Şamil'in başa geçmesiyle birlikte Rusların bölgeye daha fazla asker, silah ve top göndermesi gerekecekti. Yeni gelen askerler, yerleşimlerden birindeki garnizonlarda yaşamaya gönderilmiyordu. Tek işleri savaşmaktı. Bölgenin son derece çetin hayat şartlarında seferden sefere koşacaklar ve arazide bulduklarıyla hayatlarını sürdürmeye çalışacaklardı. Bu zorlu coğrafyada doğru dürüst teçhizatları olmadan ve adam akıllı bir eğitim almadan mücadele eden askerlerin büyük kısmı, Rusya genelindeki illerden, sürgün yerlerinden ya da Polonya' dan toplanmıştı (Polonya'dan getirilen askerler, buldukları ilk fırsatta dağlıların saflarına geçiyordu). Bu acemi askerler, çoğu zaman daha süngü kullanmayı dahi öğrenemeden ölüyordu.
Ateşli hastalıklar ve genel şartlar, birçok askerin canına mal oldu. Savaş ve hastalıklardan dolayı kaybedilen askerlerin yerini doldurmak için yılda iki yüz bin yeni adama ihtiyaç olduğu hesaplanıyordu. Teşkilatlanmadaki eksiklikler, ikmal arabalarının kaybedilmesi, sıcak tutan kıyafetlerin ve botların yokluğu ve zaman zaman yaşanan silah yetersizliği nedeniyle korkunç kayıplar verdiler. Bütün hayatlarını kılıçlarına adayan hiddetli Kafkasyalılar karşısında ilk başlarda pek bir varlık gösteremediler. Generallerinden gelen baskıya dayanamayan Nikola, en azından bu konuda istemeye istemeye geri adım attı. Rusya'nın bir ucundan öbür ucuna büyük miktarlarda yeni silah ve toplar gönderildi. Aylar süren yolculuktan sonra Daryal geçidini aşan kağnılar Tiflis'e ulaşıyordu. Zaten zamandan yana sıkıntıları yoktu ve bereket versin ki cepheye gönderecek çok sayıda askerleri de vardı. Savaş, yirmi beş yıl daha devam edecek, her geçen gün daha fazla adam, daha fazla silah, daha kuvvetli itaat ve iman gerektirecekti. "Rus ordusunun gücü, ülkelerine besledikleri derin sevgiden geliyor" diye yazıyordu bir gözlemci. "Askeri vazifelerine duydukları inanç, dinleriyle iç içe geçmiş durumda. Son derece dindar olan Rus askerleri; ülkesini, Çar'ını ve Tanrı'sını birbirinden ayrı görmüyor. Bunun farkında olan Rus generaller, savaş arifesinde, askerlerini ölüme göndermeden önce onlara Tanrı' dan bahsediyor. Bu, başka bir ülkede olsa anlamsız gelebilir ancak burada olağanüstü bir etki uyandırıyor." Benckendorff şöyle yazıyor: "Rus askerlerinin gözünde savaş kutsal bir şey. Sanki kiliseye girer gibi, istavroz çıkarıp dua ederek savaşa gidiyorlar." Bütün bölüklerin yanında taşıdığı asker ikonasında şöyle yazıyordu: "Tanrı aramızda."
Rus askerlerinin azimli, metanetli ve fedakar yapısını takdir eden Napolyon, hayranlığını şu kelimelerle ifade ediyordu: "Rus askerini yenmek için onu öldürmek yetmez, yok etmek gerekir." Cesaretlerinin karşılığında mükafatlandırılmayı beklemiyorlardı. Tam bir inançla mücadele ediyorlar ancak hasımları kadar methedilmiyorlardı. Rusların bu niteliklerini çok geçmeden fark eden Şamil, kendi askerlerine onları (ve Fransızları) örnek
gösteriyordu. Sadık Müritlerine söylediği sözler yenilir yutulur gibi değildi: "Çar'ın emrindeki o alaylardan bir tanesi için hepinizi veririm. Emrimde bir kıta Rus askeri olsa bütün dünyayı dize getirebilirim. Cümle alem Allah'ın önünde eğilir. Ondan başka ilah yoktur. Elçisi Hz. Muhammed'dir. Ve O beni size İmam seçti" diye kükrüyordu 1837 yılında Ahulga'da uğradıkları mağlubiyetin ardından. Şamil doğuştan komutandı. Zekice taktikler kullanıyordu ve aslan gibi yürekliydi. Disiplinli, manevra kabiliyeti olan askerlerin kendi fevri adamlarından daha üstün olduğunu hemen anladı. Kendi adamları yerinde duramazken Ruslar sabırlıydı. Bu iki kutbun ortasında Fransa'nın iyi eğitimli profesyonel ordularının yer aldığına inanıyor, bu nedenle Fransız modelini takip etmek istiyordu. Baskın taktiğini ilk uygulayan Rus General, Y ermolov' du. O da sistemi, aşiretlerle sürekli sürtüşme yaşayan Kazaklardan almıştı. Ancak Yermolov'un halefleri daha klasik yöntemleri tercih ediyordu. Yeni teknikleri öğrenmeleri birkaç yıl alacaktı. Bu süre zarfında Rus askerleri, alışkın olmadıkları bu korkunç şartlarda inatla ve fedakarca savaşmaya devam etti. İstanbul'daki İngiliz elçiliğinden bölgeyi takip eden Lord Stratford de Redcliffe, Rus askerlerini şöyle tarif ediyordu: "Altmış milyon cahil ve bağnaz köle arasından seçilen ve körü körüne itaat etmek için yetiştirilen bir milyon asker."
Bu sade ruhlarda insanın içine dokunan bir tevazu görülüyordu. Neredeyse hiç söylenmezlerdi. Metanetle yaşayıp metanetle ölürlerdi. Vatan, Tanrı ve Çar'ın uğrunda her şeyi kabul ediyorlardı. Belki eski hayatları da pek bir imkan sunmamıştı onlara. Adaletsiz ve katı bir dünyaya köle olarak gözlerini açmışlardı. Ömürleri boyunca başkalarını zengin etmek için çalışmışlar; batıl inançlarla dolu, karanlık, çamur ve kar kaplı bir dünyada yaşamışlardı. Tek tesellileri vatkaydı. İster köle olsunlar ister asker, efendilerine sorgusuz sualsiz hizmet etmek için dünyaya gelmişlerdi. Ancak istisnai durumlar da vardı. Askerler, zaman zaman yaşananlara çok içerliyordu. Tolstoy'un yazdığına göre, Kafkasya Valisi'nin oğlu Prens Siman Vorontsov'un eşi güzel Prenses Marie Vassilievna'yı kampa yanına getirtmesi askerleri çok rahatsız etmiş. Bu fettan kadın, 1. Aleksandr'ın yaverlerinden Prens Vasili Troubetskoy'un kızıymış. Döneminin en güzel kadını olarak görülen annesi, Vilno polis müdürünün kızıymış. Annesinin güzelliğini alan Prenses Marie eşine pek sadık değilmiş. Kocası da bu durumu pek umursamıyormuş. Bütün Güney Ordusu, Prenses Marie'nin sol kanadın komutanı Prens Baryatinski'yle ilişkisi olduğunu biliyormuş. Yaşananları Petersburg adetleri olarak gören askerler, Prenses Marie'ye çok ağır lakaplar takmış. Etekleri çamura bulanan Prenses Marie, askerlerin arasından geçerek çadıra girer, mum ışığında şampanya patlatılır, çiftin kıkırdamaları akşamın karanlığına karışırmış. Gece çökünce tepelerden çakalların ulumaları duyulur, Tatar baskını ihtimaline karşı askerler etrafı kolaçan etmeye gönderilirken Prenses çadırında keyif yaparmış. Çoğu zaman devriyeye çıkan askerler pusuya düşer ve çatışmaya girermiş. Ölü ve yaralılarını kampa taşıyan adamlar, prensesin çadırının önünden geçerken ona kahpe, katil der ve yere tükürürlermiş. Ancak hepsi haddini biliyormuş ve kimse açıkça başkaldırmıyormuş. Cesur oldukları kadar mütevazı ve sabırlıymışlar.