aşk Liu, kendisini dış dünyadan soyutlayacak yeni bir dünya arayışına işte bu şekilde son verir. İngilizce, onun için bir sığınak olur. Tüm gayretini sadece bulduğu bu yeni dünyayı daha da genişletmeye verir. Yani ingilizce'de ustalaşmaya... Öğretmeninin sözlüğü onun için dünyasını genişletmeye yarayacak yegâne araçtır. Ancak etrafındaki dünya giderek kararır ve yaşantısının kendisini yavaş yavaş hayal kırıklığına uğrattığını fark eder. Dış dünyada yalnızca babasının aşağılanmasını, öğretmeninin haksız yere suçlanmasını ve arkadaşının vurulmasını izleyebilir. Hayatında güzel ve yabancı hissettiren şeyleri (İngilizce veya çekici bir kadının cazibesi gibi) arayan Aşk Liu, mevcut koşullarının sert gerçekliğinden kaçmanın bir yolu olarak kendisini tüm kalbiyle bu takıntıların peşine düşmeye adar. Bu arayış onu sonunda “sevgi”, “şefkat”, “merhamet” gibi kelimelerin gerçek tanımının hiçbir zaman sözlük sayfalarında tam olarak ifade edilemeyeceğini anlamasına yol açacaktır. Urumçi yerlisi olan yazar Wang Gang, İngilizce öğretmeninin sözlüğünün çalınması da dahil olmak üzere Aşk Liu'nun hikayesinin bazı bölümlerinin otobiyografik olduğunu kabul edip bu durumu şu şekilde açıklıyor. “İngilizce öğrendiğimde hayata dair, o ana kadar bilmediğim şeyler öğrendim. İngilizce, siyasal kültür ve demokrasi gibi istediğimiz ama elde edemediğimiz şeyleri temsil ediyordu.” Wang Gang'ın romanındaki bazı karakterlerin gerçek kişilere dayanması, hikayenin bize bu denli samimi gelmesinin bir nedeni olabilir. Okurken hikaye boyunca her ilişkinin kırılgan olduğu ve kelimelerin arkadaşlar arasında bile özenle seçildiği bir dönemden geçiyoruz. Pek çok kişinin hayatını dolduran öfke ve hayal kırıklığına sempati duymamız bu şekilde kolaylaşıyor. Gerçekten beni her şeyiyle etkileyen bir hikaye. Bazı okurlar tarafından gerek cinselliğin bu kadar ön planda tutulması gerekse Sincan tarihinde azınlıkların çoğunlukta olduğu bir dönemde geçmesine rağmen romanın tamamında sadece bir azınlık karakterinin tasvir edilmesi (bu kişi Uygur ve Han kökenli bir melez olan Ahjitai'dır.) ve onun bile saf bir azınlık olmaması açısından eleştirilmiş olsa da ben tüm bunların boş safsata olduğunu düşünüyorum. Yazarın dediği gibi "Bunlardan bahsetmeye gerek yok. Ben Müslüman değilim ve kitapta bahsedilen yaşam tarzının Müslümanlıkla pek alakası yoktu.” Sözcükler diliyle yaratılan atmosferin gerçekten Müslümanlıkla alakası yoktu. Cinsellik kısmına gelince, Kültür Devrim'inin katı koşullarıyla çevrili yaşamlar sürerken elbette cinselliğin ayrı bir yeri olurdu. Cinsellik günümüz dünyasında tabu olmaktan çıkalı çok oldu. Ama unutmayalım ki hikaye Kültür Devrimi sırasında geçiyor. Yasakların ayyuka çıktığı bir zamanda... Bu, ergenlik yıllarına henüz yeni girmiş bir erkek çocuğunun hikayesi. Yazarın, sosyal tabulara rağmen bedeninde birtakım değişiklikler yaşayan ve bunları anlamlandırma çabasıyla bocalayan bir çocuğun bu yönünü ele alması yadırganamaz bir şey. Aynı zamanda Wang Gang'ın bu tutumu, nihayet zorba otoritelerin kısıtlayıcı standartlarından kurtulmuş, bir zamanlar tabu olanı ifade etmekten çocukça zevk alan birinin işi olduğu hissini veriyor. Okurken Çin edebiyatına yabancı bazı okurlar için sayfalar arasına özenle işlenmiş birkaç kültürel özelliği kavramak zor olabilir ama zaten bir bütün olarak bunlar metnin içinde akıllıca açıklanıyor. Wang Gang'ın İngilizce'sinin, Kültür Devrimi sırasında büyümenin nasıl bir şey olduğunu görmek isteyenleri her açıdan tatmin edecek bir kitap olduğunu düşünüyorum. Hikaye boyunca Tanrı Dağları sadık bir okur gibi Aşk Liu'ya eşlik ediyor. Tüm önemli anlarda Tanrı Dağları'ndan bahsedilmesi dağları ayrı olarak seven biri olarak beni etkiledi. Bu hikayede Dağlar, sadık birer gözlemciydi sanki. Tanrı Dağları, gerçek bir Tanrı gibi eteğinde koruyup kolladığı birçok Urumçi'linin yazgısına tanıklık etti. Yani her bir sayfada Tanrı Dağları'nı karşınızda yükselirken bulacaksınız. (Ki Türkler olarak Tanrı Dağları bizim hikayemizin başladığı yerdir.) Tanrı Dağları'ndan akan güneş ışığıyla yıkanırken aynı zamanda telaşlı bir kar tanesi gibi heyecanla çevireceksiniz sayfaları. Temmuzda bile tam olarak ısınmayan Urumçi'nin sokaklarında gezeceksiniz sonra. Şeftali baharına ve geniş ovalara bakmaktan sıkılacaksınız. Sincan'da neden deniz olmadığını sorgulayacak Mayıs'ta ve hatta Haziran'da bile kar tanelerini sırtlayan Tanrı Dağları'ndan akan suların Urumçi Nehrine dökülüp orayı bir bataklığa dönüştürdüğünü bilmeyeceksiniz. Sonundan ne kadar bahsetmek istesem de daha fazlasını yazmak istemiyorum. Sonu, benim için tam da olması gerektiği gibiydi. Bir nedenden dolayı (sanırım hikayem Aşk Liu ile biraz benzerlik taşıdığı için) hikayenin sonunda kendimi Aşk Liu'nun halefi olarak buldum. Ve yüzümde kış gibi bir gülümsemeyle son sayfayı kapattım. Uzun bir yolculuğun acı-tatlı izlerini hâlâ üzerimde taşıyor gibiyim. Bu kitap, İngilizce sözlüğün anlamını benim için değiştiren türden bir okuma serüveni oldu. Umarım yazarın diğer kitapları da dilimize kazandırılır. Yayınevine, çeviren, düzenleyen bu kitapta emeği geçen kim varsa hepsine teşekkür ederim. Aşk Liu'nun hikayesine eşlik edebildiğim için mutluyum. Hepsi sizin sayenizde.
İngilizce
İngilizceWang Gang · Kalkedon Yayıncılık · 20134 okunma
··
163 görüntüleme
Fatih okurunun profil resmi
Muhteşem bir inceleme, baştan sona. Eline sağlık 🍀
Hyeya okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim ^^
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.